19 Şubat 2013 Salı

Murphy'nin Otuz Boku (Thirty Shits of Murphy)


Hayatımızda bizi etkileyen, gözle görülmeyen, ancak belli maddelere sahip bir bokluk var, bunun siz de muhakkak farkındasınızdır. Her daim her konuda mutlaka bir pürüz çıkar, bir şeyler ters gider ya; işte Murphy kanunları dediğimiz bir gıcıklık var ve ters giden şeylerin asıl sebebi bu kanunlar, yani bokluklar. Sizler için Murphy’nin meşhur 30 bokunu düşündüm, taşındım, araştırdım, yorumladım...

Maddelere geçmeden önce, çok kısa bir bilgi: Murphy Kanunları; “Amerikalı mühendis Edward A. Murphy, Jr. tarafından, başarısızlıklar ve hata kaynaklarının karmaşık sistemlerde incelenmesi üzerine ortaya konan özdeyişlerdir.” (Vikipedi) Bu kanunlar ise şu noktaya dayanmaktadır:

“Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir.”

Bu da ne demektir? Finagle Kanunu olarak bilinen şu sözün uzun halidir: “Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir.”

Yani mesela çok stresli bir iş görüşmesine gidecekseniz ve olmaması için her türlü önlemi aldığınız bir şey varsa ve bunun olmasından korkuyorsanız, o şey muhakkak olacaktır.

Bunlar gibi daha pek çok Murphy Kanunu sayılabilir. Bazıları çok bilinenler olduğu gibi, insanların başına gündelik hayatta gelen pek çok şey de bu kanunlara yenilerini eklemektedir.

Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.

Şu hayatta zaten ters gitmeyecek ne vardır ki? Dolayısıyla her gün hemen hemen her şeyin ters gitme olasılığı vardır ve muhakkak ters gidecektir.


Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.

Bir şeyin ters gitme olasılığı bir dert, o şeyin ters gitme olasılığına vesile olacak olaylar silsilesinin de hep tersliklerden meydana gelmesi ayrı bir derttir. Yani başınıza gelecek pis bir şey, en pis biçimde gelecektir ve buna hazırlıklı olmanız gerekir.


Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.

Bu noktada “Tanrım beni mi sınıyorsun?!” diye feryat edebilirsiniz. Evet, Tanrı sizi sınıyor, hem de çok pis biçimde. Ters giden bir şeyi düzeltme olanaklarından her biri, o anki yaşadığınız gerilim ve stres dolu durum sebebiyle ortadan kaybolur veya bu olanakları zihninizle iterek kendinizden uzaklaştırmış olursunuz.


Bir şeyin olma olasılığı, isteme olasılığıyla ters orantılıdır.

Bu konuda şöyle bir örnek verebilirim; hani lisede falan inek olduğuna kanaat getirdiğiniz, çok çalışan bir arkadaşınız vardır ya, sınavdan önce “Ay ben hiçbir şey bilmiyorum ki” der bir de (“Ay” dediği için muhtemelen de kızdır bu!); sınav sonuçları bir hafta sonra açıklanınca 100 üzerinden 95 aldığını görünce “Ay valla hiç beklemiyordum, hiç çalışmamıştım” der. Oysa ki siz 100 üzerinden 85’e bile razı halde çalışmışken 65 almışsınızdır, yani orta karar. Veya durakta beklemekte olan otobüs var ve işe acilen gitmeniz lazım, bu otobüse binmek durumundasınız, başka şansınız yok. Siz otobüse koşarak yaklaşır ve “Allah’ım ne olur hareket etmesin!” dediğiniz sürece otobüsün motoru çalışır, otobüs hareket etmeye başlar. Siz “Allah’ım ne olur uzaklaşmasın, yetişeyim!” dedikçe otobüs hızlanır ve arada 3 adımlık ya da 3 saniyelik bir mesafe kalmışken otobüs sizi arkasında bırakarak uzaklaşır.


Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.

Eğer herhangi bir durumda kötü bir şeylerin olma ihtimali varsa, onlar er geç olacaktır. Buna kısaca “Final Destination” filmini bile örnek gösterebiliriz. İzlememiş olanlar varsa eğer; “Final Destination” filminde, insan hayatında gerçekleşebilecek olasılıkları en düşük ve en yüksek ölümler ve kazalar hep birbiri ardına olur ve birbirini tetikler.


Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.

Bu biraz da bumerang tarzı bir durumdur. Bir şeyden vazgeçseniz, onu kendinizden uzaklaştırsanız bile, o dönüp dolaşıp size geri dönecektir. Bunun bir diğer anlamı da, vazgeçtiğiniz, uzaklaştırmaya çalıştığınız şeyle yaşamak veya baş etmek durumundasınız.


Ne kadar beklersen bekle, istenmediği zaman gelecektir.

Hani bir şeyin olmasını çok istersiniz, öteki olumlu gelişmelerin hepsi olacak bu şeye bağlıdır (bu “şey” artık her ne ise!). Dersiniz ki “Allah’ım ne olur olsun!”... Ama o şey olmaz, olması gerektiği için olmaz hem de. Ve en olmayacak zamanda, belki de en olmaması gereken zamanda oluverir. Misafirdeyken telefonunuz çalsın da o vesileyle izin isteyip eve gitmek istersiniz, ancak telefonunuz hiç ama hiç çalmaz; eve gittiğinizde ve kafa dinlemek istediğinizde ise telefonunuz hiç olmadığı kadar sık çalmaya, deli etmeye başlar.


Çözülen her problem yeni problemler yaratır.

Bunu da doğanın bir kanunu olarak görebiliriz; hayatın tamamı problem çözmeye dayalı olduğu için biz ne kadar çözersek çözelim, yaşadığımız sürece önümüze yeni problemler çıkacaktır. Ama bu bir de en kritik zamanda ciddi bir problemi çözdüğümüzde başımıza yeni ve başka bir problem olarak çıkmazsa iyi olur, mümkünse öyle olsun!


Her şey yolunda gidiyorsa kesin bir terslik vardır.

Bu cümle bana biraz septisizm gibi gelmedi değil hani. İşin içinde bir kuşkuculuk var. Bizim toplumu ya da genel olarak insanoğlunun aksilikleri çekebilme ihtimalini göz önüne alırsak, eğer her şey yolunda gidiyor, hiçbir kusur yoksa kesin bir bokluk var demektir. Bunun için en klasik laf da şudur: “Çok güldük, sonra ağlamayalım?”

Şu ana kadar Vikipedi ve internette yazılı olan genel kanunlara göre gittim. Artık biraz daha serbest takılıp gerçek hayatta başımıza gelenlerden ilerleyebiliriz.

Yediğimiz şeyin tadı güzelse kesin zararlıdır, tadı kötüyse kesin yararlıdır.

Küçüklüğümüzden beri bize hep sebze yememiz, yok efendim ıspanak yememiz (bu şekilde büyüyeceğiz unutmayın!), sebzeli yemeklerden kaçmamamız söylenir. Bununla birlikte, bu sağlıklı olarak addedilen sebze ve sebze yemeklerinin pek çoğunun tadı çocukken (hatta şimdi bile) kötüdür. Ne var ki, tadı son derece güzel olan pizzalar, hamburgerler, patates kızartmaları falan hep sağlıksız, zararlıdır- hamburger bir kere sokakta satılan yemek o ne öyle?! Ya da klasik olarak puding; tadı muhteşemdir ve çocukluğumuzun vazgeçilmez tatlısıdır, ancak fazla yersek dişlerimize mutlaka zarar verir. Bunu sırf çocukluğa indirgememekte fayda var; yetişkin halimizle bile yediğimiz tadı güzel olan pek çok şey zararlıdır, ancak yanına bile yaklaşmayacağımız çoğu şey yararlıdır bizim için.


Ödevi son ana bırakırsan hep bir terslik çıkar.

Öğretmen bir ödev vermiştir, çok da zor bir şey değildir; ancak uyuşuk zamanına denk geldiği için “Sonra yaparım” der devamlı ertelersin. Ertelersin de ertelersin, en sonunda son âna kalır mı o ödev? Hah! İşte o zaman ayvayı yedin demektir, çünkü son âna kalan o ödevin yetişeceği varsa bile ortam ve koşullar sebebiyle yetişmez. Mesela öğretmene yetiştireceğin ödevin yazılı çıktısı lazım ya, onu son dakikada bilgisayardan bastırırken her şey ters gider ve o iki saniyede basılabilecek ödev basılmaz, sen de düşük puan alırsın.


Sıra size geldiğinde kurallar değişir.

Bir sırada bekliyorsunuzdur yığınla insanla birlikte, dakikalardır hatta saatlerdir bekliyorsunuzdur ve artık sıra en sonunda size gelmek üzeredir. Sıra tam size geldiğinde ya sıra iptal olur, ya ara verilir, ya başka bir yerde yeni bir sıra açılır vb. ve sıra tam size geldiğinde bütün kurallar değişir.


Hep hayalini kurduğunuz şey, onu elde ettiğinizde hayaliniz olmaktan çıkar.

Bir şeyi almanın, edinmenin hayalini kurarsınız hep, aklınızın bir köşesindedir, çok almak istersiniz. Aldığınız zaman ise artık ona ihtiyacınız olmadığını anlarsınız, hayalini kurduğunuz şey bambaşka bir şey oluverir. Bu insanın yaradılıştan beri içinde bulunan doyumsuzluktan ötürü de olabilir belki. Bunu teknolojiyle benzeştirebiliriz; teknolojide bildiğiniz üzere her dönem bazı akımlar olur, hep bir şeyler trend yani moda olur, almayı çok istersiniz, deli gibi para biriktirirsiniz, en sonunda uzun uğraşlar sonucu alırsınız... ve birkaç gün geçtikten sonra aldığınız şey, istemediğiniz şey oluverir; artık başka bir şey istiyor olursunuz. (bkz. Apple)


Gireceğiniz sınavın kolaylığı sizin çalışmanız ve yeterli olmanızla ters orantılıdır.

Hani hep derler ya “Çalışmadığım yerden soru çıktı abi” diye, hah işte bu odur, yani o madde. Çok geniş kapsamlı bir sınava deli gibi çalışırsınız, her şeye bakarsınız, her şeyi ezberlersiniz. Sonra mesela son bir iki konu kalmışken ve bu konular da eften püften iken (ya da ciddi konular bile olsa) “Artık sınavda da bundan çıkmaz yahu” diye geçiştiriverirsiniz. Atıyorum 5 soruluk bir sınavda, o geçiştirdiğiniz konudan 3 soru birden çıkar ve apışıp kalırsınız. Bazen de bunun daha tatlı bir versiyonu çıkar karşımıza: çok zor olacağını bildiğiniz bir sınava çalışmazsınız, kasmazsınız yani, ancak vücudunuz bunun gizli stresini bir şekilde yansıtır ve uçuklar, sivilceler, hastalanmalar her şey başınıza gelmeye başlar. Sınava girdiğinizde o kadar da zor olmadığını görürsünüz, ancak bu sefer de rahatsızlığınız, hastalığınız (veya her ne ise) sizin sınavı yapmanıza engel olur.


Tanıdık kimseyle karşılaşmak istemediğinizde tanıdığınız herkesle karşılaşırsınız.

Havanızda değilsinizdir veya genel olan bir ruh hali vesilesiyle gittiğiniz bir yerde tanıdığınız kimseyle karşılaşmamak istersiniz. Ne işten, ne okuldan, ne de başka gereksiz bir şeyden konuşmak istemiyorsunuzdur. Murphy devreye girer ve karşılaşmak istemediğiniz bütün tanıdıklarınızda orada teker teker karşılaşır, merhabalaşır ve o istemediğiniz muhabbetlere girmek zorunda kalırsınız. Çalmasını can-ı gönülden istediğiniz cep telefonunuz da çalmaz ve sizi kurtarmaz. Üstteki maddelerden birinde de belirttiğim üzere, tam o tanıdık kişiden ayrılır ve kendi kritik işinize dönersiniz ve cep telefonunuz birden devamlı çalmaya başlar. Lanet olsun!


Bütün gün beklediğiniz biri/bir şey siz tam evden çıkınca/çıkacakken gelir.

İnternetten bir ürün sipariş etmişsinizdir, siparişiniz bir iki gün içinde kargoya verilmiştir ve o gün kargo elinize ulaşacaktır. Sabahtan akşama kadar beklersiniz beklersiniz kargo gelmez, telefonla şubeyi ararsınız, “Çıktı efendim yolda,” derler yine beklersiniz ama gelmez. O sırada acil bir iş çıkar ve evden çıkmanız gerekir; ya çıktığınızdan sonra gelir kargo ve sizi evde bulamadığı için kapıya not bırakır siz de ertesi gün tıpış tıpış şubeye gitmek zorunda kalırsınız, ya da siz tam kapıyı kilitlemişken gelir ve bütün kilitleri tekrar açıp kargoyu eve bırakırsınız, bu sırada da acil işiniz iyice gecikir.


Siz evde otururken hava normaldir, siz evden çıktığınızda bozar.

Hava durumu o gün için kısa aralıklarla yağmur vermiştir ve siz evde otururken hava günlük güneşlik, belki biraz parçalı bulutludur. “Yağmur yağmazken hadi bir yere gidip geleyim,” diye niyetlenerek evden çıkarsınız ve çıktığınızın 10. dakikasında siz tam sokakta veya caddede yürürken birden yağmur bastırıverir, su içinde kalırsınız. Ya da hava durumu o gün için soğuyacak diye uyarı vermiştir, üzerinizi sıkı sıkı giyinirsiniz ve dışarı çıkarsınız.  Havanın enteresan biçimde günlük güneşlik olacağı tutar ve siz aceleyle bir yerden bir yere yürürken üstünüzdeki kalın giysiden ötürü terlersiniz, üstünüzdekileri çıkarıp öyle yürümeye başlarsınız ve giysilerin ağırlığından ötürü yürürken daha fazla terlersiniz.


Telefonunuz en rahat zamanınızda çalmaz, en olmadık zamanda çalar.

Bu, yukarıdaki “telefonun en olması gerektiği zamanda çalmayıp en olmaması gerektiği zamanda çalması” maddesine kısmen uyuyor gibi. Yine de kendi içinde bir kıllığı yok değil. Birinin sizi aramasını bekliyorsunuzdur ve önemli bir şey konuşacaksınızdır; beklersiniz beklersiniz (yukarıdaki maddede kargoyu beklediğiniz gibi) ama telefon hiç çalmaz. “Neyse bir duş alayım bari” diye duşa girdiğinizin 1. dakikasında telefon çalar duştan sırılsıklam çıkarak telefonu açmak zorunda kalırsınız. Belki de biraz kestireyim diye düşünüp gözlerinizi dinlendirmeye koyulursunuz; gözlerinizi kapattığınız andan itibaren telefon çalmaya başlar, gözleriniz açık siz de ayıkken telefon bir kez bile çalmaz.


Bütün güzel/yakışıklı insanlar birbirleriyle çıkar, senden uzaktır.

Hepimizin hayalidir kendimize uygun, kendi zevkimize hitap eden bir karşı cinsi (veya hemcinsi) bulup onunla bir ilişki yaşamak, onu sevmek. Ancak Murphy hayatımızın bu noktasının da içine sıçmaya endeksli olduğu için, sizin kendinize en uygun sanarak zihninizde seçtiğiniz kişi, sizden en uzak kişi olur. Bir süre sonra bu durum kendini öyle acı biçimde göstermeye başlar ki, zannedersiniz kafanızda kurduğunuz bütün güzel insanlar hep başka güzel insanlar için yaratılmıştır, güzel ve yakışıklı insanlar hep birbirleriyle beraber olmak üzerine kuruludur bu sistem, size zırnık koklatmaz! Bu maddenin bir diğer hali de şudur: birinin seni sevme oranı, senin onu sevme oranınla ters orantılıdır.


Bir şeyin yapılışı ne kadar kolay gözüküyorsa, o kadar zordur.

Bir şeye bakıp “Ehehe ne kadar kolay lan bu!” dediğimiz ve bu kolay sandığımız şeyi yapmaya çalıştığımız olur sık sık. Ancak hiçbir şeyi kolay sanmamakta fayda var; en basit bir iş bile çetrefilli bir hal alabilir, ya da zaten çoktan öyledir! O şeyi yapmaya yeltenirsiniz, beceremezsiniz, diretir ve en sonunda pes edersiniz ya, sonra biri gelir onu sizin yaptığınızdan çok daha kolay biçimde yapar ve g-ö-t olursunuz. Sonra siz yine denersiniz ve yine olmaz. Siz yaparken zordur, başkası yaparken kolay. Senin adaletini Murphy...!


Aşağıladığın, küçük gördüğün insan senden daha iyisine sahip olur.

Bunu “Kimseyi hor görme” adına kabullenebiliriz belki. Günlük hayatta hepimiz önyargılarla çevrilmiş durumdayız ve insanları dış görünüşünden tutun, söylediklerine kadar belli kalıplar içine oturtmaya çalışıyoruz. Mesela kızın birini gördünüz yolda, oldukça şişman, yüzünü bir miktar sivilce basmış durumda, gözlük takıyor ve komik duruyor, saçları dağınık gibi, yani size tam bir “Looser (Kaybeden)” olarak gözüküyor. Öyle bir an gelir ki, sizin kazanacağınızdan veya alacağınızdan emin olduğunuz bir şeyi siz değil o kız alır ve sizin siniriniz tavan yapar, içinizden okkalı bir “Siktiiiiiir!” çekerken başınız öne eğik biçimde yolunuza devam edersiniz.

Veya inek tipli bir eleman vardır, geceden sabaha bilgisayar karşısında oyun, internet falan kasıyordur, acayip film ve dizi falan izliyordur, dersiniz ki “Bu tipin kız tavlama olasılığı çok düşük”. O tip, sizin hayatınız boyunca ulaşamayacağınız seksilikte bir hatunla öyle bir anda yan yana gelir, hatta onu öper ki, apışıp kalırsınız.


Televizyon izlemek üzere yemeğe oturduğunuzda izlediğiniz program reklama girer.

Sofrayı kurarsınız, o çok sevdiğiniz program sürmektedir, programı yemek eşliğinde izlemek istersiniz, tam her şey kurulur, yerlerinize oturursunuz- derken program reklama girer ve siz yemek boyunca reklam izlersiniz. Reklam biter, tam program geri dönmüşken biri arar ve yemek sırasında onunla konuşmaktan programı izleyemezsiniz. Telefon konuşması biter, yemek de biter, siz sofrayı toplarken program geri döner. Siz sofrayı toplamayı bitirip salondaki yerinize oturduğunuzda program tamamen biter.


Sigara dumanı içmeyene doğru gelir.

Sigara düşmanlarının ve sigara içme yasağını savunanların en muzdarip olduğu konu kesinlikle budur. Eş, dost, aile veya arkadaş ortamında oturulduğunda veya herhangi bir yerde herhangi biriyle oturduğunuzda, durduğunuzda, ne yapıyorsanız yapın, sigara dumanından rahatsızsanız eğer, o duman en çok size gelir. Yönünüzü değiştirirseniz sigaranın yönü de değişir. O sigara dumanına illa maruz kalırsınız.

Buna bir ekleme de şöyle yapabilirim: otobüs gelmesini uzun uzun beklerken sigara içmeye niyetlenirseniz, sigaranızı yakıp daha iki nefes çektiğiniz anda otobüs geliverir ve sigaranızı söndürmek zorunda kalırsınız. Kaçınılmaz bir şeydir bu.


Bozuk bir alet tamire geldiğinde çalışır.

Size günlerce, haftalarca (belki aylarca) çile çektiren bozulan aleti tamire götürmeye karar verirsiniz. Gelin görün ki, aleti tamire götürdüğünüzde çalışacağı tutar ve hiçbir problem gözükmez. Siz aleti alıp evinize geri döndüğünüzde alet yine aynı problemi yaratır.

Cep telefonunuz şarj olmuyordur, telefonda veya şarj kablosunda bir problem vardır. Teknik desteğe götürürsünüz, adam orada şarj kablosunu prize takar, ucunu da cep telefonuna bağlar ve oh la la! Telefon şarj olur. Adam, “Bunda bir sorun yok,” diye size telefonu ve kabloyu geri verir, eve gelip şarja takarsınız ve o da ne? Şarj olmaz!

Bunun insana uyarlanmış hali de kesinlikle hastalıktır; günlerce bir hastalığınız olur, çok fenasınızdır, acıdan ve ıstıraptan kurtulmak için hastaneye gidersiniz ve doktorla randevunuzdan 10-15 dakika önce rahatsızlığınız azalır, hatta kesiliverir.


Anlamıyorsanız çok açıktır.

Kimi zamanlar olur, en basit şeyler bile komplike görünür (yine yukarıdaki maddelerde yazdığım üzere). Kafanız o kadar uzun süre yoğun ve karmaşık şeylerle meşgul olmuştur ki, en sonunda biri size basit, son derece açık bir laf ettiğinde anlamamaya başlarsınız. “Pardon abi kafam çok karışık, bir daha söylesene,” diye defalarca karşınızdakine söylediği şeyi tekrar ettirirsiniz ve kafanız isteseniz de basmaz, o an için mümkün değildir.


Tüm genellemeler yanlıştır.

Demiştim ya insanlar etiketlemeye ve önyargıya son derece açıktır diye, işte aynı o hesap; siz 10 kişide rastladığınız bir durumla ilgili genelleme yapmaya çalıştığınız zaman, 11’inci kişi illa genellemeye ters düşer. Bunu sadece kişi bazında değerlendirmeyebiliriz; herhangi bir olay veya durum bile genellemelere karşı son derece Murphy’liktir. Hani derler ya “Yağmur yağması için havanın kapalı olması lazım, ama hava her kapalı olduğunda yağmur yağmaz,” diye, aynı mantık. Bir şey genellemeye çok müsait olduğu halde, genelleme yapılamaması için mutlaka bir yan gerekçesi bulunur.


Baş/diş/göz/kulak vb. ağrısı hep en olmadık zamanda başınıza gelir.

Uzun bir süre çalışmışsınızdır, çok çalışmışsınızdır ve bir tatil planı yapıp her şeyi ayarlayarak tatil için yola çıkmışsınızdır. İki üç günlük, belki de beş günlük tatilde daha ayağınızı tatil kapısından içeri attığınız anda Allah’ın belâsı bir baş/diş/göz/kulak vb. ağrısı başlar ve tatil boyunca sürer, tatilinizi zehir eder. Tatilden döndükten sonra ise aniden kesilir.


Her şey duruma göre değişir.

Sıra size geldiğinde kurallar değişir hesabı, ancak onun daha genel halidir bu. Hemen hemen her şey için duruma göre değişme ihtimali bulunur ve bu duruma göre değişebilir olma hali, sizin durumunuzla kesinlikle ters orantılıdır. Bir konuyla ilgili biri, “Şimdi o duruma göre değişir tabii,” derse, o konuyla ilgili değişme özelliği en kıl biçimde değişir ve sizi zorlar, canınızdan bezdirir.


Gizli hata gizli kalmaz.

Bir hata yapmışsınızdır, ancak büyütülecek bir şey değildir ya; siz geçiştirdiğiniz için o gizli hata gizli olmaktan çıkar ve bariz bir hata haline gelir ve sizi perişan eder, rezil bir duruma sokar, günah keçisi haline gelirsiniz, el âlemin maskarası olursunuz, kesin! O yüzden hiçbir hatanın küçük, değersiz ve “gizli” olduğunu düşünmeyin, ufak da olsa hata yapmamaya özen gösterin.


Ve son olarak da, onlarca, hatta yüzlerce bulduğum Murphy kanunları arasında belki de en saf, en güzeli, en yüz güldüreni:

“Yaşam” siz başka planlar yaparken olan şeydir.

Hayatta herkes illa bir plan, bir program yaparak, kafasında bir şeylerin hayalini kurarak yaşamaya adar kendini; hep belli uzun veya kısa vadeli hedefleri, hedefler olmasa bile 5 ya da 10 dakika sonrasında yapmak istediği/yapacağı bir şey olur. Belli bir okula gitmek, belli bir bölümde okumak, belli bir işi yapmak, belli birini sevmek, ona âşık olmak, belli bir hayatı yaşamak üzere kendinizi adarsınız; “yaşam” bunların hepsini kurduğunuzda bunların dışında başınıza gelen her şeydir...


Evet efendim, kısaca Murphy denen, Edward A. Murphy, jr. uzun adlı Amerikalı mühendis şahsın maddelerini çıkardığı ve benim aralarından seçip hakkında yorumlarımın olduğu 30 adet özdeyiş bu şekildedir. Kaynak olarak başta Vikipedi, Ekşi Sözlük ve kendi kafam olmak üzere, Google’dan da aratarak pek çoğuna ulaştım. Dediğim gibi bu yazdıklarım bir seçmece; daha bunlar gibi pek çoğu var; Google’da “Murphy Kanunları” diye aratmanız yeterli olacaktır. Hatta ben sizin için Vikipedi’de uzunca sıralanan bir listeyi de paylaşayım: Murphy Kanunları.

Bu Murphy’nin otuz boku ve daha nicesiyle hayat daha da güzel(!) galiba.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder