25 Ekim 2012 Perşembe

"Avrupa Yakası" vs "Yalan Dünya"


Ocak 2012’de başladığından beri bir “Avrupa Yakası mı, Yalan Dünya mı?” muhabbetidir sürüp gidiyor. Genel kanı, “Avrupa Yakası” dizisinden alınan tadın “Yalan Dünya”da olmaması. Tabii bu genel kanı. Benim düşüncemse, esas yapı sabit kaldı ve içerik değişti ve biraz daha güzelleşti. Niye mi? Söz açılmışken anlatayım…

Öncelikle belirteyim, Gülse Birsel’e geciken bir hayranlığım var. Kendisini GAG zamanlarında pek izlemiyordum, Avrupa Yakası’nın da müdavimi değildim uzunca bir süre. Sonra ne oldu etti ben bu diziye kaptırdım gittim. Biraz geciken araştırmalarım sayesinde de, Gülse Birsel’in bu dizinin senaristi olduğunu öğrendim. Hem diziyi yazıyor, hem uygulayıcı yapımcısı, hem başrol oyuncularından biri. Ki aslında kendisinin yazdığı dizilerde genelde bir ya da birkaç başrol oyuncusu yok, çünkü herkes başrol oyuncusu. Burada Gülse Birsel’in ufak bir hilesi de var: Ana karakterleri olmadığı için kendisini hikâyenin merkezine oturtup aslında herkesin hikâyesini anlatırken kendisini bağlayıcı bir etken olarak tutuyor. Hatırlarsanız Avrupa Yakası’nda Aslı’nın ailesi ve Avrupa Yakası dergisi ekibi vardı ve hikâye bunun üzerinden dönüyordu, bu iki grubu bir araya getiren de evin kızı Aslı idi.


Avrupa Yakası dizisinde de klasik bir geleneksel-modern çatışması vardı; her gün sokakta görebileceğimiz, bizden biri olan, biraz da kaçık geleneksel tiplerle, dergi ekibinde gördüğümüz ve biraz daha entelektüel tabaka olan başka insanlar. Hikâye de hep bu insanların arasındaki ilişkiler ve çekişmeler üzerineydi. Aslı ne kadar metropolitan kadın, kentli insan idiyse, kardeşi Volkan mesela bir o kadar geleneksel ve Anadolu çocuğu idi.


Zaten Aslı’nın çalıştığı dergi elit kesimin okuduğu, tirajı yüksek bir marka; ailesinin işi ise Sütçüoğlu Muhallebicisi’ydi.


Dergi



Aile (eski versiyon)



Aile (yeni versiyon)

Yani dediğim gibi hep bir geleneksel-modern çatışması ve Gülse Birsel’in çok tutan ve fenomene dönüşen karakter yaratışı vardı konsept olarak. Haa bu karakterlerin ne kadar fenomen olduğu veya ne kadar başarılı olduğu tartışılır, ama nihayetinde popüler kültüre iş yapıyoruz kardeşim! Sokaktaki Mahmut Amca dizide kendiyle özdeşleştirebildiği bir karakter buluyorduysa ve o karakter Mahmut Amca dışında 5000 kişinin daha kendisiyle özdeşleştirdiği bir karakterdiyse, evet o karakter fenomendi.

Dizinin en fenomen karakterlerinden biri, hiç kuşkusuz, Burhan Altıntop’tu.


Gerek konuşma biçimi (“Aslı yievrum!”, “Pabucumun rock’çısı!”, “Lan girizekalı!”), gerekse tavırlarıyla bir sezon içinde dizinin amiral karakteri haline geldi resmen.

Bir de o dizinin en kötü fenomen karakteri ise şahsımca Gaffur’du. Gaffur felaketti!


Üstüne bir de -galiba- son iki sezonda Şahika Koçarslanlı karakteri girdi ki, dizinin en bomba karakterlerinden biriydi.


Yine dile pelesenk olan laflarıyla (“Seni paramla döverim beeaa!”, “Aaaah! Salon kadını çizgimden kayıcam şimdi haa!”, “Zönk!”) bir fenomendi Şahika. Hatta Şahika karakterinin, Nur Yerlitaş’a gönderme bir karakter olduğu bile konuşulmuştu.

Binnur Kaya sadece bu karaktere değil, ayrıca son sezondaki bomba bir diğer karaktere daha hayat vermişti: Dilber Koçarslanlı.


Türk izleyicisi bu yeni karakterleri de bağrına bastı ve güle eğlene koca bir diziyi devirdik... “Avrupa Yakası” gerçekten fenomendi.

Neyse… Bayağı 5-6 sene boyunca bu diziyi izledik ve kimi sezon sonlarında “Artık boka sardı (“bok” kelimesini mazur görünüz, Microsoft Word bile altını çizdi kaba dedi), güldürmüyor da, devam etmemesi lazım” derken, zaten 90 dakikalık bölüm yazma çilesiyle cebelleşen Gülse Birsel arada acayip bir ivme kazandırmıyor değildi ve bu ivmeler sayesinde dizi gittiği yere kadar gitti, çok da güzel gitti. Hatta ivme bir ara o kadar yükseldi ki, dizide bir oyuncu iki karakter falan canlandırmaya başladı, ki bu zor, başarılırsa da oldukça iyi bir yöntem.

Avrupa Yakası iyi veya kötü bir şekilde bitti ve şimdi o insanlar paralel bir evrende yaşamaya devam ediyor. Avrupa Yakası’ndan sonra Gülse Birsel haklı olarak bir süre dinlendi. Bu süre içinde de yeni fikirler düşündü elbette, ki 3 sene sonrasında yeni bir diziyle döndü: Yalan Dünya.

Birincisi; Gülse Birsel’in iyi bir mizah tarzı olduğunu düşünüyorum, Avrupa Yakası’nda kimi zaman klişelere ve bazı başka dizilerden replik ve sahnelere yer vermiş olsa bile (Buna “çakma” diyemiycem, “çakma” kelimesi için bkz. “+18” dizisi. Bir eserde başka bir esere atıfta bulunma, gönderme yapma ayrıdır, başka bir eseri izin olmadan birebir kullanma veya onu kopyalama başkadır). İkincisi; Gülse Birsel’in gözlem yeteneği çok iyi ve kafasında çok güzel kurguluyor. 90 dakikalık her bir Avrupa Yakası bölümünde kimi zaman uzatmak için saçma birtakım sahneler ve diyaloglar yazıp bazı karakterleri gereksiz harcamış olsa bile. Üçüncüsü; kadın işinde iyi. Yiğidi öldür hakkını yeme! Bu etkenler Yalan Dünya dizisinde de kendini gösterdi nitekim ve yine lezzetli bir yapım ortaya çıktı.

Fakat insanlar Yalan Dünya’yı birkaç bölüm sonrasında garipsemeye başladılar. Garipsemek derken; anlaşılmaz, tuhaf, uygunsuz bulmak, alışamamak anlamlarında değil. İnsanlar “Yalan Dünya”nın da “Avrupa Yakası”nın aynı çatısını kullandığını düşünüyorlar.


Yine modern-muhafazakâr, belli örf, ahlâk, gelenek ve göreneklerine bağlı bir aile. Diğer tarafta da bunun, modernlik sabit kalarak, tamamen zıttı başka bir aile(msi) (yan dairedeki karakterlerden ikisi abla-kardeş oldukları için gibimsi oluyor).


Şimdi insanlar niye “Yalan Dünya, Avrupa Yakası’nın çakması yeaa!” diyorlar, ona bakalım:

Selahattin Çakaler,



birebir Burhan Altıntop’u çağrıştıran bir karakter, özellikle “Yalan Dünya” ilk bölümünde!

“Yalan Dünya”da Rıza’nın annesiyle babası birebir “Avrupa Yakası”ndaki Aslı’nın anne ve babası gibi gözüküyor (fotoğraf koymuyorum buna). Rıza karakteri de kısmen Volkan karakterine benzemiyor değil.


Rıza (Yalan Dünya)



Volkan (Avrupa Yakası)

"Yalan Dünya"daki Açılay karakteri de "Avrupa Yakası"ndan Fatoş'u andırmıyor değil.


Fatoş (Avrupa Yakası)


Açılay (Yalan Dünya)


Çağatay Koçtuğ karakteri de rahatlığı ve -kırık- elitliği vesilesiyle Kubilay karakterine benzemiyor değil.


Kubilay (Avrupa Yakası)



Çağatay Koçtuğ (Yalan Dünya)


Hatta “Avrupa Yakası”ındaki Makbule karakteri, birebir “Yalan Dünya”ya Gülistan olarak taşınmış diyebilirim. İki karakterin de iki dizide aynı oyuncu olan Hasibe Eren tarafından canlandırılması da cabası! Arada tabii farklılıklar olabilir, elbette vardır, ama karakter yapısı itibarıyla andırıyor.


Makbule (Avrupa Yakası)



Gülistan (Yalan Dünya)


“Avrupa Yakası”ndaki parası bol, edepli küstah Şahika karakteri de “Yalan Dünya”da görünüm değiştirmiş Nurhayat olarak görülebilir.


Şahika (Avrupa Yakası)



Nurhayat (Yalan Dünya)



Hatta "Avrupa Yakası"ndaki Dursun karakteri, birebir "Yalan Dünya"daki Reis karakteri, değil mi?


Dursun (Avrupa Yakası)



Reis (Yalan Dünya)


Bu ve benzeri daha pek çok “aynı”lık bulabiliriz, eğer iki diziyi detaylı olarak karşılaştıracak olursak. Ancak bu benzerlikler de, “Dizi ‘Avrupa Yakası’na çok benziyor, komik değil,” demek için gösterilebilecek bir bahane değil bence. Amerikan komedi dizileri ve sitcom’larına da bakacak olursanız, hep bir aile-arkadaş ortamı ilişkisi üzerinden geleneksel-modern çatışmasını görmek mümkün.

Fakat benim esas değinmek istediğim nokta, dizinin ana yapısı “Avrupa Yakası”ndan çok fazla bozulmadan “Yalan Dünya”ya taşınırken, “Avrupa Yakası”ndaki mizah ve güldürü öğelerinin “Yalan Dünya”da daha kaliteli mizah ve esprili diyaloglar olarak kendini göstermesidir. Yani demek istediğim şu: “Avrupa Yakası”nda daha çok karakterlerin birbirleriyle olan çatışmaları ve bazı absürt, karikatürümsü karakterlerin laflarıyla tavırları güldürü malzemesi iken; “Yalan Dünya”da yine laflar ve tavırlar güldürü malzemesi oluyor, ancak benim gözüme daha iyi ve kaliteli espriler ve geyikler çarpmıyor değil.

Bu noktada pek çok kişiyle zıt düşüyorumdur herhalde, çünkü internette okuduğum pek çok forum ve sitede yapılan yorumlar, bu yeni dizinin “Avrupa Yakası”ndan öteye gidemediği, yeni bir şey katamadığı, hatta “Avrupa Yakası”nın gerisinde bile kaldığı yönünde. Bence bu yanlış. Gülse Birsel, haklı olarak iki diziyi de kendisi yazmış olduğu için aynı çatıyı taşıyıp benzer karakterleri değiştirerek farklı bir hikâye anlatmak istemiş olabilir- nitekim bunu bence beceriyor da! Zaten önemli olan karakterlerin birbirlerine görünüşte ne kadar benzedikleri değil, kişilere ve olaylara kendilerince nasıl tepki verdikleridir.

Bu noktada “Yalan Dünya”, diğer pek çok komedi dizisinden de ayrılıyor. Tek bir konu üzerine senelerdir yapılan bir geyikten ibaret olan (Türklerin uzaya gitmesi) Tayfun Güneyer imzalı “Türk’ün Uzayla İmtihanı” dizisinden mesela.



Ya da yine Tayfun Güneyer imzalı, Türk’ün en Türk halini (yüzbinmilyonuncu kez) anlatan, “Türk Malı.”



Veya, hâlâ güldürebildiğini zanneden, müthiş mizah ustası(!) Gani Müjde’nin ekibiyle kaleminden çıkma “Pis Yedili.”



Tamam belki “Pis Yedili” kulvarda farklı kategoride ve yaş kitlesinde izleyiciye hitap ettiği için onu bu yarışa dahil etmesek de olur; ancak genel anlamda Türk televizyonlarındaki sitcom ya da komedi dizileri (birkaç istisna dışında) vasatın altı, o meşhur tabirle “ilkokul talebesinin bile gülmeyeceği” esprilerle dolu olduğu için, “Yalan Dünya” gibi iyi örneklerin hakkının yenmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Gelgelelim “Avrupa Yakası” biraz daha total izleyici kitlesine hitap eden bir dizi olmuş olduğu için ona muhtemelen daha çok gülünüyordu; daha fazla Anadolu insanı, daha fazla Türk gibi Türk, daha sokaktaki Mahmut Amca vb. öğeler çok olunca dizi acayip tutmuştu. “Yalan Dünya” ise biraz daha AB kitlesine hitap eden bir dizi olduğundan (“Avrupa Yakası” zamanında totalde ilk sırayı yüzlerce kez görmüştü, “Yalan Dünya” genelde daha sık AB grubunda birinci oluyor, gözlemlenmiştir yani) çoğunluğun sevmemesi normal. Çünkü karakterlerin diyaloglarından ve yazılan sahnelerden de anlaşılacağı üzere, “Yalan Dünya” biraz daha oyunculuk ve dizi sektörüne el atıyor ve buradaki derin bazı konuları inceliyor. “Avrupa Yakası” bir dergi ofisini anlattığı için daha tanıdık, bildik bir ortam olarak gözükmüş olması normaldir. Her gün Türk insanının pek çoğu bir ofis ortamına gidip çalışıyor. Bunun ötesinde, sıradan bir ofis ortamıyla oyunculuğun olduğu bir ortam arasında haliyle fark olacaktır.

Şunu da belirtmekte fayda var ki, Türk izleyicisi olarak, sen ve ben olmasak bile o mutlaka gırgırlı, şamatalı, bolca bağırılan yapımları seviyoruz. Amerikan sitcom’larında biraz daha durum komedisi hâkimdir ve sade, yalın, bağırtısı olmayan sahneler bile güldürür. Bizde bu tarz güldürünün en uç örneği “Cennet Mahallesi”dir; komik olup olmadığı tartışılır, ancak bol gürültü ve curcuna doludur bu dizi.



Ne kadar çok tantana varsa, ne kadar fazla karakter birbirine bağırıyorsa o kadar seviliyor ve beğeniliyordur dizi. Bunun gibi daha pek çok örnek Türk televizyonlarında mevcuttur. Bu açıdan “Yalan Dünya” da çok bağırtılı, çok “abartılı” bir dizidir, ama unutmamak lazım ki sitcom dediğimiz kavram biraz da abartıdır.

Ben bu noktada, dizinin, Gülse Birsel faktörünün daha baskın geldiğini ve daha komik olduğunu düşünüyorum. Özellikle “Friends” dizisini defalarca izlemiş biri olarak “Yalan Dünya”nın biraz daha küresel güldürme standartlarına yakın olduğunu düşünüyorum. Ayrıca şunu belirtmekte de fayda var; “Yalan Dünya”da “Amaaan, buna mı gülüyor insanlar?!” diyebileceğiniz esprileri Cem Yılmaz gösterilerinde yapsa katıla katıla gülersiniz, aha da buraya yazıyorum! Ha “Ben Cem Yılmaz da sevmiyorum zaten, bu tür güldürü benim alanım değil” diyorsanız, o zaman kaba tabiriyle “bok atmak” yerine izlememeyi tercih edebilirsiniz mesela.


“Bak bu da mantıklı... Dur ben bunu düşüneyim.”


Bir de şu “Başka diziden arakladı”, “Şu diziden çalmış” gibi ithamlar oluyor “Yalan Dünya” dizisine (“Avrupa Yakası” zamanında da oluyordu). Başlardaki paragraflarda da değinmiştim bu noktaya. Şimdi şöyle oluyor; Türk dizileri, drama olsun komedi olsun sitcom olsun, süreleri minimum 90 dakika. Akıl kârı bir iş değil! Ayrıca bir yapıtta, başka bir yapıta atıfta bulunma, o yapıttan sahneye yer verme olur, olmalıdır da. Yapıtlar birbirlerini besler ve bu şekilde ilerler. Bütün dünyanın kahkahalar atarak izlediği pek çok dizide başka dizilerden ve yapımlardan sahnelere, diyaloglara rastlamak mümkündür. Ha bu noktada şöyle bir etken de var, bizdeki diziler çok uzun olduğundan yazarın yapacak bir şeyi kalmayıp, örnek olarak aldığı bir sahneyi birebir bütün bölüme yedirmek “zorunda kalabiliyor”. Ayrıca her an, her saniye iki kişiden birinin ötekiyle aynı düşünebildiği bir dünyada yaşıyoruz ve Amerikan yapımlarına bakınca aynı benzerlikleri veya aynı formatları görmek mümkün.



F.R.I.E.N.D.S.



How I Met Your Mother


Amacım, “ ’How I Met Your Mother’ tamamen ‘Friends’ dizisinden araktır!” demek değil; iki dizi arasında izleyicilerin sürekli benzerlik olduğunu söyleyip tartışması. Hatta bu işin atası bile var: Seinfeld!



Bu açıdan sevgili dostlar, şahsi kanaatimce “Yalan Dünya”, “Avrupa Yakası”ndan bir tık aşağıda değil, bir tık yukarıdadır. “Yalan Dünya”daki esprilerin belli bir kısmına veya çoğuna gülmeyen izleyici muhtemelen Türk televizyonlarındaki cümbüşten kafası ambele olan insanlardır... ya da değildir, önyargıyla yaklaşmamak lazım.

Bizde sakin olduğu halde güldürebilen dizilerin en iyilerinden biri ise “Bizimkiler”dir.




Burada şu noktaya da dikkat çekmem gerekir: “Bizimkiler” dizisi sosyologlara danışılarak yazılan ve her bir karakteri, her bir diyaloğu ayrı ayrı işlenen, “derinlikli” bir diziydi ve bu derinliğin yüzeye yansıması bizleri güldürürdü, güldürürken de düşünürdü. “Bizimkiler” dizisinin herhalde ya iki ya da üç bölümünden birinde bir bağırtı bir tufan kopardı, o da tam yerine gelirdi, bir “Cennet Mahallesi” değildi yani. Fakat tüketim toplumunun büyümesi, tüketimin giderek artması ve buna bağlı olarak da hızlanması, daha ‘cacık’ yapıtların kapış kapış gidiyor olması da prodüksiyon şirketlerini ve yapımları etkiliyor olabilir haliyle. Bu açıdan hem popüler kültürü doğru yakalayan, hem de bu ‘cacık’lığa kendince bir şeyler eklemeyi başarabilen yegâne dizilerden biri “Yalan Dünya” benim gözümde. Dizinin uzunluğunu bir kenara atabilecek olursanız, formatı ve uyarlanması açısından biraz daha küresel standartlara uyduğunu düşünüyorum, yanılıyor da olabilirim.




Evet çok konuşup kafanızı şişirmiş ve sizi Rıza’nın durumuna sokmuş olabilirim. Ama hâl böyleyken böyle sevgili dostlar...



Yazıyı bitireceğim diye bu kadar sevineceğiniz aklıma gelmemişti, siz de haklısınız. J

Bu kısma kadar geldiyseniz sabır taşınızı sağlam tuttuğunuzu düşünerek şöyle bir not da eklemek isterim: “Yalan Dünya”, kültür ve sanatla ilgili en çok atıf ve özendirmenin yapıldığı dizilerden biri. Özendirme dediğim; hani bir sahnede bir karakter kitap okur, siz de onu görüp merak eder ve okursunuz. İşte o! Dahası, tiyatroyu ve oyunculuğun çeşitli türlerini de aşılayan bir dizi “Yalan Dünya”. “Avrupa Yakası” da modayı ve ofiste arkadaş ilişkisini aşılıyordu yanılmıyorsam (yanılıyor muyum?).

Sonuç olarak; bir yazar, komik bir konu hakkında olması gerekenden “daha fazla” miktarda yazmak, çizmek, oynamak, yönetmek, “göstermek” zorunda kalıyorsa orada yazarı değil, sistemi eleştirmek gerekiyor. Eh, 90 dakikalık Türk televizyon sektöründe de elimizde olan iyilerle kötüleri ayırmak gerekiyor bazen. “Yalan Dünya” da, ibrenin “iyi”yi gösterdiği noktaya eşit bence. Ayrıca bizimki gibi aradaki benzerlikleri bulmanın bir ata sporu olduğu ve her şeyi beğenme potansiyeline sahip izleyicinin pek de bir şey beğenmediği bir toplamda her şey mümkün. Orçun’un da bu noktada derin düşünceleri olduğu kanaatindeyim... (annesinin deyişiyle) Değil mi Orçün? 




16 yorum:

  1. harika tespitler yapmışsınız, çok beğendim yazınızı.

    YanıtlaSil
  2. İlginiz için teşekkür ederim. :)

    YanıtlaSil
  3. gülse birsel'in yerinde olsaydım size ulaşır ve sıkı sıkı sarılırdım.kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  4. Beğeniniz için teşekkürler. :)

    YanıtlaSil
  5. çok iyi tespitler yazılarınızın devamını bekliyoruz

    YanıtlaSil
  6. İlginiz için teşekkürler. :)

    YanıtlaSil
  7. Avrupa Yakası ve Yalan Dünya dizileri üzerine yazılmış en güzel yazı.
    İki diziyi de sıkı takip ettiğimden benim yaptığım gözlemleri sizinde yapmış olmanız ve aynı düşüncelere sahip olduğum başka insanların olması beni mutlu etti.

    Türk dizilerinin kalitesini, hiç bir diziyi aşağılamadan karşılaştırmış olmanız da çok güzel.

    Bu yazının yayılmasını ve Türkiye'deki birçok kişinin okumasını gerçekten çok istiyorum.Tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  8. Mükemmel tespitler. Ama avrupa yakası Burhan artısı ile bence genede daha iyiydi. Burhan karakteri de diziye ilk girdiği sezon değil bir sonraki sezon açılmıştı, popülaritesi artmıştı. İleri ki dönemde yalan dünyada böyle bir karakter sıyrılacak mı göreceğiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz ve beğeniniz için teşekkürler.

      Evet Avrupa Yakası'nda Burhan Altıntop gibi BÜYÜK bir faktör vardı, bunu kabul ediyorum. Burhan gibi ilginç bir karakter bir daha Türk televizyonlarında ne zaman kendini gösterir bilinmez. Ama bildiğim bir şey var; Gülse Birsel yazdığı dizilerde genelde ana karakterler dışında, sezon ortasında veya sonraki sezonlarda eklediği yan karakterlerle gücünü gösteriyor. Yalan Dünya'daki Eylem, Zerrin ve Vasfiye Teyze karakterleri de bunun için iyi bir örnek. Haa sevilir sevilmez orası tartışılır, ama bir şekilde başarılı.

      Sil
  9. Yalan Dünya'daki Bünyamin ve Zerrin karakterleri başlı başına fenomen olabilirler bence. Hümeyra'nın Avrupa Yakası'ndaki aynı rolle burada yer alması pek gitmedi sanırım. Bir de anneanneyi ön plana çıkarsa çok tutar bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de Bünyamin ve Zerrin karakterlerini çok seviyorum. Özellikle Bünyamin'in mimikleri ve Zerrin'in sakinken birden celallenmesi, sonra yeniden sakinleşmesi bana komik geliyor.

      Hümeyra evet Avrupa Yakası'ndakinden farklı bir rolde değil Yalan Dünya'da, biraz daha sakin bir karakter sanki, ama yine de iki yapımdaki rolleri benziyor.

      Anneanneden kastınız Afife Hanım galiba (Deniz'in anneannesi). Ben de kendisinin rolünü ve repliklerini çok beğeniyorum. Aslında Afife Hanım'la Vasfiye Teyze kapışsa/atışsa çok daha iyi olabilir sanki, dizideki tempo yükselir.

      Sil
    2. Evet evet Deniz'in anneannesi. bir ara yaşlı delikanlılar toplantısı falan vardı çok eğlenceliydi. Komik yanı ağır basan bir karakter anneanne.
      Bünyamin ve Zerrin'in hastasıyım "Ezik miyiz lan biiiiiiiiiz" :)

      Sil
    3. Gönül Ülkü Özcan'ın yaşı sebebiyle galiba ona biraz daha az rol yazıyor olabilir Gülse Birsel. Ama evet rolü biraz artırılsa fena olmaz.

      Bünyamin ve Zerrin post-modern bir çift gibi; bir yanda mimar ama her türlü huyu olan bir tip, öteki yanda pavyon şarkıcısı ama kendini paşa kızı diye yutturan kenar mahalle kızı.

      Sil
    4. Selamun Aleykum.Bazı tespitlerim var ve bölüşmek istedim : Şu an itibarı ile dizi 86 bölüm yayınlandı ve dördüncü sezonu bekliyoruz.
      Ben ve forumlarda ,face commentlerinde,sözlüklerde bi takım seyirci şunları özlüyor--
      1.Çağatay ilk bölümlerde bi jöndü Tufanın kankasıydı kendi şarkısı vardı egoist bi tiplemeydi, Her kese yavşardı 1 o vardı sanki ,eski Çağatay yani.
      2.Emir Karakteri de çok deformasyona uğradı eski Emir daha karizmatik bi tiplemeydi.
      Diger tespitim diyelim Tufan ,Bora karakterlerine az zaman veriliyor

      Sil