18 Temmuz 2012 Çarşamba

Nöbet - Dokuzuncu Bölüm


Ölüm tek sıkımlık bir kurşundu, tek atışlık bir silah. Öyle bir patlardı ki çok geniş bir alanda yankılanır, insanın kulağını çınlatırdı. Lacivert o silahı eline almış ve tetiği çekmişti; bütün Skala çınlıyordu.


Yeşil, yaşamla ölüm arasındaki o ince çizginin rahatsız edici belirginliğini zihninde canlandırmadan edemiyordu. Rahatsız ediciydi, çünkü ölüm kolayca kabul edilebilecek bir olgu değildi. Bir gün önce Lacivert’in “Ben kararımı verdim” dediği kadar kolay değildi bu - belki Lacivert için de kolay olmamıştı. Kim bilir neler yaşamıştı, neler düşünmüştü de en son bu kararı vermişti... Yeşil, Grilerin emriyle Skala’daki dinlenme odasına giden diğer renklerle birlikte ilerlerken bu derin düşüncelerden uzaklaştıramadı kendini - aksine, şimdi her şey daha da üstüne geliyordu. Lacivert gitmişti, ölmüştü; Yeşil’in Skala’da nöbetler boyunca geçirdiği süre içerisinde tanıdığı ve sevdiği insanlardan biri ölmüştü. Bunun yanı sıra, Yeşil’in Skala ve nöbet için cevap bulma arayışındaki anahtarlardan biri daha kayıp gitmişti.

“Ölüm,” demişti Büyük Gri, renkler henüz dinlenme odasına gitme emrini almadan önce Skala arazisinde toplanmışken, “kolay bir şey değildir; ne ölen, ne ölünen, ne de geri kalanlar için. Lacivert intihar etti, onun talihsiz bir seçimiydi bu.” Büyük Gri durup derin bir nefes almıştı ve yine o sert ses tonuyla devam etmişti; “Hayatta hiçbir şey intihar edecek kadar basit ve kolay değildir. Kaldı ki intihar akıllı bir yol değildir. Ama bizim yapmamız gereken böyle bir durum karşısında ders almak ve yaşamın kıymetini bilmektir...”

“Yaşamın kıymetini bilmek...” diye içinden geçirdi Yeşil, üst kata çıkan basamaksız yolda ilerlerken. “Bu boktan yaşamın kıymetini bilmek...” Böyle düşündüğü için kendine bir an kızdı, ancak sonra kendi kendine hak verdi; üst üste bu kadar şey yaşadıktan sonra böyle köhnece bir şekilde düşünmemek pek de kolay değildi.

Yatağına uzanırken, Lacivert gitti, diye düşündü tekrar. Geriye tek bir şey kalmıştı: kilitli oda.

*

Kilitli oda, ya da Eflatun’un demiş olduğu gibi “Plan Odası”, renkler için yasaktı. İçeride ne olduğu bilinmiyordu, birkaç defa renklerin bir kısmı tarafından spekülasyonu yapılmıştı, ama odayla ilgili her şey bundan ötesine geçmiyordu. Grilere sorulduğunda verdikleri tek bir cevap vardı: “Sizi ilgilendirmez.” Bir kere, kilitli odayla ilgili bir renk gereğinden fazla soru sormuştu ve Büyük Gri’nin karşısına çıkarılmıştı. Bu rengin anlattığına göre Büyük Gri’nin odayla ilgili söylediği en açık şey, “Aklınız karışır,” idi. Daha da kimse odayla ilgili bir şey sormamış, bir şey söylememişti... ta ki Bordo, Tuval’e götürülüp burada Yeşil’e odadan bahsedene kadar.

Ertesi gün skala’da hayat durgundu, renkler için; fakat bazı renklerle Griler arasında gizli birtakım hareketlilik vardı. Bu Yeşil’in umurunda değildi, çünkü o, kalabalığın içinde bambaşka şeyler düşünüyordu, artık sonuca ulaşmak gibi.

Kahverengi, dinlenme odasında nöbete çıkacak bir rengin hazırlanmasını bekliyordu. Odada üç beş renk daha vardı, o kadar. Yeşil’in kilitli odanın kilidini açması için bir güç, bir kuvvet gerekiyordu, ama bilek ya da kol kuvveti değil, daha sert bir kuvvet - bir ek kuvvet.

“Teçhizat odasının kapısını açsana,” dedi Kahverengi’nin yanına gelerek. Kahverengi kaşlarını çattı, başını kaldırıp duvardaki saate bakarak Yeşil’e döndü.

“Senin nöbet zamanın gelmedi ki henüz.”

“Biliyorum,” dedi Yeşil hemen, kafasında binbir türlü yalan türeterek. “Fenerimi Eflatun’a götürüp göstermem gerekiyor. En son bir problem olmuştu, o da ona götürüp göstermemi söylemişti.”

Kahverengi’nin bu yalanı kafasında tartması bir saniye aldı; sonra omuzunu silkeleyip inanmış bir halde elini cebine atarak anahtarlarını şıngırdattı. Nöbet için hazırlanan renge dönüp, “Sen hazırlan,” diyerek Yeşil’le birlikte teçhizat odasının yolunu tuttu. Yeşil, söylemiş olduğu yalana Kahverengi’nin inanmış olmasından memnun halde, teçhizat odasının kapısı açılınca fenerini kaptı. Çıkarken Kahverengi’ye teşekkür etmeyi ihmal etmedi; Kahverengi de buna karşılık, “Fazla oyalanma,” diye tembih ederek hazırlanmakta olan rengin yanına döndü. Yeşil hızla Skala’nın bodrum katına doğru yol aldı.

Kimse Yeşil’in umurunda değildi, Yeşil de kimsenin umurunda değildi; ne hoş bir ortam! Yeşil bunun, istediğini elde edene kadar sürmesini umut ederek bodrum birinci kata indi.

Atmosfer birden değişiverdi; o soğuk, metal kokan durgunluk kapladı etrafı. Yeşil bodrum ikinci kata inen merdivenlerden birkaç basamak inip siper alır gibi merdivenlerin üzerine, gövdesi görünür kalacak biçimde oturdu ve bekledi. İlerideki Işık Odası’nın orada herhangi bir kıpırtı yoktu. Yeşil birkaç dakika daha bekledi- derken demirin demire sürtme sesi duyuldu ve odanın kapısı açıldı. Yeşil yavaşça bir iki basamak daha inip kendini merdivenlerin içine doğru iyice gömdü ve Eflatun’un yorgun, kendi halinde odadan çıkıp kapıyı arkasından kapamasını ve zemin kata çıkan merdivenlere yürüyüşünü seyretti; bunu yaparken Eflatun basamaklara doğru yaklaştıkça Yeşil, aynı suya dalarmış gibi merdivenlerin aşağı basamaklarına doğru sessizce daldı.

Eflatun gitmişti. Süre kısıtlıydı. Kahverengi bu saat aralığında Eflatun’un yemek saati olduğunu düşünememişti, fakat Yeşil düşünmüştü. O yüzden  Kahverengi’nin Eflatun’u göreceği veya onunla karşılaşacağı âna kadar elini çabuk tutması gerekiyordu.

Bodrum ikinci kata giden merdivenleri de indi. Elinde olmadan ürpermişti, çünkü bu kat pek tekin gelmiyordu ona. İlerleyip kilitli odanın bulunduğu noktaya vardı. El fenerini omuzuna asıp kilidi daha önce incelediği gibi yine iki eline alıp kurcaladı, belki işe yarar diye kendine doğru çekiştirdi, fakat bu elini acıtmaktan başka bir işe yaramadı. Kilidi tek çare feneriyle kırması gerekiyordu, o da öyle yapmak üzere kilidi bırakıp fenerini, ampul kısmı tepeye bakacak biçimde bir eliyle üst noktasından, bir eliyle alt noktasından mızrakla hayvan avlar gibi kavrayıp kilidin ince demir halkasına geçirdi: ses bütün koridor boyunca yankılanmıştı, ama bunu dinlemek için vakti yoktu. Yine de üst kattan ses geliyor mu diye iki saniye bekledikten sonra kırılmamış olan kilide var gücüyle tekrar darbe indirdi... ve bir daha... ve bir daha-

Kilit açılmıştı. Yeşil, koridorda yarattığı gürültüye aldırmadan kilide saldırıp hemen yerinden çıkardı ve yere attı. Odanın çift kanatlı kapısını, kapılardaki iki halkayı tutup çekerek açtı.

İçerisi karanlıktı. Yeşil, belli belirsiz bir şeyin yansımasını görür gibi oluyordu, ama ne olduğunu seçmek mümkün değildi. Odanın içerisine doğru yavaş ama emin adımlarla girerken, kapının iki kanadının onun arkasından yavaş yavaş kapanmakta olduğunu fark etmedi.

İçeri doğru iyice ilerlerken kapı arkasından aniden gümbürtülü bir sesle kapandı ve Yeşil hemen el fenerine davranıp olası bir saldırıya hazır pozisyonda arkasını döndü, sonra hiçbir şey olmayınca feneri normal kullanım için önüne doğrultup yaktı. İçeride ondan başka kimse yoktu.

Oda, Yeşil’in etrafını üçgen biçiminde saran üç büyük aynanın köşelerindeki lambalar sayesinde kısa sürede aydınlanınca Yeşil de bu vesileyle kendi fenerini kapattı. Odanın tavanı ve tabanı siyahtı, geri kalan her şey aynaydı. Bir de odanın ortasında duran bir masa vardı. Yeşil, masaya yaklaşırken üzerinde birtakım kağıtlar olduğunu gördü. Masaya vardığında, bu kağıtların kendisine belirsiz gelen birer plan ya da kroki çizimi olduğunu fark etti. Ortasında siyah bir üçgen çizili olan kocaman asetat kağıtlardı bunlar. Yeşil, kağıtlara elini attı ve sağa sola oynattı; hepi topu üç adet büyük çizim kağıdıydı. Kağıtlardan birinin üzerindeki üçgenin bir kenarından rengarenk çizgiler çıkıyordu. Hemen altında da “Renkler: bozulmamışlar - nöbet” diye bir not vardı.

Yeşil bu kağıdı kıvırıp bir kenara koydu ve alttaki kağıda göz attı: yine aynı siyahla çizilmiş bir üçgen vardı, bu sefer önceki kağıttaki renklerin tam karşısına denk gelen kenardan beyaz bir çizgi çıkıyordu. Çizginin altında ise şöyle bir not vardı: “Beyazlar: lekesizler - ölüler”

Yeşil yutkundu, gözlerini kırpıştırdı. Ama görmek, bilmek istediği şey oracıkta yazıyordu. Beyazlar: lekesizler - ölüler... Duvar’ın öteki tarafında gördükleri, hayal ettikleri hemen hemen herkes ölüydü... Pembe’nin gördüğü erkek kardeşi ölüydü. Lacivert’in çok özlediği ve peşinden gittiği annesi ölüydü. Tabii ya! Ne demişti Lacivert: “Burada bizi sevdiklerimizden, özlediklerimizden ayrı tutuyorlar.” Annesi çoktandır, Skala’ya gelmeden öncesinde ölüydü ve Lacivert’in özlemi bundan ötürüydü. Ama ayrı tutuldukları? Çözümü bu muydu? Özledikleri insanlara kavuşmanın yolu bu muydu? Değildiyse neden nöbet tutuyorlardı? Duvar’ın öteki tarafına geçmemeleri ama Duvar üzerinde öteki tarafı karşılarına alarak nöbet tutmaları hangi amaca hizmet ediyordu?

Yeşil bu ikinci kağıdı da kıvırıp bir kenara koydu. Üçüncü kağıtta tekrar bir üçgen çizimi vardı; bu sefer üçgenin her bir kenarı için birer not alınmıştı: dün, bugün, yarım. Ancak hangi bölgeye tekabül eden Duvar’ın hangi kenarı dündü, hangisi bugün ve hangisi yarın, bu yazmıyordu.

Bu kadar açıklamanın ardından beyni uyuşmaya başlayan Yeşil, bilincini açık tutmakta zorlanıyordu. Derin bir soluk almak üzere başını kaldırıp bakındığında etrafındaki üç aynadan yansıyan görüntüsünü fark etti: aynalardan birinde, henüz 16-17 yaşındaki zıpır, içi içine sığmayan gençliği ona anlamlı biçimde bakıyordu, üzerinde, o yaşlarda -ve hâlâ- giymeyi çok sevdiği kareli gömleği ve kot pantolonu vardı. Onun yanındaki aynada beş - on sene sonraki hali duruyordu. Gülümsüyordu, keyfi yerindeydi, çünkü hemen arkasında canından çok sevdiği Ayşe’si vardı; ona arkadan kollarını boynuna dolayarak sarılmıştı. Mutlu bir çiftin pozuydu bu. Yeşil istemsizce o aynaya doğru yaklaşmaya başladı, zihninde ise Ayşe’yle parkta oturduğu anılar, başlarının üzerindeki ağaçtan dökülen beyaz çiçeklerle dolu anılar, Ayşe’yle ilgili düşünceler birbirini kovalıyordu. Bu aynaya yaklaşırken başını sonuncu aynaya çevirdi; burada çok daha sonraki kendisinin yansıması vardı. Üzerinde yine kareli gömlek ve kot pantolon ikilisi vardı, ancak o aynadaki Yeşil fiziksel ve -yüzünden anlaşıldığı üzere- ruhsal olarak çökmüştü; yüzünde uzun zamandır kesmediği sakalı vardı ve gözleri kederli bakıyordu.

Yeşil, Ayşe’nin kendisine sarıldığı aynaya yaklaşırken, o yansımayla, kederli gözüktüğü aynadaki hali arasında kopuk birtakım şeyler olduğunu düşündü. Kafasında ilk kurduğu şey, Ayşe’nin ölmüş olmasından ötürü o kederli hale bürünmüş olduğuydu... ama görünürde olmayan, kayıp olan bir şey vardı. Neydi o?

Yeşil’in gözleri dolu dolu olmuştu. Ayşe’yi Duvar’ın öteki tarafında gördüğünden, duyduğundan, hissettiğinden beri ilk kez bu kadar kötü ve kederli hissediyordu kendini. İkinci aynaya yaklaşıp yansımadaki Ayşe’ye dokunmaya çalıştı, ancak Ayşe mutlu bir halde yansımadaki Yeşil’e sarılıyordu sadece. Yeşil’in dokunmak üzere uzattığı eli de Ayşe’nin sıcacık eline değil, aynanın soğuk yüzeyine dokunmanın ötesine geçemiyordu. Büyük Gri’nin daha önce Plan Odası hakkında söylediği şey galiba doğruydu: “Aklınız karışır.”

Yeşil daha fazla dayanamayarak fenerini yine mızrak tutar gibi iki eline aldı ve ikinci aynaya vurmak üzere havaya kaldırdı, ancak onun eylemini, odanın çift kanatlı kapısının içeri doğru açılması böldü; Plan Odası’nın içindeki lambalar yavaş yavaş sönerken, bodrum ikinci katın ışıkları odanın içini aydınlattı. Kapıda Gri İki, onun hemen arkasında Kahverengi ve Eflatun ifadesizce duruyordu. Yeşil, Eflatun’la göz göze geldiğinde arkadaşının başını iki yana salladığını gördü. Kahverengi Skala’da Eflatun’la karşılaşmış ve ona Yeşil’i sormuştu, Eflatun da muhtemelen haberim yok gibi bir şey demişti ve Yeşil’in yapmasından kuşkulandığı birtakım şeylerle ilgili kuşkusunu Gri İki’ye iletmişti. Ve işte üçü de Yeşil’i bulmaya gelmişti.

“Bizimle geliyorsun,” diye soğuk bir sesle emir verdi Gri İki.

Yeşil, fenerini indirip çaresizce omuzuna astı ve odadan çıktı. Üçü birlikte Skala’nın zemin katına çıkarlarken hiçbiri tek kelime etmedi. Yeşil, Kahverengi’ye veya Eflatun’a dargın ya da kırgın değildi; onlar sadece üzerlerine düşeni yapmış ve arkadaşlarıyla ilgili endişelenip bunu eyleme dönüştürmüşlerdi. Yeşil’in bundan sonra davası gerekirse Büyük Gri ileydi.

Yeşil, Büyük Gri’nin odasına çıktıklarını sanıyordu, fakat Gri İki odayı geçip üst kata çıkmayı sürdürdü ve en sonunda merdivenleri tırmanıp Gözlem Odası’na vardılar.

Büyük Gri, Mor’un Yeşil’e daha önce kamera kaydını izlettiği monitörün başında durmuş, önündeki klavyede birtakım tuşlara basarak bir görüntüyü izliyordu; Mor da ondan belli bir mesafe uzaklıkta karşısında durmuş, başı öne kısmen eğik halde bekliyordu. Büyük Gri’nin oynattığı görüntüden Lacivert’in sözleri duyuluyordu, Büyük Gri görüntüyü sarıp sarıp baştan izlediği için de defalarca tekrar ediyordu:

“Anne, seni çok özledim.” (hıçkırık sesleri) “Artık bitti, her şey bitti.” (yine hıçkırık sesleri) “Kavuşacağız.”

Ardından sessizlik ve uzaklardan “Pat!” diye gelen bir ses. Yeşil bu sesi ilk duyuşunda gözlerini üzüntüyle sıkıca kapadı, sonraki tekrarlarda ise hiçbir tepki vermedi.

Büyük Gri onların gelişini sanki yeni fark etmiş gibi kaydı oynatmayı bıraktı ve Gri İki’nin getirdiği gruba dönerek, “Bugün galiba pek çok meselemiz var,” dedi. Fıldır fıldır dönen gözleri Gri İki’yi, Kahverengi’yi, Eflatun’u ve en sonunda Yeşil’i yakalayıp onda durdu, sabitlendi. Şimdi Yeşil ve Büyük Gri, iki adam birbirlerine biri leopar öteki aslan, kavga etmeye hazır gibi bakıyorlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder