Yaklaşık son 10 senedir kaybetmenin eşiğinde olan Türkiye’de, bu kaybetme mevzusu son bir iki senedir kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Bir iktidar var ki hemen her şeye muhalif, bir seçmen var ki kendisinden başkasını düşünmüyor. Peki böyle bir ülke ne zaman kazanır, ne zaman kaybeder?
Yazının özet
kısmı direkt olarak okuyanı tartışmaya çağırıyor zaten; “Türkiye son 10 senedir
kaybetmenin eşiğinde değil efendim, nereden çıkartıyorsunuz?!”, “Yok öyle bir
şey, bu iktidarla birlikte Türkiye en büyük yükselişindedir.”, “Yükselsek ne
olacak, yükselmesek ne olacak? Biz bizeyiz zaten, Avrupa Birliği de kabul
etmiyor.”
Değil işte
efendim öyle... Bunu hâlâ göremeyen gözler var. Neyse zaten “Değil” dememle
birlikte sunduğum fikirler ve düşünceler bütünü, benim kendi sübjektif
yaklaşımım olacağı için herhangi bir şeyde müdafaaya pek gereksinim duymuyorum.
Neticede tek bir doğru yok; doğrular ve yanlışlar var.
BİR ÜLKE NE
ZAMAN KAZANIR?
Türkiye 1923
yılında Cumhuriyet’in kuruluşu ve ilânından beri, yani 89 yıldır (bu sene 89
olacak inşallah!) bir refah, bir eşitlik, bir özgürlük içinde... idi.
Türkiye’nin başını en çok ağrıtan şey, bitmek bilmeyen bir siyaset, bir
politika macerası ve dış müttefiklerin yıllardır Türkiye üzerinde oynadığı
oyunlar... Evet, birbirimizi kandırmayalım, Türkiye’de başbakan ya da
cumhurbaşkanından çok, müttefiklerin sözleri geçerli oluyor, buna katılırsın
katılmazsın bu beni bağlamaz.
Her şeyden önce,
politikaydı siyasetti bunlardan ayrı düşünmemiz gerekir, ya da düşünüyorsak
bunları edebiyle düşünmemiz gerekir. Çünkü bu ülke topraklarındaki insanların
hemen hemen hepsinin mazisinde bir kanayan yara, bir hata, bir problem, bir
sindirme durumu söz konusu; üç dört tane adamı topla bir araya, koyu bir
muhabbet aç, şen şakrak sohbet etsinler, noktayı siyasete getir ve bak yarım
saat içinde nasıl bağıra çağıra tartışmaya başlıyorlar... Kendi aramızda bir
“birlik”, bir “beraberlik” yok ki ülkecek birlik ve beraberlik içinde olalım!
Bu ülkeye
seneler önce demokrasi getirilmiş, insanların oylayarak veya tartışarak ortak
bir karara varmasına izin verilmiş, herkesin istediği olsun ve herkes rahat
etsin, kimsenin problemi olmasın, problem varsa da ortaklaşa çözülsün diye bir
sistem oturtulmuş- ama sorsan herkes bundan şikâyetçi! Her bireyde bir “O benim
yerime oturdu, benim yerimdi o!” şikâyeti var. Ne olur o senin yerine otursa,
sen oturacak başka bir yer bulsan? Amaca değil araca yöneldiğimiz için
problemlerimiz çok.
Birbirimizi
anlayışla dinlediğimiz zaman, karşımızdakindekinin kusurunu düzgün bir biçimde
söylediğimiz zaman, kendimizi toplumcak kendimiz düzelttiğimiz zaman kazanmış
olacağız.
...çok mu
Polyanna’cılık yaptım? Biraz öyle galiba, evet. Özellikle şu devirde,
yukarıdaki paragrafın hiçbir anlamı, manası, geçerliliği yok. Peki, bunu
kurmak, bunu yürütmek ve bunu ilerletmek kimin elinde? Normal şartlar altında
devletin, hükümetin, yani iktidarın. Peki, iktidar ne yapıyor? Acı ama gerçek;
iktidar kendi derdinde. “Benim vatandaşım”, “Benim halkım”, “Benim insanım”,
“Benim memleketim”, benim benim benim... Bunları halihazırdaki başbakanımız da
söylüyor, ondan öncekiler de söylediler; çünkü bu gerçek bir niyet değil, eylem
olmadığı sürece, bu sadece politik bir söylem. Süleyman Demirel de “Benim vatandaşım,
benim çiftçim” derdi, bugün Demirel de eleştiriliyor. Gerçi bugün, son 50 yılın
bütün siyasileri eleştiriliyor. En düzgün, en aklı başında olanından bile bir
pürüz çıkarmaya meyilliyiz. Probleme o kadar kilitlenip kalmışız ki, kişilere
ve olaylara takılıp kalmaktan çözümü göremiyoruz. Problem 50 yıldır hep devam
eden problem; ama şu yapmıştı, ama bu dediydi, ama o söylediydi...
Bir ülke ne
zaman kazanır? Bir ülke, problemi söyleyen kişiye, söyleyen ağza bakmakla
değil, probleme bakmakla kazanır. Bu ülkede (Türkiye genel olarak hep bir
problem içinde olduğundan yazı için devamlı olarak Türkiye’yi örnek alıyorum)
hemen herkes “O ne demiş? Hmmm, öteki ne demiş? Bu ne söylüyor? Bu zaten hep
aynısını söylüyor bee!” şeklinde bir görüşe sahip. Yalan de, sonra kalk
arkadaşlarınla buluş, siyasetten konu açılsın ve bir saat sonra bana tekrar
gelip yalan de. Diyemeyeceğine ben bahse girerim.
Bir ülke ne
zaman kazanır? Ülkede muhalefet, muhalif düşünce olduğu zaman kazanır. Çünkü
vücudun ağrıyan tarafı, ağrıdığını belli etmeden vücut orayı onarmaz, umursamaz
bile. Bir yerimiz kesildiğinde neden canımız acır? Çünkü acıyan yer ses
çıkartır, sen oraya “Acıma lan!” dersen olur mu? Olmaz, orası kanamaya devam
eder, çürük bir insan olup çıkarsın.
Peki, bu
toplumda, bugün muhalefet gözlemlenebiliyor mu? Evet, ama bu zamana kadar
iktidar tarafından en fazla bastırılan muhalif gözleniyor, çünkü muhalif taraf
muhalefetini yapamıyor. Kuru gürültü çıkartan, her şeye muhalif olan bir yapıdan
söz etmiyorum; en bariz biçimiyle “Ak” denen bir şeye “Kara” dediğin andan
itibaren dışlanıyorsun, tersleniyorsun, reddediliyorsun, hor görülüyorsun, linç
ediliyorsun (hem fiziksel, hem zihinsel olarak).
Ayna sana
gerçeği değil, senin görmek istediğini gösterse, onun adı “ayna” olabilir mi?
Olamaz. Bir ülkenin en büyük aynası; 1) ülke içinde yaşayan insanlardır 2) o
ülkeyi diğer ülkelerin nasıl gördüğüdür.
Birkaç ay önce,
“Kış Günlüğü” adlı romanı Türkiye’de satışan çıkan Paul Auster’la bir Türk gazetesi
röportaj yaptı; röportajda Auster dedi ki: “Türkiye’de konuşma, ifade özgürlüğü
yok, pek çok gazeteci ve yazar hapiste. Düşünceyi ve yazıyı bastırma durumu
hâkim. Anti-demokratik ülkelere gitmeyi reddediyorum, bu yüzden Türkiye’ye
gelmem.” Vay efendim sen misin bunu söyleyen?! Bizim çok değerli başbakanımız
çıktı dedi ki: “Bir Amerikalı yazar, Paul Auster bir röportajında Türkiye’ye
gelmek istemediğini, Türkiye’nin anti-demokratik olduğunu söylemiş. Yahu sen
gelsen ne olur, gelmesen ne olur... Sen zaten daha önce de İsrail’e gittin,
İsrail Filistin’e karşı bomba kullandı, oraya niye gidiyorsun? Seni tatlı su
demokratiği seni...”
Eleştiriden,
eleştirel düşünceden yoksun bir kitle Erdoğan’ın bu lafına balıklama atladı;
“Evet efendim, o Poğl (Paul) denen yazar İsrail’e niye gitti bir kere? İsrail
Filistin’i bombaladı, var mı böyle demokratiklik?!” E be canım kardeşim; 1)
Paul Auster İsrail’e giderken oradaki düşünce özgürlüğünü ve yazar ve
gazetecilere yapılan muameleyi göz önünde bulundurarak gitti, bunu kendisi de
söylüyor, 2) Paul Auster kendi ülkesi Amerika’yı bile eleştiren, eleştiriyi
geç, yerden yere vuran bir yazar. Ama bizim Türk halkımız ne yaptı? Auster’ı
günah keçisi ilan etti- pardon ya, onu yapan başbakan Erdoğan’dı. Bizim
halkımız da Erdoğan’ın izinden gitti, 10 senedir yaptığı gibi(!).
Bir ülke ne
zaman kazanır? Demagojiyi bırakıp da gerçekler konuşulmaya başlandığında
kazanır. Türkiye’de 10 senedir üç kez iktidar olan bir partinin seçim zamanına
yakın erzak, kömür, para yardımı yaptığını, seçim zamanından uzak benzin,
doğalgaz, elektrik zammı yaptığını insanlar görüyor, peki neden bir kısım ses
çıkartırken bir kısım çıkartmıyor? “Aman efendim, iktidar işte fakire yardım
ediyor, siz de amma yaptınız!” Bunu diyen insanlara artık hiç boşuna o meşhur
“Bana balık verme, balık tutmasını öğret.” lafını söylemeyin, kendi kendinize
sinirden gülmeye başlarsınız.
Bir ülke ne
zaman kazanır? Karşıt görüşe saygısı olduğu zaman, karşıt görüşü bastırmadan,
kim ne diyor bununla ilgilenip çözüm bulduğu zaman. Bozulan bir makineye vurup
“Çalış lan!” mı diyorsun? Aferin, çok iyi yapıyorsun, tam bir iktidar
örneğisin! Neden makinenin sorunuyla ilgilenmiyorsun? Çünkü işine gelmiyor,
iktidar olmaktan o kadar memnunsun ki, o koltuk sevdasına o kadar kapılmışsın
ki...
BİR ÜLKE NE
ZAMAN KAYBEDER?
Aslında bir
ülkenin ne zaman ve nasıl kazanacağı belli, yani kriterler belli -önümüzde
Cumhuriyet ve demokrasi gibi iki kavram var-, o yüzden olmayanı ya da olmaması
gerekeni inceleyerek olması gerekeni bulabiliriz.
Bir ülke ne
zaman kaybeder biliyor musunuz? İktidarı her şeye, ama her şeye muhalif olup
her probleme bir kulp takmaya başladığı zaman, yani 50 senedir olduğu gibi
(bazı başbakanlar ve cumhurbaşkanları elbette tenzih edilmelidir). “Dişim
ağrıyor”; beze Rakı dök dişine bastır bitsin. “Parmağım kesildi”; yara bandına
gerek yok, parmağınla bastır geçer. “Ayağım ağrıyor”; ağrımayacak şekilde yürü
geçer. “Kırık mal vermişsiniz”; yahu çalışıyor mu sen ona bak, kırığı ne
yapacan...
Bir ülke ne
zaman kaybeder? İktidarı, başbakanı, bakanları, yaptıkları hatadan da büyük bir
hata payına sahip açıklamalarla olayları geçiştirmeye çalıştığında. “Benzin
fiyatı arttı”; benzin kullanmayıverin efendim, bisiklete binin!... Sanki
memleketimin her yerinde bisiklete binmek için trafikte alan var da!
Bir ülke ne
zaman kaybeder? İnsanları sanata, sanatçıya karşı gelmeye başladığında, kültürsüzlüğü övdüğünde. İnsanlık
Anıtı’na “Orada bir ucube dikmişler” diyerek tepki gösterdiğinde, sanat
kavramından yoksun bir belediye başkanı “Ben böyle sanatın içine tükürürüm!”
dediğinde. Devlet tarafından maddi olarak desteklenmesi, ancak devlet
tarafından kontrol edilmemesi gereken tiyatroları özelleştirilmeye çalışılıp, “Yapamazsınız,
sanatın muhalif tarafını baltalarsınız,” şeklinde tepki alınca, “Size mi
soracağız? Muhalefet olmayıverin!” diye karşı tepki verdiğinde.
Bir ülke ne
zaman kaybeder? “İleri demokrasi” diye bir kavram ortaya atıp bunun tam tersi,
gerici bir zihniyet hakim sürüldüğünde. Öğretmenlerine, memuruna devletin
polisi copla, biber gazıyla, tazyikli suyla müdahale edip “Muhalif olmayın,
ileri demokrasiye uyun!” diyerek bu hareket desteklendiğinde.
Bir ülke ne
zaman kaybeder? Ülkeyi yöneten, idare eden kişi ya da kişiler, her iki
vatandaştan birini “Ötekini dinleme, sen kendin ol, kendi problemlerin için
savaş, çıkarcı ol, kindar ol, dinine uymayı da sakın unutma.” şeklinde ötekine
karşı doldurup düşman hâle getirdiğinde.
Bir ülke ne
zaman kaybeder? Cehalet toplum üzerinde hâkimken bir yalana binlerce insan
alkış tutup sadece azınlık eleştirel gözle bakıyorsa ve bu cehalet yüceltiliyorsa,
o ülke kaybeder.
Ünlü düşünür
Sokrates, “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir,” diyebiliyorken; bir
ülkenin başındaki insan “Ben her şey biliyorum!” havasında takılırsa, üzgünüm,
o ülke kaybeder.
Son olarak da,
bütün bu olan biteni görmezden gelen, kendi hayatına, hayata eleştirel gözle
bakmayarak devam eden insanlar için de; “İyi geceler sevgili seyirciler!...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder