Her insanın içinden geçtiği, içinde bulunduğu evredir çocuk
olmak; belli bir yaşa kadar çocuksundur veya çocuk olarak görülürsün.
Dolayısıyla, çocuk olmanın insana hissettirdiği bazı duygular vardır, bazı
eylemlerin, söylemlerin senin çocuk olmanı etkilediği duygular... Bunlar
aslında hepimizin hayatının birer parçası.
Çocuk olmak...
Hani yaşın 5-6’dır, o zamanları zor hatırlarsın, ama yine de
aklının bir köşesinde anı kırıntıları kalmıştır. Mesela evde anne babanla
otururken akrabaların ziyarete gelmesi. Eve ‘misafir’ gelmesi, başka insanların
gelmesi, senin başka insanları görecek olman. O insanların eve gelip seni
gördüğünde mutlu olmaları, sana gülümseyen bir suratla bakmaları. “Çok büyümüş
bu annesi!” diyerek senin hakkında çıkarımları annene yapmaları. Birden
göğsünde bir mutluluk bulutu oluşuverir; nefes alış verişin daha heyecanlıdır,
durduğun yerde duramazsın. Hatta o heyecanla elini ağzına götürür ısırırsın.
Sevinçten ne yapacağını tam bilemezsin çünkü.
Çocuk olmak...
Ailen ve onların dostlarıyla bir restorana, lokantaya
gidersiniz yemek yemek için. Sofraya oturtulursun. Garson gelir siparişleri
alır, sana hep senin yiyebileceğin tarzda yemekler söylenir. “Çöp şiş” der
annen, “yer misin?”. Çöp şiş, annenin tabiriyle Çin çubuklarıyla tavuk
parçalarını yemektir. Hani evde ailecek film izlerken Amerikan filmindeki
adamlar Çin yemeği yerler ya, sen o görüntüdeki adamın çubukları parmaklarında
nasıl tutup hareket ettirdiğine şaşırırsın. Annen evde bir sonraki sefer tavuk
pişirdiğinde sana özel olarak şişlerle yemene izin verir ve senin için çöp
şişlerle yemek yemek artık başka bir zevk, başka bir eğlencedir. Garson içecek
sorar, oldum olası zaten Coca Cola meşhur bir çocuk içeceği(!) de olduğu için
Cola Cola istenir sana.
Yemekler yenir, senin yemeğin bitince yerinde duramazsın ve
masadan kalkarsın, etrafta koşmaya, gezinmeye başlarsın. Etrafta başka
ailelerin çocukları da vardır, onlar da gezme vaktine seninle birlikte
katılmışlardır. Bir yandan onları izleyip diğer yandan yaptıklarını yaparsın,
bazen yapılacak hareketi sen belirlemek istersin. Diğer çocuklarla aranızda hep
bir utangaçlık, bir “Kim bu çocuk be?” durumu vardır, fakat eylemlerle düşünce
farklı işler.
Sonra yorulursun... Çok koşturmuşsundur, masaya geri
dönersin. Annenlerin yedikleri yemeklerden sana da verilir, enerjini biraz daha
toplarsın, yine koşturursun, etrafı gezersin (“Restoranın arka bahçesine gitmiş
miydik yav?”), yerine dönersin ve göz kapakların ağırlaşmaya başlamıştır. Annen
hemen iki sandalyeyi birleştirir, orası senin için dünyanın en rahat yatağı
oluverir; yatarsın, annen bir de montunu senin üzerine örter. Sen gözlerini
kapatıp rüyana dalmak üzereyken restorandaki kalabalığın gürültüsü yavaş yavaş
kısılır... ve uyursun.
O kadar derin bir uyku gibi gelir ki sana, uyandığında
kendini evdeki yatak odanda bulacağını sanırsın; ancak gözlerini açtığında yine
aynı restorandaki kalabalık sesini işitirsin. Ne olduğunu anlamazsın.
Doğrulursun, etrafa bakarsın: neresi burası? Neredesin sen? Karşı masadaki
başörtülü teyze kim? Onun yanındaki masada kahkahalar eşliğinde gülen saçları
gri, pala bıyığı olan amca kim? Bir yandaki masada, belki senden bir iki yaş
büyük belki küçük, bir kız çocuğu masada oturmakta, tabağındakileri etrafı
izleyerek yemektedir. Haaah... Restorandasın, daha bir yere gitmemişsiniz.
Başını çevirirsin, sizin masada annenle baban arkadaşlarıyla muhabbet
etmektedirler. Annenin başı bir ara senin olduğun tarafa döner ve senin
uyandığını görür. “Aaa, uyandın mı oğlum? Bak güzel tatlı geldi, yer misin?”
‘Tatlı’ kelimesi seni birden harekete geçirir ve yerinde doğrulup
sandalyelerden birine oturursun, tatlıyı yemeye başlarsın.
Saat kaç bu arada? Geceyi geçti mi? Hayır tabii ki... Varsa
yoksa bir saat uyudun, daha henüz 11... Ondan sonrası da zaten restoranda ayık
geçen bir yarım saat, belki bir saat daha, sonra sofradan kalkılır, restorandan
çıkılır, arabaya binilir ve sen arka koltuğa oturur oturmaz yana devrilirsin.
Annenle baban ön tarafta geceyle ilgili kulisi yaparlarken 15-20 dakikalık yol
senin için ufak kestirmelerle ya üç, ya beş dakikadır... Sonrası ise yatağında
mışıl mışıl uyku...
Çocuk olmak...
Hafta sonu olur ve belki babanın işi vardır belki de
yanınızdadır, ama annen muhakkak oradadır ve onun bir arkadaşı ve çocuğuyla
birlikte dışarı çıkarsınız, alışveriş merkezine gidersiniz. Çocuklukta önceleri
annenin arkadaşının çocuğu senden büyüktür veya seninle yaşıt; alışveriş
merkezine gittiğinizde annen seni çocuğun yanına verir, “Hadi ağabeyle/ablayla
gezin siz,” diye. Belki atari salonu vardır veya kocaman bir oyuncak dükkânı ve
oraya girip, dükkânın içini ezberleyene kadar gezersiniz, çeşit çeşit bir sürü
oyuncak keşfedersiniz.
O dönemin meşhur bir oyuncağının önüne varırsınız, çocuk
seninle oyuncağın dedikodusunu yapmaya başlar; “Benim bir arkadaşım var, onda
bundan iki tane var! Babası almış bir tane, bir de annesi almış, atınca bu
kadar uzağa gidiyor”... Çocuk öyle bir iştahla anlatır ki o oyuncak senin
hayatının en anlamlı parçası olmuş olur. Görev belli: oyuncak anneye
aldırılacak!
Anneleriniz oyuncakçıya gelir sizi bulur, sen hemen anneni o
oyuncağın yanına götürürsün, “Anne! Anne! Bak bu çok güzel!” dersin içten bir
şekilde. Annen ise hemen itiraz eder, “Evde onun gibi bir sürü oyuncağın var,
hayır!”.
“Ama... ama... ama...”
Eğer nazın çok fazla geçmezse oyuncakçıdan buruk ayrılırsın,
suratın düşer. Annenin sorduğu sorulara hiç cevap vermezsin (“Biliyorum ama
söylemem ki, ben seni protesto ediyorum!”). Ama annen en sonunda sana çok güzel
bir çikolata alır, bu belki de Kinder sürpriz yumurtadır! Bu da senin
zaaflarından biridir; Kinder sürpriz yumurta alıp çikolatasını yedikten sonra
içindeki plastik kutudan ne çıkacak, nasıl bir yapboz, nasıl bir sürpriz, nasıl
bir heyecan seni bekliyor bunun beklentisi içine girersin...
Birkaç yaş sonrasında yine annen, arkadaşı ve çocuğu
üçlüsüyle dışarı çıktığınızda ve yolunuz yine alışveriş merkezine düştüğünde,
çocuk senden iki üç yaş küçüktür mesela ve bu sefer annenin arkadaşı çocuğuna,
“Aaa hadi ağabeyinin elinden tut oyuncakçıya gidin!” der. Artık lider
sensindir, asil de bir görevin vardır: annenin arkadaşının çocuğunu oyuncakçıya
götürmek. Oraya gidilecek, sen oyuncakları keşfedeceksin ve o çocuğa
göstereceksin, anlatacaksın. Oyuncaklarla ilgili hikâyelerin o çocuğa
inanılmaz, muhteşem gelecek. Bu sefer de o çocuk annesine oyuncak aldırmak
isteyecek. Günün sonunda ise o çocuğa oyuncaklar dünyasının muhteşemliğinde
önderlik yaptığın için kazanan sen olacaksın.
O zamanların bir de güzel ayakkabısı vardır, ışıklı ayakkabı, ondan da aldırabildiysen annene veya babana, ayakların gerçek anlamda 'yerden kesilir'.
O zamanların bir de güzel ayakkabısı vardır, ışıklı ayakkabı, ondan da aldırabildiysen annene veya babana, ayakların gerçek anlamda 'yerden kesilir'.
Çocuk olmak...
Hafta içi okul varken sabah 7’de kalkmak ıztırap olur,
uyanmak, yataktan çıkmak istemezsin. O sıcacık yatak ve uykunun cazibesi hâlâ
seni baştan çıkarmaya yetmektedir. “Biraz daha uyuyayım,” diye ısrar edersin
annenle babana, ancak nafile, yine de kalkıp okula gitmek zorundasındır. “Başım
ağrıyor...” Annen hemen aspirin verin bir şeyciğin kalmaz.
Buna rağmen, cumartesi günü sabah 7 dedin mi zınk diye
ayaktasındır! Çünkü 7’de, en geç 7:30’da ulusal bir kanalda çizgi film kuşağı
başlayacaktır; içindeki zengin hayal gücünü harekete geçiren ve büyük keyif
aldığın, hafta sonunun o vazgeçilmez zamanı...
Hatta belki annen cuma gününden puding yapmıştır, üstelik en
çok sevdiğin çikolatalı pudingden, kâsenin alt tarafına da bisküvi gizlemiştir
ve senin çizgi film izlerken pudingin derinliklerindeki bisküvi hazinesini
arayışın keyifli bir maceraya dönüşür. Televizyonda da He-Man mi
yayınlanıyordur?
Çakmaktaşlar mı?
Belki de Beverly Hills.
Ya da Alf.
Richie Rich.
Power Rangers mı?
Yoksa bayıldığın Ninja Kaplumbağalar mı? Ninja
Kaplumbağalar’ın şu jeneriği zaten hafızanda belli bir yer etmiştir:
Veya Looney Tunes’un şu jenerikleri:
Yaşın biraz daha ilerleyip hâlâ “çocukluk” periyodunun
içindeyken zamanın müthiş Japon çizgi filmi “Pokémon” vardır mesela, onu da
akşam okuldan dönüşte izlersin, onun jeneriği de senin için ayrı bir yerdedir.
Kısacası hafta sonu senin için çizgi film demek olur. Hatta
bazen hafta içi akşam saatlerinde yayınlanan bir film olur, veya Pazar günü
akşam geç saatte ve izleyemezsin; annen, baban veya ablan onu senin için VHS
video oynatıcıda kasede kaydeder. Film belki Show TV’de yayınlanmıştır ve filmi
izlerken araya şu Show TV reklam jeneriği girer, hafızanda Show TV dedin mi bu
animasyon, bu jenerik, bu müzik vardır.
Cumartesi günü bu filmi seyrederek eğlenirsin bir çocuk
olarak. Bu belki en sevdiğin filmlerden biri olan Superman 3’tür.
Ya da belki Superman’in kuzeni Supergirl’dür.
İlk izlediğinde sevimli, sempatik, ancak bir o kadar da
korkutucu gibi gelen “Gremlins” de olabilir.
İlk izlediğinde ve sonundaki ölüm sahnesiyle hafızana
işlenen “Jaws” filmine ne demeli?
Belki de ilk izlediğin bilimkurgu filmi olan “Eyvah Çocuk
Büyüdü” de olabilir.
Televizyondan kayıt edilmemiş de olsa, kasetçiden gidip
kiraladığınız bir film de olabilir. Hani şu kapağının yüzeyi pütürlü olan
kasetlerden.
Cumartesi günü ne kadar film izlemek veya alışveriş yapmak
da olsa, Pazar günü biraz daha dinginlik, daha ailesel toplaşmalar için olur.
Belki babaannenlere gidersiniz; babaannen senin için çilekli puding yapmıştır
ve sen onu yerken büyükler bol bol sohbet eder. Deden karşında oturur seni
izler, baban yanına gönderir, dedenin dizine oturursun, bir de poz verirsin.
Evden ayrılırken de babaannen veya deden illa ki cebine para sıkıştırır,
babanın, “Yahu alıştırmayın çocuğu,” itirazlarına rağmen, çünkü onların da
mazereti bellidir: “Torunumuz değil mi canım?!”
Çocuk olmak...
Pazar gününün akşamına doğru bir ritüel haline gelmiş olan
duş alma zamanı gelir; pek sevmediğin tırnak kesme işlemi de onun ardından
gelir, ki sen henüz tırnaklarını kendin kesebilecek kadar kabiliyetli olmadığın
zamanlar ya annen ya da baban (tercihen annen) tırnaklarını keser ve tırnak
makasının demiri tırnağının iç tarafındaki ete ne zaman dokunacak bunu
bilemedikleri için sen her dokunma anında elini çekersin, o yüzden annen veya baban
elini biraz daha bastırarak sıkı tutmaya çalışır.
Senin tam duştan çıkmana rast gelen saatte mutlaka
“Bizimkiler” başlar. “Bizimkiler” demek; hafta sonu bitti ve geriye kalan son
saatlerinin en tatlı anları şimdi başlıyor demektir.
Üzerine de o zamanların Inter Star’ında (şimdinin Star
TV’si) “Parliament Sinema Gecesi” başlıyorsa demektir ki yatmaya az kaldı...
Devamında da yukarıdaki filmlerden biri oynar mutlaka. Eğer
ki “Batman Returns” filmi varsa sonunu gör(e)meden uyuyacaksın demektir.
Çocuk olmak…
Kar yağacağı haberinin verildiği akşam gökyüzünü izlersin,
bulutlar toplaşıyor mu, gece yağar mı, sabaha tutar mı, tutar da okullar tatil
olur mu umuduyla… “Bırak artık dışarıyı izlemeyi, bu saatten sonra yağsa da
tutmaz,” der annen. “Görürsün sen,” deyip odana çekilirsin.
Gece uykundan 2’de uyanırsın, hava bulutlanmıştır, acaba kar
yağacak mı beklentisi yine zihnini doldurur. 4’te uyanırsın, 6’da uyanırsın ve
nihayet kar yağmaya başlamıştır – ancak beklediğin kadar fazla değil. Sabah
7’deki kalkma vaktinde uyanır uyanmaz pencereye yapışırsın, kar yavaş yavaş
tutmaya başlamıştır. Hemen salondaki açık olan televizyonda TRT’yi izlersin kar
tatili haberi gelecek mi diye, fakat henüz Ankara Valisi uyanmamıştır ki! Bir
de Nickelodeon kanalında “Blue’s Clues” vardır, oradaki genç, Blue adlı köpeğin
ipuçlarını çözer ve sona yaklaşılamadan ne yazık ki servis için evden çıkmak
zorunda kalırsın.
Okula gittiğinde yine herkes kardan, kar tatilinden konuşmaktadır.
Arkadaşlarınla aranda o gün niye kar tatili olmadı, ertesi gün olur mu
dedikoduları dönmeye başlar… Sonra akşam bir haber gelir, okulların ertesi gün
tatil olduğuyla ilgili; işte o andan itibaren günün geri kalanı senin için
muhteşem geçecektir.
Çocuk olmak...
Ablan vardır belki, sana bulduğu, keşfettiği eksantrik tatlı
ve şekerlemelerden getirir. Belki roll up sakızdır bu.
Ya da Pez’dir.
Belki şu başlıklı oyuncaklarından biriyle.
Çocuk olmak…
Lunaparka gidersiniz ailecek. Oradaki restoranda oturur
yemek yersiniz. Sen belki yine çöp şiş istersin. Yemeğinizi yemeye başlarsınız,
ancak o zamanlar midenle zihnin iştah konusunda bir olmadığı için her şeyden
yemek istersin, annenle baban da sana istediklerini ısmarlar; yemeğin sonunda
tabağında yemek kalmıştır ve baban yemeği bitirmeyeceğin takdirde seni
lunaparka eğlenmeye götürmeyeceğini söyler. Mırın edersin kırın edersin, en
sonunda anlaşırsınız ve yemeği bitiremeden kalkarsınız.
Lunaparkın içine girersiniz, ancak makineler, oyunlar sana
nedense biraz ürkütücü gelir. Belki izlemiş olduğun “Problem Çocuk 2” filminden
ötürüdür (o filmde çocuğun gıcıklık olsun diye dönen lunapark aletinin hızını
artırıp herkesi kusturduğunu hatırlarsın) (o sahnenin daha iyi bir görüntüsü için).
Belki de bazı makinelerin çalışırken fonda çalınan yüksek
sesli oryantal müziğidir. Sarkaç makinesinin kollarının nasıl akrep ve yelkovan
gibi birbirini kovalarcasına dönüp havaya çıktığını ve tekrar dönüp aşağı
indiğini izler, içindeki insanların bağırış ve çığlıklarını duyar ve
şaşırırsın, daha da korkarsın. Senin için en iyisi, annen veya babanla çarpışan
otolardan birine binip öteki araçlarla çarpışmak ve her çarpışta ciğerlerin
dışarı çıkacakmış gibi kahkahalar atmaktır.
Birkaç tane makineyi denedikten sonra da pamuk helva
alırsınız, sen yine makinelerin pek çoğundan korktuğun için (özellikle o dönen
makine) pamuk helvanı yiyip etrafı gezersin. Biraz daha şehir dışından gelen,
Doğulu, senden yaşça biraz daha büyük çocuklar vardır ve onların tehlikeli gibi
gözüken makinelere binmelerini şaşkınlıkla karşılarsın.
Eğlence belki de lunaparkla sınırlı değildir, Atakule’de
atari salonu vardır ve oradaki eğlence de senin için bambaşka bir şeydir. O
oyun salonundaki bazı makinelerden yine tırsarsın. Mesela bir film sahnesi gibi
hazırlanmış bir makine vardır, içinde kasabalı bir ailenin üyelerinin maketleri
olan ve hedef olarak gözüken her yere makinenin tüfekleriyle nişan alıp ateş
edebilirsin, neticesinde de maketler garip hareketler yapar, garip sesler
çıkarır. Veya su yüzeyinde gemi yüzdürme makinesi vardır, kumandalardan birini
alırsın ve gemiyi yüzdürmeye başlarsın, onun su yüzeyinde yüzerek hareket
etmesi sana ilginç bir şekilde heyecan verir. Çocuk olduğun için herhalde…
Çocuk olmak…
Çevrende o zamana kadar mutlaka oruç tutmuş birilerini
görürsün ve o zamanlar orucun tam olarak ne olduğunu, ne anlama geldiğini, ne
işe yaradığını bilmediğinden, insanların bütün gün boyunca bir şey yemeyip “Orucum
ben, sağ olun,” diyerek akşam büyük bir ziyafet çekmeleri sana oyun gibi gelir.
Annene dersin ki “Ben de oruç tutacağım”. Annen şaşırtıcı biçimde bu isteğine karşı
gelmez ve seni gece kaldırır, yemek yedirir. Ertesi gün olur, bu tabii ilk
orucun olduğu için annen de baban da sana takılmaya müsaittir; “Oruçlu musun
bugün?”, “Bir şey yedin mi?”, “Yiycen mi?” şeklinde sorular sorarlar ve sen
azim ve ısrarla, “Hayır yemiycem, orucum ben!” dersin. Ancak o oruç ancak
öğlene kadar mümkündür senin için ve dakikalar ilerledikçe acıkmaya başlarsın. Çocuk
olduğun için de bunun sende yarattığı duyguyu saklayamazsın, yüzünden okunur ve
annen der ki; “Hadi orucunu boz.” İlk teklife sıcak bakmazsın, çünkü bilirsin
ki akşam büyük bir yemek yenecektir ve o zamana kadar beklemen gerekir – neden beklemen
‘gerektiğini’ bilmediğin halde… Annen birkaç defa daha sorar sana, “Yiyecek
misin?” diye, ama sen suratın asık, istemezsin. En sonunda der ki, “Bak çocuk
orucu diye bir şey de var, Allah bunu da kabul eder. Allah’ım çocuk orucu
tutucam, kabul et dersen olur,” ve bu fikir sana cazip gelir, en sonunda
içinden “Allah’ım çocuk orucu tuttum, kabul et” dersin ve annenin akşama
yaptığı kekten kestiği birkaç dilimi afiyetle yersin.
Çocuk olmak…
Bayramlarda seyranlarda akrabalara gidip sırasıyla
büyüklerin ellerinden öpüp harçlık almayla geçer. Hatta hayatın, maddi açıdan
bir yarış olma ihtimalinin tohumları daha bu zamanlarda atılmaya başlar;
ailenin öteki çocuklarıyla veya arkadaşlarınla kaç para topladığınızın
üzerinden mukayeseye başlarsınız.
Paraları atarsınız cebe, onunla ya marketten çikolata
alacaksındır, ya da sen oyuncakçıdan oyuncak almayı isterken, annen sana yeni
bir giysi almayı ister ve annenin isteği baskın çıkacağından sana yeni
bayramlıklar alınır. Sen yine de bilinçsizce, yıllar sonraki kendine bayram
giysinin cebinde para bırakırsın; bir iki sene sonra o bayram için giydiğin
giysinin cebinden para bulduğunda ise kendini ıssız bir adada hazine bulmuş bir
korsan gibi mutlu ve gururlu hissedersin.
Çocuk olmak…
Ailenle arabada giderken dönemin popüler şarkıcılarından
birinin takılı kaseti çalar ve sen o hareketli parçayı söylemeye, şarkıya eşlik
etmeye çalışırsın. O zamanın senin için önemli Türkçe şarkılarından biri de M.F.Ö.’nün
“Ali Desidero”dur.
Ancak sen tabii şarkının sözlerini tam olarak
anla(ya)madığın için senin için o şarkı “Alitesitero” gibi bir şey olur ve
sadece nakarat kısmında “Alitesitero” deyip şarkının kalan kısımlarında
oynamayı tercih edersin. Veya yine o dönemin meşhur şarkılarından biri olan
Yonca Evcimik’ten “Abone” şarkısı vardır, cıstak cıstak! O şarkıyla da
eğlenirsin.
Harun Kolçak'ın "Gir Kanıma" şarkısı da o zamanlardır senin için.
Yani senin için çocukluk demek bir anlamda da 90'lar demektir...
*
Çocuk olmanın getirdiği o saf, o narin mutluluk; gülmek,
gülümsemek; heyecanlanmak, korkmak,
ağlamak belki de istemsizce seni sen yapan unsurlardır… Büyürsün, artık “çocuk”
değil “genç” olacak yaşa gelirsin, ortaokul, lise bunların hepsi geçer,
üniversiteye gidersin… Ve hayatındaki en çok sevdiğin insanlardan biri olan
annen sana ansızın veda eder… Dilin lâl olur, konuşacak kelime bulamazsın;
büyüyüp “genç” olduğun halde içinde bir yerlerdeki o saf çocuk tekrar gün
yüzüne çıkar… Sanki çocukmuşsun da annenin her daim yanında olmasını istiyormuşsun
gibi ağlarsın; için için, veya dışına akıtarak… İnsanlar belki bunu anlamaz,
anlayamaz, fakat senin içinde büyük bir burukluktur bu… Ve artık o vakitten
sonra, her şeyi kabullenip hayata göğüs gerebileceğini anladığın anda; Çocuk,
artık büyümüşsündür… J
İlginç yazılarınız var, ilgiyle okudum. Özellikle sabah sabah dexteri okumak hiç iyi gelmedi ^^.
YanıtlaSilİlgi ve beğeniniz için teşekkür ederim. Dexter konusunda yapacak bir şey yok, karakterin doğasında var. :)
YanıtlaSil