20 Haziran 2012 Çarşamba

Nöbet - Beşinci Bölüm




Kırmızı ve Sarı, Gri Üç’ün arkalarından takip etmesi eşliğinde, Pembe’yi Skala’nın içinde bodrum katına doğru indirmeye koyuldular. Pembe hâlâ yaşadığı şokun etkisiyle hareketsizdi ve henüz tek bir laf etmemişti.


Onlar Işık Odası’na doğru giderlerken, Gri Dört arkalarından gelip Gri Üç’ü yakaladı.

“Ne olmuş çocuğa?” diye sordu, öndeki gruba tuhaf tuhaf bakarak.

“Şok geçirmiş.” diye yanıtladı Gri Üç.

“Önemli bir şeyi var mı?”

“Bakacağız. Yarın Tuval’e gidecek.”

“Hmm...” Gri Dört başıyla onayladı. “Neyse, ben Gözlem Odası’na gidip Mor’a bakacağım. Bir gelişme olursa, Büyük Gri’nin söyleyeceği bir şey olursa beni haberdar edersin.”

Gri Üç cevap vermek yerine homurdandı, bunun üzerine Gri Dört onların yanından ayrılarak üst kata çıkan merdivenlere doğru gitti.

Gri Üç’ün başında olduğu grup Işık Odası’nın önüne vardı. Kırmızı kapıyı tıklattı. Kapının arkasından her zamanki gibi demirin demire sürtmesiyle oluşan gıcırtı sesleri çıktı ve kapı ardına kadar açıldı; Eflatun, üzerinde yine siyah, yırtık pırtık, çuvaldan bozma kıyafetiyle kapıda belirdi. Sarı’yla Kırmızı’yı, aralarında taşıdıkları tepkisiz Pembe’yi ve arkalarında beklemekte olan Gri Üç’ü görünce birden afalladı.

“Ne oluyor?”

“Pembe şok geçiriyor,” dedi Sarı ve kapıdan hızla içeri girdi, Pembe’nin öteki tarafını taşımakta olan Kırmızı da onu takip etti. Gri Üç seri adımlarla içeri girip Eflatun’a şöyle bir baktı.

“Kesintisiz bir seans düzenleyeceğiz.”

“Aynalar?” diye sordu Eflatun.

“Büyükleri kullanalım,” dedi Gri Üç sert biçimde. “Koltuğu sedye gibi yatır, büyük aynaları spot gibi kullan. Sabaha kadar öyle kalacak.”

“Tamam.” Eflatun hızlıca başını sallayıp Sarı’yla Kırmızı’nın yanına gitti ve onlar Pembe’yi deri koltuğa oturtmaya hazırlanırken onları durdurup koltuğu, aynı Gri Üç’ün emrettiği üzere sedye gibi iyice yatırıp etrafındaki kolları katlayıp kaldırdı. Koltuk biçimsiz bir sedye halini alınca, Eflatun, Sarı’yla Kırmızı’nın Pembe’yi yatırmasına yardımcı oldu. Ardından makine odasına giderek oradan sürgülü ayaklara sahip, üzerleri çelikten kapaklarla kapalı aynaları sürerek odanın ortasına getirdi. Üç renk birlikte birkaç saniye içinde Pembe’yi uzun seansa hazır hale getirdi. Gri Üç devamını izlemeye gerek görmeden arkasını dönüp Işık Odası’nın kapısına gitti ve dışarı çıkarak kapıyı arkasından kapadı.

*

Yeşil, içinden istemediği halde ayaklarının kendisini zorla götürdüğü hissiyle Büyük Gri’nin odasına doğru çıkmayı sürdürdü. Oda 3. katta, Gözlem Odası’nın bir altıydı. Yeşil, odaya yaklaşırken bir yandan da Büyük Gri’nin karşısına çıktığında ne anlatması gerektiği hakkında kara kara düşünmeye başladı. Büyük Gri muhtemelen kamera kayıtlarından olan biteni görmüştü, ya da öteki Grilerden biri görüp kendisine haber vermişti, bu yüzden Pembe’yle birlikte gerçekleştirdikleri yolculuğu çarpıtmadan anlatması gerektiği sonucuna vardı.

Odanın kapısına varıp metal kapıyı tıklattı. İçeriden Büyük Gri’nin “Gel” deyişini büyük bir homurtu olarak duydu Yeşil. Kapı kolunu çevirip açtı ve içeri girdi.

Büyük Gri’nin odası, Gözlem Odası kadar geniş bir alan değildi, yarısı kadar bir şeydi. Yine de oda, belki de içeride Büyük Gri oturduğu için, Yeşil’in gözüne oldukça büyük gözüküyordu. Bu muhtemelen, Yeşil’in başına gelenlerden ötürü kendini küçük düşmüş gibi hissetmesindendi; oda onu, insanın ufak bir çekirdeği avucuna alması gibi kavramıştı.

Öteki Grilerden daha iri, daha geniş ve daha sert görünümlü olan Büyük Gri’nin gözleri, her zamanki gibi fıldır fıldır etrafa bakmıyordu, direkt olarak Yeşil’e sabitlenmişti. Yeşil’e odaya girdiğinden beri başka herhangi bir emir vermemişti, bu yüzden Yeşil ayakta dikilip kendini Büyük Gri’nin edeceği laflara hazırladı.

“Pembe’yle Duvar’ın öteki tarafına geçmişsiniz.” dedi, hırıltılı ancak anlaşılır bir sesle.

Yeşil cevap vermedi, başı öne biraz eğik halde dinlemekle yetindi.

“Nöbet esnasındaki birtakım kuralları hatırlatmam gerekiyor galiba.” Büyük Gri oturmakta olduğu koltukta geriye doğru yaslanarak ellerini göbeğinde birleştirdi; nutuk çekmeye hazırlandığı belliydi. “Yemeyeceksin, içmeyeceksin,” Büyük Gri sayarken kelimeler arasında her birinin ayrı ayrı büyük önemi olduğunu vurgular gibi bir iki saniyelik bir es bırakıyordu, “tek bir noktaya uzun süre bakmayacaksın, renksizlerden görürsen hemen haber vereceksin, ne olursa olsun tek başına Duvar’ın öteki tarafına geçmeyeceksin, sırası gelen diğer renk oraya varmadan nöbet yerini terk etmeyeceksin, eskiyi düşünmeyeceksin, öncesi, geçmiş en büyük zaafın olabilir.”

Büyük Gri bunları söyledikten sonra sessizliğe büründü. Yeşil, başı öne eğik olduğu halde, Büyük Gri’nin hâlâ kendisine dik dik baktığını hissedebiliyordu. Sessizliği bozan, Büyük Gri’nin kendisi oldu:

“Sence biz bu tür kuralları ne için koymuşuzdur? Bir tahminin var mı?”

Yeşil cevap vermedi. Bu konuşmanın, Büyük Gri’nin bir monoloğu olacağını düşünmeye başladı.

“Size zarar vermesi ya da kendi keyfimizden olamaz galiba, ben böyle düşünüyorum.” Büyük Gri boğazını temizledi; bu, Yeşil başını kaldırıp kendisine baksın şeklinde bir işaret olsa gerekti, Yeşil de aynısını yaptı. “Sen ne düşünüyorsun?”

“Ben... özür dilerim...” dedi Yeşil, kısık bir ses tonuyla.

“Ne için özür?” Büyük Gri doğruldu, masaya yaklaşıp dirseklerini dayadı. “Bana bir zarar vermedin neticede.” Durdu. “Ama arkadaşın? Pembe?”

Yeşil, Pembe’nin adını duyunca yutkunup başını yine öne eğdi.

“Bana öyle geliyor ki, bu kuralların bir anlamı olmalı. Senin de, bunu ayırt edecek ve farkına varacak kadar zeki, aklı başında biri olduğunu düşünüyorum... Yanılıyor muyum?”

Yeşil’in sessiz kalmaya devam etti.

“Pembe yarın Tuval’e gidecek,” dedi Büyük Gri, boğazını tekrar temizleyerek. “Şu anda sanırım şokta, bilinci yerinde değil. Gri Üç onu muhtemelen Işık Odası’na götürmüştür. Yarın, Gri Dört eşliğinde Pembe, Tuval’e götürülecek. Ancak Pembe yalnız olmayacak.”

Yeşil, Büyük Gri’nin gelmeye çalıştığı noktayı bir anda fark ettiği üzere başını kaldırıp onun gözlerinin içine baktı.

“Pembe’nin yanında sen de gideceksin.”

Yeşil’in gözleri birden büyüdü, tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Bir emrin ona nasıl böyle bir etki yarattığının bilincinde olamadan, istemsizce ürkmüştü.

“Ben... benim bir şeyim yok ki...” diyebildi yine kısık bir ses tonuyla.

“Ama Pembe’yle Duvar’ın öteki tarafına sen de geçtin ve bunun şimdilik bir etkisi yoksa bile bu gece, yarın ya da öbür gün bir nöbet sırasında olup olmayacağının garantisi elimde yok.”

Yeşil kendini etiketlenmiş, damga yemiş gibi hissediyordu. Hasta olmadığı halde aşı enjekte edeceklerdi belli ki.

“Pembe orada ne kadar kalırsa sen de o kadar kalacaksın, ona arkadaşlık edeceksin. Bu konuyla ilgili daha sonra seninle yine konuşmak istiyorum, ama henüz zamanı değil. O yüzden şimdilik gidebilirsin.”

Yeşil, Büyük Gri’nin -şimdilik- son sözünü söylemiş olduğunu anlayarak başını masumca öne sallayıp arkasını dönerek kapıya gitti ve açıp odadan çıktı. Kapıyı arkasından kapattığında çıkan ağır sesin, içine oturan belli belirsiz bir düşüncenin ağırlığıyla bağlantılı olup olmadığını düşünmeden edemedi; “dışlanmışlık” fikrinin.



O gece Yeşil, kendini bir garip hissetti. Acaba Pembe’yle öteki tarafa geçmekle çok kötü bir şey mi yaptım? diye düşündü uzun bir süre. Pembe şimdi aşağıda, bodrum katındaki Işık Odası’nda seansa tabii tutuluyordu, yarın da Yeşil’in eşliğinde Tuval’e gidecekti. Yeşil daha önce Tuval’e hiç gitmemişti, gidenleri duymuştu ancak oranın tam olarak neye benzediği, nasıl bir etkisi olduğu konusunda, anlatılanlar dışında pek bir fikri yoktu. Pek fazla kafa yormasına da gerek yoktu bu vakitten sonra, yarın nasıl olsa ne olup ne olmadığını görecekti. Peki, Yeşil de ister istemez, bilinçsiz bir şekilde Pembe gibi etkilenmiş miydi Duvar’ın öteki tarafına geçince? Bu, soluduğun havanın içindeki mikropların, vücudunda senin fark etmediğin ama sonuçları daha ortaya çıkacak şekilde yarattığı etkiye benzer bir şey miydi? Duvar’ın öteki tarafına geçip gaipten sesler, fısıltılar duymak bir virüs müydü; yoksa virüs, aslında Duvar’ın öteki tarafına geçme fikrinin kendisi miydi?

Yeşil bunları düşünürken yorulmuş olacaktı ki, göz kapakları ağırlaştı ve kendini derin bir uykuya bırakıverdi...

Ertesi gün Yeşil, Kahverengi’nin yanına gelip uyandırmasıyla gözlerini açtı.

“Yeşil, hadi. Gri Dört kalkmanı söyledi. Pembe’yle Tuval’e gideceksiniz.”

Kahverengi’nin cümlesinin içindeki “Tuval” kelimesi Yeşil’in başına birden ufak çaplı bir ağrı saplanmasına sebep oldu.

“Tamam, geliyorum...”

Kahverengi başıyla onaylayıp onun yanından ayrıldı.

Yeşil üzerini giyinmeye başladı. Her ne olursa olsun, artık Tuval’e gideceği gibi bir gerçek vardı ve zihninde buna karşı koymak yerine kabul etmenin daha mantıklı olacağını düşünerek kendini rahatlatmaya çalıştı. Üzerini giyinirken, ilerideki yatağında oturmuş, elindeki beyaz bir şeye derin derin, dertli gibi bakınmakta olan Bordo’yu fark etti birden. Bordu, onun kendisine baktığını fark etmeden elindeki şeye bakmayı sürdürdü.

Yeşil üzerine gömleğini giyerken onun yanına geldi, elinde tutmakta olduğunun buruşuk beyaz bir kağıt olduğunu gördü.

“Bordo, iyi misin?”

Bordo, kaşları çatık, oldukça derin biçimde elindeki kağıda bakmayı sürdürdü. Yeşil’in söylediğini geç duymuş gibi birkaç saniye sonra, “Buldum,” dedi kısık, kendinden emin bir ses tonuyla.

Yeşil kaşlarını çattı, Bordo’nun dediğine bir anlam verememişti, bunu gerçekleştirebilmesi için Bordo’nun elinde tutmakta olduğu kağıttaki şeye bakması gerekiyordu. Bordo’ya biraz daha yanaşıp kağıtta olan şeye bakmaya çalıştı, ancak sadece bir üçgen ve onun üzerindeki üçgeni delip geçen birkaç çizgiyi zar zor görebilmişken, Bordo hızlı bir el hareketiyle kağıdı katlayıp göz önünden kaldırdı, başını kaldırıp Yeşil’e baktı. Yeşil, onun bu hareketi sebebiyle ürkmüş, gerilemişti.

“Buldum,” dedi tekrar, aynı ses tonuyla. “Çözdüm. Skala’yı ve nöbeti çözdüm.”

“Neyi çözdün- ne?” Yeşil hâlâ bir anlam verememişti.

“Niye nöbet tutuyoruz? Niye bu Skala’dayız? Artık biliyorum.” Bordo bunu söylerken bir yandan da başını, kendi dediğini onaylar gibi öne sallıyordu.

Yeşil’in gözleri birden büyüdü. Önceki gün Büyük Gri’nin odasında hissettiği gibi hissediyordu kendini.

“Nedir, söylesene?”

Bordo başını çevirip istirahat odasının kapısına dikti gözlerini ve başını tekrar öne doğru sallamaya başladı. Zihninde hâlâ bunun muhakemesini yapıyordu belli ki.

“Ne buldun? Söylesene!” Yeşil sesini biraz daha yükseltti, çünkü Bordo cevap verecek gibi gözükmüyordu.

İstirahat odasının dışından, koridordan ayak sesleri geldi, hemen ardından kapıda Kahverengi belirdi. Yeşil’in giyinmiş olduğunu görünce ona seslendi:

“Yeşil, hadi! Gidiyorsunuz.”

Yeşil Kahverengi’ye baktıktan sonra dönüp Bordo’yu son bir kez daha sıkıştırdı. “Bordo, ne buldun, söyle!”

Bordo başını hafifçe yukarı kaldırıp hülyalı biçimde Yeşil’e baktı.

“Döndüğünde anlatırım. Söz.”

Bordo söylediğini başıyla onayladı. Yeşil, onun şu an için bir şey anlatmayacağını fark edince kendisi de başını sallayıp karşılık vererek Kahverengi’nin yanına gitti ve ikisi istirahat odasından çıktılar.

Skala’nın dışına çıktıklarında hava her zamanki gibi pusluydu. Yeşil havanın serinliğiyle hafiften ürperdiğini hissetti; ama bu iyiydi, zihnini kontrollü tutmasına yardımcı olabilirdi.

Sarı bu kez yanında Turuncu’yla birlikte Pembe’yi kolunun altından tutarak devriye aracına getirdi ve ikisi, Pembe’yi aracın içine bindirdi. Yeşil, Pembe araca binerken onun dünden biraz daha iyi olduğunu gördü; bilinci yerine gelmişti belli ki, ancak yine de dalgın dalgın bakınıyordu etrafına.

Gri Dört aracın yanına geldi ve Pembe’yi içeri oturtmuş olan Sarı’yla Turuncu’ya bakarak, “Tamam mıyız?” diye sordu. İkisi başlarını salladı. Gri Dört, Yeşil’e dönerek, “Haydi geç içeri,” deyip başıyla aracın içini işaret etti. Yeşil aracın içine girerken, Gri Dört’ün, “Hiç istemiyorum gitmeyi...” diye kendi kendine mırıldandığını duydu.

Onlar araca binince, ön tarafta aracı sürmekle görevli olan Kırmızı motoru çalıştırdı ve harekete koyuldular. Duvar’ın ana kapısı açıldı ve kapıdan geçerek ormanlığın içine doğru biraz ilerleyip durdular.

Kırmızı, aracın kontrol panelindeki telsizi alıp dudaklarına yaklaştırdı.

“Hazırız.”

Yeşil, aracın ön camlarından dışarı baktı; karşılarında, sık ağaçların arasında birden bir sürü büyük spot ışığı yanmaya başladı ve ışıklar, önlerinde uzanan yolu görünür hale getirdi. Yolun ilerisi sisten ötürü pek görünmüyordu, ancak Kırmızı aracı sürdükçe yolun ilerisindeki spot ışıkları bu konuda yardımcı oluyordu.

Aynı zihin gibi, diye düşündü Yeşil içinden; bilinmezle, sisle dolu upuzun bir yolculuk...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder