28 Ekim 2012 Pazar

"Cloud Atlas": 6 bilinmeyenli uzun bir hikâye



“The Matrix” serisi ve beraberindeki “V For Vendetta” filmlerinden sonra kariyerlerinde inişli çıkışlı bir macera sürdürmekte olan Wachowski Kardeşler, uzun bir süredir ortalığı yıkacak, büyük ses getirecek bir proje peşindelerdi. Medyaya da yansıyan bu proje “Cloud Atlas (Bulut Atlas)” filmiydi ve gerek oyuncu kadrosu, gerek hikâyesi, gerek yayınlanan fragmanıyla büyük bir ilgi çekti. Fakat Wachowski Kardeşler, ne yazık ki bu son filmleriyle piyasada neden uzundur gözükmediklerinin -ve gözükmemeleri gerektiğinin- cevabını da veriyorlar. Yazının devamı filmin seyir zevkini kaçırabilecek satırlar içermektedir.


Bundan 3-4 sene önce Wachowski Kardeşler’in yeni bir film hazırlığında olduklarını ve büyük bir ses getirecek bir hikâyeye hazırlandıklarını okumuş, heyecanlanmıştım. (Son iki filmini saymazsak) “The Matrix” gibi bir fenomeni ve altı sene aradan sonra “V For Vendetta” filmini bizlere sunan bu ikili, yönetmenliğini üstlendikleri “Speed Racer” ve yapımcılığını üstlendikleri “Ninja Assassin” filmleriyle gişede ve kariyerlerinde büyük bir düşüşe geçmişlerdi. Öyle ki, Wachowski hayranları onlardan artık gerçekten iyi bir film bekliyorlardı ve “Cloud Atlas” belki de bu hasreti giderebilecekti... ne yazık ki öyle olmadı ve Wachowski Kardeşler’in -şimdilik- en ama en iyi filmleri “The Matrix” olarak kalacak gibi gözüküyor.


Bu yeni filmde Wachowski Kardeşler, “Run Lola Run” ve seyrettiğimde büyük keyif aldığım “Perfume: The Story of a Murderer” filmlerinin yönetmeni olan Tom Tykwer’le işbirliğine girerek oldukça büyük bir yapımın altına imza atmışlar. Ancak gelin görün ki, bu büyük yapım o kadar “büyük” kalmış ki altından kalkamamışlar ve film ne yazık ki bekleneni veremiyor.


Aslında filmden çok bir şey beklemek belki de en büyük hatalardan biri, çünkü filmin fragmanlarında da, posterinde de kalın puntolarla yazdığı gibi “Herkes geçmişte, şimdide ve gelecekte birbirine bağlı” ve film genel olarak bu tema üzerine 2 saat 52 dakika boyunca bir hikâye, dahası 6 bilinmeyenli bir hikâye anlatmaya çalışıyor. Bu 6 hikâye kendi içinde o kadar derine iniyor, o kadar çeşitli ilerliyor ki izleyici bir süre sonra karıştırabiliyor, karıştırmasa bile film gerçekten çok uzun ve dakikalar birbirini kovaladıkça “Eee?” diyerek kendinizi sahneden sahneye, hikâyeden hikâyeye atlar halde buluyorsunuz.


Film dediğim gibi çok büyük; hem süresiyle, hem yapımın kendisiyle, oyuncu kadrosuyla (Tom Hanks, Halle Berry, Hugo Weaving, Hugh Grant, Susan Sarandon, Jim Broadbent), anlatmaya çalıştığı hikâyenin içindeki altı farklı hikâyeyle. Hatta şöyle söylesek abartılı olmuş olmaz: Tek bir bilet parasına başrolünde iki büyük oyuncunun yer aldığı 3 tane filmi tek seferde izliyorsunuz.


Filmdeki başrol oyuncularının -ki gerçi başrol oyuncusu dediğim 6-7 tane oyuncu var, bir ya da iki tanesinden söz edemeyiz- farklı hikâyelerde farklı karakterleri canlandırması vesilesiyle heyecan verici ve cezbedici gözükebilir, ancak zaten altı hikâyeden üçünde oyuncuların benzer makyajları olduğu ve rahat tanınabildikleri için, geriye elimizde heyecanlandıracak üç hikâye kalmış oluyor. Onlar da çok aman aman hikâyeler ol(a)madığı için elde kalıyor sıfır gibi bir şey.


“Her şey birbiriyle bağlantılı...” Bu sloganı görünce filmde herkesin bir şekilde birbiriyle kişisel, karakter olarak bağlı olduğu varsayımına kapılabilirsiniz; ancak kişiler birbirine birinin güncesi, ötekinin mektupları, başkasının babası ve benzeri noktalarla bağlandığı için hikâyeyi takip etmek zorlaşıyor. Tam kişiler arasında bağ kuracağımız sırada hikâyede yan olaylar gelişmeye başlayınca da iyice kopma noktasına gelmek işten bile değil.


İnsan Wachowski Kardeşler’in adını duyunca şöyle bir üstünü başını düzeltiyor, bir “Hmmm... Acaba nasıl bir film?” düşüncesini aklından geçiriyor; fakat ne yazık ki Wachowskiler bu kadar büyük bir filmde vermek istediklerini etkili biçimde, tam olarak veremiyorlar. Ya da şöyle diyelim; zaten verilecek şey tek bir fikir, tek bir cümle olduğu için çok uzun olan film bu fikri anlatma konusunda başarısız kalıyor. Senaryoda güzel diyaloglar, güzel laflar yok değil, fakat bunlardan film boyunca on kere, on beş kere gördükten sonra artık etkileyiciliğini, derinliğini kaybediyor. “Herkes birbirine bağlıdır”... Eee? Altı hikâyede 172 dakikada bunu ne kadar farklı yoldan verebilirsin ki? Wachowskilerin elinde bunu becerebilecek hüner var, ama filmde üç yönetmen olması da bunu engelliyor galiba.


Filmde altı farklı hikâye altı farklı zaman diliminde geçiyor ve hikâyeler arası geçişler kimi zaman uzun ve durağan sahnelerden sonra olduğu gibi, kimi zaman da çok hızlı oluyor ve izleyicinin hikâyelerdeki karakterleri birbirine bağlama imkânı elinden alınmış oluyor. Hikâyeleri film içerisinde ayırt etmek zor değil, mizansen ve oyunculuklar bu konuda oldukça yardımcı oluyor- zaten oyunculuklar bu kadar iyi olmasa, film çok daha da kötü olabilirmiş. İzliyorsunuz izliyorsunuz ve bir süre sonra “...eee? Sonra ne olacak?... Peki sonra?...” diye düşünmeye başlıyorsunuz, ki filmde esnediğimi ve hikâyeden koptuğumu bile hatırlıyorum. Mesela filmde, 2012 yılına ait olan hikâyede yaşlı amcamız huzurevine tıkılıyor ve oradan arkadaşlarıyla kaçmaya çalışıyor, ama niye kaçmaya çalışıyor ya da sonrasında olan olaylar niye oluyor, nereye nasıl bağlanıyor hâlâ çözülebilmiş değil.


Gönül isterdi ki buraya methiyeler düzeyim, “Wachowski Kardeşler ‘The Matrix’ filminden sonraki derin uykularından uyanmışlar,” ama yok, olmamış. Mahsun Kırmızıgül’ün bir filminde bir sürü mesaj verme kaygısı sebebiyle senaryoyu piç etmesinin başka bir örneği de bu filmde görülüyor. Zaten “Cloud Atlas” filminin fragmanından önce yönetmenlerin filmi tanıtma amacıyla Youtube’a koydukları videoda anlattıklarına bakılırsa, filme pek çok şey, bir sürü şeyi koymaya çalışmışlar, ancak altından kalkmaları zor olmuş. Güçlü mizansen, güçlü sahne ve karakter kompozisyonlarından sonra izleyici olarak ister istemez, “İyi tamam da, hepsi ne için?” diye sormadan edilmiyor.


Netice itibariyle, filme konu olan “Cloud Atlas” adlı romanın yazarı David Mitchell de zamanında söylemiş, “Öyle bir roman yazdım ki, filme çekilme olasılığı çok düşük, yapabilecek var mı ondan da emin değilim, keşke daha basit yazsaymışım,” diye. Belki de gerçekten daha kolay yazsaymış veya kitap filme çevrilmeseymiş daha iyi olurmuş. Oyuncular tek bir filmde altı farklı karakteri canlandıracakları için bunun büyük bir olanak olduğunu düşünerek projeyi kabul etmiş olabilirler ve Wachowski Kardeşler de güçlerini Tom Tykwer’la birleştirerek ortaya çok iyi bir iş çıkartabileceklerine inanmış olabilirler; ancak filmin bitimi itibariyle, “Nerede o ‘The Matrix’ zamanları...” diye düşünmeden edemedim. Wachowskiler de bundan sonraki projeleri olan “Jupiter Ascending” filminde biraz daha dikkatli olurlarsa daha iyi olmuş olur.

Filmin fragmanı:




6 yorum:

  1. güzel yazmışsın aynen dedigin gibi bi filmdi.2012 de ki olaylarla digerleri arasında baglantı harbiden kopuk.teşekkürler...

    YanıtlaSil
  2. İlginiz için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Huzurevine kapatılan adamı izleyince tek hissettiğim şey ilkokul yıllarımdı. İnanılmaz bir otorite ve esirlik duygusu hatırlıyorum. İlkokuldayken ya da eğitim hayatınız boyunca hiç dersi kırıp okuldan kaçmak istemediniz mi? Onların yaptığı da buydu işte.

    YanıtlaSil
  4. Dediğiniz doğrudur, herkes belki hayatında bir ya da birkaç kez bu duyguyu yaşamıştır, olabilir; fakat bunun filmin genel hikâyesi içindeki pozisyonu zayıf, hikâyeye herhangi bir katkı sağlamıyor bence.

    YanıtlaSil
  5. Huzur evi kacisi hikayeye hic bir katki saglamiyor demissiniz ama bence film daha dikkatli izlemeliymissiniz cunku huzur evinden kacan adam daha sonra hayatini kitaplastiriyor ve o kitap film olarak sonminin karsisina cikiyor ve devrim atesini yakiyor. Filmdeki belki de en kuvvetli baglanti bu hikayeler arasindaydi

    YanıtlaSil
  6. Mümkündür. Film çok uzun ve yer yer hızlı geçişler sebebiyle takibi zorlaştığı veya o sahneleri izlerken dikkatim dağılmış olduğu için bağlantıyı kaçırmış olabilirim. Ya da filmde, karakterler arası daha sağlam bağlantılar olmasını bekliyordum ve bu bağlantılar kalem, kağıt, kitap gibi objelere indirgendiği için dikkat etme gereği duymamış olabilirim. Yine de bilgilendirmeniz için teşekkürler, zaten bu film en az bi' iki-üç izlemeyi hak ediyor bence- ki ben henüz bir kez seyrettim.

    YanıtlaSil