Beyaz boşluğun üzerinde kırmızı bir çizgi; zaman zaman
hararetle, zaman zaman kıvrılarak ve eğlenceli biçimde ilerliyor... Sarı onun
üzerine biniyor, kavga etmek ister gibi... Mavi ve mor apayrı bir noktada göğe
doğru uzanan iki kardeş misali birbirlerine bitişik biçimde uzanıyorlar... Ve
Turuncu; sanki hepsini sürükleyip götüren, beyazın içine batmalarına sebep olan
dev bir dalga gibi üzerlerinden geçiyor... Ortadaki görüntü karışık,
karmakarışık... Ama aralarında bir tek renk yok, henüz tek bir renk... Pembe...
Yeşil, Pembe’nin tedavi gördüğü odadaki yatağında uzanmış,
Pembe’nin önceki gün beyaz duvara çizmiş olduğu renk cümbüşüne bakıp uzun uzun
düşünüyordu. Pembe’nin refakatçisi olduğu için odaya onun için de bir yatak
koymuşlardı, Pembe’yle paralel yataklarda yatıyordu, aralarında duvara dayalı
bir sehpa vardı, onun üzerinde de dolu bir şişe su, iki bardak, üzerinde renkli
lekelerin olduğu buruşturulmuş, kullanılmış peçeteler ve birtakım başka şeyler.
Yeşil, başını yana çevirip Pembe’ye baktı; Pembe öğleden
sonra uykularından birine dalmıştı belli ki. Yeşil aslında odadan çıkıp
koridorun bitimindeki geniş aktivite odasına gidebilir ve orada kendi kendine
masa tenisi oynayabilirdi- ancak bunu dün sıkça yapmıştı ve artık topu duvara
sektirme eylemi ona pek cezbedici gelmiyordu. Aktivite odasındaki masa tenisi
oraya, Pasteller tarafından konmuştu ve tedaviye gelen renklerin dikkat ve
konsantrasyonunu belirleme, kontrol etme amacı görüyordu; fakat Yeşil orada
oynadıkça dikkati daha fazla dağılıyordu. Skaladan önceki yaşamında da tek tip
harekete bağlı sporlar ya da aktivitelerde sistemi çok çabuk öğrendiği için bir
süre sonra bu tür aktiviteler onu sıkıyordu, insanlar onun sistemi çabuk
kavramasından ötürü başarılı olduğunu düşünseler de.
Pembe derin bir soluk aldı, Yeşil tekrar ona döndü. Yavaş
yavaş uyanıyordu arkadaşı. Gözlerini açınca ilk gördüğü Yeşil oldu; Yeşil ona
samimi biçimde gülümsedi.
“Tünaydın...”
Pembe aynı şekilde, biraz daha uykulu bir halde gülümseyerek
karşılık verdi.
“Nasılsın? İyi misin?” diye sordu Yeşil.
“Daha iyiyim,” diye yanıtladı Pembe, tekrar derin soluyarak.
Doğruldu ve karşısındaki duvarda önceki gün renklerle yaptığı boyamaya uzun
uzun bakarak düşündü.
“Ne düşünüyorsun?” Yeşil de doğruldu, Pembe’yi izliyordu.
“O’nu...”
*
Odanın içinde, duvarın tavana yakın noktasında asılı duran
hoparlörden klasik müzik çalınan piyano sesi yükseliyordu. Yeşil ve Pembe
yataklarında karşılıklı oturmuş, sırtlarını duvara yaslamış halde, başları
biraz yukarı kalkık, hem birbirlerine hem de havaya doğru konuşuyorlardı.
“Ne gördün?” diye sordu Yeşil, durgun, cılız bir ses
tonuyla. “Duvar’ın öteki tarafında?”
Pembe birkaç saniye durup düşündü. “O’nu... Kardeşimi...”
Yeşil dudağını büzüp bakışlarını yere indirdi. “Özlüyorsun onu
değil mi?”
“Hem de nasıl...” Pembe sanki hayal görüyormuş gibi odanın
tavanına bakındı. Ardından başını indirip Yeşil’e baktı. “Sen hiç görmüyor
musun? Ayşe’yi?”
Yeşil, “Ayşe” ismini duyunca bir anlık kilitlenip kaldı.
Gözünün önünden Ayşe’nin yeşil gözleri geçiverdi birden, onun yüzünün o duru
güzelliği öylece akıp geçti.
“Görüyorum,” dedi. “Görmez olur muyum?”
“Ben kardeşimi rüyalarımda sık sık görüyorum. Beni ne kadar
özlediğini söylüyor, ben de onu ne kadar özlediğimi söylüyorum. Bir gün buluşacağız
diyor.” Pembe doğrulup yatağın ucuna doğru geldi, ciddi bir şey anlatıyormuş
gibi dirseklerini dizlerine koyup ellerini yumruk halinde birleştirerek
çenesini dayadı. “O yüzden Duvar’ın öteki tarafına geçtim, onu görebilmek
için.”
“Ve gördün...”
“Evet, çok yakındım... O kadar yakındım ki, sesini
duyuyordum.”
“Gerçekle hayali ayırt etmemiz gerekiyor,” dedi Yeşil,
başını iki yana sallayarak. “Öteki türlü bu iş bitmez.”
“Ama şimdi biraz daha iyiyim,” dedi Pembe, yorgun bir
gülümsemeyle. “Hele şu nöbet bir bitsin, günüm bir gelsin... Ondan sonra bütün
bu özlem, her şey bitecek.”
“İnşallah...” Yeşil derin bir iç geçirdi. “Benim tek derdim
özlem değil ama.”
“Nedir?”
“İçimi kemiren başka bir şey var.” Yeşil parmaklarıyla oynar
gibi yapmaya başladı. “Suçluluk duygusu. Buraya gelirken onu bırakmış olma
düşüncesi.”
“Aynısı bende de var.” Pembe başıyla onayladı. “Ara sıra ben
de hissediyorum, ama bunun üstesinden gelmek için nöbet tutuyoruz, değil mi?”
“Aynen öyle.” Yeşil Pembe’ye baktı, ikisi birbirlerine gülümsediler.
Bir anda dışarıdan, koridordan hızlı bir kapı açılma sesi ve
bağrışmalar duyuldu. Yeşil ve Pembe birden şaşırıp kaşlarını çatarak başlarını
odanın kapısına çevirdiler.
“Ben bakayım,” dedi Yeşil yerinden kalkarak ve odanın
kapısına gitti. Görünürde kimse yoktu. Kapıyı açtı ve koridorda çıktı.
Tuval’in giriş kapısı önünde Gri Üç, Gri Dört ve Gri Beş
vardı. Yeşil, Grilerin Tuval’e bu kadar kalabalık bir grup halinde gelmesine
şaşırmıştı, aralarında o an kim olduğunu göremediği birini taşıyorlardı.
Girişte ilk sağdaki, Pastellerin bulunduğu odanın kapısına gelip birkaç saniye
durdular, Grilerden birinin içerideki Pastellerle konuşması boğuk biçimde
duyuluyordu. Pastel İki hızla odadan çıktı ve koridorda ilerleyip Yeşil’i
görmezden gelerek Pembe’nin odasının üç ilerisindeki odaya doğru hızla yürüdü.
Griler de koridorda seri adımlarla ilerlemeye koyuldular. Onlar önünden geçip
giderken, Yeşil, onların aralarında Bordo’yu taşımakta olduklarını gördü.
Pembe’nin Tuval’e ilk geldiği günkü gibi taşıyorlardı, ancak Bordo’nun yüzünde
baygın bir ifade yoktu, daha çok çıldırmış gibi görünüyordu. Önünden geçerken
Yeşil’e durgun, soğuk bir bakış attı. Yeşil bu bakıştan, bir şeylerin ters
gittiğini anladı. Öteki tedavi odalarından birkaçı daha açılmış, diğer hasta ve
refakatçiler de koridora taşmış, olan bitene bakıyorlardı.
Pastel İki yana açıldı ve Griler, Bordo’yu odaya soktular,
ardından odadan çıkarak yine aynı seri adımlarla koridordan geçip Tuval’in
giriş kapısına doğru gittiler. Pastel İki, Bordo’nun yerleştirildiği odanın
kapısını kapatıp anahtarla kilitledi. Eğer tedavi odasının kapısı kilitlendiyse
bir şeyler gerçekten ters gidiyor olmalıydı.
Pastel İki önünden geçip Tuval kapısı önünde beklemekte olan
Grilerin yanına vardığında onlarla hararetli bir konuşma içine girdi, ancak
Yeşil bu mesafeden bir şey duyamıyordu, o yüzden dönüp kendi odasına geri
girdi, kapıyı arkasından kapadı.
“Ne oldu?” diye sordu Pembe, endişeli bir ifadeyle.
“Bordo.” dedi Yeşil. “Skala’dan üç Gri onu buraya getirdi,
ilerideki bir odaya kapatıp kapısını da kilitlediler.”
Pembe kaşlarını çattı. “İlginç.”
“İlginç olan ne?”
“Bordo Skala’ya nöbet için hepimizden çok önce gelenlerden.
Onun, bugünü saymazsak geriye bir günü kalmış oluyor geri dönmek için.”
Bu bilgi, Yeşil’in de kafasını karıştırdı. Skala’dan
ayrılmasına ve bütün nöbet macerasının bitmesine bir gün kalmış bir renk neden
son anda apar topar Tuval’e getirilmişti? Bunun, Bordo’nun Yeşil’e Skala’dan
ayrılmadan önce söyleyeceğine söz verdiği bilgiyle bir ilgisi olabilir miydi?
Yeşil bunu öğrenmenin vakti geldiğini düşündü.
“Sen burada kal,” diyerek odanın kapısını açtı ve koridorda
çıktı. Öteki hastalar ve refakatçiler odalarına çekilmişlerdi, Griler de Tuval
kapısı önünden ayrılmışlardı, herhangi bir Pastel de yoktu. Yeşil cesaretini
toplayıp, yine de ufak bir tedirginlik hissinin yarattığı etkiyle parmak
uçlarında hızlıca yürüyerek Bordo’nun kapatıldığı odanın önüne gitti.
Odanın kapısındaki camdan içeri baktığında, Bordo’nun yerdeki
boya kutularından bordo rengini almış, beyaz duvara birtakım şeyler çizmekte,
boyamakta olduğunu gördü. Pembe’nin önceki gün boyalarla yaşadığı deneyim göz
önünde bulundurulduğunda, Bordo’nun aklı son derece yerindeydi ve görünürde
herhangi bir problem yoktu. Peki ama sorun neydi?
Bordo, izlendiğini fark ederek kapıya döndü ve Yeşil’le göz
göze geldi. Yüzünde hâlâ o sert, ciddi ifade vardı. Yeşil, sanki soru
soruyormuş gibi ağzı açık biçimde baktı Bordo’ya; Bordo bunu fark etmiş gibi cevap
verdi, ancak kısık sesle konuştuğu için duyulmadı.
Koridorun öteki ucundaki Pastellerin odasından Pastel İki
kapı önüne çıkıp seslendi:
“Yeşil.”
Yeşil birden irkilerek dönüp baktı ona.
“Hayır,” dedi Pastel İki, başını sertçe iki yana sallayarak.
Yeşil, başını öne sallayıp hemen Pembe’nin odasına doğru yürümeye koyuldu. Yine
de Bordo’nun verdiği cevap sırasında ağzını okuyabilmişti:
“Sonra.”
*
Pembe’nin Tuval’deki tedavisinin son günü gelmişti, bugün
Yeşil’le birlikte Skala’ya döneceklerdi. Ancak Yeşil’in aklında geceden beri
Bordo vardı. Bugün Grilerden biri ve devriye görevlisi iki renk gelip Pembe’yi
alacaktı ve Yeşil’in de onlarla gitmesi gerekecekti, o arada Bordo’ya bir
şekilde ulaşıp iki çift laf etmesi gerekiyordu. Çünkü Pembe’nin dediğine
bakılacak olursa, Bordo yarın nöbetin olmadığı bir hayata geri dönecekti ve
Yeşil’in merak ettiği sorular cevapsız kalabilirdi.
Pastel Üç ve Dört, Pembe’nin odasına gelmişlerdi ve onu
kontrol ediyorlardı, genel birtakım sorular sorup ellerindeki kağıtlara
Pembe’nin verdiği cevapları not ediyorlardı. Yeşil olan biteni duvar kenarında
kollarını göğsünde kavuşturmuş halde izledi. Pembe, Pastel Üç’ün kendisine
tuttuğu orta boyutlu bir tuval üzerine, Pastel Dört’ün elindeki tepside yer
alan renklerden pembeyi seçerek boyamaya başladı. Pastel Üç ve Dört
birbirlerine bakıp başlarıyla onayladılar.
“Gözün aydın,” dedi Pastel Üç. “Bugün gidebilirsin.”
Pembe, Pastellerin ve Sarı’yla Turuncu’nun eşlik etmesiyle
kalkıp odanın kapısına gitti ve hepsi kapıdan çıkmaya koyuldular. Arkada kalan
Sarı, duvar kenarında beklemekte olan Yeşil’i fark etti. Bu Yeşil için
dezavantajdı.
“Sen gelmiyor musun?”
“Yoo,” dedi Yeşil, dalgın numarası yaparak. “Geliyorum.”
“E hadi...”
Hepsi koridorda çıktılar ve hızlı adımlarla girişe doğru
yürümeye başladılar. Yeşil’in ne yapıp edip Bordo’nun odasına gitmesi
gerekiyordu. Bir cümle, ya da bir kelime; Bordo’dan ne öğrense kârdı.
“Ah...” Yeşil bir an durdu. Yanındaki Sarı dönüp baktı.
“Ne oldu?”
Yeşil boynunu yoklar gibi yaparak, “Kolyemi odada unutmuşum,”
dedi.
“Senin kolyen mi vardı?” diye sordu Sarı şaşırarak.
“Siz gidin,” dedi Yeşil hemen, onun ayılmasına fırsat
vermeden.
Sarı başka bir şey sormadan grupla yürümeye devam etti.
Yeşil hemen arkasını dönüp koştu... ama Pembe’nin odasına
değil, daha ileriye giderek Bordo’nun odasına koştu ve kapısı önünde durup
hemen içeri baktı. Odanın camdan gözüken tarafındaki duvarda üçgenli bir çizim
vardı; tek bir çizgi dik üçgene soldan çarpıyordu, üçgenin sağ tarafında ise
başka birtakım çizgiler fışkırıyordu. Yeşil bu çizimlere baktıktan sonra
gözleri odanın içinde Bordo’yu aradı, ancak bulamadı.
Bordo birden camın yan tarafından belirdi, Yeşil korkudan
yerinde sıçradı. Bordo psikopat gibi gülümsedi.
“Ne oldu?” diye sordu Yeşil, daha fazla dayanamadan. “Neden
buradasın?”
“Fazla soru sorma.” dedi Bordo, birden Yeşil’le Skala’da en
son konuştukları zamanki gibi düşünceli bir hale bürünerek. “Kilitli odaya git.
Bodrumda Işık Odası’nın bir alt katı. Anahtarı Eflatun’da olmalı. Oraya git,
orada çözeceksin. Renkler, Griler, Skala, nöbet- hepsi!”
“Kilitli odada mı? Her şey orada mı?” Bordo öyle hızlı
konuşuyordu ki Yeşil anlamakta güçlük çekiyordu.
“Kamera kayıtlarına bak!” dedi Bordo. Sesi camın öteki
tarafından boğuk biçimde geliyordu, ancak yüksek sesle konuştuğundan dedikleri
anlaşılıyordu. “Kendi kamera kayıtlarına bak, başkalarınınkine bak.
Çözeceksin!”
Yeşil Bordo’yu dinlerken birden biri kolundan tutup onu
yürütmeye zorladı.
“Hadi gidiyoruz.” Bu Gri Üç’tü. Sert yüz ifadesi Bordo’ya
bir bakış atıp Yeşil’e hiç bakmadan onu kolundan tutarak koridorda hızlı
adımlarla yürümeye başladı.
Yeşil, Gri Üç’le giderken arkasını dönüp Bordo’nun olduğu
odaya baktı; Bordo, ellerini kapının camına yapıştırmış, başını yavaşça öne
sallıyordu, her bir sallayışı, Yeşil’e söylediklerini teker teker doğrularmış
gibi.
“Bordo...” dedi Yeşil kısık bir sesle.
“Onun işi bitti,” dedi Gri Üç, sert bir sesle. “O artık
dönmeyecek. Onun nöbeti sona erdi.”
Tuval’in kapısı önüne çıktıklarında Yeşil, yine aynı puslu,
donuk havayla karşılaştı. Devriye aracına bindiler ve önde oturan Kırmızı’nın
motoru çalıştırıp gaza basmasıyla Tuval’in arazisinden çıkarak puslu yolda
Skala’ya doğru dönüş yolculuğuna başladılar. Yeşil, Bordo’dan kesin bir cevap
alamamış olsa da, Bordo yine de ona yardım etmişti; artık kamera kayıtlarını
incelemesi ve bodrumun ikinci katındaki kilitli odayı bulması gerekiyordu.
Ancak bu o kadar kolay mıydı, Yeşil bundan emin değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder