26 Ağustos 2013 Pazartesi

Spor bedenin ve ruhun gıdasıdır.



Kimine göre ağır aletler kaldırarak vücudu şekle sokma, kimine göre esneyerek ve basit egzersizler yaparak formda kalma, kimine göre ormanda koşma, kimine göre bisiklete binme, kimine göre yüzme vb... Özünde ise, kendini daha mutlu hissetmektir spor yapmak. Siz zaten yapıyorsunuzdur ama ben yine de anlatayım istedim.


Yaklaşık 5-6 senelik bir spor maceram var. Önceleri, spora bir spor salonunda başladığımda bir eğitmen danışmanlığında edindiğim program ile ne kadar sıklıkta yaptığımı hatırlamadığım bir spor hayatım vardı. Sık sık sekteye uğradığını hatırlıyorum, çünkü spor yapmak içimden gelmiyordu, o kadar bağımlısı değildim.

Hatırladığım kadarıyla 2011 baharında, yani askere gitmeden önce spora daha sık gitmeye başlamıştım. Boş kaldıkça spor merkezine (Sports International) gidiyor, mekik, şınav, barfiks, artık Allah ne verdiyse hepsini yapıyordum. Askere gittikten sonra 2012 baharında, işe başlamadan önce de yine sık gitmeye gayret ediyordum, ama gittiklerim galiba haftada ikiyi geçmiyordu. Yine de hâlimden mutluydum.

Masa başı işe başladıktan sonra insan spora gitme ya da spor yapma istikrarını sağlayamazsa yandı demektir! 2012 Haziran ayından itibaren Ocak 2013’e kadar bana da aynısı oldu; spora gitmeye vakit bulamıyor, dahası vakit ayıramıyor, hatta üşeniyordum. Akşam 6’da işten çıktıktan sonra bir de iki saatliğine spora gitme fikri gözümde büyüyordu; onun yerine eve gidip uzanma ve uyuma fikri daha cazip geliyordu.

Ocak 2013’te babamın şehir dışından dönmesiyle spor sevdam yavaş yavaş geri dönmeye başladı. Spor merkezi şehirden uzak olduğu için ulaşım meselesi de benim için problem hâline geldiğinden, biriyle ve bir arabayla gitmek daha cazip geliyordu. Ancak babamla da ancak üç günde bir gidebildiğim ve işe devam etmekte olduğum için bu süre de yetmiyordu.

Haziran 2013’te işten ayrılınca, zaten uzundur da programsız spor yaptığım ve yaptığım sporun bana yaramadığını düşündüğüm için kendime yine bir eğitmen tarafından program hazırlayarak onu uygulamaya başladım ve vakti daha kısa aralıklı hâle getirip iki günde bir gitmeye başladım.




Peki nedir beni spor yapmaya bu kadar çeken? Spor yapmayı bu kadar cazip, çekici kılan şey ne?

Öncelikle başta itiraf etmeliyim ki, iyi bir vücut ve spor merkezindeki birtakım insanların iyi bir vücuda sahip olması. Spor merkezine gidiyorsanız veya başka insanlarla aynı ortamda spor yapıyorsanız, başkası için değil kendiniz için spor yaptığınız hâlde emin olun çevrenizdeki insanların görünüşünden etkileniyorsunuz. Eline koca koca kilolarla dumbell’ları alıp profesyonel anlamda vücut çalışan acayip yapılı abilerin vücutlarından etkilenmekten söz etmiyorum tabii ki! Ama en azından fit bir vücuda sahip, şişkin karnı olmayan, omuzlu, yapılı vücutlu insanları görmek, ister istemez insanın kendisini teşvik edebiliyor. Bu, etkenlerden yalnızca biri.

Babamla spora gittiğimiz süre boyunca hep şunu fark ettik: gün içinde ne kadar yorgun olursak olalım, spora giderken bile yorgun olduğumuz hâlde, spordan çıktıktan sonra, “Oh be rahatladım...” diyorduk. Ki genelde spor yapmak yorucu bir aktivite olarak bilinir, öyledir de. Ama taş taşımışsınız gibi pis bir yorgunluğa kıyasla, daha keyif verici bir mutluluk olduğu aşikâr.

Bu keyif verici mutluluk olayını kısaca bir araştırdıktan sonra, araştırmamı geç yapmış olduğum için fark etmem de geç oldu ki, meselenin bedensel yani kimyasal bir şey olduğunu öğrendim. Belki bilenleriniz vardır, ben bilmeyenler için söylemiş olayım; spor yapmak, ya da egzersiz yapmak, vücutta endorfin hormonunun salgılanmasına vesile oluyor.

Peki bu endorfin ne? Bu noktada imdadımıza Vikipedi yetişiyor sağ olsun;

“Vücutta bulunan morfin; opiat benzeri etki gösteren peptit yapıda hormonlardır. İnsan vücudunda ağrıyan dokularda ağrının azalması için beyin dokuları tarafından üretilen hormonlara verilen isimdir. Hormonun işlevi, ağrının şiddetini azaltmak ve vücuda daha az rahatsızlık vermesini sağlamak için sinirleri uyuşturmaktır. Endorfinlerin ağrı kesici etkisi morfinden yaklaşık 30 kat daha fazladır.”

Yani burada ciddi bir hormondan söz ediyoruz. Etkileri bayağı önemli! Özellikle diğer tanımı olayları daha iyi özetliyor;

Mutluluk hormonu olarak da anılır. Heyecan, ağrı, egzersiz, baharatlı yiyecek tüketimi, seks ve orgazm gibi durumlarda salınımı artış gösterir.”

Haaa, yani bu biraz da nötr bir hormon; heyecan, seks ve orgazm gibi durumlarda salgılandığı gibi, ağrı durumunda da salgılanıyor. Hatta baharatlı yiyecek tüketiminde de gözlenebiliyor; mesela acılı, ağzı yakan, bir anlamda insana fiziksel olarak rahatsızlık ve acı veren durumlarda ortaya çıkıyor. Acı yiyen insanların bundan keyif alması belki de bu yüzden.

Spor yaparken veya yaptıktan sonraki keyfimin endorfinle ilgili olmasını da şöyle anladım; fitness çalışırken ağırlık ve benzeri hareketlerden sonra, ancak özellikle fitness sonrası 30-35 dakikalık koşu bandı egzersizimde, başlarda zorlanmış olsam da şimdi daha rahat ve alışmış olarak koşarken hep bir haz duyuyorum. Yani koştukça koşasım geliyor. Evelallah bacaklarım da uzun olduğu için belli bir hız seviyesinin üzerinde rahatlıkla koşabiliyorum. Kulağımda da müzik çalarım takılıysa dış dünyadan tamamen kopup sonsuzluğun içinde koşuyor gibi oluyorum. Yani vücudumdaki bir hormonun salgılanması, benim koşudan haz alıp daha fazla koşmama olanak sağlıyor. Ey insan bedeni sen nelere kadirsin...

Tam bunun üzerine birkaç zamandır düşünürken, geçenlerde Twitter’da bir bilgi gördüm (favorilerime eklemeyi unutmuş olduğum için link veremiyorum, konuyla ilgili bir yazı bulursam buraya ekleyeceğim), diyordu ki; “spor yaparken müzik dinlemek, spordan alınan verimi %15 oranında artırıyor.” Bunu, müziksiz spor yapıyor olsam belki tuhaf ya da saçma bulurdum; ancak spor yaparken, özellikle koşu bandında aralıksız koşarken müzik dinlediğim ve deneyimim olduğu için rahatlıkla söyleyebilirim ki, evet müzik dinlemek spor performansını artırıyor.

Şöyle düşünün; televizyonu, görüntüsü, yani hiçbir şeyi olmayan bir koşu bandında sadece koşmak sıkıcı bir şeydir - en azından benim için öyle. Tek konsantre olabildiğiniz şey, aletin ekranında yazan bilgiler, kaç dakika kaldığı vb. Onun dışında, eğer benim gibi dikkati çabuk dağılan, konsantre olmakta zorlanan biriyseniz, müziksiz spor biraz işkence gibi gelebilir. Hâlbuki, ne zaman müzik çalar eşliğinde koşuyor olsam, üstelik müzik çalarda hareketli, bangır bangır müzikler de varsa, deyim yerindeyse vaktin nasıl geçtiğini unutuyorum. Müzik aynı zamanda tempo da olduğu için, dinlediğiniz şarkıya göre bir tempo yaratıp daha hızlı veya daha yavaş koşabiliyorsunuz. Ortalama bir müzik albümünün 30-40 dakika olduğunu da hesaba katacak olursak, üç dört şarkıyı es geçerek koşu bandında verimli ölçüde koşmuş ve ter akıtmış oluyorsunuz.




Bütün bu vücudun fit olması, endorfin, spordan keyif alma durumlarının yanı sıra, bir de işin Narsist yönü var. Narsisizm nedir diyecek olursak;

“Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine âşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Farklı tanımları ve kullanımları mevcuttur.” (Kaynak)

Düzenli olarak spor yapan birinin vücudundaki değişimi izlemesi, bunu takip etmesi elbette normal bir durum. Her spordan sonra insan yarı çıplak (hatta kimi zaman çırılçıplak) kalıp vücudunu gözlemlemek, ne tür değişimler olduğunu görmek ister. Hatta ayna karşısında bir erkeğin karnını içine çekerek ellerini yumruk yapıp karın hizasında birleştirmesi ve göğüsle kol kaslarına bakması en bilindik klişedir.




Ancak iş bir süre sonra, vücudu sevmeye, Narsisizm’in sözlük anlamında da olduğu üzere, vücudu tapmaya kayabiliyor. Kaldı ki bu da kötü bir şey değil. Sokakta, kaldırımda yürüyerek spor yapan insanlarda görmeniz belki pek olası değildir; ancak spor merkezlerinde spor yapan insanlarda vücudu devamlı olarak kontrol etmek, vücudu seyretmek artık olağan bir davranış hâlini almaya başlar. Aynı, bankalarda müşteri çok uzun süre beklediğini düşünmesin diye duvarlara saat asılmadığı gibi; spor merkezlerinin de hemen hemen her tarafı aynadır. Spor yaparken, kendinin çok güzel olduğunu sanan bir prenses veya çok yakışıklığı olduğunu düşünen bir prens gibi, habire aynalara bakarsınız ve bir süre sonra kendinize bakmaktan mest olmaya başlarsınız. Mesela ben Ankara’da Sports International’a gidiyorum ve spor aktivitelerinin yapıldığı hemen her alanındaki duvarlarda aynalar olduğunu biliyorum; zemin kattaki koşu bantlarının ve bisiklet sürme aletlerinin olduğu yerde de, üst kattaki fitness aletleri çalışılan yerde de -- her yerde ayna vardır.

Dolayısıyla aynalar, gerek spor yapılan yerlerde, gerekse soyunma odalarında her yere yerleştirilmiş olmalarıyla birlikte, insanda bir süre sonra kendini izleme ve takip etme gereğini ister istemez uyandırıyor.

Bu kadar genel anlamda spordan, müzik dinlemekten, endorfinden, Narsisizm’den bahsettik... Peki ya sporun kendisi nasıl olmalı? Dahası sporu hayatın içine nasıl yedirmeli?

Öncelikle eğer ki kendi başınıza, bir spor merkezine gitmeden spor yapıyorsanız, yapacağınız hareketleri, nasıl yapmanız gerektiğini internetten iyice araştırmanızda fayda var. Bu konuda yararlı olabilecek pek çok site, Youtube’da pek çok video mevcut. Genel olarak yapılması gereken hareketlerin yanı sıra, her gün vücudun ayrı bir bölümünü çalıştırmakta fayda var. Eğer bir spor merkezine yazıldıysanız veya yazılmayı düşünüyorsanız, mutlaka bir eğitmen yardımıyla kendinize bir spor programı edinin. Spor programı her şeydir. Hangi hareketi nasıl ve kaç defa yapacağınızın büyük önemi var. Ben 2013’ün Şubat ayı civarlarında spora gidip kafama göre aletlerle takılıp kendimi kasarak, abartılı ağırlıklarla bir şey olacağını sanıyordum -- öyle değil! Bir şey oluyor evet; vücudunuza, kaslarınıza zarar veriyorsunuz. O yüzden başlangıçta hareketlerin hiçbirini zorlayarak, oranızı buranızı acıtarak yapmamanız en önemlisi. Bir hareketi gerekirse defalarca yapıp her defasında zorlamadan yapacak olursanız daha iyi bir sonuç elde etmeniz mümkün. Elbette programınızın ilerleyişine bağlı olarak sizi zorlayan hareketler olacaktır, ama eğer kademeleri doğru belirlerseniz vücudunuz artan zorluklara daha olumlu tepki verecektir.




Mesela spor merkezinde veya değil, istediğiniz her yerde yapabileceğiniz en basit hareket, yürümek ve koşmaktır. Öncesi veya sonrasıyla ilgili süreleri kesin olarak bilmiyorum, ancak yemekten önce bir saat koşarsanız (yavaş, orta veya hızlı tempoda), veya ağır bir yemek yedikten bir saat sonra yürüyüş yapar ya da yine yavaş tempoda koşarsanız, yediklerinizi yakmış olursunuz veya kalori yakıp üstüne beslenmiş olursunuz.

Yürümenin/koşmanın ardından mekik, şınav, barfiks ve benzeri hareketleri yapacaksanız muhakkak esneme hareketlerini yapın. Yani yürüyüş ve koşmayla, egzersizlerin arasına esnemeyi, gerinmeyi eklemeyi unutmayın. Yürüyerek veya koşarak vücudu ısıttığınız gibi, gerinerek de vücudu sonraki egzersiz hareketlerini daha rahat yapmaya hazırlamış olursunuz. Aksi takdirde sadece ısınmış olan vücudunuz ilk birkaç hareketten sonra ağrımaya ve zorlanmaya başlayabilir. Şu resimden temel esneme hareketlerini görebilirsiniz:




Sabır her şeydir. Sporda bunu muhakkak aklınızda bulundurun. Bir hareketi çabuk ve hızlı biçimde yapmak vücudunuzu istediğiniz şekle daha çabuk sokmuş olmaz veya sizi daha sağlıklı biri yapmaz. Aksine, vücudunuz 15-20 dakika içinde olması gerekenden daha fazla yorulmuş olur ki bu da egzersizlerin kalanı için gerekli gücü toplamanıza engel olur. Esneme ve gerinme hareketlerini, egzersiz hareketlerinin arasına bile sıkıştırabilirsiniz; böylece mesela 15-20 kere mekik çektikten sonra ayağa kalkıp derin soluklanır, kollarınızı, bacaklarınızı, başınızı hareket ettirirseniz aynı zamanda vücudun ısısını da düşürmemiş olursunuz. Unutmayın: spor yaparken vücudun ısısının düşmemesi, yani vücudun soğumaması çok önemli!

Yukarılarda da belirttiğim üzere, egzersiz hareketlerinin nasıl yapıldığı, ne kadar yapıldığından çok daha önemlidir. Mesela iki elinize dumbell alıp ellerinizi göğüs hizasına kadar kaldırmanız gerekiyorsa ve siz daha aşağıda tutup 30-40 kere yaparsanız o egzersiz hiçbir işe yaramış olmaz. Belki yaptığınız egzersiz zor olabilir, vücudunuzu zorluyor olabilir; ancak vücudunuzu harekete tam olarak alıştırmanız en önemlisi. Gerekirse en yavaş biçimde yapın ama hareketi düzgün yapın. Bir süre sonra hareketi zaten düzgün yapabiliyor olduğunuzda tekrar sayısını arttırırsınız. Bu yüzden bir eğitmenden hareketlerin yapılışını, pozisyonları öğrenmek; eğitmen olmasa bile internetten iyi bir araştırmayla ve pek çok video izleyerek hareketleri öğrenmek en doğrusu.


Ortaokul ve lise ders kitaplarındaki gibi bir resim size.


Diyelim birkaç hafta boyunca, hatta bir aya yakın bir süre spora gittiniz/spor yaptınız, size verilen/sizin belirlediğiniz programı uyguladınız. Sanmayın ki muhteşem bir spor yapmış oldunuz... Çünkü sağlıklı ve (eğer istiyorsanız) fit bir vücut için spor yapmak, bu işin sadece %15’i. Geri kalan %75’i sağlıklı bir yaşam tarzı ve beslenme. Buradaki “yaşam tarzı” ve “beslenme” kelimelerinin altını ne kadar kalın çizersem o kadar iyi. Benim gittiğim spor merkezinde program yazdırırken eğitmenle yaptığım sohbette öğrendiğim kadarıyla; üst paragraflarda bahsettiğim üzere, insanlar sabırsız. Sabırsız olan insan da amacına ulaşmak için daha hızlı olmak ister ve kestirme yol kullanır. Spor adına konuşursak, nedir bu kestirme yol? Mesela protein tozları. Bu ürünleri kesinlikle kötülemek amacıyla söylemiyorum, ancak eğitmenimin verdiği bilgiye göre, deli gibi spor yapıp üzerine sadece büyük bir bardak dolusu protein tozu/protein shake (bu diğer adı, tozu sütle karıştırıp içtiğiniz için adına “shake” deniyor) içerek hem gereken proteini aldığını sanan, hem de doyduğunu düşünen insanlar varmış... Bu son derece yanlış! Ama spor yapan kişi bunu neden yapıyor? 1.5-2 ay boyunca yaptığı spor neticesinde vücudunun artık şekle girmesini istiyor.

Valla ne yalan söyleyeyim, ben de spora başlarken, ya da spora daha fazla ağırlık vermeye başladığımda diyeyim, süper bir vücuda sahip olma hayalleri içindeydim. Bu konuda ne ben, ne siz, ne de başkası yalnız değil; araştırmalara göre spora başlayan insanların pek çoğu zaten düzgün, filmlerdeki yakışıklı erkekler ve güzel kızlarınki gibi bir vücuda sahip olmak için bu yola baş koyuyor. Şunu belirtmemde fayda var ki; spor yapmaya başladıktan sonra, vücudun yapılan spora, beslenmeye ve sağlıklı yaşama ayak uydurarak bir biçime girmesi en az 12-14 hafta sürüyor. Zaten vücudun belli bir form alması için gereken optimum süre 12 hafta. Bunu da yine Google’da “12 weeks gym” ve türevleri şeklinde aratırsanız benzer pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz. Vücudun tamamen iyi bir şekle kavuşması için gereken süre ise bir seneyi bulabiliyor. Yine aynı şekilde Google’a girip “gym one year” ve benzeri şekilde aratırsanız, vücut değişimini fotoğraflarla belgeleyen kişilerin bir sene içindeki değişim sürecini görebilirsiniz.




Vücudunuz resimdeki elemanınki gibi 12 hafta içinde kesinlikle olur diyemem. Şahsen ben vücudumu, beslenme şeklimi anca toparlayabildiğim (ve beslenmem hâlâ biraz karışık olduğu) hâlde 12. haftamı iki hafta içinde dolduracak olmama rağmen fotoğrafın en sağındaki gibi bir vücuda sahip değilim. Zaten bu resim ortalamayı anlatan bir resim; kiminde 12 hafta sürerken kiminde daha fazla sürebiliyor. Kilit noktası ise, sporu ve azmi bırakmamak.

“Benim vücudum altı ayda istediğim şekle ulaştı, ben sporu bırakabilirim/spora ara verebilirim”... Yok böyle bir şey. :) Emin olun, vücut spor yapmakla spor yapmamak arasındaki farkı o kadar iyi biliyor ki, bu konuda küstahça davranabiliyor. Siz bir ay boyunca spora gidip iki üç gün spora gitmediğinizde vücudunuzdaki tepkiye bakın: sanki o bir aylık spor sürecini hiç yaşamamışsınız gibi birden bozulmaya başlayabilir. Benim spor eğitmenim mesela 4 senedir profesyonel olarak sporla, fitness’la ilgileniyor ve spor merkezine ne zaman gitsem onu da spor yaparken görüyorum. Dahası eğitmenim gibi, uzunca bir zaman dilimini spora adamış diğer yapılı vücuda sahip kişilerin de hâlâ harıl harıl vücut çalıştıklarını görebiliyorum. Bu da, sporu hayata yedirmek dediğim kısmı anlatıyor işte. Vücudunuzu öyle bir eğitmelisiniz ki, bir gün spora gitmediniz mi, ikinci gün evde veya bulunduğunuz yerde kolay birkaç hareketi yaparak formunuzu koruyabilirsiniz.

Ben uzun bacaklı biriyim ve tazı gibi koşarım (çok hızlı olmasam da yeterince bir hızım var), spor merkezine de sık sık gitmekten dolayı artık koşuyu kendim için bir keyif hâline getirdim. Bu vesileyle, spora gitmediğim günlerde bile vücudumdaki enerjiyi dışarı atamamışım gibi hissedip yürümeyi, koşmayı vücuduma borçlu biliyorum. Eğer ki koşarak kalori yakmak, dahası yağ yakmak istiyorsanız, minimum 25 dakika, maksimum 45 dakika koşmanız iyi olur. Bu iki değer, bana iki programımda yazılmış olan değerler. Şimdiye kadar 94-95 kilodan 82 kiloya 1.5-2 ayda indiğim için koşu yani kardiyo sürem kısaltılmış durumda. Ama ben yine hızımı alamayıp daha uzun süre koşabiliyorum. Hatta spor merkezinde, sırf 1 saat koşan insanları tanıyorum. Artık koşmak o kadar keyifli bir hâl alıyor ki, süresi fark etmiyor ve yaktığınız yağlar yanınıza kâr kalıyor.

Ama bu demek değildir ki kendinizi öldüresiye spora verip, deliler gibi koşmanız lazım... Yukarılarda da değindiğim üzere, sporun abartılısı vücuda zarar verebilir ve vücudu gereksiz yere fazlasıyla yormak bedeninizi ve başınızı ağrıtabilir. Önce alıştıra alıştıra, sonra çıtayı zamanla bir üst noktaya taşıyarak spor yapmak her zaman en sağlıklısı.

Bu işin %75’inin dengeli bir hayat ve sağlıklı beslenme olduğundan bahsetmiştim. Dengeli hayat, sporu hayatın içine yedirerek olmuş oluyor. Sağlıklı beslenme de sporun en ama en önemli kısmı. Yukarıda yazmıştım, spordan sonra yemek yemek yerine protein içeceği içip bütün protein ihtiyacını oradan karşılayan insanlar olduğunu... bu doğru bir hareket değil mesela! Her ne kadar beslenme konusunda, “Şunu yiyin, bunu yemeyin, ben bunu yiyorum bunu yemiyorum,” diyebilecek son kişi olsam da, en azından insanın neyi yiyip neyi yememesi gerektiğini bilmesi önemli. Mesela ben spordan sonra illa ki şekerli bir şeyler tüketme ihtiyacı hissediyorum. Kaldı ki bu kötü bir şey değil -- spordan sonra zaten ilk tüketilmek istenen şey şeker ve şekerli gıdadır, çünkü spordan sonra şekeriniz düşer (Kaynak). Bu bilimsel bir şey. Ama mesela şeker tüketimi için gidip de çikolataya, abur cubura saldırırsanız (benim gibi!) bu pek doğru olmuş olmaz. Onun yerine, eğitmenimin de önerdiği gibi şekerli, tatlı meyveler tüketmek önemli. Bir elma, ya da bir adet şeftali, hatta şeftaliden daha düşük kalori içeren tüysüz şeftali (nektarin) önerilenler arasında. (Şuradaki adresten kalori hesaplamalarına ulaşabilir ve daha pek çok gıdanın ne kadar kaloriye sahip olduğunu öğrenebilirsiniz.) Ama bunları koca bir tabak dolusu yemek de yine dengesiz. Bir tane tüketilse bile vücudun gerekli enerji sağlamasını gerçekleştirmiş olur. Spor sırasında veya spordan sonra bir adet muz yemek de mümkün. Muzun protein, vitamin ve mineral açısından zengin bir meyve olduğu bilinen bir gerçek.

Sabah yapılan zengin bir kahvaltı, günün yemek açısından verimli geçmesi için çok önemli. Ben belli bir zamana kadar sabahları ha bire mısır gevreği tüketiyordum; hazırlanışı çok kolay olduğu ve çabuk tüketilebildiği için kahvaltı yerine bir alternatif olabiliyordu, özellikle işte çalıştığım zaman. Bu yanlış! Son birkaç haftadır sabah kahvaltısını geçiştirmeme sebep olabilecek hemen hemen pek çok şeyi bırakmaya başladım, devam da ediyorum. Gevrekle, çikolatayla, şununla bununla geçiştireceğime; iki dilim (bazen üç [ne kadarı fazladır onu bilmiyorum]) esmer ekmeği ekmek kızartma makinesine atıyorum, reçeli, balı, zeytini peyniri çıkartıyorum ve kahvaltımı ediyorum. Kahvaltıda yumurta tüketilmesi, eğer sıkı biçimde spor yapıyorsanız önemli, çünkü acayip protein içeren bir gıda. Şu adreste yumurtanın genel olarak ve sporcular için ne gibi faydaları olabileceği yazıyor. Bu adreste şöyle bir noktaya dikkat çekiliyor: yumurtayı haşlayarak yerseniz son derece başarılı bir beslenme gerçekleştirmiş olursunuz. Yumurta zaten bilindiği üzere karnı tok tutan bir besindir. Özellikle çok geç saatlerde yemek yiyip aynı zamanda yağlanmak da istemiyorsanız yumurta mükemmel bir çözüm!

Aynı adreste, yumurtadan daha kaliteli protein içeren tek besin kaynağının anne sütü olduğu belirtilmektedir. Yani kısaca süt. Spor yaptıktan sonra bir bardak süt içerseniz hem yaptığınız spor için, hem vücudunuz hem de sağlığınız için bir iyilik yapmış olursunuz.

Sporculara hep tavsiye edilen ve bazı sporcuların bir yerden sonra fenalık geçirmesine sebep olan bir diğer besin de ettir. Balık eti, tavuk göğsü, kuzu eti, biftek gibi türevleri olmakla birlikte, sporcular, hatta sporla çok fazla ilgilenmeyen insanlar için bile günde bir adet et tüketmeleri beklenmektedir. Hatta uzmanlar ve pek çok kaynakta yazan bilgiler doğrultusunda haftada iki gün balık tüketmenin vücuda ve sağlığa iyi geldiği söyleniyor (Kaynak). Google’da en az bir gün şeklinde bilgiler de çıkıyor, dolayısıyla bir gün mü iki gün mü tüketilmesi gerektiği konusunda kesin bilgim yok; ancak en az bir defa bile tüketmeniz faydalı olacaktır. Spor programlarında, videolarında ve dergilerinde sıkça karşılaşılan ise kırmızı ettir. Yani spordan sonra, “Mutlaka protein içeceği içmem lazım!” demek yerine bir tabak salata ile kırmızı et yemiş olursanız en güzelini yapmış olursunuz.

Meyveye yukarıda genel olarak değindim, ancak akşam yemeklerinden bir saat sonra gerekli ölçüde (abartılı olmayacak biçimde) meyve tüketirseniz bu da sağlığınız için en güzel yöntemlerden biri olmuş olur. Aynı şekilde, spordan 45 dakika önce meyve veya yoğurt tüketmek, ya da ikisini birlikte tüketmek de yararlıdır; hem spor sırasında çok yorgun düşüp acıkmazsınız, hem de abartılı yememiş olduğunuz için spor sırasında sizi rahatsız etmez.




Spor uzmanlarının ve diyetisyenlerin hep söyledikleri ve insanların dalga geçmeye -nedense- bayıldığı şu üç maddeden kaçınmak gerektiği bilinir: un, tuz, şeker. Un olarak börek, beyaz ekmek, poğaça ve diğer pek çok unlu mamulü düşünebiliriz. Her ne kadar ara ara beyaz ekmek tüketiyor olsam da, kendimi esmer ekmeğe alıştırmaya gayret ediyorum. Tuz konusunda çok başarısız olduğumu söyleyemeyeceğim, zira bir yemeğin tuzlu olup olmadığını da pek ayırt edemediğim için (sadece fazla tuzlu yemeği ayırt edebiliyorum) yemeğe çok tuz ekmeden, hatta tamamen tuzsuz olarak da, yanında yediğim diğer yemeğin kendi tuzuyla birlikte rahatlıkla tüketebiliyorum. Şeker derseniz o konuda hâlâ zayıfım. Abur cubur, çikolata, gofret ve çeşitli tatlılar şu hayatta vazgeç(e)meyeceğim yiyecek çeşitleri. Kendime her ne kadar hâkim olmaya çalışsam da, bazen çok da abartılı olmamak koşuluyla şekerli ve yüksek kalorili ürünler tükettiğim oluyor. Ama şunu söyleyebilirim; çay ve kahveye önceleri attığım dört şekeri ikiye düşürmeyi başarmış bulunmaktayım. Sıfır şekerli tüketebilir miyim bilmiyorum, ama iki küp şekeri azaltmış olmak bile kendi açımdan büyük bir başarı.

Dediğim gibi, spor yapınca insanın midesi zaten daha azını ve sadece yeterli miktarı istemeye başlıyor. Spordan sonra bir tabak et ve yanında makarna/salata beni rahatlıkla doyuruyor. Meyve ve yoğurt, süt gibi gıdalar da tok hissetmeme yardımcı oluyor.  Ama hepsinden önemlisi, aynı oruç tutar gibi, spordan yarım saat öncesinden itibaren sporu bitirene kadar sadece su ile idare etmeyi öğrenmiş ve kendimi buna alıştırmış bulunmaktayım. Spor sırasında karnım çok acıkır, midem çok bulanırsa daha fazla su içiyorum ve yemek yemek gibi düşünceleri kafamdan atıyorum. Kaldı ki üst paragraflarda anlattığım üzere spordan önce düzgün bir atıştırmayla sporda çok da fazla acıkmıyorum. Bu sayede günlük su ihtiyacım olan 2 litre suyu da bir şekilde tüketmiş oluyorum (günlük su tüketme miktarıyla ilgili bilgi).

Spora, iyi bir vücuda, sağlıklı beslenmeye bu kadar geç başladığım ve olan biteni bu kadar geç fark ettiğim için kendime kızıyorum tabii hâliyle. Ama zararın neresinden dönülse kârdır; kendimdeki hem vücut, hem beslenme anlamındaki değişimi görüp seviniyorum. 94-95 kilolardan 82 kiloya inmiş olmak, bunun yanı sıra vücudumun düzgün bir biçime kavuşması, vücudumu egzersizlerle çalıştırırken yaşadığım rahatlama sporun bana en büyük katkıları diyebilirim. Üstelik spor yapmak için atla deve olmayan birtakım hareketlerin de yeterli olabildiğini görünce kendimi daha da bağımlı hissediyorum ister istemez. Hepi topu 2-2.5 dakikayı geçmeyecek (belki daha bile az) gerinme hareketleri; sadece spor merkezine bağlı kalmadan evde, işte, imkân bulunan her yerde yapılabilecek el, kol, vücut ve bacak hareketleri; mekik, şınav, barfiks gibi kolaylıkla yapılabilecek hareketleri; günlük belli bir miktar yürüme ve koşma egzersizlerini yapan/yapmaya 
gayret eden herkes için hayat daha kolay öyle söyleyeyim. 

Size daha fazla resim ve video sunmayı isterdim, ancak hem hareketleri spesifik olarak çok iyi bilmediğimden, hem de buna kalkışsam bu yazının sonunu getiremeyeceğimden bundan vazgeçtim. Konuyla ilgili envai çeşit bilgiyi, resmi Google'dan aratarak bulabilir, hareketlerin yapılışını aynı isimle Youtube'dan aratarak bulabilirsiniz. Yine de, spor programımdaki bazı hareketleri araştırırken keşfettiğim şu Youtube kanalını önermeden geçemeyeceğim: Scott Herman Fitness. Scott Herman adlı fitness modelinin pek çok egzersizi gerçekleştirdiği videoları mevcut bu kanalda; bazıları basit fitness hareketleri olmakla birlikte, bazıları profesyonel hareketler de olabiliyor ve çoğunlukla vücut geliştirme üzerine videoları var, eğer ilginizi çekerse.

Bu kadar az resim ve video koyduktan sonra "Üşengeç yazar, okuyana daha fazla materyal sunmuyor" durumuna düşmüş olabiliyorum; ancak hakikaten aratıp da bulduğum ve buraya eklemek istediğim o kadar çok resim ve video oluyor ki, hakikaten bu yazı bitmez. :) Biraz da okuyan araştırsın diye topu size atıyorum o yüzden. Ama Nike'ın, yazının ilk kısımlarındaki sloganına ("Yesterday you said tomorrow."/"Dün, yarın yaparım demiştin.") konu olan posterini başarılı bulduğum gibi, yazıyı bununla bitirmenin de sizi motive edeceği görüşündeyim, umarım yanılmam. :)




Son lafım da şudur;

Sağlıklı olmak bir lüks değil, tercihtir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder