22 Mayıs 2013 Çarşamba

Order ettim! (Bir Plaza Türkçesi)



Yok eski Türkçeydi, yok yeni Türkçeydi (İstanbul Türkçesi) derken, bir yandan da kapitalizm ve onun bize dayattıkları vesilesiyle dil bambaşka bir hâl alıyor ve ortaya, dayatılmakta olan yeni kelimelerle, içimizde var olan kelimelerin karışımı bir konuşma dili, yeni bir Türkçe çıkıyor: Plaza Türkçesi, nam-ı diğer Türkilizce. Bunu process edip gerçek hayatta apply edebildiğimiz sürece hiçbir sorun yok!


İnsanın iletişim kurmak üzere kullandığı dil devamlı değişim hâlindedir. Bir dille ilgili “Eski hâli” ve “Yeni hâli” şeklindeki tabirler de şüphesiz bu yüzdendir. Yaşı büyük dilin eski hâlini kullanmayı sever, çünkü onu benimsemişlerdir; yaşı daha genç ve küçük olanlar dilin yeni hâlini kullanmayı sever, çünkü dilin değiştiği bir dönemde dünyaya gelmişlerdir ve onu benimsemişlerdir... Bir de dili kendi işine, eğitimine göre uyarlayanlar vardır ki, tam olarak uyarlayamazlar ve ortaya karışık bir dil çıkmış olur.

Dilimize ne kadar sahip çıktığımız tartışılır; hâlâ “Dahi anlamındaki de ayrı yazılır!”, “Bağlaç olan ki ayrıdır!” diye birbirimizi uyarıp duruyoruz ve insanlar hâlâ bu yanlışları yapmaya -ısrarla!- devam ediyor. Bunun biraz kültürsüzlükten, biraz kitap okumamaktan, bolca da zihin tembelliğinden ötürü olduğunu düşünüyorum, orası ayrı.

Televizyonda Bülent Ersoy’u, “Efen’im, fevkaladenin de fevkinde!”, “Heyet-i umumiyenin kararı önemlidir” diye konuşurken gördüğümüzde, yaşı büyük insanlar her ne kadar anlıyor olsa da, biz gençler ve yetişkinler için o konuşma tam bir kâbus hâline geliyor! Çünkü Ersoy’un konuştuğu Türkçe, eski Türkçe. Hatta kısmen Osmanlı Türkçesi. Ama bu Türkçeye sadece popüler bir figür olan Bülent Ersoy’un konuşmasında rastlamıyoruz; Türk edebiyatının klasik eserlerine de baktığımızda pek çoğunda eski Türkçe dilinin hâkim olduğunu görebiliriz. “Mâmâfih” kelimesinin varlığından, birkaç sene önce okumaya çalıştığım, Remzi Yayınları’ndan çıkan “Çalıkuşu” adlı roman sayesinde haberim olduğunu söyleyebilirim. Ama buna elbette ki kötü bir şey diyemeyiz, hatta bu tür eserleri okudukça insanın zihninde eski dille yeni dilin kaynaşması oluyor ve zihindeki dil zenginleşiyor.



Eski Türkçe konuşmaya bir örnek.


Türkiye’de insanın kendi dilini konuşmasının çokça tartışıldığı şu dönemde, enteresandır ki bazı dillere karşı, “Konuşulmasın efendim! Bizim dilimiz Türkçedir!” şeklinde bir tavır takınırken, kapitalizmin baskısı vesilesiyle gündelik hayatta ürün, marka isimlerini zaten Türkçe okumadığımızı unutuveriyoruz. Bu, Fransızca “train” kelimesinin Türkçeye “tren” olarak geçmesi, ya da Arapça “saat” kelimesinin bize de direkt olarak “saat” şeklinde geçmesi gibi de değil. Bu, kapitalizmin ülkemizdeki en büyük oyuncularından biri olarak gördüğüm Amerika’nın ve İngilizce dilinin bizim dilimizde ağır basması neticesinde İngilizcedeki pek çok kelimenin Türkçeye hiçbir çeviri, Türkçe karşılık edinmeden olduğu gibi geçmesi hâli. Yani, bunun en klasik örneklerinden biri olarak, order etme hâli.



MSN zamanlarından kalma bozuk Türkçe.
Bugün hâlâ konuşulduğunu görmek mümkün.


Buna ben ortaokuldayken İngilizce derslerinde Türkçe - İngilizce karışık konuşan öğrenciler için öğretmenler tarafından Tarzanca denirdi; bir cümle söylerken İngilizce başlayıp sonuna kadar İngilizce götüremeyince öğrenci hemen Türkçeye kayıp cümlede Türkçe ve İngilizceyi evlendirirdi. Bugün bu dilin adı Plaza Türkçesi olarak konmuş.

Nedir bu dil? Aslında çok basit, dolayısıyla bizim neslin adaptasyon konusunda herhangi bir zorluk yaşamadığı bir dil: İngilizce bir yüklemi alıp onu tümleç hâline getirip sonuna Türkçe “yapmak/etmek” yüklemi eklenerek başarıyla gerçekleştiriliyor. Order etmek, design etmek, empoze etmek gibi gündelik hayatta insanların bilinçli veya bilinçsiz olarak kullandığı pek çok çeşidi mevcut.

Bunun nedenlerinden biri -bence- ilkokuldan itibaren aldığımız İngilizce dersi ve çoğunlukla kişinin kendi diline olan hâkimiyetinin zayıflığı. Tabii ilk veya ortaokuldaki İngilizce dersine bok atmak pek akıl kârı bir şey değil; ancak iş lise ve üniversiteye doğru yol alıp da üniversitede de kendini gösterince, kişi de kendi diline üstte yazdığım üzere hâkim değilse, Plaza Türkçesi kaçınılmaz bir hâl alıyor. Bugün eğitimini İngilizce veren üniversiteler azımsanmayacak kadar fazla. İngilizce derslerinin kötü bir şey olduğundan bahsetmiyorum elbette, fakat eğitim olarak da sadece İngilizce dilinin geçerli olması, kişinin bilinçaltını bir şekilde tetikliyor ister istemez. Derslerde de eğitim görevlileri ve öğrenciler arasında şöyle diyaloglar oluşmaya başlıyor:

- Bu düşünceyi kuvvetli biçimde benimseyen falanca topluluğu da bunu öteki insanlara... mmm... neydi ya?
- Empoze mi hocam?
- Hah! Empoze etmek diyelim. Empoze etmişlerdir.

İnsanlar İngilizce diliyle o kadar haşır neşir oluyorlar ki -belki de kendi dilleriyle olması gerekenden daha fazla!-, beynin dilbilimsel olarak düşünme yetisi İngilizce olmaya başlıyor; yetişkin birey bir cümleyi kafasında önce İngilizce kuruyor, çünkü İngilizce kelimeler zihninde daha çabuk “Ben buradayım!” diyor. Bu vesileyle kafasında kurduğu İngilizce cümleyi kişinin bir de Türkçeye çevirmesi gerekiyor, karşısındaki Türk nihayetinde! Çevirme işlemi, cümlenin içindeki bütün kelimeler için tam olarak geçerli olamadığı zaman da, order etmek, reset atmak, check etmek kaçınılmaz oluyor.



Plaza Türkçesinin en bilinenleri ve Türkçedeki karşılıkları.


Mesela check up. İngilizce bir kelime ve tıbbi açıdan kullanılıyor, kişinin sağlık kontrollerinin tamamından geçmesi anlamına geliyor. Bunun Türkçesi tastamam sağlık kontrolü veya tam bakım olabilir -- ama yok! Çevrilmeyi mi unutmuş? Tabii ki hayır! Sadece Türkçe hâlini kullanmıyor insanlar. Haa, check up demek yerine, sağlık kontrolü diyen insanlar da var, bak o terim daha uygun gibi. Ancak bu sefer de hastanedeki personelin kafası check up kelimesine göre çalıştığı için, sen, “Ben sağlık kontrolüne geldim,” dediğinde personel bunu anlamayıp, bir iki saniye düşündükten sonra, “Check up’a geldiniz yani,” diye düzeltebiliyor da! Bak bak bak! İkiniz de Türk’sünüz, senin söylediği “sağlık kontrolü” doğru değil ve “check up” olarak değiştiriliyor, ve bizim konuştuğumuz Türkçe olmuş oluyor!

Veya interneti en sık kullanan ülkelerden biri olmamız vesilesiyle, internet terimlerinin hiçbir çeviriye maruz kalmadan Türkçemize direkt olarak eklenmesi de Plaza Türkçesine katkı sağlıyor. Sizden e-posta adresinizi isteyen insanların bir kısmı, “E-posta adresinizi söyler misiniz?” derken, bir kısmı da, “E-mail’iniz var mı?” diye sorabiliyor. Ya da bir arkadaşınız, “Abi şu pdf dosyasını bana mail atsana,” diyebiliyor. Çünkü zaten bize kendi dilimize çevrilmiş olarak sunulmayan internet ürünleri bir de anadilinde sunulup buna alıştığımız zaman, çevirisini garipsemiş oluyoruz.

Forward etmek kelimesi. Türkçesi “yönlendirmek”. Size gelen e-postayı başka birine aynı şekilde yönlendirmek üzere kullanılan bir kelime. Ama ben nedense çok seyrek olarak, “E-postayı bana yönlendirir misin?” diye soranı duyuyorum. Galiba “yönlendirir misin?” diye sorulduğunda e-postayı karşındakine ayna tutup yansıtacağını düşünüyor insanlar, olabilir.

Design etmek. Yine en sık kullanılan hatalardan biri. Design kelimesi tasarım anlamına geliyor. Amerikalı veya İngiliz tasarımını yapmak anlamında kullanmak için to design derken, yani başına “to” ekini eklerken; biz sonuna “etmek” fiilini ekleyip onu çok güzel biçimde Plaza Türkçesine eklemiş oluyoruz.

- Bu evin dizaynını ünlü tasarımcı....

Bak bak bak! Bunu ben yapmıyorum demiyorum haa! Ben de bilinçsiz olarak yapıyorumdur muhakkak. Ama artık Plaza Türkçemiz nasıl zenginse(!), aynı kelime için Türkçe anlam olduğu hâlde, biz hem orijinalini hem Türkçesini kullanıyoruz. Madem tasarımcı, neden tasarlamıyor? Madem dizayn etmiş, neden dizaynır (designer) değil? Bu dilde nasıl bir yozlaşmadır?

Check etmek, "kontrol etmek" yerine kullanılan hoş bir fiil. Klasik olarak "check" kelimesi yine İngilizce "to check" fiilinden yani "kontrol etmek" fiilinden "to" ekini atarak dilimize geçiyor ve bu geçiş gerçekleşirken sonuna "etmek" fiili ekleniyor. Sonuç: check etmek. Bir form veya sınav kâğıdını doldurduktan sonra check etmeyi unutmayın derler hani; kısacası "Yaptıklarınızı şöyle bir kontrol edin" demek isteniyor.

Revize etmek fiili de "gözden geçirmek", "yeniden düzenlemek" fiillerini anlatmak için kullanıyor; ancak bu fiiller gerekli anlamı sağlayamadığından ötürü galiba(!), revize etmek fiili daha kabul görüyor nedense.

Global kelimesi de Fransızcadan dilimize geçmiş, bilişim, iletişim ve teknolojiyle ilgili sunum ve konferanslarda sıkça kullanılan bir kelimedir. Söyleyen "küresel" demek istiyor, ancak global dendiğinde herkes daha kolay kanıksadığı için galiba, küresel kelimesi yerine global kelimesi daha fazla kabul ediliyor. Yine de global kelimesi, Plaza Türkçesinin öteki elemanlarına kıyasla biraz daha naif, daha uslu bence.

İrrite etmek, "rahatsız etmek" fiilinin "rahatsız" kelimesi daha fazla rahatsızlık verdiği için herhalde, fiili daha sakin, daha kibar kılmak için uyarlanmış bir versiyon olabilir. Rahatsız etmek dediğimizde "kızdıran", "öfkelendiren", "tahrik eden", "keyfini kaçıran" gibi anlamlar akla gelip fiilin anlamını daha olumsuz hâle getirebiliyorken; irrite etmek dediğimizde kişi sadece irrite edici, yani rahatsız edici olmuş oluyor. Yani birkaç anlama gelen genel bir fiilin kılıfı gibi. Genelde entel(ektüel) insanlar birbirini irrite edebiliyor (sonuçta irrite, yani ortada bir İngilizce var!), öteki vatandaşlar birbirini ancak rahatsız edebiliyor.

Download etmek, internetin artık içimize iyice işlemesinden mütevellit rahatlıkla kanıksadığımız bir fiil. "Download" zaten indirmek iken, "indirmek etmek" olunca internetten indirdiğimiz şeye daha fazla vurgu yapmış oluyoruz. "Dosyayı indirdim..." O ne öyle?! Ne kadar irrite edici bir şey! Download etmek varken kim indirir ki? Ama download etmek fiiliyle ilgili insanların birbirini ikaz etmesi daha etkili olmuş herhalde ki, şimdilerde pek çok teknoloji sitesi ve forumda "indirmek" fiili daha çok kullanılıyor. Güzel!




Kütahyalı gençlerin 
"Türkçemize Sahip Çıkalım" posteri.


Kurum ve şirketler Plaza Türkçesi konusunda biraz daha hassaslar uzun zamandır; bir GSM veya herhangi teknolojik şirket aradığında artık Türkçeye çevrilmiş kelimeleri daha sık duyuyorum ben. “E-posta adresinizi verir misiniz?”, “Kullanıcı adınızı ve şifrenizi yazıp giriş yapın lütfen” ve benzeri talimat cümlelerini duymak rahatlatıyor. Ama mesela bir arkadaş ortamında internetle ilgili bir şey konuşurken “Senin oradaki nick’in ne?” diye soruyoruz illâ ki! Neden? Çünkü internetle ilk tanışma zamanlarımızda öğrendiğimiz ilk kelime takma ad değil nickname idi.

Choose nickname:
Choose password:

İnternetle yeni tanışan insanların bir zamanlar gördüğü bilgiler hep İngilizceydi. Şimdi tabii Facebook, Twitter, Youtube gibi küresel sosyal ağlar Türkçe dahil pek çok dili destekliyor. Ama Facebook’ta bir yazıyı görüp like  edenler, altına comment yazanlar; Twitter’da birini follow edenler, retweet edenler, favorite’lerine ekleyenler azımsanmayacak kadar çok. hele ki Twitter’da hashtag’lerle konuşup bir hashtag’i trending topic’e ekleyenler o kadar fazla ki...

Bir süre sonra Plaza Türkçesi o kadar kalıp hâline gelip kanıksanmış oluyor ki, bu sefer de Türkçesini duyunca garipseyiveriyoruz -- ya da ben garipsiyorum en azından. Hashtag kelimesi için (hashtag: Twitter’da bir kelimenin başına “#” işareti getirilip onun bir kalıp/slogan olarak kullanılması) tabela diyenleri de gördüm. Belki doğru bir çevirisi olabilir bu, ya da etiket dersek en basit ve en doğru çevirisi olmuş olabilir. Trending topics için ise henüz bulunmuş bir kelime var mı bilmiyorum. İnsanların zihninde alternatifler mevcuttur, benim önerim Popüler başlıklar... Tabii böyle olunca da sanki haber sitesinde okunan popüler başlıklar gibi bir anlama gelebiliyor.




Hem Türkçesi hem İngilizcesi olsun derken,
ortaya Türkilizce çıkabiliyor.


Bir de 2009’da ortaya çıkan ve bizim ülkemizde de oldukça meşhur olan WhatsApp adlı akıllı telefonlarda kullanılan iletişim uygulamasındaki meşhur bir tabir var aklıma takılan: last seen. Karşınızdakine attığınız mesajın en son görüntülenme tarihini belirten bu kelime bütünü yine bizim yetişkin (ve genç) tayfa tarafından last seen olarak kullanılmaya devam ediyor. Anlamı ne diyorsun, “Son görüntülenme tarihini gösteriyor,” diye karşılık geliyor; o zaman son görüntülenme tarihi olsun diyorsun, “Abi last seen işte!” cevabı geliyor. Yani bu Plaza Türkçesinin, ya da İngilizce kelimeyi olduğu gibi kullanma takıntısının nedenlerinden biri, üst paragraflarda da bahsettiğim üzere, tembellik. “Son görüntülenme tarihi” 21 harf içerirken, “Last seen” bu işi sadece 8 harfle çözüyor! Çok kolay değil mi?.. Hayır değil!

Önce de değindiğim gibi, bu yozlaşmanın ve Plaza Türkçesinin bu kadar gelişmesinin ve genişlemesinin sebeplerinden biri de, insanların ana dilini konuşamaması ve dilin yozlaşması. Bu da çok büyük bir nedenle okumamaktan kaynaklanıyor. “Ben her gün internette gazete okuyorum ama!”... Yeterli değil. Buradan isim vermeme gerek yok, ancak Türkiye’nin en çok tıklanan, en popüler haber sitelerinde öyle aptal, öyle ahmakça yazım ve dil bilgisi hataları yapılıyor ki, Plaza Türkçesine gerek yok, haberi ekleyen gazeteci arkadaş kendi dilini dahi bilmiyor, o kadar ahmakça! Bu gazete yazarlarına, editörlerine (editör de Fransızcadan gelen bir kelime bu arada, TDK bu hâliyle kabul etmiş) haberleri okurken o kadar küfür ediyorum ki haddi hesabı yok! Üstüne bir de Plaza Türkçesi eklenince irrite oluyorum, ignore edesim (“ignore” “ignor” olarak değil, “ignore” olarak okunuyor) geliyor. O yüzden gazete veya dergi okumak da bugünün şartlarında dile hâkimiyet konusunda pek yardımcı olamıyor. Güvenilir kaynaklardan okumak, hatta imkân yaratılıp bol bol kitap okumak gerekiyor.




Hem Türkçesi, hem İngilizcesi bozuk,
hem de ikisini birden kullanan bir ilân.


Bu yozlaşmada zaten kitap okumanın etkisi çok büyük; bir insan ne kadar sık kitap okursa, dil bilgisi konusunda zihni o kadar eğitilmiş olur ve bir kelimeyi görünce garipsemez. Bugün, aynı üst paragrafta yazdığım gazeteler gibi, dil hâkimiyeti konusunda zayıflıkları olan yayınevleri var. Onlara da dikkat edilerek bol bol kitap, yazı, edebi metinler okunarak Plaza Türkçesinin kişinin bünyesini ele geçirmesi önlenebilir.

Bir de bu Plaza Türkçesinin bilinçli ve bilinçsiz kullanımı gibi iki etken var;

Birincisi: kelimenin Türkçesi hakikaten aklına gelmeyen ve mecburen İngilizcesini kullanan insanlar. Örneğin; "Olayı o kadar... mmm... egzejere ettiler ki en sonunda dayanamadım!"

İkincisi: kelimenin Türkçesini bildiği hâlde İngilizcesini kullanan ve bu sayede kendini -belki de- marjinal sanan insanlar. Örneğin; "Adam zamanında şöyle demişti, şimdi böyle yapıyor, dolayısıyla davranışı baştan fail!"

Kabul etmekte fayda var; en az kelimenin Türkçesini bilmeyen kişinin İngilizcesini kullanması kadar, kelimenin Türkçesini bilse dahi, İngilizcesini kullanmanın yarattığı havayı (buna marjinallik mi dersiniz, ne demek isterseniz deyin) seven, benimseyen de var. Yani adam kültürlülüğünü, okumuşluğunu, dahası İngilizce biliyor oluşunu "Bu durum baştan fail!" diyerek göstermek istiyordur belki de. Yapacak bir şey yok.

Kendi dilinde konuşurken başka dilden bir kelime söylemek, ya da ortak bir dilde konuşurken kendi dilinde bir şey söylemek filmlerde ve dizilerde, hatta kitaplarda bile işlenen bir durumdur. Örneğin heyecanlı bir polisiye-macera romanı okurken, karakterlerden biri romanın yazıldığı dilin dışında bir karakter ise eğer, bazı sahnelerdeki konuşmaları sırasında cümlesine kendi dilinden bir kelime ekler.

[cümlede görüldüğü hâliyle]

- Parlez! Parlez immédiatement! (Derhal! Derhal konuş) Derhal konuş!

veya,

[cümlede görüldüğü hâliyle]

- Ah, Il mio errore!* İzin verin düzelteyim.

* İtalyanca "Benim hatam!"

Filmlerde de vardır bu, dizilerde de. Ben daha çok romanlarda rast geldiğim için o tarz örnekler verdim.

Yani kendi dilinde konuşurken yabancı dilde kelime söyleme, veya yabancı dilde konuşurken kendi dilinde kelime söyleme yeni bir şey değil; dahası kişiyi kültürlü gösterdiği de bir gerçek. Sonuçta insanlara sohbet esnasında, "Laf arasında ben Fransızca biliyorum," demek komik duracağı için, onun yerine sohbet esnasında cümle içinde Fransızca bir laf çakmak hem cümleyi kuvvetlendirir, hem Fransızca bildiğinizi göstermiş olur... Peki, o zaman cümle içinde İngilizce bir kelime söylemek neden bu kadar göze batmaktadır veya tuhaf karşılanmaktadır? (Şimdiye kadar size böyle olmadıysa bile bu yazıdan sonra muhakkak olacaktır, o kadar lafını ettik!) Bunun sebebini şöyle izah edeyim: bir insan eğer kontrollü olarak cümlelerinin arasına bir iki yabancı kelime eklerse problem olmuş olmaz bence; ancak zihninde o kelimenin kendi dilinde karşılığı bile yokken İngilizcesine sarılıyorsa, veya İngilizcesini ya da başka dildeki karşılığını söylemek daha 'havalı' geliyorsa orada bir problem var demektir (bence!). Sonuçta konuştuğumuz dilin yüzde yüz Türkçe olduğunu da iddia edemeyiz, dilimiz özellikle Arapça ve Farsçadan oldukça etkilenmiş ve pek çok kelimeyi haznesine eklemiş bir dil. Ama iş, "Bu olay çok egzejere edildi, baştan fail!" demeye gelince orada insan bir duruveriyor, acaba karşı taraf neden, "Bu olay çok abartıldı, baştan hatalı!" demedi diye... İngilizce, ya da Fransızca, veya Almanca, veya İtalyanca, veya başka falanca bir dili bildiğimizi göstermemiz bir tarafa, kendi dilimizden bu kadar uzaklaşmamamız ve önceliği kendi dilimize vermemiz gerektiği düşüncesindeyim. Bu konuda uzlaşıldığı takdirde, isteyen istediği kadar istediği dili konuşabilir. Fakat derdini kendi dilinde anlatamayacak durumda olmak acizliktir, bu hataya hepimiz sık sık düşüyor olsak bile!




Şato, Fransızca "château"dan dilimize uyarlanmış hâli,
Taxi İngilizcesi nasılsa öyle bırakılmış...

Tabii Plaza Türkçesinden bu kadar yakınınca, bu Türkçenin kötü bir şey olduğu gibi bir izlenim yaratmış olabilirim, hâlbuki yok öyle bir şey. Dil zaten sürekli olarak değişim ve gelişim içinde olan bir araç, lisan. Ancak bu değişim ve gelişimi, anadili zedeleyecek ve unutacak kadar serbest bırakmanın da doğru olmadığını düşünüyorum, çünkü bu Plaza Türkçesi denen mereti ben de yapıyorum ne yazık ki. Ama ben aktif içici değilim, dudak tiryakisiyim! Bu bağlamda, Plaza Türkçesine vesile olan “İngilizce düşünüp Türkçe konuşma” eylemine de karşı değilim; bilakis, gittikçe küreselleşen dünya düzeninde İngilizcenin önemli bir yeri var -- neticede küresel bir dil. Bu vakitten sonra, “Niye bizim dilimiz küresel değil de İngilizce? Neden İngilizceye boyun eğmek zorundayız?!” diye serzenişte bulunacak değilim, bulunanına da anlam veremem. Herkesin ortak konuşacağı bir dil olsun, insanlar bu ortak dili konuşabilsin, ama aynı zaman anadilini de her zaman muhafaza ve müdafaa etsin; olması gereken bu bence. Sonuçta hepimiz anamızın karnından İngilizceyi Türkçeye çeviren insanlar olarak doğmadık, dolayısıyla bugün icat edilen, geliştirilen bir kelimeyi, bir terimi, bir teknolojiyi veya bir kavramı illâ Türkçeye çevireceğiz diye bir kaide yok. Yani “Eğer Türkçe konuşacaksak o zaman her şeyi Türkçeye çevirelim!” mantığına da karşıyım -- o zaman var olan Türkçeyi de eski Türkçeye (Osmanlı Türkçesi) çevirelim, neticede özümüz o! O da olmaz.

İnsan zihni muhteşem bir icat; buna ister Tanrı icadı deyin, ister biyolojik bir oluşum deyin. Ve bu zihin aklınızın alabileceği, hatta alamayacağı pek çok konuda bilgiyi edinir, saklar, yeri gelince kullanır. Zihin eğitilebilir, nerede nasıl kullanıp nasıl düşüneceğinizi ve ne şekilde konuşacağınızı belirleyebilirsiniz. Bu sayede, ne İngilizceden, ne Türkçeden, ne de başka herhangi bir dilden kopmadan istediğinizi anlatabilir, iletişim kurabilirsiniz. Ama iş, “Burayı dizayn eden x tasarımcısı...” noktasına gelecek kadar Plaza Türkçesine kaymasın, ilkokuldaki öğrendiğim tabirle Tarzanca konuşmayalım, adamı irrite etmeyin!



Tabelayı yazan abimiz yine şaşırmış; 
"sergi (teşhir) salonu" yerine "showroom",
hatta onu da beceremeyip "showrum" yazmış.



Dipnot: Bu yazıyı yazarken, dil ve konuşma eleştirisi yapıp aynı zamanda yazdığım dile özen göstermek için kılı kırk yardım diyebilirim. Neticede satırlar arasında, "Dilimizi iyi kullanamıyoruz!" diye bir isyan çıkartırken, en ufak bir kelimede bile hata yaparsam Gramer Nazileri'nin peşimde olacağının bilincindeydim. O sebeple, hata ettiysem affola.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder