Kırmızı ve Sarı, Gri Üç’ün arkalarından takip etmesi
eşliğinde, Pembe’yi Skala’nın içinde bodrum katına doğru indirmeye koyuldular.
Pembe hâlâ yaşadığı şokun etkisiyle hareketsizdi ve henüz tek bir laf
etmemişti.
Onlar Işık Odası’na doğru giderlerken, Gri Dört arkalarından
gelip Gri Üç’ü yakaladı.
“Ne olmuş çocuğa?” diye sordu, öndeki gruba tuhaf tuhaf
bakarak.
“Şok geçirmiş.” diye yanıtladı Gri Üç.
“Önemli bir şeyi var mı?”
“Bakacağız. Yarın Tuval’e gidecek.”
“Hmm...” Gri Dört başıyla onayladı. “Neyse, ben Gözlem
Odası’na gidip Mor’a bakacağım. Bir gelişme olursa, Büyük Gri’nin söyleyeceği
bir şey olursa beni haberdar edersin.”
Gri Üç cevap vermek yerine homurdandı, bunun üzerine Gri
Dört onların yanından ayrılarak üst kata çıkan merdivenlere doğru gitti.
Gri Üç’ün başında olduğu grup Işık Odası’nın önüne vardı.
Kırmızı kapıyı tıklattı. Kapının arkasından her zamanki gibi demirin demire
sürtmesiyle oluşan gıcırtı sesleri çıktı ve kapı ardına kadar açıldı; Eflatun,
üzerinde yine siyah, yırtık pırtık, çuvaldan bozma kıyafetiyle kapıda belirdi.
Sarı’yla Kırmızı’yı, aralarında taşıdıkları tepkisiz Pembe’yi ve arkalarında
beklemekte olan Gri Üç’ü görünce birden afalladı.
“Ne oluyor?”
“Pembe şok geçiriyor,” dedi Sarı ve kapıdan hızla içeri
girdi, Pembe’nin öteki tarafını taşımakta olan Kırmızı da onu takip etti. Gri
Üç seri adımlarla içeri girip Eflatun’a şöyle bir baktı.
“Kesintisiz bir seans düzenleyeceğiz.”
“Aynalar?” diye sordu Eflatun.
“Büyükleri kullanalım,” dedi Gri Üç sert biçimde. “Koltuğu
sedye gibi yatır, büyük aynaları spot gibi kullan. Sabaha kadar öyle kalacak.”
“Tamam.” Eflatun hızlıca başını sallayıp Sarı’yla
Kırmızı’nın yanına gitti ve onlar Pembe’yi deri koltuğa oturtmaya hazırlanırken
onları durdurup koltuğu, aynı Gri Üç’ün emrettiği üzere sedye gibi iyice
yatırıp etrafındaki kolları katlayıp kaldırdı. Koltuk biçimsiz bir sedye halini
alınca, Eflatun, Sarı’yla Kırmızı’nın Pembe’yi yatırmasına yardımcı oldu.
Ardından makine odasına giderek oradan sürgülü ayaklara sahip, üzerleri
çelikten kapaklarla kapalı aynaları sürerek odanın ortasına getirdi. Üç renk
birlikte birkaç saniye içinde Pembe’yi uzun seansa hazır hale getirdi. Gri Üç
devamını izlemeye gerek görmeden arkasını dönüp Işık Odası’nın kapısına gitti
ve dışarı çıkarak kapıyı arkasından kapadı.
*
Yeşil, içinden istemediği halde ayaklarının kendisini zorla
götürdüğü hissiyle Büyük Gri’nin odasına doğru çıkmayı sürdürdü. Oda 3. katta,
Gözlem Odası’nın bir altıydı. Yeşil, odaya yaklaşırken bir yandan da Büyük
Gri’nin karşısına çıktığında ne anlatması gerektiği hakkında kara kara
düşünmeye başladı. Büyük Gri muhtemelen kamera kayıtlarından olan biteni
görmüştü, ya da öteki Grilerden biri görüp kendisine haber vermişti, bu yüzden
Pembe’yle birlikte gerçekleştirdikleri yolculuğu çarpıtmadan anlatması
gerektiği sonucuna vardı.
Odanın kapısına varıp metal kapıyı tıklattı. İçeriden Büyük
Gri’nin “Gel” deyişini büyük bir homurtu olarak duydu Yeşil. Kapı kolunu
çevirip açtı ve içeri girdi.
Büyük Gri’nin odası, Gözlem Odası kadar geniş bir alan
değildi, yarısı kadar bir şeydi. Yine de oda, belki de içeride Büyük Gri
oturduğu için, Yeşil’in gözüne oldukça büyük gözüküyordu. Bu muhtemelen,
Yeşil’in başına gelenlerden ötürü kendini küçük düşmüş gibi hissetmesindendi;
oda onu, insanın ufak bir çekirdeği avucuna alması gibi kavramıştı.
Öteki Grilerden daha iri, daha geniş ve daha sert görünümlü olan
Büyük Gri’nin gözleri, her zamanki gibi fıldır fıldır etrafa bakmıyordu, direkt
olarak Yeşil’e sabitlenmişti. Yeşil’e odaya girdiğinden beri başka herhangi bir
emir vermemişti, bu yüzden Yeşil ayakta dikilip kendini Büyük Gri’nin edeceği
laflara hazırladı.
“Pembe’yle Duvar’ın öteki tarafına geçmişsiniz.” dedi,
hırıltılı ancak anlaşılır bir sesle.
Yeşil cevap vermedi, başı öne biraz eğik halde dinlemekle
yetindi.
“Nöbet esnasındaki birtakım kuralları hatırlatmam gerekiyor
galiba.” Büyük Gri oturmakta olduğu koltukta geriye doğru yaslanarak ellerini
göbeğinde birleştirdi; nutuk çekmeye hazırlandığı belliydi. “Yemeyeceksin,
içmeyeceksin,” Büyük Gri sayarken kelimeler arasında her birinin ayrı ayrı
büyük önemi olduğunu vurgular gibi bir iki saniyelik bir es bırakıyordu, “tek
bir noktaya uzun süre bakmayacaksın, renksizlerden görürsen hemen haber
vereceksin, ne olursa olsun tek başına Duvar’ın öteki tarafına geçmeyeceksin,
sırası gelen diğer renk oraya varmadan nöbet yerini terk etmeyeceksin, eskiyi
düşünmeyeceksin, öncesi, geçmiş en büyük zaafın olabilir.”
Büyük Gri bunları söyledikten sonra sessizliğe büründü.
Yeşil, başı öne eğik olduğu halde, Büyük Gri’nin hâlâ kendisine dik dik
baktığını hissedebiliyordu. Sessizliği bozan, Büyük Gri’nin kendisi oldu:
“Sence biz bu tür kuralları ne için koymuşuzdur? Bir
tahminin var mı?”
Yeşil cevap vermedi. Bu konuşmanın, Büyük Gri’nin bir monoloğu
olacağını düşünmeye başladı.
“Size zarar vermesi ya da kendi keyfimizden olamaz galiba,
ben böyle düşünüyorum.” Büyük Gri boğazını temizledi; bu, Yeşil başını kaldırıp
kendisine baksın şeklinde bir işaret olsa gerekti, Yeşil de aynısını yaptı.
“Sen ne düşünüyorsun?”
“Ben... özür dilerim...” dedi Yeşil, kısık bir ses tonuyla.
“Ne için özür?” Büyük Gri doğruldu, masaya yaklaşıp
dirseklerini dayadı. “Bana bir zarar vermedin neticede.” Durdu. “Ama arkadaşın?
Pembe?”
Yeşil, Pembe’nin adını duyunca yutkunup başını yine öne
eğdi.
“Bana öyle geliyor ki, bu kuralların bir anlamı olmalı.
Senin de, bunu ayırt edecek ve farkına varacak kadar zeki, aklı başında biri
olduğunu düşünüyorum... Yanılıyor muyum?”
Yeşil’in sessiz kalmaya devam etti.
“Pembe yarın Tuval’e gidecek,” dedi Büyük Gri, boğazını
tekrar temizleyerek. “Şu anda sanırım şokta, bilinci yerinde değil. Gri Üç onu
muhtemelen Işık Odası’na götürmüştür. Yarın, Gri Dört eşliğinde Pembe, Tuval’e
götürülecek. Ancak Pembe yalnız olmayacak.”
Yeşil, Büyük Gri’nin gelmeye çalıştığı noktayı bir anda fark
ettiği üzere başını kaldırıp onun gözlerinin içine baktı.
“Pembe’nin yanında sen de gideceksin.”
Yeşil’in gözleri birden büyüdü, tüylerinin diken diken
olduğunu hissetti. Bir emrin ona nasıl böyle bir etki yarattığının bilincinde
olamadan, istemsizce ürkmüştü.
“Ben... benim bir şeyim yok ki...” diyebildi yine kısık bir
ses tonuyla.
“Ama Pembe’yle Duvar’ın öteki tarafına sen de geçtin ve
bunun şimdilik bir etkisi yoksa bile bu gece, yarın ya da öbür gün bir nöbet
sırasında olup olmayacağının garantisi elimde yok.”
Yeşil kendini etiketlenmiş, damga yemiş gibi hissediyordu.
Hasta olmadığı halde aşı enjekte edeceklerdi belli ki.
“Pembe orada ne kadar kalırsa sen de o kadar kalacaksın, ona
arkadaşlık edeceksin. Bu konuyla ilgili daha sonra seninle yine konuşmak
istiyorum, ama henüz zamanı değil. O yüzden şimdilik gidebilirsin.”
Yeşil, Büyük Gri’nin -şimdilik- son sözünü söylemiş olduğunu
anlayarak başını masumca öne sallayıp arkasını dönerek kapıya gitti ve açıp
odadan çıktı. Kapıyı arkasından kapattığında çıkan ağır sesin, içine oturan
belli belirsiz bir düşüncenin ağırlığıyla bağlantılı olup olmadığını düşünmeden
edemedi; “dışlanmışlık” fikrinin.
O gece Yeşil, kendini bir garip hissetti. Acaba Pembe’yle
öteki tarafa geçmekle çok kötü bir şey mi yaptım? diye düşündü uzun bir süre.
Pembe şimdi aşağıda, bodrum katındaki Işık Odası’nda seansa tabii tutuluyordu,
yarın da Yeşil’in eşliğinde Tuval’e gidecekti. Yeşil daha önce Tuval’e hiç
gitmemişti, gidenleri duymuştu ancak oranın tam olarak neye benzediği, nasıl
bir etkisi olduğu konusunda, anlatılanlar dışında pek bir fikri yoktu. Pek
fazla kafa yormasına da gerek yoktu bu vakitten sonra, yarın nasıl olsa ne olup
ne olmadığını görecekti. Peki, Yeşil de ister istemez, bilinçsiz bir şekilde
Pembe gibi etkilenmiş miydi Duvar’ın öteki tarafına geçince? Bu, soluduğun
havanın içindeki mikropların, vücudunda senin fark etmediğin ama sonuçları daha
ortaya çıkacak şekilde yarattığı etkiye benzer bir şey miydi? Duvar’ın öteki
tarafına geçip gaipten sesler, fısıltılar duymak bir virüs müydü; yoksa virüs,
aslında Duvar’ın öteki tarafına geçme fikrinin kendisi miydi?
Yeşil bunları düşünürken yorulmuş olacaktı ki, göz kapakları
ağırlaştı ve kendini derin bir uykuya bırakıverdi...
Ertesi gün Yeşil, Kahverengi’nin yanına gelip uyandırmasıyla
gözlerini açtı.
“Yeşil, hadi. Gri Dört kalkmanı söyledi. Pembe’yle Tuval’e
gideceksiniz.”
Kahverengi’nin cümlesinin içindeki “Tuval” kelimesi Yeşil’in
başına birden ufak çaplı bir ağrı saplanmasına sebep oldu.
“Tamam, geliyorum...”
Kahverengi başıyla onaylayıp onun yanından ayrıldı.
Yeşil üzerini giyinmeye başladı. Her ne olursa olsun, artık
Tuval’e gideceği gibi bir gerçek vardı ve zihninde buna karşı koymak yerine
kabul etmenin daha mantıklı olacağını düşünerek kendini rahatlatmaya çalıştı.
Üzerini giyinirken, ilerideki yatağında oturmuş, elindeki beyaz bir şeye derin
derin, dertli gibi bakınmakta olan Bordo’yu fark etti birden. Bordu, onun
kendisine baktığını fark etmeden elindeki şeye bakmayı sürdürdü.
Yeşil üzerine gömleğini giyerken onun yanına geldi, elinde
tutmakta olduğunun buruşuk beyaz bir kağıt olduğunu gördü.
“Bordo, iyi misin?”
Bordo, kaşları çatık, oldukça derin biçimde elindeki kağıda
bakmayı sürdürdü. Yeşil’in söylediğini geç duymuş gibi birkaç saniye sonra,
“Buldum,” dedi kısık, kendinden emin bir ses tonuyla.
Yeşil kaşlarını çattı, Bordo’nun dediğine bir anlam
verememişti, bunu gerçekleştirebilmesi için Bordo’nun elinde tutmakta olduğu
kağıttaki şeye bakması gerekiyordu. Bordo’ya biraz daha yanaşıp kağıtta olan
şeye bakmaya çalıştı, ancak sadece bir üçgen ve onun üzerindeki üçgeni delip
geçen birkaç çizgiyi zar zor görebilmişken, Bordo hızlı bir el hareketiyle
kağıdı katlayıp göz önünden kaldırdı, başını kaldırıp Yeşil’e baktı. Yeşil,
onun bu hareketi sebebiyle ürkmüş, gerilemişti.
“Buldum,” dedi tekrar, aynı ses tonuyla. “Çözdüm. Skala’yı
ve nöbeti çözdüm.”
“Neyi çözdün- ne?” Yeşil hâlâ bir anlam verememişti.
“Niye nöbet tutuyoruz? Niye bu Skala’dayız? Artık
biliyorum.” Bordo bunu söylerken bir yandan da başını, kendi dediğini onaylar
gibi öne sallıyordu.
Yeşil’in gözleri birden büyüdü. Önceki gün Büyük Gri’nin
odasında hissettiği gibi hissediyordu kendini.
“Nedir, söylesene?”
Bordo başını çevirip istirahat odasının kapısına dikti
gözlerini ve başını tekrar öne doğru sallamaya başladı. Zihninde hâlâ bunun
muhakemesini yapıyordu belli ki.
“Ne buldun? Söylesene!” Yeşil sesini biraz daha yükseltti,
çünkü Bordo cevap verecek gibi gözükmüyordu.
İstirahat odasının dışından, koridordan ayak sesleri geldi,
hemen ardından kapıda Kahverengi belirdi. Yeşil’in giyinmiş olduğunu görünce
ona seslendi:
“Yeşil, hadi! Gidiyorsunuz.”
Yeşil Kahverengi’ye baktıktan sonra dönüp Bordo’yu son bir
kez daha sıkıştırdı. “Bordo, ne buldun, söyle!”
Bordo başını hafifçe yukarı kaldırıp hülyalı biçimde Yeşil’e
baktı.
“Döndüğünde anlatırım. Söz.”
Bordo söylediğini başıyla onayladı. Yeşil, onun şu an için
bir şey anlatmayacağını fark edince kendisi de başını sallayıp karşılık vererek
Kahverengi’nin yanına gitti ve ikisi istirahat odasından çıktılar.
Skala’nın dışına çıktıklarında hava her zamanki gibi
pusluydu. Yeşil havanın serinliğiyle hafiften ürperdiğini hissetti; ama bu
iyiydi, zihnini kontrollü tutmasına yardımcı olabilirdi.
Sarı bu kez yanında Turuncu’yla birlikte Pembe’yi kolunun
altından tutarak devriye aracına getirdi ve ikisi, Pembe’yi aracın içine
bindirdi. Yeşil, Pembe araca binerken onun dünden biraz daha iyi olduğunu
gördü; bilinci yerine gelmişti belli ki, ancak yine de dalgın dalgın
bakınıyordu etrafına.
Gri Dört aracın yanına geldi ve Pembe’yi içeri oturtmuş olan
Sarı’yla Turuncu’ya bakarak, “Tamam mıyız?” diye sordu. İkisi başlarını
salladı. Gri Dört, Yeşil’e dönerek, “Haydi geç içeri,” deyip başıyla aracın
içini işaret etti. Yeşil aracın içine girerken, Gri Dört’ün, “Hiç istemiyorum
gitmeyi...” diye kendi kendine mırıldandığını duydu.
Onlar araca binince, ön tarafta aracı sürmekle görevli olan
Kırmızı motoru çalıştırdı ve harekete koyuldular. Duvar’ın ana kapısı açıldı ve
kapıdan geçerek ormanlığın içine doğru biraz ilerleyip durdular.
Kırmızı, aracın kontrol panelindeki telsizi alıp dudaklarına
yaklaştırdı.
“Hazırız.”
Yeşil, aracın ön camlarından dışarı baktı; karşılarında, sık
ağaçların arasında birden bir sürü büyük spot ışığı yanmaya başladı ve ışıklar,
önlerinde uzanan yolu görünür hale getirdi. Yolun ilerisi sisten ötürü pek
görünmüyordu, ancak Kırmızı aracı sürdükçe yolun ilerisindeki spot ışıkları bu
konuda yardımcı oluyordu.
Aynı zihin gibi, diye düşündü Yeşil içinden; bilinmezle,
sisle dolu upuzun bir yolculuk...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder