Türk
vatandaşı bu ülkenin polisine, çevik kuvvetine, emniyet müdürlüğüne emanet… Peki onların bundan haberi var
mı?
Son
olarak 18 Aralık 2012’de ODTÜ’de gerçekleştirilen Göktürk 2 adlı Türk uydusunun
fırlatılışı sırasında okuldaki öğrencilerin haklı
olarak başbakanı protesto etmesi sırasında emniyet güçlerinin gösterdiği orantısız kuvvet ve bir basketbol
müsabakasında hakeme laf attığı gerekçesiyle astım hastası Mutlu İlke Ülker’in polis tarafından coplanması, beni Türk polisinin bu
ülkede ne işe yaradığı konusunda düşünmeye itti. Malûm Türk polisi, çevik
kuvvet, vatandaşı korumaya, emniyetini sağlamaya yönelik hareket etmeli,
eylemleri de buna yönelik olmalıdır... Peki gerçekten böyle mi? Tabii ki hayır!
Türk
polisi son 10 senedir iktidarın polisliğini yapmaktan başka bir işe
yaramamaktadır. Son 4-5 senedir okuduğumuz, izlediğimiz haberler de bunu
destekler nitelikte. O zaman şöyle bir sıralama yapmamız mümkündür; Türk
polisinin görevi nedir?
-
Başbakan Tayyip Erdoğan’ı korumak ve kollamak.
-
Başbakan Erdoğan’a karşı laf atan birini coplamak.
-
Başbakan Erdoğan’ı eleştiren birini coplamak.
-
Başbakan’ın geçeceği yolda veya bulunacağı yerde duranı coplamak.
-
Kendisine ters gelenleri coplamak.
-
Kendisine karşı çıkanları coplamak.
-
Kendisine bakanları coplamak.
-
Coplamak.
-
Cop-lamak.
-
Copla-mak.
-
Coplam-ak.
Sonuncusu
galiba biraz daha polis-hükümet ilişkisini yansıtan bir heceleme oldu, içinde
“AK” var neticede(!).
Polisten,
hatta Türk polisinden oldum olası haz etmem. Hepsinin bana karşı garezi var
veya hepsi bana kötü bir eylemde bulundu diye değil; bu ülkede Türk polisi
olarak yer alan polislerin kendi içindeki
nefreti başkasına kolaylıkla gösterme rahatlığı sergilemesinden ötürü. Sırf
bu rahatlığın sağlanmasından ötürü başta başbakan olmak üzere hükümetten de haz
etmiyorum, hatta sevmiyorum.
Peki,
nedir bu kendi içindeki nefreti başkasına
kolaylıkla gösterme rahatlığı? Şöyle bir şeydir:
Genci vurarak öldüren
polis:
Türk bayrağı açana tekme
atan polis:
Düğünde kafasına göre silah
sıkan polis:
Karakolda şiddet uygulayan,
tehdit eden polis:
Erzurum’da kız arkadaşını
ve yanındaki erkeği vurduktan sonra kendini öldüren polis: http://www.haberler.com/erzurum-da-polis-memuru-dehset-sacti-3956184-haberi/
Ve
daha bunlar gibi pek çok örnek mevcut. Şimdi burada şöyle bir ince çizgi olan
ayrımı yapmamız gerekiyor: insanoğlu şiddete zaten meyillidir, en sakin, en
naif bir insan bile belli bir ‘kırılma noktası’na gelince şiddet uygular,
uygulayabilir. Yani insanoğlunun öyle veya böyle şiddete başvurmayla ilgili her
hakkı saklıdır. Türkiye’nin de ataerkil
bir toplum olduğu gerçeği yadsınamaz, yani Türkiye’de her iki erkekten biri
(bu varsayımı kafamdan atarak veriyorum) illa ki şiddete meyillidir veya şiddet
uygulayabilir/uygular. Hâl böyle olunca sen bir Türk’ün eline tabanca veya
yaralayıcı bir silah verecek olursan, o Türk herhangi bir öfke ânında biriyle
kavga ettiği sırada o silahı karşı tarafı yaralamak için elbette kullanır. Sen
bir polisin eline silah verecek
olursan polisin o silahı kullanma yetkisi
vardır. Fakat üst satırlarda sıraladığım ataerkil toplum ve Türk’ün saldırgan
tavrı üst sıralara oynayınca, bu yetki suistimal
edilebiliyor rahatlıkla.
Polisin
hükümetin emri altında bulunması ve hükümetin emir verdiği biçimde her türlü
saldırıyı ve yaralamayı gerçekleştirebilmesi, kendi içindeki nefreti başkasına kolaylıkla gösterme rahatlığını da
ister istemez etkiliyor. Yani kısaca şu noktaya gelmiş oluyorum: hükümet
emniyet güçlerine, “Gençler sokakta eylem yapacaklarmış; engelleyin, gerekirse
cop ve biber gazı kullanın,” derse (bu kararı hükümetin verdiğinden emin
değilim, emniyet güçlerinin müdahale maddelerinde de yazıyor olabilir), bizim
Türk polisi içindeki bütün kini ve nefreti gerekli olmadığı halde kullanma rahatlığını göstermiş olur- ve bu
rahatlığı gösterir de!
Mesela
ODTÜ’de 18 Aralık 2012’de Göktürk 2 Türk uydusunu fırlatma etkinlikleri için
üniversiteye gelen Tayyip Erdoğan’ı korumak ve kollamakla mükellef olan
polisin, üniversite öğrencilerine orantısız
güç kullanma rahatlığı gibi:
Üstelik
18 Aralık 2012’deki ODTÜ olaylarında her şeyi başlatan kim biliyor musunuz?
Yok, bu konuda sakın başbakan Tayyip Erdoğan’ı dinlemeyin, onu dinlerseniz
konuyu “Polisler cicidir, öğrenciler arsız!” noktasına getirebilir, kanmayınız!
Yandaş olmayan medyayı dinlemek daha
iyi. Mesela şurada anlatıldığı üzere;
ODTÜ’de ilk saldırıyı polis gerçekleştiriyor. Zaten haber videolarından da
görebileceğiniz üzere, saldıran, orantısız güç kullanan hep polis. Çünkü elinin
altında saldırı imkânı var, çünkü kendisine emir verilmiş ve çünkü kin dolu.
Sakin biçimde ilerleyen protesto.
Saldırıyı polisler gerçekleştiriyor.
Ve birden savaş alanı hâline gelen ODTÜ.
Yılmayan gençler.
'Sürü'süne bereket bir polis ordusu.
O kadar polisin orada ne işi var?
Saldırı sonrası ODTÜ: 'yangın yeri'.
Burada
zaten hükümet ve başbakan açısından bir yanlış var, o da şu ki; başbakan eleştirilemez, protesto edilemez değildir! Bir başbakanın bunu hâlâ
öğren(e)memiş olması onun ayıbıdır, gençliğin değil. Bir başbakanın peşinde
5000 (bazı haber kaynaklarında 2500 de deniyor, önemli olan bir öğrenci
ortamına binden fazla polisle giriyor
olmak) tane polisle bir üniversite içine girip kendisini herhangi bir saldırı olmadan eleştiren, protesto eden öğrencilere
karşı bu 5000 polisi salması ve her türlü kaba kuvvetin, copun, biber gazının
ve tazyikli su sıkmanın serbest olması demokratik değil, çağdışıdır, bizim
ilkemizde de -ne yazık ki- ileri
demokrasi olarak adlandırılmaktadır. Hatta başbakan ve emrindeki polisler o
kadar suçsuzdur ki, kendisini
protesto eden ve polis engeline takılan üniversite öğrencileri esasında Göktürk
2 adlı Türk uydusunun uzaya gönderilmesini protesto
etmektedir. Yoksa başbakana ve hükümete göre polis yapılması gerekeni yapıp doğru
bir şiddet uygulamaktadır, değil mi?
Peki
ne yapar bizim polisimiz başka? Tek derdi öğrenciyle midir? Tabii ki değil!
Astım hastası bir gence de saldırmaktan kendini alıkoymaz, hâşâ!
Buradaki
sebep de, üst satırlarda yazdığımın aynısı: kendi
içindeki nefreti başkasına kolaylıkla gösterme rahatlığı. Türkiye gibi bir
ülkede sen belli birtakım insanlara şiddet kullanma izni verirsen, o insanlar o
şiddeti kafasına göre kullanma rahatlığını da gösterir, bundan hiç şüpheniz
olmasın. Ama işte buna polis diye
bir de kılıf uydurmuşlar ki “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” atasözünü
anımsatan bir kılıftır bu; “Hükümeti koruyup kollayacak, onun emirlerine biat
edip şiddete başvuracak insanlar olması lazım” mazeretine polis kılıfı eklersen çok iyi de oldu, çok güzel iyi oldu tamam mı?
Bir
de mesela ülkenin çok güzel bir İçişleri Bakanı vardır İdris Naim Şahin adında,
polisin serbestçe kullanmasına izin verilen ve öldürücü etkisi olduğu da
bilimsel olarak tespit edilen biber gazı için çıkar der ki(http://www.cnnturk.com/2012/guncel/08/15/olduren.gazi.savundu.yuzde.100.dogaldir/673007.0/index.html);
“Biber gazımız %100 doğaldır.” Peki ne işe yaradı o “%100 doğal” biber gazımız
biliyor musunuz? 31 Mayıs 2011’de başbakan Tayyip Erdoğan’ın Hopa’yı ziyareti
sırasında kendisini protesto eden halka polisin biber gazı sıkması sonucu öğretmen Metin Lokumcu’nun vefat
etmesine sebep oldu.
Bu
da videosu:
Gördüğünüz
üzere, olaylara polis müdahale etmeden önce
hiçbir problem yok ve halk gayet makul biçimde protestosunu yaparken, polis
müdahale ettikten sonra ortalık savaş
alanına dönüyor ve öğretmen Metin Lokumcu da haklı olarak isyan ediyor. Ancak
tabii bir vatandaşın ölümüne sebep olan, polisin sıktığı biber gazının “%100
doğal olduğu” açıklamasını yapan İdris Naim Şahin’e mi kızmak lazım, yoksa onu
o koltukta oturtan başbakana mı, yoksa başbakanı el üstünde tutan oy
verenlerine mi bilemiyorum. İnsan burada ister istemez soruyor “Demokrasi bunun
neresinde?” diye.
Hatta
bu ileri demokrasi hareketlerinden
biri de, 4 Aralık 2010 günü başbakan Tayyip Erdoğan’ın rektörlerle yaptığı
toplantıyı protesto eden öğrencilere karşı polisin saldırmasında da rahatlıkla
görülebilir.
Haber
aynen şöyle:
“4 Aralık Cumartesi günü Başbakan Erdoğan'ın rektörlerle yaptığı toplantıyı protesto etmek amacıyla yapılan eylemler sırasında, çevik kuvvet ekiplerinin tekmelerle hamile bir kadın öğrencinin karnındaki bebeği öldürdüğü ortaya çıktı. Bayan öğrenci dehşet verici olayı ''Polislere ‘vurmayın hamileyim’ dememe rağmen karnıma tekme ve coplarla vurdular'' sözleri ile anlattı.”
Haberin
devamını da buradan okuyabilirsiniz. Bunlar
nedir biliyor musunuz? Son derece normaldir. Faşizm ve diktatör rejimi ile yönetilen bir ülkede bunlar son
derece normaldir; anormal olan ise, bu vahşi eylemlere göz yuman ve dikta
rejimini destekleyerek oy veren halktır. Bu halkın kini ve öfkesi de polis
maskesi altında kendinden olmayan vatandaşa kaba kuvvet ve şiddet uygulama
olarak kendini göstermektedir.
Tam
bu yazıyı yazarken yeni karşılaştığım bir haber de, 7 tane polis memurunun bir
vatandaşa karşı gerçekleştirdiği linç
girişimi. Evet, en basit tabirle bir linç girişimi, çünkü vatandaş polise
karşılık verdi diye yere yatırılıp elleri kelepçelenerek saldırıya maruz
kalıyor, hatta polis memurlarından pek sevgili(!) bir tanesi ayağıyla
vatandaşın başına vuruyor, hatta ezmeye
kalkıyor. Haberi şurada.
Yetmedi
mi? Polis için yeter mi? Daha öncesinde de çocuğunun önünde bir adamı döven 7
polis haberi mevcut.
Ve
dayak yiyen Ahmet Koca’nın açıklamaları:
Sonra
bu polislere ne oldu biliyor musunuz? Serbest bırakıldılar. Çünkü 7 polis,
dövdükleri Ahmet Koca’dan şikâyetçi olmuşlardı ve şikâyet gerekçesi de şuydu: “Görevi
yaptırmamak için direnme ve kamu görevlilerine görevlerinden dolayı zincirleme
hakaret.” Bu haber de şurada.
Üstelik bu haberde şöyle bir ayrımcılık örneği de yatıyor; polisler, telefonda
Kürtçe konuştuğu gerekçesiyle Ahmet Koca’ya “Terörist” diyerek kendisine
saldırmaya başlıyorlar. İşte Ahmet Koca’nın kendi açıklaması:
“Arabada hamile bayan olduğunu ve sancısı tuttuğunu söyledim. Ancak beni dinlemediler, kimliğimi istediler. Kimliğimi verirken elime vurdular. Ben saygılı olmalarını ve asker olduğumu söyledim. Aralarından biri bana ‘Ben de Genelkurmay Başkanı’yım’ diyerek küfür etti. Daha sonra beni dinlemeden ailemin önünde dövmeye başladılar. Asker olduğumu söylememe rağmen ‘Sen teröristsin’ diyerek hakaret ediyorlardı. Zaten 3 kişilerdi, sayıları yetmiyormuş gibi takviye ekip istediler. Gelenler de dinlemeden bana saldırdılar. Yerlerde sürüklediler. Yüzüme, kafama tekme attılar, copla vurdular. Kimisi kemerini çıkarttı vurdu. Biber gazı sıktılar. Bir ara öleceğimi sandım. Beni karakola götürmek yerine kameraların olmadığı bir tren yolunun altına götürdüler. Orada da dövmeye, devam ettiler. Bir polis vardı adı ‘Mustafa’. Her şeyi o yaptı. İlk o vurdu. Hepsinden şikâyetçiyim. Vücudumdaki ağrılardan doğru düzgün hareket edemiyorum. Vücuduma bakmaksızın her yerime vurdular.Ya ölseydim, polis bizi korur, ama bunlar beni öldürmeye teşebbüs ettiler. O gece sabaha kadar polis aracında Fatih, Balat ve Aksaray civarında gezdirerek beni canları sıkıldıkça dövdüler.”
Canları sıkıldıkça
dövdüler...
İşte Türkiye’de Türk polisinin geldiği son nokta diyebileceğimiz o kilit cümle.
Size
daha müjdeli bir haberim var! Türk polisinin halihazırdaki faşist uygulamaları
ve uyguladığı şiddet, kullandığı cop yetmiyormuş gibi, ileriki bir tarihte
polisler artık “portatif cop” da denilen demir
cop kullanmaya başlayacak. Yani vatandaşa yaşattığı hazzı iki katına
çıkarmış olacak. İşte o cop:
İşte
o copun haberi: Radikal
Aslında
verdiğim örnekler bir elin parmağını geçmeyecek kadar az belki, ancak Google’a
girip basit bir arama yapacak olursanız bunlar gibi nice örneklerle
karşılaşabilirsiniz.
Polis
şiddetini gittikçe daha fazla yaşıyoruz. Tayyip Erdoğan gittiği her yere, bence
artık can güvenliğinden ziyade gücünü ve yapabildiklerini/yapabileceklerini
göstermek için daha fazla polisi, çevik kuvveti beraberinde götürüyor. “Hükümeti
sevmiyorum!”, “Türkiye’de özgürlük yok!” dediğimiz anda bile bileklerimize
kelepçe vurulup yaka paça götürülme, hatta sokak ortasında dayak yer noktaya
geldik. Ve bununla ilgili sesimizi çıkarmadığımız sürece bu baskı kendini daha
fazla hissettiriyor olacak.
Artık
o meşhur “Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar” lafı da yerini “Olur böyle
vakalar, Türk polisi coplar” lafına bırakabilir bence; polis gördüğünüz yerde
aklınıza cop, biber gazı, tazyikli su gelsin ve kaçın! Çünkü hükümet sizi pek
düşünmüyor...
Son
olarak radyoda çalmaya başlayan şarkıyı armağan ediyorum; Michael Jackson’dan “They
Don’t Care About Us”:
içindeki polis düşmanlığı öyle bir yerdeki ne anlatsak boşuna hala bazı olayları ballandıra ballandıra anlatıp polise sövmek ne kadar kolay dimi empati diyeceğim ama anlayacağını da zannetmiyorum neyse hadi biraz gazını alalım. pis polis faşik polis öcü polis...
YanıtlaSilBen polis düşmanı değilim. Kaldı ki hiç kimse herhangi bir şeyin düşmanı olmaz, düşmanı haline 'gelir'. Ben bu yazıdaki haberleri bilerek aratmadım, son yaşanan ODTÜ vakaları ve astımlı gence dayak ve aklımdaki birkaç olayı daha yazayım derken yaptığım araştırma neticesinde çıktı bu haberler. Polisle ilgili haber arattığımda ilk beş sayfayı bu tür haberler ve videolar kaplıyorsa bunda benim yapabileceğim bir şey yok; kaldı ki bu şekilde "Aslında kötü değiller ama rast geldi işte" gibi bir yazı yazmamın da lüzumu yok, Türkiye'deki 'polis' kavramının hali ortada ve içler acısı.
YanıtlaSilDaha yeni şöyle bir haber varken (http://www.aksam.com.tr/k9la-kavga-eden-kopege-4-kursun--160902h.html) polis hakkında iyi niyetli bir iki kelam etmemi beklemiyorsunuzdur umarım? Ya da polisi hangi 'pozitif' açılardan anlatmamı beklerdiniz?