23 Eylül 2012 Pazar

Tuttuğun sayıyı biliyorum ve seni öldüreceğim...


Kurbanlarının tuttuğu sayıyı önceden bilen ve onları sıradışı bir yöntemle öldüren bir katille, onu kovalayan ve katilleri araştırma konusunu saplantı haline getirmiş emekli bir dedektifin gerilimli macerasını anlatan "Aklından Bir Sayı Tut" adlı roman, ilginç başlayıp çoğu yerde tekdüzeleşen anlatımı ve başarısız bulduğum diyaloglarıyla Koridor  Yayıncılık'tan çıkan bir kitap. Çevirisi ve düzeltisi konusunda da pek iyi bir şey diyemeyeceğim...


"Olasılıksız" kitabı da, bu kitaptan önce okuduğum, beyaz arka fon üzerine siyah lekeli kapağı olan bir kitaptı ve o kitap da pek başarılı değildi benim için, gerek çeviri gerekse düzelti anlamında. Bu yüzden "Aklından Bir Sayı Tut" adlı roman da aynı geleneği sürdürdüğü için bu tarz kitaplar hakkında önyargım oluşmadı değil. Hemen piyasaya sürelim mantığıyla alelacele hazırlanıyor herhalde bu kitaplar ve hiçbir özen gösterilmeden raflardaki yerlerini alıyor.

Kitabı okurken çevirisinden ve düzeltisinden o kadar rahatsız oldum ki bu okumamı da zorlaştırdı ve kitabı erteleye erteleye bitirdim. İnsan Can Yayınları gibi bir yayınevinden kitapları okuduktan sonra April Yayınları ("Olasılıksız") ve Koridor Yayınları ("Aklından Bir Sayı Tut") kitaplarını okuyunca attan inip eşeğe binmiş gibi hissediyor kendini; keşke her yayınevi eser ve okur için aynı özeni gösterse diye düşünmeden edemiyorum.

Yayınevini bu kadar yerdikten sonra, gelelim kitaba...

Yepyeni bir şey sunmuyor kitap. Arka kapaktaki kitaptan bir kesit ilgiyi çekebiliyor, aynı ilgi üç kısımdan oluşan kitabın ilk kısmında da sürüyor; ancak ikinci kısıma geçtikten sonra hikâye yavanlaşmaya başlıyor, aynı olayın iki kere, üç kere olması, karakterler arasındaki başarısız diyaloglar da sıkıyor bir yerden sonra.

Karakterler zaten Amerikan filmlerindeki klişeleşmiş karakterlerin birebir aynısı, hatta yazar John Verdon, bazı karakterleri, "...tipi Tom Cruise'a benzeyen bir polis...", "...Sigourney Weaver'a benzeyen bir kadın..." şeklinde anlatıyor; bu da şu demektir: ben karakterleri betimleyemedim, siz kafanızda bu oyuncuları kuruverin bir zahmet! Bu karakterler dışında ana karakterimiz olan eski dedektif, atletik yapılı (olmasa şaşardım!) Dave Gurney de çok bir etki sağlamıyor hikâyede. Dedektiflik ve katilleri araştırmayı iş dışında bir saplantı haline getirmiş ve bu sebeple emekli olduğu halde bir fotoğraf stüdyosu için katil portreleriyle uğraşıyor. Ve Gurney'in bu saplantılı halinden hoşnut olmayan, "her başarılı erkeğin arkasında mutlaka bir kadın vardır" mantığına uygun bir eşi var. İkisi şehrin dışında müstakil bir evde kalıyorlar.

Dave Gurney'e bir gün, eski okul arkadaşı ama kendisinin pek hatırlamadığı Mark Mellery ulaşıyor ve tehdit mesajları aldığını söyleyip Gurney'den yardım istiyor. Mellery'ye kimliği belirsiz biri "Aklından bir sayı tut..." diye bir mektup gönderiyor; bu mektup içinde bir mektup ve ikinci mektupta Mellery'nin tuttuğu sayı var: 658. Ayrıca ikinci mektupta bir tehdit yazısı da var ve şiirsel bir şekilde, uyaklı olarak yazılmış. Mellery bu mektup üzerine Gurney'den yardım almak istiyor, ama Gurney bu işe bulaşmak istemiyor (emekli olduğu için) vb... Mellery'ye mektuplardan bir-iki tane daha geliyor, ardından katille telefon konuşması oluyor ve katil Mellery'nin tuttuğu sayıyı yine biliyor (19), sonra da Mellery'nin öldürümesi var.

Hikâye bu noktadan sonra biraz can alıcı olmaya başlıyor; ortada karışık ve tuhaf bir cinayet sahnesi var, sahnede pek çok ipucu var ancak ne Gurney, ne de polisler bunu çözemiyor ve onlar çözemezken biz de okurlar olarak saçma sapan uzatılan diyaloglara maruz kalıyoruz.

Gurney: Katilin bu cinayet için kırık şişe kullandığını düşünüyorum.
Polis: Katilin bu cinayet için şişe kullandığını mı söylüyorsunuz?
Gurney: Aynen öyle söylüyorum.
Başka polis: Bir dakika bir dakika, bir katil neden kırık bir şişeyle cinayet işlesin?
Gurney: Katilin kırık şişeyle cinayet işlemeyeceğini mi düşünüyorsunuz?
Başka polis: Siz düşünüyor musunuz?
Gurney: Tanrı aşkına, evet! Bütün olasılıkları göz önünde bulundurmamız lazım.
Polis: Bunun olasılık dahilinde mi olduğunu söylüyorsunuz?
Gurney: Olmasa anlatır mıydım?

Bunun gibi diyaloglarla dolu onlarca sayfa var ve bir süre sonra hakikaten uyku getiriyor.

Yazar ayrıca garip huylu, değişik karakterler de eklemek istemiş hikâyeye, ancak bu garip karakterler yine klasik bir Hollywood cinayet filminde görülebilecek kadar garip. Ana ve yan karakterlerin bu kadar yayvan olması da katilin karakterini güçlendiriyor tabii kitap boyunca.

Aynı "Olasılıksız" kitabında olduğu gibi, bu kitapta da aynı şeyi düşündüm; kitap biraz fazla uzatılmış. Ya da benim yer yer uyuşuk okuyuşum buna sebep olmuştur bilemiyorum, fakat kitabın 100-150 sayfası fazla gibi geldi bana. O sayfalara yazar, ana karakteri Dave Gurney'in geçmişini ve kendi iç çekişmelerini, geçmişini yerleştirmeye çalışmış ama olmamış. Genel fikir, baba-oğul kavramı üzerine yaşanan bazı acı olaylar, fakat bunun için o kadar uzun ve aynı şeyleri yazmaya gerek yok diye düşünüyorum.

Ortalarından sonlara kadar durgun geçen hikâye, sonlarda -elbette ki- katille ilgili çözülümlerle birlikte bir ivme kazanıyor, ama onu da sayfalarda etkin bir şekilde tutamadan son 20 sayfada kendini bırakıyor.

Bu kitabın bir ihtimal filmi çekilir, Dan Brown romanları misali filminin çekilebilmesi ihtimalini barındırarak yazılmış gibi duruyor. Kitabın yine aynı yazardan çıkan kardeşi "Gözlerini Sımsıkı Kapat" kitabını okuyacağımı pek sanmıyorum. Dediğim gibi beyaz arka fon üzerine siyah lekeli kapaklara sahip kitaplara karşı bir önyargım oluşmuş durumda, ki genelde popüler kitapları okumaktan haz alırım; bu sefer silah bende geri tepti gibi.

Eğer seri cinayet romanlarını büyük bir keyifle okuyan biriyseniz bu kitabı da belki rahatlıkla (benim gibi çeviriye, imlaya fazla takılmıyorsanız) okuyabilirsiniz. Onun dışında okunabilir bir kitap, ama ben pek tavsiye etmiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder