11 Temmuz 2012 Çarşamba

Nöbet - Sekizinci Bölüm


Skala iyiydi, Skala kötüydü. Skala güvenliydi, Skala tehlikeydi. Skala başlangıçtı, Skala bitişti. Skala neşeydi, Skala kederdi... nöbet sürdükçe “Skala” kavramı da aynı yaşayan bir insan gibi değişiyordu, dönüşüyordu; ama Yeşil, en son hangisinde karar kılması gerektiğini bilmiyordu. Şimdilik Skala karışıktı, karmakarışık...


Skala’ya varıp Duvar’ın bu tarafına geçtiklerinde renkler daha yeni meditasyonu bitirmişlerdi. Devriye aracı arazinin ortasında durdu ve Sarı, Turuncu, Yeşil, Pembe teker teker araçtan indiler. Gri Üç onların arkasından inip Büyük Gri’ye rapor vermek üzere Skala’ya doğru gitti. Sarı, Turuncu, Yeşil ve Pembe, diğer renklerin arasına karıştılar hemen. Eflatun, Mavi, Kahverengi, Turkuaz ve diğer renkler Pembe’nin geri dönmesine sevinmişilerdi.

“Özledik seni,” dedi Turkuaz.

“Ben de sizi,” diye yanıtladı Pembe, onlara gülümseyerek.

“Şimdi her şey geçti mi? Tamam mı?” diye sordu Eflatun.

“Öyle gözüküyor,” dedi Mavi, Pembe’yi baştan aşağı süzüp sonuçtan memnun halde yan yan gülümseyerek. Pembe, başıyla onayladı. “Bir an delirip gittin sandıydık,” diye ekledi Mavi. Hepsi güldü ve Skala’ya doğru keyifle yürümeye koyuldular- Skala gibi bir yerde keyifli olmak ne kadar mümkündüyse...

Yürürlerken, Yeşil, Skala arazisinde köşede bir başına durmakta olan Lacivert’i fark etti. Kendi başına Duvar’ın dibinde çökmüş olan Lacivert dalgın dalgın bakınıyordu etrafa.

“Onun nesi var?” diye sordu Yeşil, başıyla Lacivert’i işaret ederek.

Turkuaz omuz silkti. “Bilmiyoruz. Bordo gittiğinden beri öyle.”

“Bordo mu? Onunla ne alakası var?”

“Bilmiyorum. Sorduğumuzda hep aynı cevabı veriyor. Git ona sor.”

Yeşil, başıyla onaylayıp onların yanından ayrıldı. Lacivert’in yanına giderken onun kendisini fark etmemesi ya da fark edip de tepki vermemesi tuhaftı. Yeşil’le arası bozuk değildi, olamazdı. Bordo Tuval’e gittiği için Lacivert çok mu üzülmüştü? Ya da başka bir şey miydi?

“Lacivert?” Yeşil, Lacivert’in yanına varıp onun gibi duvarın önünde çömeldi. “İyi misin?” diye sordu, Lacivert’ten bir süre cevap gelmeyince.

“İyiyim,” dedi Lacivert, hafif melankolik bir sesle.

“Emin misin? Pek iyi görünmüyorsun.”

Yeşil’in bunu demesiyle Lacivert yüzünü çevirip ona baktı; Lacivert durgundu, ancak Bordo’nunki gibi karaları bağlamış bir durgunluk değil, mutlu bir durgunluktu bu. Lacivert sanki aydınlanmış gibi bakıyordu; gözlerinin içi gülüyor, pırıl pırıl parlıyordu. Dudakları sanki gülümseyecekmiş gibi seğiriyordu. Yeşil onun bu ifadesi karşısında şaşırıp sordu: “Bordo’nun gidişine mi üzüldün?” Halbuki Lacivert’in üzülmüş olduğunu pek sanmıyordu.

“Hayır,” dedi Lacivert birden, coşkulu bir sesle. “Aksine çok mutluyum. Hatta bir karar bile verdim.”

“Mutlu musun?” Yeşil afalladı. “Anlamıyorum. Niye mutlusun? Ne kararı verdin?”

Lacivert tekrar Yeşil’e baktı. Söyleyeceğinden Yeşil’den çok kendisini mutlu ettiği belliydi.

“Çünkü,” dedi, sesini biraz alçaltarak, “Bordo gitmeden önce bana her şeyi anlattı.”

Verdiği cevapla Yeşil olduğu yerde mıhlanıp kalmıştı, bunu beklemiyordu. Lacivert ise gayet sıradan biçimde doğruldu, etrafına mutlulukla bakınarak oradan uzaklaştı. Yeşil onu durdurup muhabbeti sürdürmeyi düşündü, ancak şu an Lacivert’le konuşmak için uygun değil gibi görünüyordu.

Diğer renkler için pek bir şey ifade etmese de, Lacivert’in Bordo’yla konuşmuş olduğu gerçeği Yeşil’i yiyip bitiriyordu. Lacivert’in o hülyalı hali, gözlerinin ışıl ışıl parlaması demek bu yüzdendi. Yani Skala, nöbet, bunların hepsi iyi bir şey miydi? Yoksa Lacivert başka bir şey mi düşünüyordu? İyi bir şey olsa Pembe neden şoka girmişti, neden Tuval’e yollanmıştı? Dahası Bordo neden yollanmıştı, hem de nöbet için Skala’daki son gününde?

Yeşil’in aklı iyice karışmıştı. Kendi kendine birtakım cevaplar bulabilmek için önce Skala’da bodrum katına indi, ancak Işık Odası’na gitmeyecekti. Daha önce ya bir ya iki defa belki inmiş olduğu bodrumun ikinci katına indi.

Bu kat, bodrum birinci kattan daha kasvetli, daha sessiz ve bu sebeplerle daha ürkütücüydü. Yeşil, demir koridor boyunca ilerlerken bir yandan da etrafta bir kapı arıyordu. Kilitli odayı bulunca sorularına cevap bulmuş olacak mıydı? Daha da önemlisi, kilitli odanın içine nasıl girecekti?

Koridor boyunca uzun bir süre yürüdükten sonra nihayet bir kapıya vardı; çift kanatlı, Işık Odası’nın kapısı gibi bir kapıydı bu- tek farkı, kapının üzerinde kocaman bir asma kilit vardı. Kilit kocaman olmasına rağmen, kapının iki kanadındaki deliklerden geçen yuvarlak kısmı inceydi. Kilidin üzerinde iki adet anahtar deliği vardı. Yeşil, kilidi eline aldı ve ağırlığını hissetti. Böyle bir kilidi de anahtarları dışında açmak pek mümkün değildi galiba.

Geri dönüp koridor boyunca yürüdü ve üst kata çıkıp Işık Odası’na gitti. Belki kilitli odayla ilgili Eflatun’un yardımı dokunabilirdi.

Odanın kapısını çaldı ve bir süre bekledi. Eflatun çok geçmeden kapıyı açtı, üzerinde her zamanki gibi tulum vardı.

“Yeşil? Selam.” dedi onu görünce. Sonra kaşlarını çattı ve birden suratını büzdü. “Işık Odası için mi geldin yine?”

“Yok hayır.” dedi Yeşil hemen. Eflatun rahatlamıştı. “Ben şu aşağıdaki kilitli odayla ilgili bir şey soracaktım.”

“Plan Odası...” dedi Eflatun, ellerini tulumun ceplerine sokarak. “Ne soracaksın?”

“Oraya nasıl giriliyor?”

Eflatun, Yeşil kendisine sanki şaka yapmış gibi alaycı bir ifadeyle yan yan gülümsedi. “Renkler için soruyorsan, yasak.” Yeşil bozuntuya vermemek için onunla birlikte gülümsedi. Eflatun devam etti; “Onun dışında, Gri İki’deki ve bendeki anahtarla açılıyor.”

Yeşil, başıyla onayladı. “Anladım...” Plan Odası’yla ilgili umudu çok geçmeden sönüverdi. “Neyse, sormak istedim sadece,” diye geçiştirerek gitmek üzere arkasını dönecek oldu- ancak son anda aklına bir soru daha geldi ve Eflatun’a döndü: “Lacivert Işık Odası’na hiç gönderildi mi son birkaç gün içinde?”

“Hayır,” dedi Eflatun. “Grilerden öyle bir emir gelmedi.” Durdu, devam etti, “Noldu ki?”

“Biraz dalgın gibi bir hali var da, o yüzden sorduydum.”

“Anlıyorum.” Eflatun başını öne salladı.

Yeşil gitmek üzere tekrar arkasını dönmüştü ki, bu sefer durmasının nedeni Eflatun’du: “Yeşil...” Yeşil dönüp ona baktı. “Çılgınca bir şey yapma, tamam mı?”

“Tamam,” dedi Yeşil, başını hızlıca sallayıp güven vermeye çalışarak. Arkasını dönüp giderken Eflatun ona kapı önünde durup birkaç saniye daha uzunca baktı ve odanın kapısını kapadı.

*

“Kamera kayıtlarına bak! Kendi kamera kayıtlarına bak. Çözeceksin!”

Yeşil, zihninde Bordo’nun bu sözleri dönerken Gözlem Odası’na doğru yola koyuldu. Daha önceki on beş dakikalık tutulup kalma görüntüsüne zaten uzun zamandır bakmak istiyordu; şimdi o görüntüye bakmanın tam zamanıydı.

Gözlem Odası’nda Mor her zamanki rutin işlerini sürdürüyordu, ancak daha bezgin görünüyordu. Yeşil odaya girdiğinde ona bir saniyeliğine bakıp, “Selam,” diyerek dosyaların yer aldığı dolaba gitti ve bir iki dosyayı düzenleyerek koşturup odanın bir noktasından aşağı bakındı, ardından masaya gidip bir dosyanın üzerine birtakım notlar aldı.

“Meşgul gibisin?” diye sordu Yeşil.

“Sorma!” Mor nefes nefese gidip odanın başka bir noktasından aşağı baktı ve tekrar masaya dönerek başka bir dosyaya not almaya devam etti. “Lacivert’in pek çok işi bana kaldı.”

Yeşil şaşırdı. “Lacivert gece görevini yapmıyor mu?”

“Birkaç gündür, hayır. Adamın halini görmedin mi? O haldeyken burada görev yapacak bilinci yok bence.”

“Işık Odası’na da göndermemişler, Eflatun’a sordum.”

“Pek doğru bulmadığım bir karar.”

“Eee?”

“Bilmiyorum.” Mor Yeşil’e döndü, elinde tutmakta olduğu kağıtları karıştırırken başını kaldırıp ona baktı. “En son Bordo’yla konuştu. O zamandan beri de bir tuhaf. Gri İki onun yerine Mavi’yi göreve aldı, ama Mavi de henüz Gözlem Odası’nı iyi bilmiyor. Yani Lacivert’in yükü kalmadı, ama benimki arttı.”

“E Tuval’e gönderseler ya Lacivert’i?”

“Işık Odası’na bile gönderilmiyorken, Tuval’e niye gönderilsin? Üstelik yanlış bir şey yok ki. Bilinci yerinde gözüküyor, nöbet sırasında tutulma, şok geçirme gibi bir durumu da yok.”

Mor kendi işini sürdürürken Yeşil cevapsız kaldı. Ardından Gözlem Odası’na asıl geliş amacını hatırladı hemen.

“Benim kendi tutulduğum görüntüye bakabilir miyim?”

Mor, masada dosya işini hallederken durdu, derin bir nefes aldı. Hızlı adımlarla dosya dolabına gidip alt çekmecelerden birini açarak kaset kutularını tekrar tekrar karıştırdı ve kaseti bularak çıkardı. Masadaki büyük monitörün yanına gitti, ancak kaseti takmadan önce, masaya yaklaşmakta olan Yeşil’e dönüp elindeki kaseti sallayarak, “Bunu Griler bilmemeli. Hele Büyük Gri, asla!” ikazında bulundu. Yeşil, başıyla onayladı ve Mor, kaseti oynatıcıya yerleştirip monitörün önündeki klavyede bir iki tuşa bastı; monitördeki görüntü değişti ve kesikli yatay beyaz çizgiler yukarı aşağı oynadı, ardından çizgiler gitti ve görüntü oynamaya başladı.

Görüntüdeki Yeşil, Birinci Bölge’nin Duvar’ı üzerinde nöbet tutuyordu, birkaç saniye aralıklarla da tek tük hareket ediyordu. Mor, klavyede birtakım tuşlara bastı ve görüntüyü biraz ileri sardı. Görüntü oynamaya devam ettiğinde Duvar’daki Yeşil hareket etmiyordu, sabit biçimde duruyordu. Mor yine klavye tuşlarıyla görüntüyü ileri sardı, ancak Yeşil, Duvar’ın öteki tarafında bir hareketlenme olduğunu görünce Mor’u durdurdu. Görüntüde, Duvar’ın öteki tarafındaki ağaçlıkların arasından beyaz bir cisim Duvar’a doğru yaklaşıyordu.

“Görüntüyü yakınlaştırabilir misin?” diye sordu Yeşil. Mor klavyede bir tuşa bastı ve görüntü iki katı yakınlaştı. Kamera kaydı çok iyi bir görüntü kalitesi sunmuyordu, o yüzden Yeşil’in cismin ne olduğunu seçmesi zordu. “Biraz daha yaklaştırsana,” dedi; Mor yine klavyede bir tuşa bastı ve görüntü iki katı daha yaklaştı.

“En yakını bu,” dedi Mor.

Oynatıcının imkânıyla görüntüyü olabilecek en iyi biçimde yakınlaştırmışlardı, ancak bu bile Yeşil’e yetmişti: görüntüdekinin ne olduğunu rahatlıkla görebiliyordu... bu Ayşe’ydi.

“Ayşe...” dedi Yeşil, parmaklarını monitöre, Ayşe’nin görüntüsü üzerine koyarak, sanki ona dokunacakmış gibi. “Ayşe...”

*

Skala’da öğlen yemeği sırasında Yeşil’in aklı hâlâ kamera kayıtlarındaki görüntüdeydi. Tuval, Bordo, Lacivert’in hâl ve tavrı üzerine kamera kaydına bakmak iyi mi yoksa kötü mü olmuştu karar veremiyordu. O an hissettiği tek şey midesindeki tuhaf yanma hissiydi.

Yemekhanede elinde tepsisiyle masalara göz gezdirdi; Mavi, Sarı, Kırmızı, Turuncu ve diğer pek çok renk genel olarak bir alana dağılmış yemek yiyorlardı. Lacivert ise ayrı bir köşede yiyordu. Yeşil, ona hiç bulaşmadan kalabalığın olduğu öteki tarafa oturmayı düşündü, ancak mantığı buna -her nedense- izin vermiyordu. Elinde tepsiyle kalabalık grubun yanından geçerken Mavi’yle göz göze geldi; Mavi, o, yanlarına oturacak sandığı için bir an gülümsedi, ancak Yeşil geçip gidince yüzündeki gülümseye yerini şaşkınlığa bıraktı.

Yeşil ilerleyip masanın öteki ucundaki Lacivert’in karşısına oturdu. Onu gören Lacivert, kimsenin yanına gelmesini beklemiyor olacaktı ki, şaşırmıştı, ancak yemeğini yemeye devam etti. Hülyalı hâli aynıydı.

Yeşil onun karşısına oturduysa da, ikisi bir süre hiç konuşmadan yemeklerini yediler. Yeşil en sonunda dayanamayıp sordu: “Bordo sana ne anlattı?”

Lacivert bir an durdu kaldı. İki üç gündür içinde bulunduğu ruh hali sebebiyle kimse onunla konuşmuyordu, ilgilenmiyordu - ki açıkçası bu onun umurunda değildi. Ama her ne olduysa Yeşil, Tuval’den döner dönmez kendisiyle ve Bordo’yla arasındaki geçmiş muhabbetle ilgilenmeye başlamıştı.

“Her şeyi,” diye yanıtladı kısaca.

“Ne gibi?” Yeşil bir yandan yemek yemeye devam ediyordu.

“Karar vermemi sağlayacak pek çok şey.”

“Ne kararı?”

Yeşil yemeyi sürdürürken, Lacivert durdu ve Yeşil’e doğru yaklaştı. “Biliyor musun, annemi çok özledim. Onu görmek için sabırsızlanıyorum.”

Yeşil’in aklı, Lacivert’in söylediklerinden ötürü gittikçe daha fazla karışıyordu.

“Ben de sevgilimi çok özledim. Ayşe’yi,” dedi sakin bir sesle.

“Ne güzel... Ama ben anneme kavuşacağım.” Lacivert bunu söylerken başını öne salladı. Ardından yediklerini tepsisine bıraktı ve yerinden kalktı. “Afiyet olsun,” deyip tepsiyi almak üzere ellerini uzattığında, Yeşil onun ellerinden birine yapışıp sıkıca tuttu.

“Ne yapacaksın?” diye sordu ısrarla. “Bordo sana ne anlattı? Bana da söyle.”

Lacivert içten bir şekilde gülümsedi. “Görmüyor musun? Burada bizi sevdiklerimizden, özlediklerimizden ayrı tutuyorlar. Ama ben annemi çok özledim... ve kararımı verdim.” Bunu dedikten sonra sustu ve sakince Yeşil’e baktı. Yeşil, bunun Lacivert’in elini bırakması gereken an olduğunu fark edip öyle yaptı. Lacivert ona gülümsemeye devam ederek tepsisini alıp arkasını döndü ve uzaklaştı.

*

Tuval’de Pembe’yle birlikte üç koca gün geçirmişti, ancak bunun hiçbir etkisi olmamış gibi Yeşil kendini yeniden özlem duygusunun içinde hapis olarak bulmaya başladı. Skala’nın, nöbetin anlamını çözmeye iten merak duygusu sebebiyle artık doğru mu yoksa yanlış mı yaptığını bilmiyordu. Ayşe’yi tekrar özlemeye başlamıştı, onun yüzü tekrar gözlerinin önünden geçip gidiyordu. Lacivert’in de annesine karşı böyle bir hissi vardı -diğer pek çok rengin hayatlarındaki insanlar için hissettikleri gibi-, ama o her şeyi çözmüş ve kararını vermişti... peki ne yapacaktı? Skala’dan mı kaçacaktı? Ama nereye?

*

Gece herkesi uykusundan aniden uyandıran, borazan sesi oldu. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı; ya bir uyarı olacaktı, ya da yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Renkler hep birlikte hazırlanıp dinlenme odasından aşağı indiler ve Skala arazisine çıktılar.

Gece olmasına rağmen Skala arazisi pastel renginde ve berraktı, pus yoktu. Skala’nın çevresinden homurdanmalar ve yüksek sesler geliyordu. Herkes kafasına göre bir yöne ilerlerken, Yeşil Skala’nın etrafında hızlıca yürüdü.

Skala’nın giriş kapısının tam arkasına denk gelen noktada Grilerin oluşturduğu bir kalabalık vardı, aralarında homurtularla konuşuyor ve başlarını hızla öne sallıyorlardı. Büyük Gri de oradaydı. Yeşil onların olduğu yeri izlerken öteki renkler de çok geçmeden oraya doğru toplanmaya başladılar. Yeşil, kalabalığın yarattığı hengameyi fırsat bilerek, Grilerin siyah bir şeritle kapattıkları alana doğru yaklaştı. Renklerin gelmekte olduğunu gören Gri Üç ve Gri Dört hemen kollarını iki yana açarak onların yaklaşmalarına engel olmaya çalıştı, ancak Yeşil, Gri Üç’ün kolları arasından biraz olsun siyah şeridin öteki tarafını rahatlıkla görebildi:

Solgunlaşmış ten rengi ve başıyla ağzının çevresindeki kan lekelerinin yarattığı dehşet tablosunun ortasında, yerde, Lacivert’in cansız bedeni yüzükoyun yatıyordu, açık ve donuk gözleri ise boşluğa bakıyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder