Skala iyiydi, Skala
kötüydü. Skala güvenliydi, Skala tehlikeydi. Skala başlangıçtı, Skala bitişti.
Skala neşeydi, Skala kederdi... nöbet sürdükçe “Skala” kavramı da aynı yaşayan
bir insan gibi değişiyordu, dönüşüyordu; ama Yeşil, en son hangisinde karar
kılması gerektiğini bilmiyordu. Şimdilik Skala karışıktı, karmakarışık...
Skala’ya varıp Duvar’ın bu
tarafına geçtiklerinde renkler daha yeni meditasyonu bitirmişlerdi. Devriye
aracı arazinin ortasında durdu ve Sarı, Turuncu, Yeşil, Pembe teker teker
araçtan indiler. Gri Üç onların arkasından inip Büyük Gri’ye rapor vermek üzere
Skala’ya doğru gitti. Sarı, Turuncu, Yeşil ve Pembe, diğer renklerin arasına
karıştılar hemen. Eflatun, Mavi, Kahverengi, Turkuaz ve diğer renkler Pembe’nin
geri dönmesine sevinmişilerdi.
“Özledik seni,” dedi
Turkuaz.
“Ben de sizi,” diye
yanıtladı Pembe, onlara gülümseyerek.
“Şimdi her şey geçti mi?
Tamam mı?” diye sordu Eflatun.
“Öyle gözüküyor,” dedi
Mavi, Pembe’yi baştan aşağı süzüp sonuçtan memnun halde yan yan gülümseyerek.
Pembe, başıyla onayladı. “Bir an delirip gittin sandıydık,” diye ekledi Mavi.
Hepsi güldü ve Skala’ya doğru keyifle yürümeye koyuldular- Skala gibi bir yerde
keyifli olmak ne kadar mümkündüyse...
Yürürlerken, Yeşil, Skala
arazisinde köşede bir başına durmakta olan Lacivert’i fark etti. Kendi başına
Duvar’ın dibinde çökmüş olan Lacivert dalgın dalgın bakınıyordu etrafa.
“Onun nesi var?” diye sordu
Yeşil, başıyla Lacivert’i işaret ederek.
Turkuaz omuz silkti.
“Bilmiyoruz. Bordo gittiğinden beri öyle.”
“Bordo mu? Onunla ne
alakası var?”
“Bilmiyorum. Sorduğumuzda
hep aynı cevabı veriyor. Git ona sor.”
Yeşil, başıyla onaylayıp
onların yanından ayrıldı. Lacivert’in yanına giderken onun kendisini fark
etmemesi ya da fark edip de tepki vermemesi tuhaftı. Yeşil’le arası bozuk
değildi, olamazdı. Bordo Tuval’e gittiği için Lacivert çok mu üzülmüştü? Ya da
başka bir şey miydi?
“Lacivert?” Yeşil,
Lacivert’in yanına varıp onun gibi duvarın önünde çömeldi. “İyi misin?” diye
sordu, Lacivert’ten bir süre cevap gelmeyince.
“İyiyim,” dedi Lacivert,
hafif melankolik bir sesle.
“Emin misin? Pek iyi
görünmüyorsun.”
Yeşil’in bunu demesiyle
Lacivert yüzünü çevirip ona baktı; Lacivert durgundu, ancak Bordo’nunki gibi
karaları bağlamış bir durgunluk değil, mutlu bir durgunluktu bu. Lacivert sanki
aydınlanmış gibi bakıyordu; gözlerinin içi gülüyor, pırıl pırıl parlıyordu.
Dudakları sanki gülümseyecekmiş gibi seğiriyordu. Yeşil onun bu ifadesi
karşısında şaşırıp sordu: “Bordo’nun gidişine mi üzüldün?” Halbuki Lacivert’in
üzülmüş olduğunu pek sanmıyordu.
“Hayır,” dedi Lacivert
birden, coşkulu bir sesle. “Aksine çok mutluyum. Hatta bir karar bile verdim.”
“Mutlu musun?” Yeşil
afalladı. “Anlamıyorum. Niye mutlusun? Ne kararı verdin?”
Lacivert tekrar Yeşil’e baktı.
Söyleyeceğinden Yeşil’den çok kendisini mutlu ettiği belliydi.
“Çünkü,” dedi, sesini biraz
alçaltarak, “Bordo gitmeden önce bana her şeyi anlattı.”
Verdiği cevapla Yeşil
olduğu yerde mıhlanıp kalmıştı, bunu beklemiyordu. Lacivert ise gayet sıradan biçimde
doğruldu, etrafına mutlulukla bakınarak oradan uzaklaştı. Yeşil onu durdurup
muhabbeti sürdürmeyi düşündü, ancak şu an Lacivert’le konuşmak için uygun değil
gibi görünüyordu.
Diğer renkler için pek bir
şey ifade etmese de, Lacivert’in Bordo’yla konuşmuş olduğu gerçeği Yeşil’i
yiyip bitiriyordu. Lacivert’in o hülyalı hali, gözlerinin ışıl ışıl parlaması
demek bu yüzdendi. Yani Skala, nöbet, bunların hepsi iyi bir şey miydi? Yoksa
Lacivert başka bir şey mi düşünüyordu? İyi bir şey olsa Pembe neden şoka
girmişti, neden Tuval’e yollanmıştı? Dahası Bordo neden yollanmıştı, hem de
nöbet için Skala’daki son gününde?
Yeşil’in aklı iyice
karışmıştı. Kendi kendine birtakım cevaplar bulabilmek için önce Skala’da
bodrum katına indi, ancak Işık Odası’na gitmeyecekti. Daha önce ya bir ya iki
defa belki inmiş olduğu bodrumun ikinci katına indi.
Bu kat, bodrum birinci
kattan daha kasvetli, daha sessiz ve bu sebeplerle daha ürkütücüydü. Yeşil,
demir koridor boyunca ilerlerken bir yandan da etrafta bir kapı arıyordu.
Kilitli odayı bulunca sorularına cevap bulmuş olacak mıydı? Daha da önemlisi,
kilitli odanın içine nasıl girecekti?
Koridor boyunca uzun bir
süre yürüdükten sonra nihayet bir kapıya vardı; çift kanatlı, Işık Odası’nın
kapısı gibi bir kapıydı bu- tek farkı, kapının üzerinde kocaman bir asma kilit
vardı. Kilit kocaman olmasına rağmen, kapının iki kanadındaki deliklerden geçen
yuvarlak kısmı inceydi. Kilidin üzerinde iki adet anahtar deliği vardı. Yeşil,
kilidi eline aldı ve ağırlığını hissetti. Böyle bir kilidi de anahtarları
dışında açmak pek mümkün değildi galiba.
Geri dönüp koridor boyunca
yürüdü ve üst kata çıkıp Işık Odası’na gitti. Belki kilitli odayla ilgili
Eflatun’un yardımı dokunabilirdi.
Odanın kapısını çaldı ve
bir süre bekledi. Eflatun çok geçmeden kapıyı açtı, üzerinde her zamanki gibi
tulum vardı.
“Yeşil? Selam.” dedi onu
görünce. Sonra kaşlarını çattı ve birden suratını büzdü. “Işık Odası için mi
geldin yine?”
“Yok hayır.” dedi Yeşil
hemen. Eflatun rahatlamıştı. “Ben şu aşağıdaki kilitli odayla ilgili bir şey
soracaktım.”
“Plan Odası...” dedi
Eflatun, ellerini tulumun ceplerine sokarak. “Ne soracaksın?”
“Oraya nasıl giriliyor?”
Eflatun, Yeşil kendisine
sanki şaka yapmış gibi alaycı bir ifadeyle yan yan gülümsedi. “Renkler için
soruyorsan, yasak.” Yeşil bozuntuya vermemek için onunla birlikte gülümsedi.
Eflatun devam etti; “Onun dışında, Gri İki’deki ve bendeki anahtarla açılıyor.”
Yeşil, başıyla onayladı.
“Anladım...” Plan Odası’yla ilgili umudu çok geçmeden sönüverdi. “Neyse, sormak
istedim sadece,” diye geçiştirerek gitmek üzere arkasını dönecek oldu- ancak
son anda aklına bir soru daha geldi ve Eflatun’a döndü: “Lacivert Işık Odası’na
hiç gönderildi mi son birkaç gün içinde?”
“Hayır,” dedi Eflatun.
“Grilerden öyle bir emir gelmedi.” Durdu, devam etti, “Noldu ki?”
“Biraz dalgın gibi bir hali
var da, o yüzden sorduydum.”
“Anlıyorum.” Eflatun başını
öne salladı.
Yeşil gitmek üzere tekrar
arkasını dönmüştü ki, bu sefer durmasının nedeni Eflatun’du: “Yeşil...” Yeşil
dönüp ona baktı. “Çılgınca bir şey yapma, tamam mı?”
“Tamam,” dedi Yeşil, başını
hızlıca sallayıp güven vermeye çalışarak. Arkasını dönüp giderken Eflatun ona
kapı önünde durup birkaç saniye daha uzunca baktı ve odanın kapısını kapadı.
*
“Kamera kayıtlarına bak!
Kendi kamera kayıtlarına bak. Çözeceksin!”
Yeşil, zihninde Bordo’nun
bu sözleri dönerken Gözlem Odası’na doğru yola koyuldu. Daha önceki on beş
dakikalık tutulup kalma görüntüsüne zaten uzun zamandır bakmak istiyordu; şimdi
o görüntüye bakmanın tam zamanıydı.
Gözlem Odası’nda Mor her
zamanki rutin işlerini sürdürüyordu, ancak daha bezgin görünüyordu. Yeşil odaya
girdiğinde ona bir saniyeliğine bakıp, “Selam,” diyerek dosyaların yer aldığı
dolaba gitti ve bir iki dosyayı düzenleyerek koşturup odanın bir noktasından aşağı
bakındı, ardından masaya gidip bir dosyanın üzerine birtakım notlar aldı.
“Meşgul gibisin?” diye
sordu Yeşil.
“Sorma!” Mor nefes nefese
gidip odanın başka bir noktasından aşağı baktı ve tekrar masaya dönerek başka
bir dosyaya not almaya devam etti. “Lacivert’in pek çok işi bana kaldı.”
Yeşil şaşırdı. “Lacivert
gece görevini yapmıyor mu?”
“Birkaç gündür, hayır.
Adamın halini görmedin mi? O haldeyken burada görev yapacak bilinci yok bence.”
“Işık Odası’na da
göndermemişler, Eflatun’a sordum.”
“Pek doğru bulmadığım bir
karar.”
“Eee?”
“Bilmiyorum.” Mor Yeşil’e
döndü, elinde tutmakta olduğu kağıtları karıştırırken başını kaldırıp ona
baktı. “En son Bordo’yla konuştu. O zamandan beri de bir tuhaf. Gri İki onun
yerine Mavi’yi göreve aldı, ama Mavi de henüz Gözlem Odası’nı iyi bilmiyor.
Yani Lacivert’in yükü kalmadı, ama benimki arttı.”
“E Tuval’e gönderseler ya
Lacivert’i?”
“Işık Odası’na bile
gönderilmiyorken, Tuval’e niye gönderilsin? Üstelik yanlış bir şey yok ki.
Bilinci yerinde gözüküyor, nöbet sırasında tutulma, şok geçirme gibi bir durumu
da yok.”
Mor kendi işini sürdürürken
Yeşil cevapsız kaldı. Ardından Gözlem Odası’na asıl geliş amacını hatırladı
hemen.
“Benim kendi tutulduğum görüntüye
bakabilir miyim?”
Mor, masada dosya işini
hallederken durdu, derin bir nefes aldı. Hızlı adımlarla dosya dolabına gidip
alt çekmecelerden birini açarak kaset kutularını tekrar tekrar karıştırdı ve
kaseti bularak çıkardı. Masadaki büyük monitörün yanına gitti, ancak kaseti
takmadan önce, masaya yaklaşmakta olan Yeşil’e dönüp elindeki kaseti
sallayarak, “Bunu Griler bilmemeli. Hele Büyük Gri, asla!” ikazında bulundu. Yeşil,
başıyla onayladı ve Mor, kaseti oynatıcıya yerleştirip monitörün önündeki
klavyede bir iki tuşa bastı; monitördeki görüntü değişti ve kesikli yatay beyaz
çizgiler yukarı aşağı oynadı, ardından çizgiler gitti ve görüntü oynamaya
başladı.
Görüntüdeki Yeşil, Birinci
Bölge’nin Duvar’ı üzerinde nöbet tutuyordu, birkaç saniye aralıklarla da tek
tük hareket ediyordu. Mor, klavyede birtakım tuşlara bastı ve görüntüyü biraz
ileri sardı. Görüntü oynamaya devam ettiğinde Duvar’daki Yeşil hareket
etmiyordu, sabit biçimde duruyordu. Mor yine klavye tuşlarıyla görüntüyü ileri
sardı, ancak Yeşil, Duvar’ın öteki tarafında bir hareketlenme olduğunu görünce
Mor’u durdurdu. Görüntüde, Duvar’ın öteki tarafındaki ağaçlıkların arasından
beyaz bir cisim Duvar’a doğru yaklaşıyordu.
“Görüntüyü
yakınlaştırabilir misin?” diye sordu Yeşil. Mor klavyede bir tuşa bastı ve
görüntü iki katı yakınlaştı. Kamera kaydı çok iyi bir görüntü kalitesi
sunmuyordu, o yüzden Yeşil’in cismin ne olduğunu seçmesi zordu. “Biraz daha
yaklaştırsana,” dedi; Mor yine klavyede bir tuşa bastı ve görüntü iki katı daha
yaklaştı.
“En yakını bu,” dedi Mor.
Oynatıcının imkânıyla
görüntüyü olabilecek en iyi biçimde yakınlaştırmışlardı, ancak bu bile Yeşil’e
yetmişti: görüntüdekinin ne olduğunu rahatlıkla görebiliyordu... bu Ayşe’ydi.
“Ayşe...” dedi Yeşil,
parmaklarını monitöre, Ayşe’nin görüntüsü üzerine koyarak, sanki ona
dokunacakmış gibi. “Ayşe...”
*
Skala’da öğlen yemeği
sırasında Yeşil’in aklı hâlâ kamera kayıtlarındaki görüntüdeydi. Tuval, Bordo,
Lacivert’in hâl ve tavrı üzerine kamera kaydına bakmak iyi mi yoksa kötü mü
olmuştu karar veremiyordu. O an hissettiği tek şey midesindeki tuhaf yanma
hissiydi.
Yemekhanede elinde
tepsisiyle masalara göz gezdirdi; Mavi, Sarı, Kırmızı, Turuncu ve diğer pek çok
renk genel olarak bir alana dağılmış yemek yiyorlardı. Lacivert ise ayrı bir
köşede yiyordu. Yeşil, ona hiç bulaşmadan kalabalığın olduğu öteki tarafa
oturmayı düşündü, ancak mantığı buna -her nedense- izin vermiyordu. Elinde
tepsiyle kalabalık grubun yanından geçerken Mavi’yle göz göze geldi; Mavi, o,
yanlarına oturacak sandığı için bir an gülümsedi, ancak Yeşil geçip gidince
yüzündeki gülümseye yerini şaşkınlığa bıraktı.
Yeşil ilerleyip masanın
öteki ucundaki Lacivert’in karşısına oturdu. Onu gören Lacivert, kimsenin
yanına gelmesini beklemiyor olacaktı ki, şaşırmıştı, ancak yemeğini yemeye
devam etti. Hülyalı hâli aynıydı.
Yeşil onun karşısına
oturduysa da, ikisi bir süre hiç konuşmadan yemeklerini yediler. Yeşil en
sonunda dayanamayıp sordu: “Bordo sana ne anlattı?”
Lacivert bir an durdu
kaldı. İki üç gündür içinde bulunduğu ruh hali sebebiyle kimse onunla
konuşmuyordu, ilgilenmiyordu - ki açıkçası bu onun umurunda değildi. Ama her ne
olduysa Yeşil, Tuval’den döner dönmez kendisiyle ve Bordo’yla arasındaki geçmiş
muhabbetle ilgilenmeye başlamıştı.
“Her şeyi,” diye yanıtladı
kısaca.
“Ne gibi?” Yeşil bir yandan
yemek yemeye devam ediyordu.
“Karar vermemi sağlayacak
pek çok şey.”
“Ne kararı?”
Yeşil yemeyi sürdürürken,
Lacivert durdu ve Yeşil’e doğru yaklaştı. “Biliyor musun, annemi çok özledim.
Onu görmek için sabırsızlanıyorum.”
Yeşil’in aklı, Lacivert’in
söylediklerinden ötürü gittikçe daha fazla karışıyordu.
“Ben de sevgilimi çok
özledim. Ayşe’yi,” dedi sakin bir sesle.
“Ne güzel... Ama ben anneme
kavuşacağım.” Lacivert bunu söylerken başını öne salladı. Ardından yediklerini
tepsisine bıraktı ve yerinden kalktı. “Afiyet olsun,” deyip tepsiyi almak üzere
ellerini uzattığında, Yeşil onun ellerinden birine yapışıp sıkıca tuttu.
“Ne yapacaksın?” diye sordu
ısrarla. “Bordo sana ne anlattı? Bana da söyle.”
Lacivert içten bir şekilde
gülümsedi. “Görmüyor musun? Burada bizi sevdiklerimizden, özlediklerimizden
ayrı tutuyorlar. Ama ben annemi çok özledim... ve kararımı verdim.” Bunu
dedikten sonra sustu ve sakince Yeşil’e baktı. Yeşil, bunun Lacivert’in elini
bırakması gereken an olduğunu fark edip öyle yaptı. Lacivert ona gülümsemeye
devam ederek tepsisini alıp arkasını döndü ve uzaklaştı.
*
Tuval’de Pembe’yle birlikte
üç koca gün geçirmişti, ancak bunun hiçbir etkisi olmamış gibi Yeşil kendini
yeniden özlem duygusunun içinde hapis olarak bulmaya başladı. Skala’nın,
nöbetin anlamını çözmeye iten merak duygusu sebebiyle artık doğru mu yoksa
yanlış mı yaptığını bilmiyordu. Ayşe’yi tekrar özlemeye başlamıştı, onun yüzü
tekrar gözlerinin önünden geçip gidiyordu. Lacivert’in de annesine karşı böyle
bir hissi vardı -diğer pek çok rengin hayatlarındaki insanlar için
hissettikleri gibi-, ama o her şeyi
çözmüş ve kararını vermişti... peki ne yapacaktı? Skala’dan mı kaçacaktı?
Ama nereye?
*
Gece herkesi uykusundan
aniden uyandıran, borazan sesi oldu. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı; ya bir
uyarı olacaktı, ya da yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Renkler hep birlikte
hazırlanıp dinlenme odasından aşağı indiler ve Skala arazisine çıktılar.
Gece olmasına rağmen Skala
arazisi pastel renginde ve berraktı, pus yoktu. Skala’nın çevresinden
homurdanmalar ve yüksek sesler geliyordu. Herkes kafasına göre bir yöne
ilerlerken, Yeşil Skala’nın etrafında hızlıca yürüdü.
Skala’nın giriş kapısının
tam arkasına denk gelen noktada Grilerin oluşturduğu bir kalabalık vardı,
aralarında homurtularla konuşuyor ve başlarını hızla öne sallıyorlardı. Büyük
Gri de oradaydı. Yeşil onların olduğu yeri izlerken öteki renkler de çok
geçmeden oraya doğru toplanmaya başladılar. Yeşil, kalabalığın yarattığı
hengameyi fırsat bilerek, Grilerin siyah bir şeritle kapattıkları alana doğru
yaklaştı. Renklerin gelmekte olduğunu gören Gri Üç ve Gri Dört hemen kollarını
iki yana açarak onların yaklaşmalarına engel olmaya çalıştı, ancak Yeşil, Gri
Üç’ün kolları arasından biraz olsun siyah şeridin öteki tarafını rahatlıkla
görebildi:
Solgunlaşmış ten rengi ve
başıyla ağzının çevresindeki kan lekelerinin yarattığı dehşet tablosunun
ortasında, yerde, Lacivert’in cansız bedeni yüzükoyun yatıyordu, açık ve donuk
gözleri ise boşluğa bakıyordu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder