“The Matrix” serisi ve beraberindeki “V For Vendetta”
filmlerinden sonra kariyerlerinde inişli çıkışlı bir macera sürdürmekte olan
Wachowski Kardeşler, uzun bir süredir ortalığı yıkacak, büyük ses getirecek bir
proje peşindelerdi. Medyaya da yansıyan bu proje “Cloud Atlas (Bulut Atlas)”
filmiydi ve gerek oyuncu kadrosu, gerek hikâyesi, gerek yayınlanan fragmanıyla
büyük bir ilgi çekti. Fakat Wachowski Kardeşler, ne yazık ki bu son filmleriyle
piyasada neden uzundur gözükmediklerinin -ve gözükmemeleri gerektiğinin-
cevabını da veriyorlar. Yazının devamı
filmin seyir zevkini kaçırabilecek satırlar içermektedir.
Bundan 3-4 sene önce Wachowski Kardeşler’in yeni bir film
hazırlığında olduklarını ve büyük bir ses getirecek bir hikâyeye
hazırlandıklarını okumuş, heyecanlanmıştım. (Son iki filmini saymazsak) “The Matrix” gibi bir fenomeni ve altı sene aradan sonra “V For Vendetta” filmini
bizlere sunan bu ikili, yönetmenliğini üstlendikleri “Speed Racer” ve yapımcılığını üstlendikleri “Ninja Assassin” filmleriyle
gişede ve kariyerlerinde büyük bir düşüşe geçmişlerdi. Öyle ki, Wachowski
hayranları onlardan artık gerçekten iyi bir film bekliyorlardı ve “Cloud Atlas”
belki de bu hasreti giderebilecekti... ne yazık ki öyle olmadı ve Wachowski
Kardeşler’in -şimdilik- en ama en iyi filmleri “The Matrix” olarak kalacak gibi
gözüküyor.
Bu yeni filmde Wachowski Kardeşler, “Run Lola Run” ve seyrettiğimde
büyük keyif aldığım “Perfume: The Story of a Murderer” filmlerinin yönetmeni
olan Tom Tykwer’le işbirliğine girerek oldukça büyük bir yapımın altına imza
atmışlar. Ancak gelin görün ki, bu büyük yapım o kadar “büyük” kalmış ki
altından kalkamamışlar ve film ne yazık ki bekleneni veremiyor.
Aslında filmden çok bir şey beklemek belki de en büyük
hatalardan biri, çünkü filmin fragmanlarında da, posterinde de kalın puntolarla
yazdığı gibi “Herkes geçmişte, şimdide ve gelecekte birbirine bağlı” ve film
genel olarak bu tema üzerine 2 saat 52 dakika boyunca bir hikâye, dahası 6
bilinmeyenli bir hikâye anlatmaya çalışıyor. Bu 6 hikâye kendi içinde o kadar
derine iniyor, o kadar çeşitli ilerliyor ki izleyici bir süre sonra
karıştırabiliyor, karıştırmasa bile film gerçekten çok uzun ve dakikalar
birbirini kovaladıkça “Eee?” diyerek kendinizi sahneden sahneye, hikâyeden
hikâyeye atlar halde buluyorsunuz.
Film dediğim gibi çok büyük; hem süresiyle, hem yapımın
kendisiyle, oyuncu kadrosuyla (Tom Hanks, Halle Berry, Hugo Weaving, Hugh
Grant, Susan Sarandon, Jim Broadbent), anlatmaya çalıştığı hikâyenin içindeki
altı farklı hikâyeyle. Hatta şöyle söylesek abartılı olmuş olmaz: Tek bir bilet
parasına başrolünde iki büyük oyuncunun yer aldığı 3 tane filmi tek seferde
izliyorsunuz.
Filmdeki başrol oyuncularının -ki gerçi başrol oyuncusu
dediğim 6-7 tane oyuncu var, bir ya da iki tanesinden söz edemeyiz- farklı
hikâyelerde farklı karakterleri canlandırması vesilesiyle heyecan verici ve
cezbedici gözükebilir, ancak zaten altı hikâyeden üçünde oyuncuların benzer
makyajları olduğu ve rahat tanınabildikleri için, geriye elimizde
heyecanlandıracak üç hikâye kalmış oluyor. Onlar da çok aman aman hikâyeler
ol(a)madığı için elde kalıyor sıfır gibi bir şey.
“Her şey birbiriyle bağlantılı...” Bu sloganı görünce filmde
herkesin bir şekilde birbiriyle kişisel, karakter olarak bağlı olduğu
varsayımına kapılabilirsiniz; ancak kişiler birbirine birinin güncesi, ötekinin
mektupları, başkasının babası ve benzeri noktalarla bağlandığı için hikâyeyi
takip etmek zorlaşıyor. Tam kişiler arasında bağ kuracağımız sırada hikâyede
yan olaylar gelişmeye başlayınca da iyice kopma noktasına gelmek işten bile
değil.
İnsan Wachowski Kardeşler’in adını duyunca şöyle bir üstünü
başını düzeltiyor, bir “Hmmm... Acaba nasıl bir film?” düşüncesini aklından
geçiriyor; fakat ne yazık ki Wachowskiler bu kadar büyük bir filmde vermek
istediklerini etkili biçimde, tam olarak veremiyorlar. Ya da şöyle diyelim;
zaten verilecek şey tek bir fikir, tek bir cümle olduğu için çok uzun olan film
bu fikri anlatma konusunda başarısız kalıyor. Senaryoda güzel diyaloglar, güzel
laflar yok değil, fakat bunlardan film boyunca on kere, on beş kere gördükten
sonra artık etkileyiciliğini, derinliğini kaybediyor. “Herkes birbirine
bağlıdır”... Eee? Altı hikâyede 172 dakikada bunu ne kadar farklı yoldan verebilirsin
ki? Wachowskilerin elinde bunu becerebilecek hüner var, ama filmde üç yönetmen
olması da bunu engelliyor galiba.
Filmde altı farklı hikâye altı farklı zaman diliminde
geçiyor ve hikâyeler arası geçişler kimi zaman uzun ve durağan sahnelerden sonra
olduğu gibi, kimi zaman da çok hızlı oluyor ve izleyicinin hikâyelerdeki
karakterleri birbirine bağlama imkânı elinden alınmış oluyor. Hikâyeleri film
içerisinde ayırt etmek zor değil, mizansen ve oyunculuklar bu konuda oldukça
yardımcı oluyor- zaten oyunculuklar bu kadar iyi olmasa, film çok daha da kötü
olabilirmiş. İzliyorsunuz izliyorsunuz ve bir süre sonra “...eee? Sonra ne
olacak?... Peki sonra?...” diye düşünmeye başlıyorsunuz, ki filmde esnediğimi
ve hikâyeden koptuğumu bile hatırlıyorum. Mesela filmde, 2012 yılına ait olan
hikâyede yaşlı amcamız huzurevine tıkılıyor ve oradan arkadaşlarıyla kaçmaya
çalışıyor, ama niye kaçmaya çalışıyor ya da sonrasında olan olaylar niye
oluyor, nereye nasıl bağlanıyor hâlâ çözülebilmiş değil.
Gönül isterdi ki buraya methiyeler düzeyim, “Wachowski
Kardeşler ‘The Matrix’ filminden sonraki derin uykularından uyanmışlar,” ama
yok, olmamış. Mahsun Kırmızıgül’ün bir filminde bir sürü mesaj verme kaygısı
sebebiyle senaryoyu piç etmesinin başka bir örneği de bu filmde görülüyor.
Zaten “Cloud Atlas” filminin fragmanından önce yönetmenlerin filmi tanıtma
amacıyla Youtube’a koydukları videoda anlattıklarına bakılırsa, filme pek çok
şey, bir sürü şeyi koymaya çalışmışlar, ancak altından kalkmaları zor olmuş.
Güçlü mizansen, güçlü sahne ve karakter kompozisyonlarından sonra izleyici
olarak ister istemez, “İyi tamam da, hepsi ne için?” diye sormadan edilmiyor.
Netice itibariyle, filme konu olan “Cloud Atlas” adlı
romanın yazarı David Mitchell de zamanında söylemiş, “Öyle bir roman yazdım ki,
filme çekilme olasılığı çok düşük, yapabilecek var mı ondan da emin değilim,
keşke daha basit yazsaymışım,” diye. Belki de gerçekten daha kolay yazsaymış
veya kitap filme çevrilmeseymiş daha iyi olurmuş. Oyuncular tek bir filmde altı
farklı karakteri canlandıracakları için bunun büyük bir olanak olduğunu
düşünerek projeyi kabul etmiş olabilirler ve Wachowski Kardeşler de güçlerini
Tom Tykwer’la birleştirerek ortaya çok iyi bir iş çıkartabileceklerine inanmış
olabilirler; ancak filmin bitimi itibariyle, “Nerede o ‘The Matrix’
zamanları...” diye düşünmeden edemedim. Wachowskiler de bundan sonraki
projeleri olan “Jupiter Ascending” filminde biraz daha dikkatli olurlarsa daha
iyi olmuş olur.
Filmin fragmanı:
güzel yazmışsın aynen dedigin gibi bi filmdi.2012 de ki olaylarla digerleri arasında baglantı harbiden kopuk.teşekkürler...
YanıtlaSilİlginiz için teşekkürler.
YanıtlaSilHuzurevine kapatılan adamı izleyince tek hissettiğim şey ilkokul yıllarımdı. İnanılmaz bir otorite ve esirlik duygusu hatırlıyorum. İlkokuldayken ya da eğitim hayatınız boyunca hiç dersi kırıp okuldan kaçmak istemediniz mi? Onların yaptığı da buydu işte.
YanıtlaSilDediğiniz doğrudur, herkes belki hayatında bir ya da birkaç kez bu duyguyu yaşamıştır, olabilir; fakat bunun filmin genel hikâyesi içindeki pozisyonu zayıf, hikâyeye herhangi bir katkı sağlamıyor bence.
YanıtlaSilHuzur evi kacisi hikayeye hic bir katki saglamiyor demissiniz ama bence film daha dikkatli izlemeliymissiniz cunku huzur evinden kacan adam daha sonra hayatini kitaplastiriyor ve o kitap film olarak sonminin karsisina cikiyor ve devrim atesini yakiyor. Filmdeki belki de en kuvvetli baglanti bu hikayeler arasindaydi
YanıtlaSilMümkündür. Film çok uzun ve yer yer hızlı geçişler sebebiyle takibi zorlaştığı veya o sahneleri izlerken dikkatim dağılmış olduğu için bağlantıyı kaçırmış olabilirim. Ya da filmde, karakterler arası daha sağlam bağlantılar olmasını bekliyordum ve bu bağlantılar kalem, kağıt, kitap gibi objelere indirgendiği için dikkat etme gereği duymamış olabilirim. Yine de bilgilendirmeniz için teşekkürler, zaten bu film en az bi' iki-üç izlemeyi hak ediyor bence- ki ben henüz bir kez seyrettim.
YanıtlaSil