23 Ağustos 2012 Perşembe

Auster Geçmişini Kendine Anlatırsa...


Paul Auster’ın 2011 yılının kışında kaleme aldığı ve Can Yayınları’nın erken hazırlığı vesilesiyle dünyadan önce Türkiye’de Ocak 2012'de çıkan yeni kitabı “Kış Günlüğü”; artık belli bir yaşa gelmiş olan usta yazarın geçmişini onun gözünden, kendi kendine konuşur gibi kullandığı bir üslupla anlatıyor.



Bu zamana kadar onlarca roman yazmış olan ve Amerika’nın en saygın ve çağdaş yazarlarından biri olarak kabul edilen Paul Auster, artık 60 yaşında bir ihtiyar. Zihin ve ruh yaşı ne olursa olsun, beden insana mutlaka ihanet ediyor ve zaman geçtikçe o beden, geçmişin yoğun izlerini taşıyor. İşte Auster bunun farkında olarak “Kış Günlüğü” (Winter Journal) adlı kitabını 2011 kışında kaleme alıyor ve geçmişinden bugüne kadar hatırladığı kimi taze, kimi artık kendisinin bile unutmaya yüz tuttuğu ancak zihninin bir köşesinde benliğini koruyan anılarını paylaşıyor okurlarıyla...

Kitap belli bir kalıbı takip etmiyor, öyle Auster’ın aklına gelen pek çok farklı anı ve farklı konular hakkında oradan oraya bir geçiş yapıyor ve kitabı okurken, Auster’ın bu anıları hikâye gibi anlattığını fark ediyorsunuz. Yine her zamanki gibi insanın olağan zamanlardaki hareketlerini, düşüncelerini bir bir sıralıyor yazar; öyle ki bazen bu sıralaması insana baygınlık verebiliyor (koca bir sayfa boyunca bir insanın hayatı boyunca yaptığı günlük ve anlık hareketlerin sıralanması ve bunun birkaç sayfada kendini tekrar etmesi), ancak yine de kitap kendini sonuna kadar okutmayı başarıyla tamamlıyor.

Kendi başına gelenler, ailesinin, arkadaşlarının başına gelenler; yaşadığı, taşındığı evler; tanıştığı insanlar; ilk aşkı, flörtleri, yaşadığı aşk ve seks tecrübeleri; annesi ve babası hakkındaki çarpıcı açıklamaları ve itirafları; vücudunun arşivlediği geçmişten bugüne başına gelen fiziksel olaylar ve sakatlıkların her birinin ayrı ayrı hikâyeleri... Anı kitabını okurken, gözünüzün önünde adeta farklı yaş evrelerindeki Paul Auster’ın başından geçen olaylar birer film sahnesi gibi geçip gidiyor.

Auster bu anı kitabında ayrıca bazı hastalıkları ve rahatsızlıkları nedeniyle ölüme, ölüm korkusuna, bu korkuyla yüzleşmeye dair kendi açısından bazı kişisel devrimlerini de anlatıyor ki bu devrimleri herkesin kendi içinde yaşaması gerektiğini düşünüyorum. Nitekim ben hâlâ yaşayabilmiş değilim. Ama bir insanın hayatında bir veya birkaç defa ölüm tarafından yoklanması ve bu vesileyle hayatının her ânında ölüme hazırlıklı olması bence en büyük aşamalardan biri. Auster kendi ölümü ve ölüm düşüncesi kadar, onu derinden sarsan annesinin ölümünü de anlatıyor, hatta bu ölüme bayağı uzun bir kısmı ayırmış kitapta. Annesinin ölümü, bunu kabullenemeyişi (ya da idrak edemeyişi) ve akabinde bunun kendisi üzerindeki olumlu-olumsuz etkileri yazarın usta anlatım diliyle satır aralarında kelimeler aracılığıyla yer buluyor.

Kitabın her iki üç sayfasından birinde yeni bir anı anlatıldığı için başınız bir süre sonra dönmeye başlayabiliyor, sonra alışıyorsunuz. Kitabın neredeyse son sayfasına kadar anılar var. Ve elbette Paul Auster kitaplarının olmazsa olmazı film okumaları da mevcut. Kitabın sonuna gelip son satırları okuduktan ve kapağı kapattıktan sonra da insan kendi kendine “...peki ya sen?” diye sormadan edemiyor.

Kitap 195 sayfa, yer yer biraz ağır bir dille ilerlese de çok sıkmadan rahatlıkla iki günde, hatta hızlı bir okuyucuysanız bir günde bile bitebilecek keyifli bir roman. İnsan her zaman romanlarını keyifle okuduğu bir yazarın zihninin içine dalıp anıları arasında yolculuk edemiyor haliyle...

Keyifli okumalar!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder