Film okumasını gerçek hayata uyarlama süresince bu sefer sırayı “Basic Instinct (Temel İçgüdü)” filmi alıyor. Başrollerinde Sharon Stone ve Michael Douglas’ın yer aldığı 1992 yapımı bu erotik soslu macera-gerilim filmi yayınlandığı dönemde cüretkâr sahnelerinden ötürü Sharon Stone’a büyük bir popülarite kazandırdığı gibi, kadın-erkek ilişkilerinde seksin ve cinselliğin nasıl etkili bir rol oynadığını da ustaca gösteriyor.
Seks hepimizin hayatında var, bunu ilk başta söylemekte
fayda var. Ancak bunu tek anlamda ele almamak gerekir; seks hem “pratik” hem
“teorik” anlamda hayatımızda. Yani pratikte seksüel bir ilişki içinde
bulunmasak bile, gündelik hayatımızın genelini, bazı zamanlarda da pek çok
ânını seks ve seksüel temalı kişiler/olaylar/fikirler kaplıyor. Bu da kısaca
“Sex sells (Seks satar)” cümlesini doğruluyor.
Peki insanın en temel içgüdüsü olan sekste, seksüel ilişkide
kadın mı daha etkin rol oynar, erkek mi? Kadın mı kontrolü elinde tutar, erkek
mi? Sharon Stone mu, Michael Douglas mı? İşte “Basic Instinct” tam bu noktayı
ele alan ve bunun üzerinden ilerleyen bir macera-gerilim filmi.
Bu noktada, Ekşi Sözlük’teki ‘coffee and cigarettes’ nick’li
şahsın 17.11.2009’da yazmış olduğu bir yazıyı paylaşmak istiyorum: (yazının linki)
“sharon stone'un meşhur bir bacak bacak üstüne atma sahnesi
vardı hani. polislerin karşısında terledikleri. şimdi buna panoptik bakış
fenomeni üzerinden eğilirsek karşımıza iki farklı görüş çıkıyor. birincisi;
klasik feminist görüşe göre burada nesne olan, bakışların üzerinde toplandığı
sharon stone. yani o bakılan kişi, dolayısıyla mağdur olan. bakışın sahibi olan
erkek ise iktidarı temsil ediyor. erkek bakışı kadını nesneleştirmiş oluyor.
foucault'un panoptik bakış üzerine yaptığı yorumlar tam da bu istikamette.
bakışın sahibi özne olurken bakılanın nesneye dönüşmesi iktidar ilişikilerini
de belirlemiş oluyor. öznenin ikidarı kadını kurban poziyonuna sokarken, erkek
muktedir bir göz olarak tanrılaşıyor. kazanan ve karlı çıkan bakan olmuş
oluyor. filmi foucault üzerinden okursak varılan nokta bu. ancak filmin sharon
stone ve polisler arasında cereyan eden bu sahneyi yorumlarken tam tersi
istikamette bir yol izlediğini söylemek yanlış olmaz. sahnenin okunuşu tamamen
lacan'cı bir panoptik bakış yorumuna götürüyor bizi. yani burda özne kadın
olmuş oluyor. bakılan kişi bakışları üzerinde topladığı ve asıl önemlisi bakışa
yön verebildiği için iktidarı ele geçiriyor. erkek ise kadının cinsel çekiminin
hakimiyeti altında yönlendirilen olup nesneye dönüşürken tüm iktidarını da
kaybediyor. bakış kurban olup iktidarsızlaştıkça bakılanın konumu da
sağlamlaşıyor. yani temel içgüdü klasik feminist söylemi ve foucault'un
yorumunu alaşağı edip lacan'a göz kırpıyor. iktidar ilişkilerini okurken
bakışın sahibini kurban ilan ederek tüm erki bakılanın önüne sunuyor. sharon
stone'un rahat tavrıları, konuşmayı kendi istediği istikamette yönlendirmesi,
polislerin paralize olmuş halleri ve tüm iktidarlarını kaybederek gitgide bariz
bir şekilde düşüşüleri ile birleştirildiğinde, nihayetinde bakılanın galip
olarak ayrıldığı bu karşılaşma bakmak meselesine lacan'cı bir yorum olarak
okunmayı mümkün kılıyor.
o zaman şu halde basic instinct sharon stone'u o sorgu
sahnesinden galip çıkararak, iktidar ilişkilerine lacan'cı yaklaşıp mağdur
olanı da erkek ilan ederek feminist teoriye de saldırmış oluyor.
kanımca filmin tek münhim noktası da burası. gerisi yalandan
bir michael douglas fenomeni yaratmaya hizmet etmekten başka bir şeye de
yaramadı zaten.”
Bu alıntısını yaptığım yazı, aynı zamanda filmi hangi yoldan
inceleyeceğimin de bir özeti denebilir. Makalede de belirtildiği üzere; filmde
hem Foucault, hem Lacan Teorisi etkisini gösteriyor ve tema film boyunca
shapeshifting yani biçim değiştirme yaşayıp iki açıdan da hikâyeyi sürdürüyor.
Filmimiz bir sevişme sahnesiyle başlıyor;
Yatakta sarışın, yüzünü görmediğimiz bir kadınla delice
sevişen abimiz, konu seks fantezilerine gelince elinin kolunun bağlanmasına göz
yumuyor ve ne yazık ki kadının cinayet silahı olan buz kıracağına kurban
gidiyor ve ölüyor.
Bugünün şartlarında bir iki gün, belki birkaç hafta (adli
süreci bilmiyorum, o konuda yetkili biri değilim) içinde çözülebilecek bir
vaka, o dönemin şartları göz önünde tutularak sürüyor da sürüyor...
Cinayetten sonra klasik olarak Amerika’daki yakışıklı ve
karizmatik dedektifimiz Nick,
filmin başrolündeki güzeller güzeli Catherine’i şüpheli
sıfatıyla sorguya çekiyor ve aralarında ateşli, fırtınalı bir ilişki başlıyor.
Filmde bir de, dedektif Nick’in akıl ve ruh sağlığını
kontrol etmekle yükümlü, Catherine kadar olmasa da genç ve güzel Doktor Beth
Garner var.
Hikâyede, yukarıda bahsettiğim, temanın biçim değiştirerek
bir yandan erkek hegemonyasını, bir yandan da kadın hegemonyasını yansıttığı
kısımlar, Catherine’in sorgulanma sahnesine doğru baş gösteriyor. Catherine’in
sorgulanmak üzere evinden götürülmesi için üzerini giyindiği kısımlarda
cüretkâr, ya da serbest davranması (öyle diyelim) bile Nick’i kontrol etmeye
adım adım yaklaşmasının izlerinden sadece biri.
Genelde herhangi bir suçlamayla karşı karşıya kalan kişinin
konuşmama hakkını kullanıp avukatını devreye sokması beklenir, ancak Catherine
böyle de yapmıyor. “Bende bu çekicilik, bu seksilik, bu dediğimi
inandırabileceğim imkân olduktan sonra avukata ne gerek var?” gibi bir durum
yani. Ama daha çok, kendine inanan ve güvenen birini yansıtan hareketler.
Ardından cinayet masası dedektiflerinden birinin kendisiyle
olan diyaloğunda şu gibi cümleler geçiyor:
- Bayan (Catherine) Tramell, Johnny Boz’u siz mi öldürdünüz?
- Tabii ki ben öldürmedim. Ben kitap yazarıyım. Kitabımda
yazdığım ölüm sahnesini gerçekleştirecek kadar salak mıyım?
Bu öyle bir cevap ki, karşınızdaki kişi cinayet masası
ekibinden biri de olsa, sokaktaki vatandaş da olsa, “Eee yani... Yapmazsın...”
deyip durumu kabullenebilir.
Sorgu sırasında Catherine'in konuyu dağıtıp ilgiyi Nick'in
üzerine çekme çalışmaları da başarıyla sonuçlanıyor.
Hiç kokain kullanarak seviştin mi Nick?
(meali: Nick sevişelimmi?)
Efen'im?
(meali: Hö? Bağa mı didin?)
İşte tam bu noktada, Catherine’in film boyunca
gerçekleştirdiği en etkili hamlelerden biri olan bacak bacak üstüne atma
sahnesi var, ki bu sahne aynı zamanda Sharon Stone’a dünya çapında bir ün de
getirmiştir (“Sex sells!”).
Hemen akabinde karşısındaki dedektifin bakışları da,
Catherine’in hamlesinin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.
Am mı lan o?
İşte tam bu noktada, yukarıda alıntısını yaptığım metindeki
işleyiş gözlemlenebilir: Foucault’nun panoptik bakışı, yani bakan kişi özne,
bakılan kişi nesne. Ki ilk seferde izleyicinin büyük bir yüzdesi aynı görüşte
hemfikirdir.
Bende daha neler var bebeğim...
Öteki teorimiz ise, Lacan’cı panoptik bakış, yani bakılan
kişi özne ve bakan kişi(ler) nesne, böylece bakılan kişi bakışları hangi yöne
çevirebiliyorsa o derece başarılı. Aynı sihirbaz gibi.
Filmin esas noktasını, esas çekişmesini belirten, yani bir
nevi fitili ateşleyen sahne de bu esasında; acaba Nick mi baktığı sürece
baskın, yoksa Catherine mi bakıldığı sürece baskın? Bakılan şey Catherine’in
cinsel organı olunca ister istemez insanın en temel içgüdüsü olan cinsellik ön
plâna geçiyor ve mantığı bir kenara itiyor.
Bu süreçte ilk amacına ulaşan ve gücü belli bir miktarda
eline almayı başaran Catherine’in keyfine ise diyecek yok.
Doktor Beth Garner, Nick’in erkeklik güdüsünü besleyecek
olan karakter olarak film boyunca kendini gösteriyor. Hatta ikili arasında
Nick’in psikolojik tedavisinin ötesinde, cinsel bir ilişki de var.
Hatta öyle bir ilişki ki, Nick, Beth üzerinde her türlü
erkeksi kuvvetini (gerek kas kuvveti olarak, gerek cinsel organ olarak)
başarıyla gösteriyor.
Nick: Adımı söyle lan!
Beth: Mmhh- elini çekersen!
Beth’le arası seksten sonra bozulan Nick kendini yine ünlü
rock starın ölümüyle ilgili cinayet dosyasına veriyor ve cinayetin bir numaralı
sanığı olan Catherine’i takip etmeyi sürdürüyor.
Benim olacaksın cankız...
Fakat takip sırasında yine Catherine’in mahremiyetinin
ortadan kalktığı sahneler yok değil.
Ay içime bir şey giymemişim,
çırılçıplak kaldım!
Ki bu yine Nick’in Catherine üzerinde “gözleyen” olarak karakterinin
üstünlüğü gibi bir gizli kontrol yaratmıyor değil.
Bu hep böyle çıplaksa işimiz iş...
Şimdi... Catherine esasında Nick’in yürüttüğü cinayet
dosyasındaki bir sanık. Ancak seksiliği, seksiliğinin farkında olarak bunu
kullanması ve Nick’e karşı onunla her an sevişmek istiyormuş gibi gösterdiği
tavırlar, çok geçmeden onunla yatağa girmesini sağlıyor. Yani esasında filmde
başlarda bir erkek hegemonyası var, bütün cinayet masası ekibi erkeklerden
oluşuyor, klasik “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” cümlesi
görevini gören, Nick’i dizginlemekle mükellef Beth karakteri var. Kontrol
Nick’in elinde... Derken hop! Kontrol birden Catherine’in eline geçebiliyor.
Nick bir süre her ne kadar Catherine’e işi vesilesiyle
mesafeli, dedektif-sanık çizgisinde yaklaşmaya çalışsa da, Catherine’in
cazibesi doludizgin.
Nick tekrar bir görüşme için Catherine’in evine gidiyor.
Ancak Cahterine’in çalışma masasında Nick’i hoş bir sürpriz
bekliyor: Kadın Nick’in geçmişini kurcalıyormuş!
Catherine Nick’e gözdağını veriyor.
Geçmişini araştırdım çapkın...
Ancak tabii Catherine’in bu araştırmayla ilgili mazereti
belli: “Yazdığım yeni bir roman için dedektif rolünde seni yazıyorum, eğer
sakıncası yoksa.” Meali: Hayatıma gireceksen seni çok daha yakından tanımam
lazım.
Catherine’in oldukça şık, kaliteli bir de salonu var. “Seni
paramla döverim beee!” mesajı veren.
Tabii Catherine’in içki hazırlamak üzere buzları parçalamak
için buzkıran kullanması Nick’i kuşkulandırmıyor değil.
Neden buz kalıbı kullanmıyorsun?
Erkeğimiz tabii bundan kıllanmıyor değil. Kadının cevabı ise önceden hazırlanmış gibi:
Sert çıkıntıları severim.
Her ne kadar soruşturmayı yürüten Nick olsa da, Catherine
onun geçmişini ve mazisindeki bir olayı hatırlatmakta kararlı.
Öldürmek nasıl bir duygu?
Nick geçmişte bir adamı vurmuş olduğu için Catherine o nokta
üzerinden Nick’i zaafıyla kontrol etmeye çalışıyor. Senin de geçmişin kirli,
hesabı. Nick olayı geçiştirmeye çalışsa da Catherine kararlı.
Sen de benim gibisin be Nick. İçelim?
Ama Nick, kendi soruşturmasını yürütmekte kararlı. Mesela
Catherine’in, bütün ailesini öldüren biriyle arkadaşlık yapması. Catherine’in
buna cevabı da basit: “Öldürme dürtüsünü daha iyi öğrenip kitabımda
işleyebilmek için.” Ancak Catherine’in pes etmeye niyeti yok ve Nick’in
içindeki öldürme dürtüsünü deşmeye tam gaz devam ediyor.
Bana açılabilirsin Nick, ben seksi bir kadınım.
Geçmişi ortaya çıkmaya başlayan erkeğin kendini korumak
üzere kadına şiddet uygulaması burada da net biçimde gözükebiliyor.
Eline koluna hâkim ol vallaha dağıtırım haa!
Nick’in eski eşinin intihar etmesi de bu yüzden; Nick’in
öldürmekten keyif alması yüzünden.
Catherine de bunu biliyor.
İtiraf et Nick.
Yeter hüleyynn!
Derken ortama başka ateşli bir güzel daha dâhil olur...
Noluyonuz la?
Catherine’in kız arkadaşı Roxy!
Bu da kız arkadaşım Roxy - ay elimi
memesine koymuşum!
İşler Nick için gittikçe daha seksi, cazibeli ve tehlikeli
bir hâl alıyor.
E öpüşelim o zaman...
Tabii şimdi Catherine Nick’in geçmişini biliyor ve Nick
zaafının ortaya çıktığının farkında, hıncını kimden çıkaracak?
Lan sen benim geçmişimi mi anlatıyon elaleme?!
Elbette ki psikiyatristi ve seviştiği kadın olan Beth’ten.
Ben senin geçmişini kimseye anlatmadım Nick!
Tabii Beth dayanamayıp en sonunda itiraf ediyor: Nick’in
geçmişini başka bir adam, ekipten Nilsen incelemiş. Bir erkeği en deli edecek
şey, başka bir kadına karşı sırrının bir erkek tarafından afişe edilmesidir; bu
erkek dilinde “yavşaklıktır”.
Niye inceliyon lan sen benim dosyamı? He?!
Neyse, Nick’le adamı ayırırlar, Nick evine gider... Akşam
eve Beth de geldiğinde ise asabı bozuktur, Beth’e çatar.
Lan sen benim geçmişimi anlatıyon millete,
daha niye buraya geliyon?
Noluyo be sana? Deli misin nesin?
İşte bir erkeğin olaya noktayı koymak için en basit cevabı:
Birkaç kere yattık diye ilişkimize bir anlam yükleme!
Beth bu baştan savurmaya karşı öfke göstermekte haklı.
Lan sen ne diyosun be manyak herif?!
Arkanı dön ve git Beth.
Allah belanı versin Nick...
Derken gecenin körü bir telefon...
Nick’in gündüz erkek erkeğe savaşa girdiği Nilsen
öldürülmüş!
Tabii bu, Nick’i bir numaralı şüpheli konumuna sokuyor.
Beth de değer verdiği erkeği korumak ve kollamak için
sorguya müdahil olur.
Ben biliyorum beyler, adam suçsuz.
Nick görevden alınır. Ancak yine de onu rahatlatacak biri
vardır hayatında: Beth.
Gidip biraz dinlen yiğidim...
Ancak Nick, Catherine’in katil olduğu fikrinden vazgeçmiş
değil. Teğmenini de buna ikna etmeye çalışıyor.
Ben biliyorum teğmenim,
Nilsen'i Catherine yellozu öldürdü.
Ama teğmen de ona inanmıyor tabii. Nick şu an Catherine
karşısında mağlup durumda. Araya mutlaka seks girmesi lazım! (bkz. Seks şart!)
Evine giderken Catherine’le karşılaşıyor ve ikisi Nick’in
evine çıkıyor. Nick içki hazırlamaya girişiyor, ama tabii bu sefer de onun
Catherine’e gözdağı vermesi lazım.
Bu buzkıracağını görüyor musun? Bu senin için.
Nick: Ne hakkında kitap?
Catherine: Ailesini öldüren bir çocuk. Uçakları var kaza
süsü veriyor.
Nick: Niye öyle yapıyor?
Catherine: Başarabilir mi görmek için. Seversin sen.
Sonra Catherine Nick’in yanından ayrılıyor. Giderken de
diyor ki, “Beni takip edeceksen ben farkındayım, bari gece et.” Bakalım
Catherine nereye gidiyor...
Tabii ki gece kulübüne. Gece kulübünde ne yapıyor?
Ne yapacak, sevgilisi Roxy’le fingirdeşiyor. Malûmunuz
Catherine biseksüel.
Napıyorsunuz siz burda?
Roxy tabii ikilinin bu samimi ilişkisine deliriyor.
Adam hiç yakışıklı değil taam mıa?!
Bu gecenin sonu...
Yatakta biter.
İkili soyunmaya başlar ve ateşli bir seks sahnesine geçeriz.
Burada görebileceğiniz üzere; Catherine tekrar, aynı
sorgulama sahnesinde olduğu gibi, kendini seksüel açıdan erkeğin kollarına
atarak bir anlamda gizliden gizliye onun kontrolünü eline almaya çalışıyor.
Sıra Catherine’de.
Önce Nick’in Catherine üzerinde hâkimiyeti var, vücut
dengelerinden de görüleceği üzere.
Derken Catherine kontrolü eline almaya çalışıyor.
İşler biraz daha karışıyor...
Fularla elini bağlayacam senin Nick...
Filmin başındaki sahne tekrar yaşanmaya başlıyor.
Katil Catherine mi lan yoksa?!
Tabii ki değil.
Oh... Bir rahatlama geldi biliyon mu?
Nick: Seni sevdim deli kız biliyon mu?
Catherine: Ben de seni sevdim yaguşuklu!
Ama tabii Roxy, Nick ve Catherine’in arasındaki ilişkiden
rahatsız.
Nick’i uyarmaya gelmiş.
Catherine'i bırak lan lavuk!
Ağzını burnunu dağıtırım!
Sevişme biter. Ertesi gün Catherine’le sahilde buluşurlar.
Catherine’in şu masum, edilgen tavrına bakın hele...
Sar beni kollarınla Nick...
Derken akşam olur, Nick arkadaşıyla şehirde bir restoranda
yemek yer, yemeğin bitiminde ayrılırlar, Nick kendi yoluna gider...
Ve birden onu arkadan takip eden bir araç...
Kim ola ki?
Hassktir lan! Nick’e çarptı! Kim oğlum bu?
Yakala Nick!
Vee kovalamaca Nick’e çarpan aracın uçuruma düşmesiyle
sonuçlanır.
Aracın içinden çıkan da bakın kim:
Roxy!... Lan hakikaten bunların hepsi Nick’le Catherine
seviştiler diye, her şey seks diye mi oluyor?
Nick tabii hemen teğmeninden azarı yiyor.
Teğmen: Nick bak sikinin dikine gidiyon beni deli etme!
Nick: Teğmenim vallaha ben bir şey yapmadım!
Ama Nick bir kere şüpheleri üzerine çekti, artık geçmişi
falan her şey önemli bir hâle geldi. Fakat Beth bunların hepsinin farkında ve
ona yardımcı olmaya çalışıyor.
Beth: Onunla yatıyorsun dimi Nick?
Nick: Bunun benimlen ne alakası var?!
Beni kontrol altına almaya çalışıyorsun Beth!
Hayır Nick kardeş, seni kontrol altına almaya çalışan,
seninle sevişmekte olan Catherine. Beth masum bir kadın.
Nick teselliyi yine Catherine’de bulma umuduyla onun
sahildeki evine gidiyor. Catherine tabii öteki sevgilisi Roxy’yi kaybetmenin
üzüntüsü içinde.
Catherine başını yaslayabileceği doğru bir omuz arıyor... Bu
Nick olabilir mi? Tabii ki de!
Hatta sırf omuzunu değil, vücudunu da yaslayabileceği vücut
Nick’inki.
Hazır yatakta çıplaklar, Catherine de anlatmaya başlıyor...
Catherine: Biliyor musun Nick, üniversitede de seviştiğim
bir kız vardı Lisa Oberman. Beni takip etmeye başlamıştı. Bana kapılmıştı. Saçını
benimki gibi yapıyordu falan.
Nick tabii Catherine’in verdiği bu bilgi itibariyle, onun
okumuş olduğu üniversiteye gidip kayıt sorgulaması yapıyor.
Evet Catherine, yani Catherine Tremell listede var, ama Lisa
diye biri yok.
Nick de boş durur mu, hemen Catherine’i buluyor.
Lisa Oberman diye biri yok, beni mi kekliyosun?!
Nick de hemen akşam araştırmasını yapıyor. Peki Lisa
Hoberman kim çıkıyor?
Tabii ki Nick’in psikiyatristi Elizabeth Garner! Lan ne
saçma sapan bir ilişki haline geldi bu? Üstelik Beth’in üniversite
zamanlarındaki kaydı da Lisa Hoberman diyor.
Peki Beth bu konuda ne diyecek?
Hayır, o beni taklit ediyordu, saçımı, giyinişimi.
Ben masumum.
Burada tabii Nick iyice zorlanıyor. Çünkü yattığı iki kadın
var ve ikisi de birbirini suçlar hâle gelmiş. Ama tabii Catherine Nick için
daha cazibeli, daha çekici bir konumda.
Nick evine gider, ama Catherine orada da Nick’i bulur.
Nick’in kafası karışmıştır, Beth de Catherine’in söylediklerini aynen
söylemiştir.
O kadar sevişmişliğimiz var Nick,
bana inanmıyor musun?
Ama Nick’in ortağı Gus da Beth’in suçsuz olduğunu
düşünmektedir.
Gus: İki seviştiniz diye Catherine mi cici oldu senin için?
Nick: Beni anlamıyorsunuz!
Nick yine evine gidiyor. Catherine de orada.
Nick sevişelimmi? Bak meme.
Sevişirler... Bu sefer Nick Catherine’i tekrar test etmeye
başlıyor.
Nick: Catherine biliyor musun? Senin romanına alternatif bir
son buldum.
Catherine: Hmm, neymiş?
Nick: Hikâyedeki dedektif yanlış kadına âşık oluyor, ama
ölmüyor.
Nick burada demek istiyor ki; Catherine ben senin katil
olduğunu iyide iyiye seziyorum, ama beni öldüremeyeceksin.
Öyle olmaz Nick. Biri illa ki ölecek,
yoksa kitap satmaz. Biri mutlaka ölmek zorunda.
Nick araştırmasına devam ediyor ve sonuca biraz daha
yaklaştığı için mutlu, Catherine’in sahildeki evini ziyaret ediyor. Ancak
Catherine de mutlu, çünkü yazmakta olduğu roman bitmiş, dedektif karakterini
öldürmüş. Bu da demektir ki Nick’i sepetliyor.
Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna.
Güle güle Nick.
Derken akşamında Nick’in ortağı Gus, Catherine’in
üniversiteden bir oda arkadaşını buluyor, Beth’le Catherine arasındaki ilişkiyi
bu arkadaş iyi biliyor(muş). Otele gidiyorlar.
Gus otele gidiyor, Nick oralı değil, dışarıda beklerim ben
diyor. Ama jeton sonra düşüyor.
Lannn! Laaannn! Lan oyun kurdular bize!
Koş oğlum Nick!
Ama çok geç! Katil Gus’ı yakalıyor!
Elveda Gus...
Ulan Nick! Sikine bir sahip çıkamadın işler iyice boka
sardı! Adam tabii öldü...
Yalnız orada beklenmedik bir misafir de var.
Beth! Katil o mu yoksa? Nick sevişse bulabilir mi?
Bence sırası değil. Artık çok geç, elveda Beth...
Kızın cebinde buzkıran değil anahtarı varmış ya la...
Ama olay yerinde merdivenlerde bulunan kostüm katilin Beth
olduğunu gösteriyor.
Beth’in evinde yapılan araştırmalar da, katilin Beth
olduğunu doğruluyor.
Catherine’e benzemek için onu takip ve taklit eden, onun
çıktığı kişilerle çıkıp onları öldüren Beth. Filmin en başındaki rock yıldızını
da Beth öldürmüş oluyor yani.
Her şey bitip Nick akşam evine vardığında Catherine’le
karşılaşıyor. Catherine yine hüngür şakır tabii, sinirleri bozulmuş kızın.
Eee, çevresindeki herkesi kaybediyor neticede, Nick’i de
kaybetmek istemiyor. O zaman sevişsinler bari...
Yine Catherine şüpheleri üzerine çekerken yine sakin biçimde
bitiyor seks.
Peki şimdi ne yapacaklar? “Minkler gibi düzüşüp fareler gibi
mutluluk içinde yaşayacaklar...”
Ama Catherine fareleri sevmediğini söylüyor ve eli yatağın altına doğru
uzanıyor...
Nick’in cevabı ise basit:
Fareleri sktir et, minkler gibi düzüleşim o zaman.
"Minkler gibi düzüşmek (Fuck like minks)" burada şehvetle ve uçkuruna düşkün biçimde sevişmek anlamında kullanılmaktadır.
Yeniden öpüşsünler, kutlasınlar o zaman bunu. Seks, seks, seks!
Yeniden öpüşsünler, kutlasınlar o zaman bunu. Seks, seks, seks!
Ekran da kararsın...
Dur bir dakika lan! Açılsın.
Kadraj aşağı insin...
Eneeee!
Buz kıracağı var lan yatağın altında! Ekran kararsın!
Demek ki neymiş? Erkek sikinin dikine giderse kadın onu
buzkıranla daha çoook öldürür...
Film boyunca devamlı olarak erkekle kadının seksüel ilişkisi
üzerinden hâkimiyetleriyle ilgili değiş-tokuşu izleyip durduk. Kontrolü eline
almak isteyen erkek, kontrol edebilmek için kadınla sürekli sevişmesi, onu
kendi objesi olarak görmesi; kadının da erkeğe kendini teslim ederek esasında
edilgenken etken, yani bakılan nesne iken bakışları, arzuyu kontrol edebildiği
için özneye dönüşüyor. Nick’in cinayetlerle ilgili eline ne zaman ciddi bir koz
geçse, Catherine onu cazibesi ve seksüelliğiyle alt edip kontrolü elinde
tutmayı başarıyor, ama Nick, yani erkek kadın kendisine haz verdiği için
kendini aktif konumda hissederek güç sanki kendisindeymiş yanılgısına düşüyor.
Film boyunca izlediğimiz bu özne-nesne karşılaşmasının erotizmle süslenmiş
macera dolu hikâyesidir.
Yani filmin üzerinden 20 sene geçmiş olsa dahi, bugün bile
başımıza ne geliyorsa seksten, cinsellikten, cinsel dürtülerden, en temel içgüdümüzün
seksüellik olmasından geliyor, burası kesin.
Demeyeceğim odur ki; Bülent Arınç’ın söylediği üzere “Hayat
içki ve seksten ibaret değil” yalan! Yok öyle bir şey. Diyeceğim odur ki;
sevişin, ama usturuplu sevişin, mantığınız duygularınıza yenik düşmesin.
Özellikle erkekler, dikkatli olun! Çünkü kadın intikam ve şiddet konusunda
sakin görünse bile alt metni kuvvetli bir cinstir ve metnini yüzeyde taşıyan
erkeğe nazaran kendini kabuğunda saklayıp hamlesini en sonunda yapmasını bilir.
Bu filmde yapmadı, ama film kurgu, gerçek hayatta yapabilir.
Sözün özü; işte bunlar hep seks...
Ve filmimizin fragmanı: (altta dipnot var, es geçmeyiniz!)
Dipnot: Filmde Catherine-Nick-Roxy üzerinden gösterilen lezbiyen ve biseksüel ilişki vesilesiyle, film eşcinsel hakları savunucuları tarafından olumsuz eşcinsel tasviri yaptığı gerekçesiyle protesto edilmiştir. Bunun üzerine film eleştirmeni Roger Ebert, "Filmdeki heteroseksüel karakterler de, başta Douglas olmak üzere, eşit derecede saldırgan olarak gösterilmektedir. Ancak filmde nihayetinde Hollywood'daki tipik homoseksüel -ve özellikle lezbiyen- tiplemesi de yansıtılmaktadır: sapkın ve kötücül." Camille Paglia adlı bir Amerikan yazar ve öğretmen de filme karşı gösterilen eşcinsel hakları ve feminizm savunucularının protestolarını kınayarak, Sharon Stone'un gösterdiği performansı "sinema tarihindeki en iyi kadın performanslarından biri" olarak nitelendirmiştir. Kaynak: Wikipedia
Ve filmimizin fragmanı: (altta dipnot var, es geçmeyiniz!)
Dipnot: Filmde Catherine-Nick-Roxy üzerinden gösterilen lezbiyen ve biseksüel ilişki vesilesiyle, film eşcinsel hakları savunucuları tarafından olumsuz eşcinsel tasviri yaptığı gerekçesiyle protesto edilmiştir. Bunun üzerine film eleştirmeni Roger Ebert, "Filmdeki heteroseksüel karakterler de, başta Douglas olmak üzere, eşit derecede saldırgan olarak gösterilmektedir. Ancak filmde nihayetinde Hollywood'daki tipik homoseksüel -ve özellikle lezbiyen- tiplemesi de yansıtılmaktadır: sapkın ve kötücül." Camille Paglia adlı bir Amerikan yazar ve öğretmen de filme karşı gösterilen eşcinsel hakları ve feminizm savunucularının protestolarını kınayarak, Sharon Stone'un gösterdiği performansı "sinema tarihindeki en iyi kadın performanslarından biri" olarak nitelendirmiştir. Kaynak: Wikipedia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder