Elif Şafak’ın 2011 Ağustos’unda Doğan Kitap’tan çıkan “İskender”
adlı romanı; bol karakterli bir hikâyede aile içi ilişkileri,
kişilerin dünyaya bakışını ve genç bir oğlanın annesini
öldürmesini anlatıyor.
Uzun zamandan beri kalın kitap okumuyordum, 150-200 sayfalık
okuduğum romanları da 1-1.5 aya yayıp gevşek gevşek okuyordum. Elif Şafak’ın “İskender”
adlı romanı, 420 sayfa olmasına rağmen, bu alışkanlığımı yıkmama yardımcı oldu
diyebilirim.
Hikâye, annesinin hayatını anlatma isteği duyan genç bir
kadının ağzından başlıyor, ardından bütün bir roman boyunca geçmişle gelecek,
bugünle yarın arasında karakterlerin farklı zaman dilimlerindeki yaşantıları,
bu yaşantıların birbirine nasıl bağlandığı, her bir olayın ötekini nasıl
etkilediği, tetiklediği uzunca anlatılıyor.
1946 yılında Fırat Nehri yakınlarında bir Kürt köyünde,
halihazırda 6 tane kız çocukları olan ve bir oğlan isteyen Naze ve Berzo
çiftinin, Pembe ve Cemile adlı ikiz kızları dünyaya gelir. Naze onlara iki isim
verir; Pembe ‘Kader’ ve Cemile ‘Yeter’.
Pembe ve Cemile ikiz olmalarına rağmen, karakterleri birbirine
zıttır; Cemile kapalı bir hayatta huzurlu yaşamı seçerken, Pembe daha fazla
keşfetmek, daha fazla öğrenmek ve bilmek için yanıp tutuşmaktadır. Kader,
Cemile ve Pembe’nin yaşamlarını, Pembe Âdem adındaki bir adamla evlenip de
İstanbul’a gidince değiştirir. Cemile hep köyde kalır ve köyün ebesi olur. Aynı
zamanda otlara meraklıdır Cemile ve şifacıdır.
Pembe 70’li yıllarda Âdem’le İstanbul’a yerleşir ve sırayla
İskender, Esma ve Yunus adlı çocukları olur. İstanbul’da kıt kanaat geçinirken
bir yandan da aile hayatlarını sürdürmeye devam ederler. İskender, ailenin
büyük oğlu, okuldaki namıyla “Alex”, annesinin biricik oğlu (neticede ilk
çocuk), annesinin sultanıdır. Yaşı
ilerledikçe boksa merak sarar, yakışıklı bir delikanlı olur ve okulda kendine
bir arkadaş grubu edinir. Esma, diğer kızların aksine o kadar güzel ve alımlı
değildir, ancak zekidir, çalışkandır ve yazar olmak istemektedir. En küçük
çocuk olan Yunus ise tatlı, sessiz sakin bir çocuktur, ancak aşk gibi bir zaafı
da vardır.
Âdem alkolik ve kumarbaz bir adamdır, aynı babası (Sarhoş
Olan) gibi. Ailesinde yaşadığı çalkantılar, sarhoş ve dayakçı baba ile mağdur
anne durumu Âdem’in hayatı boyunca tarihin tekerrür etmesi gibi hep devam eder.
Roman boyunca 70’lerdeki Pembe ve Âdem’in yaşantılarına,
onların yaşantılarına bir şekilde etki eden, onların yaşantılarına giren
insanlara tanık oluruz. Bu çift İstanbul’da zar zor yaşayıp, en sonunda daha
iyi iş imkânı vesilesiyle gurbetçi olarak Londra’ya giderler. Londra’ya
gidişleri, bu ailenin hayatının büsbütün değişmesine neden olur.
Romanın bazı bölümleri ise, annesi Pembe’yi öldürdüğü için
hapis yatan İskender’in hapiste geçirdiği süreçte yaşadıklarını, karakterinin
değişimini anlatır bizlere.
Gurbet yaşantısı, aile içi ilişkiler ve çalkantılar, namus
ve namusu korumak gibi konularla bezenmiş bir roman “İskender”. Açıkçası
söylemem gerekirse, uzun zamandır böyle güzel kurgulu, okurken bu kadar heyecanlandıran,
şaşırtan, üzen bir roman okumamıştım, bunu itiraf etmeliyim. Hatta birkaç
seneye kalmaz “İskender”in dizisi veya filmi bile çekilebilir bence, o
potansiyeli gördüm.
Ancak hikâye ve anlatım, olay örgüsü ve karakterleri ne
kadar başarılı bulsam da, romanın dilini, yazım ve dil bilgisini çok kuvvetli
bulduğumu söyleyemeyeceğim. Hep aynı cümle yapıları, ağdalı ve eski Türkçe
kelimeler kullanılmış olsa da, romanın anlatımında bir aksaklık hissettim
okuduğum süreçte. Hatta bazı cümlelerin sanki tersten çevrilmiş gibi olması garibime gitti. Romanı okurken bir
ara ilk sayfaları karıştırıp yayımlanma tarihi bilgilerine baktığımda, romanın
bir çeviri olduğunu fark ettim. Roman
İngilizce olarak yazılmış, ardından Türkçeye çevrilmiş. Elif Şafak bir Türk yazar olmasına ve daha önce
yayınlanmış pek çok Türkçe romanı
olmasına rağmen (önceki romanlarından da İngilizce yazılanlar var mı
bilmiyorum); neden bir romanı İngilizce
yazar anlayamadım. Haa belki zihninde bütün hikâyeyi, olay örgülerini İngilizce
tasarlamış olabilir; ama romandaki karakterlerin çoğu Türk, hatta bazısı Kürt
iken, yani kitap geneline bakacak olursak Türkçe bir hikâye anlatıyor iken, ve
bence Türkçe zengin de bir dil olmasına rağmen, Elif Şafak bu kitabı neden İngilizce
yazmış, sonra neden Türkçeye çevrilmiş anlayamadım -- bu resmen, sağ elle başın
üzerinden sol kulağa uzanıp tutmak gibi olmuş. Bu gerçeği fark ettikten sonra
romandaki devrik cümleler, ters yapılı cümleler ve anlatım bozukluklarını biraz
daha anlaşılır buldum.
Elif Şafak’ın vermiş olduğu röportajda belirttiği üzere,
romana bir alt damar olarak verilmiş tasavvuf
var. Bu nedenle drama olarak hızla ilerleyen roman, kimi yerlerde Tanrı, Tanrı
inancı, kişinin kendini inanç yoluyla, tasavvuf yoluyla, manevi olarak bulması
gibi konulara girerek biraz ağırlaşabiliyor. Neticede bir cinayet işlemiş olan
insanın da kendini tasavvufa adaması çok ilginç ve beklenmedik değil.
Kitabın, İskender’in hapishaneden yazdığı kısımlarını
okurken de rahatsız olmadım değil. Sırf el yazısı olduğunu belli etmek amacıyla
bir el yazısı fontu kullanılmış ki kimi zaman okumak gerçekten bir işkence
hâlini alıyor! Şayet kitaplarda Serif’li (ve kimi zaman Sans-Serif’li) ve sabit
(her romanda değişmeyen) bir font kullanılmasının sebebi, okuyucu romanı
okurken gözü kelimeleri ve cümleleri rahatlıkla okuyup ilerleyebilsin, yani hızlı okumaya imkân olsun diye biliyorum
ben. Ancak kitabın neredeyse yarısına yakını İskender’in hapishaneden yazdığı
bölümler olup bu bölümlerdeki font da italik ve harfleri birbirinin içine
geçmiş olunca kimi sayfalarda bayağı
zorlandığımı söyleyebilirim.
Sonuç itibariyle keyifli bir roman, okurken sıkıldığımı veya
beğenmediğimi söyleyemeyeceğim. Ortalarından sonra, özellikle sonlara doğru o
kadar ters köşe, o kadar sürpriz var ki romanı bitirdiğime neredeyse üzüldüm
diyebilirim. Ancak hikâyenin bu denli güzel olması, kurgunun ve karakterlerin
bu denli başarılı olması, romanın anlatım dilinin iyi olmadığı ve bir çeviri roman olduğu gerçeğini
değiştirmiyor maalesef. Bir de galiba kitap yayımlandıktan sonra kapak tasarımının
beğenilmediği yönünde iddialar ortaya atılmış. Kapak tasarımında, Elif Şafak’ın
romanda yarattığı İskender karakterine bürünerek poz vermesi ve bunun kapağa
yerleştirilmiş olması, okurun romanı okurken o karakteri kafasında yaratmasına
engel olduğu şeklinde birtakım eleştiriler yöneltilmiş. Zaten kitapların filme
uyarlanmasını eleştiren okurların genel itirazı da hep bu yöndedir, bunu da
kısmen haklı bulurum. Şayet kitabın kapağı (ve arka iç kapağı), “İskender bu, bu
şekilde hayal edin,” gibi bir izlenim veriyor. Ama böyle bir kapak çalışması,
kitabın daha çok satması açısından bir pazarlama stratejisidir ve kitabın
kapağıyla konuşulmasına vesile olur. Bu açıdan “İskender” adlı roman da kendini
bir şekilde konuşturmuş gözüküyor. Kitabı okurken kapaktaki Şafak’ın İskender
pozuna çok fazla takılmadığım ve kafamda kendime göre bir İskender yaratmış
olduğum için benim açımdan çok problem olmadı.
Kitap 443 sayfa ve elinizden bırakamayacağınız derecede
akıcı, sürükleyici. Tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder