Cinsellik, cinsiyet, kadınlık, erkeklik, cinsel ilişki,
öpüşmek, sevişmek ve benzeri terimler dünya çapında herkesin konuşmaktan en çok
keyif aldığı seks kategorisinin içine girmektedir. “Sex sells” yani “Seks
satar” gibi kanıtlanmış bir gerçek olduğu hâlde, insanların yine de gündelik
hayatlarında seks ve seksüel mevzuları dizginlemesi gerekebiliyor -- ya da öyle
olması bekleniyor diyebiliriz.
Herkesin konuşmaktan, bahsetmekten büyük keyif aldığı, kiminin yüzünün
kızardığı bu mevzu her ne kadar hoşa gitse de, bir tabu olarak da görülebiliyor kimi ülke ve toplumlarda.
...mesela bizim toplumumuzda! Ancak şöyle ilginç bir durum
var ki; toplumun bir kesiminde metro içinde “Lütfen ahlâk kurallarına uygun hareket ediniz” şeklinde bir uyarı
yapılıyorken, diğer kesiminde 14
yaşındaki bir kıza 11 kişi tecavüz edebiliyor ve bu konuda hukukun
yaptırımları bozuk, caydırıcı değil, hatta tecavüzcüleri aklayan bir yapıya sahip!
CİNSEL AHLÂKIN TEMELİ, KADIN VE ERKEĞİN ROLLERİ
Bizde cinsellik erkek çocuğu için küçük yaşlarda, “Göster
amcanlara pipini,” lafıyla başlar; yaş ilerledikçe bu cümle, “Mahallede kızları
mı sıkıştırıyorsun lan kerata?” şeklinde evrilir; aile, arkadaşlar, çevredeki
insanlar erkeğin ilk öpüşmesini yaşayıp yaşamadığını merak eder; erkeğin milli olması ondan çok onun arkadaşları
tarafından büyük bir mesele hâline gelir; kaç kız arkadaşı olduğu bir skor işlevi görür ve hangi kızla evlendiği, kaç çocuk yaptığı bunların
hepsi erkek kadar onun ailesi ve arkadaşları için de büyük önem taşır.
Kız çocuğu için ise cinsellik biraz daha kapalıdır, pek konuşulmaz. Kız çocuğunun
hep edepli, ahlâklı olması beklenir; küçük yaşta müzik eşliğinde çok abartılı
oynarsa annesinin ve babasının gözüne batar; ilişkisini illâ edepli yaşaması beklenir; yaşı
ilerledikçe bekareti hem onun için, hem ilişkiye gireceği diğer erkek için önem
taşır, bu sebeple korunma çok
önemlidir vesaire.
Bu pek de eşit gözükmeyen tabloda çokça rol üstlenen mevzu,
Türk toplumunun ataerkil olmasından
kaynaklanmaktadır, yani erkek egemen
bir düzen/sistem. Sosyoloji veya sosyal psikoloji okuyanlar bunu iyi bilir;
nedir bir aile yapısında erkekle kadının görevi? Erkek eve ekmek getirmekle
yükümlüdür, kadın da eve bakmakla. Evi dişi kuş yapar, erkek hep avlanır.
Avlanmakla, ekmek parası kazanmakla, taşımakla yani sert işlerle ilgili görevler
hep erkeğe devredilirken; evin düzenini kurma, evi temizleme, toplama, yemek
pişirme gibi yumuşak ve hafif işler hep kadına yüklenir.
Bu her ne kadar dünya üzerinde işleyen genel aile ve
kadın-erkek yapısı olsa da, modernizm ve çağdaşlıkla birlikte kadın ve erkeğin
rolleri bugün daha eşittir, eşit olması beklenir.
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olmakla beraber, kadınlara seçme ve seçilme hakkının
tanınmasını da hayata geçirmiştir (1930 senesinde) ki bu, Türk milleti
açısından önemli bir adımdır. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması,
bir bağlamda kadınların erkeklerle eşit
olması olarak da okunabilir. İlkel çağlara ve mitolojiye baktığımızda kadın
hep seks ve üreme aracı olan bir et
parçası olarak görülmüşken; bugün kimlik
sahibi, “Ben kadınım!” diyen
bireyler hâline gelmiştir.
Seks, cinsellik, cinsiyet konularında kadınla erkeğin
arasındaki eşitsiz eşitlikten bu
kadar bahsettikten sonra, gelelim ülkemizde bu cinsel yaşamın, dahası
bireylerden beklenen ahlâkın devlet tarafından nasıl sağlandığına!
BU GENEL DEĞİL, ÖZEL
AHLÂK
Önceki hükümetler zamanında durum nasıldı, kadın-erkek
ilişkisi ne kadar iyiydi veya kötüydü bunu pek bilmiyorum ve kıyaslamaya
yetecek kadar çok bilgim olduğunu da söyleyemem. Ancak şu anki hükümetle
birlikte, kadının çağdaş konumunun yine ilkel konuma getirilmekte olduğunu üzülerek görmekteyim. Bu durumdan zarar gören
bir tek kadınlar değil elbette; kadın-erkek ilişkileri de payına düşeni alıyor
bu konumlandırmada. Düşünün ki metroda “Lütfen ahlâk kurallarına uygun hareket
ediniz” uyarısı yapılan bir toplum hâline geldik ve insanlar bu anonsu protesto etmek için metro
istasyonu önünde öpüşme eylemi yapmak istediklerinde, karşılarında tekbir
getiren ve öpüşmeyi protesto eden, artık İslamcı mı diyeyim yoksa şeriatçı mı
diyeyim, bir karşı grup var.
Sadece metro istasyonu önünde öpüşmeyle kalsa yine iyi! Otobüste öpüşen bir çift görünce, “Burası seks otobüsü değil!” diyen otobüs şoförlerimiz de var!
Yapılan eylem, dünyanın belki de en samimi, en saf, en şiddetsiz eylemi; öpüşme eylemi. Karşı çıkan grubun attığı sloganlar ne? "Allah-u ekber!", "Kanımız aksa da zafer İslam'dır!"... "Allah-u ekber" ne demektir? "Allah/Tanrı uludur/en büyüktür". İslam nedir? Müslümanların dininin adı. Şimdi benim anlamadığım mesele; Allah insanların öpüşmesini mi yasaklamış? Kur'an-ı Kerim'de bu yasak mı? Dahası İslam'da yasak mı? İslam'ın baskın bir güç olarak görüldüğü ülkelerde (İran, Arabistan gibi) bir erkeğe birden fazla kadın düşebiliyorken, bir erkekle bir kadının öpüşmesi mi sorun oluyor? Bunu anlamak güç... Bu şeriatçı olduğunu düşündüğüm grubun tam olarak neyi protesto ettiği bile belli değil bence -- arkadaşlar gaza gelmiş!
Sadece metro istasyonu önünde öpüşmeyle kalsa yine iyi! Otobüste öpüşen bir çift görünce, “Burası seks otobüsü değil!” diyen otobüs şoförlerimiz de var!
Şunu kabul edebiliriz: seks, sevişme, kadınla erkeğin cinsel
ilişkisi gibi mevzular, birileri sorup hakkında bilgi almak istemediği müddetçe
ulu orta konuşulmaya müsait değil. Ben demiyorum, genel ahlâk kuralları bunu gösteriyor. Yani sokak ortasında
arkadaşınızla yürürken, “Dün gece ne seviştim ama!” diye yüksek sesle
söyleyemezsiniz, çünkü ayıplanırsınız. Ancak seksin, yani sevişmenin öpüşmeye
kadar indirgenmesi esas kötü olan
durum. Siz karşı cinsten veya hemcinsinizden hoşlandığınız, derin duygular
beslediğiniz arkadaşınızla öpüştünüz anda artık potansiyel sevişkensiniz, kaçarı yok!
Bunun tahmin edebildiğim kadarıyla iki sebebi var:
birincisi; ahlâk ve ahlâksızlık konusundaki yaptırımlarımız dünya geneline
baktığımızda bizim ülkemizde daha fazla. İkincisi; eğitimsizlik ve cehalet.
Biraz üzücü bir gerçek ama hâlâ el ele
tutuştuğu veya dudak dudağa öpüştüğü
için cinsel açıdan zarar gördüğünü,
başına bir şey gelebileceğini düşünen
insanlar var.
Birinci neden, yani dünya genelinde uygulanan ahlâk
kurallarının ülkemizde daha sıkı uygulanıyor olması, insanların kendini ahlâk bekçisi olarak görmesi veya o hâle
gelmesiyle ilgili bir şey. Bu konuda erkek tarafı biraz daha serbest
bırakılabiliyorken (yakası bağrı açık tişört giyip kaslarını gösteren bir erkek
problem olmaz iken); kız tarafı biraz daha baskıya ve sansüre uğruyor, mini
etek giyen, göğüs dekoltesi biraz fazla olan bir kadın hemen ahlâksız veya terbiyesiz etiketlerine maruz kalabiliyor. İşin ilginç yanı, çok
sık seks, seksüellik, cinsellik düşünen bir toplum olduğumuz hâlde, böyle
düşünmemiz bir diğer yandan ahlâksızlık, yani suç!
İkinci nedenimiz, yani eğitimsizlik ve cehalet daha vahim
bir durum. Ülkenin Batı’sına doğru gidildikçe daha modern, daha çağdaş toplum,
kadın-erkek ve aile yapısı görülebiliyorken, Doğu’suna doğru gidildikçe bunun hâlâ tam tersi olduğunu görmek kaçınılmaz.
Senelerdir doktorlar, eğitmenler, bu konuda bilgili insanlar Doğu’ya gidip
şehir şehir, ilçe ilçe gezerek cinsellikle ilgili konferanslar verip vatandaşı
bilgilendirmeye çalışıyor, çünkü o kesimde kadın ve erkeğin cinselliği duygusal
birliktelikten çok fabrikasyona dönmüş durumda -- hatta ‘dönmüş durumda’ demek
yanlış kaçabilir, zaten uzun zamandır
böyle. 10-15-20 çocuklu aileler, bir o kadar da torun, anne ve babanın artık
çocuk isimlerini bilmemesi, hatırlamaması ciddi bir problem (bence). Çünkü bu
bilinçsiz üreme ve aile yapısı, ülkenin ekonomi ve toplum yapısını da
etkiliyor.
DOĞU-BATI AHLÂK HEP
AYNI
Hadi diyelim Doğu’daki -kimi yerlerde- eksik eğitim ve
bilgisizlik sebebiyle böyle bir abartılı doğum oranı var -- Batı’ya ne demeli?!
Batı dediysem direkt olarak Ege bölgesini kastetmiyorum, Doğu’dan Batı’ya doğru
gidildikçe ortaya çıkan absürtlükleri ve trajikomik meseleleri kastediyorum.
“Fatmagül’ün Suçu Ne?” adlı televizyon dizisinin ilk bölümünde Fatmagül’e bir
grup gencin tecavüz etme sahnesi, veya “Aşk-ı Memnu”da aile içinde yasak ilişki
yaşayan iki karakterin cinselliği toplum tarafından tepki çekiyorken, aynı
toplumdan bir tecavüzcü çıkıp, gelinlik giyerek dünya turuna çıkan İtalyan
Sanatçı Pippa Bacca’yı tecavüz edip boğarak öldürebiliyor!
“Genel ahlâk” olarak belirtilen ahlâk kuralları çerçevesinde
RTÜK, film ve dizilerdeki sevişme sahnelerine sansür uygulatıp, yetmeyip eski
Türk filmindeki kadın karakterin göğüs çatalına bile sansür uygulatıp
Fox TV’deki bir dizide yer alan çıplak kadın motifli abajura
da sansür uygulatıp
o da yetmeyip, tv8’de yayınlanan yabancı filmdeki yatak
sahnesinde kadının geceliğine de sansür uygulatıp
“Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisindeki öpüşme ve sevişme
sahnelerine 489 bin lira ceza kesip (kaynak)
hatta bir dizideki, doğum günü hediyesi olarak öpüşmenin
yaşandığı şu sahne “Genç kızın ‘doğum günü’ hediyesi olarak cinsellik mesajı
vermesi ‘gençleri özendirip, eyleme geçirir nitelikte’ bulunabilir” bahanesiyle
incelemeye alınıp (http://www.youtube.com/watch?v=OayoNwLYc7o),
bir diğer yandan memleketin diğer kesiminde 14 yaşındaki bir
kıza 11 erkek toplaşıp tecavüz ettiklerinde (kaynak),
13 yaşındaki bir kıza 26 kişi tecavüz ettiğinde (kaynak),
hatta 16 yaşındaki zihinsel engelli
bir kıza bir eve kapatılarak 44 gün
boyunca tecavüz edildiğinde (kaynak),
şu soruyu sormamız gerekiyor galiba: Genel
ahlâk kimin ahlâkı?
KIZLI ERKEKLİ AHLÂKSIZLIK(?)
Burada ahlâk kavramının devlet tarafından koruma altına
alındığını, ancak bir yandan da devlet tarafından çarpıtıldığını görüyoruz. Mesela Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın katıldığı İTÜ balosunda sarf
ettiği şu laf günlerce tartışılmıştı:
“Ya Boğaziçi Üniversitesi'ne ya da İstanbul Teknik
Üniversitesi'ne girecektim. Önce Boğaziçi Üniversitesi'ni ziyaret ettim. Bir baktım farklı bir dünya. Değişik
binalar, surlarla çevrilmiş alan. Sonra
bahçesinde gençler kızlı, erkekli oturuyor. Ben çok şaşırdım. Burada yoldan
çıkarım dedim. Benim okumam lazımdı. Ondan sonra teknik üniversiteyi
seçtim. Okula girdikten sonra ikinci senede evlendim. Üçüncü sene çocuğum oldu.
Dördüncü sene bir çocuk daha oldu.” (kaynak)
Yani Binali Yıldırım’a göre, üniversitenin bahçesinde kızlı erkekli oturmak, öğrencinin eğitimli
olmasına engel oluyor. Ama Yıldırım’ın sözünün devamı da ilginç. “Üniversiteye
girişimin ikinci senesinde evlendim,
üçüncü sene çocuğum oldu, dördüncü
sene bir çocuk daha oldu.”
Burada benim düşündüğüm şey, devletin, bakanı vasıtasıyla
aşıladığı şu fikir: kızlı erkekli gönül
işi yapmayın, çocuk yapın. Yani
aradaki bütün duygusal, hissiyata dair
her şeyi bir kenara atıp ilişkiyi sadece yuva
kurmakla ilgili yapın.
İkinci mesele de şu ki; kızlı erkekli sadece seks yapılabilir, bu yüzden kızlarla
erkeklerin birbirlerinden ayrı tutulması lazım. Kızlarla erkeklerin aynı ortamda bulunması bile ayıp. Ben demiyorum, Trabzon Millî Eğitim İl Müdürü Tamer Kırbaç
diyor:
“Bu okulda öğrencilerin bir kısmı yatılı olarak okulda
kalıyor. Bu nedenle okulun bir yurt ihtiyacı vardır. Şimdiki binasında
sınıfları kapattık yurt yaptık. Öğrenciler sınıftan bozma odalarda kalıyor. Bir
de erkek öğrenciler ile kız öğrenciler
aynı binada altlı üstlü kalıyor. Aynı
merdiveni kullanarak istirahate çekiliyor. Aynı merdivenleri kullanarak uyumaya gitmeleri inanın beni iki yıldır
rahatsız ediyor ve diken üstünde oturmama sebep oluyor.” (kaynak)
Yani Sayın Kırbaç diyor ki; kızlarla erkeklerin aynı ortamda
altlı üstlü yaşıyor olmaları, aynı merdiveni kullanıyor olmaları
ahlâkî açıdan yanlış. Çünkü aynı merdiveni kullanan bir kızla erkek yarın öbür
gün aynı yatağa da girer, sevişir de, çocuk da yapar, aman Allah’ım! Kırbaç’ın
dediğini şimdi daha iyi(?) anlıyorum...
ÖPÜŞME, SEVİŞME, AMA
EN AZ ÜÇ ÇOCUK!
Peki devletin atadığı il milli eğitim müdürü, devlete bağlı
bir bakan bu tür ahlâk uyarıları yaparken, devletin, başbakanın, “En az üç çocuk!” sloganı nasıl gerçek
olacak? Bu politika nasıl sürdürülecek? “Kızlı erkekli olmayın, yan yana
durmayın, öpüşmeyin, sevişmeyin, sevişiyorsanız da en az üç çocuk bitti gitti!”
mi demek istiyorlar? Bu söylediğim fikir son derece mümkün tabii; ancak bu noktada
gençliğin, ülke insanının bir robot
hâline dönüştürülüyor olduğunu düşünen bir tek ben miyim? Bir erkek bir
kıza yaklaşıp ondan hoşlandığını söylüyorsa ya edebiyle sevişip en az üç çocuk
dünyaya getirecekler, ya da yapamıyorlarsa yakınlaşmayacaklar bile! Yani bir
erkeğin bir kıza, veya bir kızın bir erkeğe duygusal
açıdan yakın olması mümkün değil, ancak üreme
amacıyla yakın olabilir, ötesi yok!
Böyle bir kısıtlama yapılıyorken, çeşitli şehirlerden gelen,
küçük kızlara gerçekleştirilen tecavüz haberlerini ne yapacağız? Çünkü bir
tarafta, “Edebinizle oturun, sevişmeyin!” diyen bir sistem varken, aynı
sistemin içinden küçücük kızlara tecavüz edebilecek sapık beyinler de
çıkabiliyor.
AHLÂK ÜZERİNDEN DİN
MUHASEBESİ
Çok fazla taciz ve tecavüz olaylarına girmeden de (Google’da
konuyla ilgili arattığınızda ağzınızı açık bırakacak pek çok habere
rastlayabilirsiniz zaten), genel ahlâk konusunda yaşadığımız çelişkiyi
inceleyebiliriz. Mesela dizi oyuncusu Nil
Erkoçlar bir ameliyat geçirerek erkek olup ismini de Rüzgar Erkoçlar olarak değiştirmişti. Erkoçlar’ın bu değişimi ülke
gündemi hâline gelip haftalarca konuşulmuş, olay ahlâkî bir boyut olarak
değerlendirilmişti. Ancak, bir insanın erkek hissettiği hâlde kız olması, veya
kız olduğu hâlde erkek hissetmesi ve bu sebeple bir ameliyat geçirerek en
sonunda kendi olması neden
ahlâksızlık olarak nitelendiriliyor? Konu hakkında Niğde İl Müftüsü Hasan Çınar şöyle demiş bakın:
“Bir bayanın erkek olması konusunda, insanların fizyolojik
ve biyolojik bir durumu, duruşu vardır. Bayan olarak yaratılmış bir kimsenin
erkek olma isteği tamamen psikolojik
bir durumdur ve tedavi olmayı gerektirir
ya da bir erkeğin böyle bir düşüncesi var ise tedavi olması gerekir. Bu geçici
bir düşüncedir. Biz olaya öyle bakıyoruz. Allah
insanı yaratırken bayan ve erkek olarak yaratmıştır ve diğer cinse geçme
isteği düşüncesinde var ise bu tedavi ile geçecek bir konudur.” (kaynak)
Ben bu konuyla ilgili pek çok dinî bakış ve analiz yazısı okudum,
ama aklıma takılan şöyle bir şey vardı: bir insanın cinsiyet değiştirmesi neden
dinî açıdan değerlendirilir? Cinsiyet
değiştiren biri de pekâlâ namazında niyazında biri olup dininin şartlarını
yerine getirerek dört dörtlük bir mümin olabilir -- olamaz mı yani?! Kaldı ki
bu tür meselelerin genel ahlâk çerçevesinde tartışılırken dine bağlanmasını
yanlış buluyorum, çünkü bu eylem, bu tür bir karar vermiş kişi üzerinde psikolojik
baskı yarattığı gibi, eleştiri oklarının hedefi hâline de getirebiliyor. Ben
ileriki zamanlarda Rüzgar Erkoçlar’a dizi ve filmlerde rol alma hakkının
tanınmayabileceğini bile düşünüyorum. Sebebi belli: RTÜK’e göre “gençler
üzerinde olumsuz örnek oluşturabilir”, çok fena!
Genel ahlâk çerçevesinde, Huysuz Virjin gibi bir karakteri senelerde sahnede ve televizyonda
canlandıran Seyfi Dursunoğlu’na da
yasak geldi, bu yüzden Dursunoğlu son zamanlardaki bütün işlerini Huysuz Virjin
gibi olmadan yapmak zorunda. Çünkü galiba RTÜK’e göre bir erkeğin kadın
kılığında prime time’da yer alması çocukların zihinsel ve ruhsal gelişimine
etki edebiliyor!
Benzer konuda ülkemizde genel ahlâk kuralları gereği eşcinseller ve eşcinsellik de büyük baskı altında. Mesela Osman Sınav’ın hikâyesini yazıp yönettiği “Kılıç Günü” adlı dizide
de bir eşcinsel sahnesi yer almıştı. Eşcinsel sahnesi dediysem bir sevişme sahnesi değil, basit bir yatak
sahnesi. Şu şekilde:
Bu sahne üzerine yine sosyal medyada kıyamet kopmuş, bu sahne
ve ülkemizdeki eşcinselliğe bakış açısı günlerce, haftalarda tartışma konusu
olmuştu. Osman Sınav nasıl böyle bir sahne yazardı, bu sahneyi nasıl çekerdi?!
Osman Sınav’ın bu sahneyle ilgili açıklaması ise -bence- daha rezildi:
“Bu sahneleri provoke amaçlı kullanmadık. Böyle bir amacımız
olsaydı daha önceden görselleri basına verirdik. Hikâyemizde Firavun’un
sarayından bahsediyoruz. Firavun’un sarayında böyle şeyler vardır. Bunlar
gerçektir. Karakter tanımlaması yapıyoruz. İyiliği, bütün güzelliğiyle
gösterebilmek için karanlığı da bütün çıplaklığıyla göstermek lazım. Yoksa
‘iyi’ hissedilemez. Sığ kalır. Biz kimsenin cesaret edemediği şeyleri
göstermeye çalışıyoruz. Ahlâksızlık propagandası yapmıyor, aksine o tip insanların profilini
sergiliyoruz. Bu kişiler ve
ahlâksızlıklarını gösterebilmek için ahlak sınırları dışına çıkmadan bir şeyler
yapmak zorundayız.” (kaynak)
Sınav eşcinsel insanları o
tip insanlar olarak nitelendirdiği gibi, ilişkilerini de ahlâksızlıkları olarak
değerlendiriyordu. Evet, açıklamanın başında, “Böyle şeyler Firavun’un
sarayında vardı,” gibi bir cümle de var; ancak o cümlenin doğrusunun, “Tarihte
eşcinseller ve eşcinsellik zaten var,” olması gerekirdi bence. Eşcinsel olarak
bilinen (ne kadar doğrudur ben bilemem) Türk Sanat Müziği sanatçısı ve duayen Zeki Müren var Türkiye’nin geçmişinde.
Hatta çok daha eskilere götürüp Osmanlı İmparatorluğu’nda, daha öncesinde bile
bu mesele gözlemlenebilir. Ama vatandaşımız, özellikle Neo Osmanlıcılık
anlayışına sahip kişiler bunları kabul etmeyi pek istemez.
EŞCİNSELE TEDAVİ,
AHLÂKSIZA BERAAT
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın Mart 2010 tarihinde yaptığı bir röportajda, “Eşcinsellik hastalıktır” (kaynak)
demesi de Türk milletinin konuya dair bakış açısını özetlemeye yeter. Amerikan Psikiyatri Derneği Yönetim
Kurulu 1973 yılında eşcinselliği hastalık
kategorisinden çıkartma kararı almış olmasına rağmen (kaynak). Eşcinselliğe hastalık diyen Kavaf’ın, “Aşk-ı Memnu” dizisini rahatsız edici
bulup, “Kurtlar Vadisi” gibi ataerkilliği
ön plâna çıkaran diziden keyif alması da ayrı bir ironi olsa gerek!
İslam Hukuku Profesörü Cevat
Akşit’in eşcinsellikle ilgili yaptığı şu açıklama da artık dananın
kuyruğunun koptuğu nokta olabilir:
Akşit diyor ki; “Erkeğin homoseksüellik yapması lanet sebebidir... Memleketleri batırma
sebebidir... Bunlara asla müsaade
etmeyeceğiz. Devlet bunlara karşı tedbirini alacak, tedavi edecek.”
Yani genel ahlâkı dinle birleştirdiğimiz, bütünleştirdiğimiz
zaman (ki bunun son derece yanlış olduğunu iddia etmiyorum) ortaya çok daha
karmaşık, çok daha çarpıtılmış, çok daha yanlış bir tablo çıktığını belirtmekte
beis görmüyorum. Birbiriyle cinsel ilişkiye giren heteroseksüel, homoseksüel
insanlar memleket için büyük problem iken; dininin kendisine yasakladığını
düşünen ve seksi iyice bilinçaltına iten insanların bu eylemlerinin en sonunda
patlama noktasına gelip 13-14 yaşında kızlara, dahası engelli kızlara tecavüz etmesi memleket için nasıl büyük bir
problem olmuyor, nasıl hafif cezalar alabiliyorlar, suç nasıl
küçük kızların üzerine atılıyor (“Kendi
rızası vardı,” gibi açıklamalar ilgili tecavüz haberlerinde mevcut) ben anlamış
değilim...
AHLÂK AMAÇ YERİNE
ARAÇ OLMAMALI
Bir kızla bir erkeğin, bir kızla bir kızın, bir erkekle bir
erkeğin bakışması, öpüşmesi, birbirlerine duygusal ve seksüel olarak bir
yakınlık hissetmeleri genel ahlâka ters olarak görülebiliyorken, sizce de “Ahlâk
nedir?” sorusuna daha kapsamlı bir yanıt arayıp, tanım ve kavramların
arasındaki çizgileri daha düzgün çizmemiz gerekmez mi? Ülkenin ahlâkı, “Öpüşmeyin,
sevişmeyin, kızlı erkekli oturmayın!” derken, adaleti, “Küçücük kıza 28 kişi
tecavüz etmiş, ama kızın rızası varmış adamları tahrik etmiş!” demesi akla ve
mantığa ne kadar sığar? Bu durumda iktidar partisinin bir dizideki tecavüz
sahnesini son derece ahlâksız
bulması, RTÜK’ün bu durumda eski Türk filmindeki kadının göğsünü, başka bir
dizideki çıplak kadın figürlü abajuru buzlaması genel ahlâkı korumaya ve
kurtarmaya yeter mi? Peki başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Muhteşem Yüzyıl”
dizisine yönelttiği, “Bizim böyle bir ecdadımız yok! Bizim padişahlarımız 30
yılı at sırtında geçirdi! Sarayda ne o öyle öpüşmeler sevişmeler?”
eleştirisinden (kaynak),
“Osmanlı padişahları hep savaşta idiyse, hangi ara seviştiler? Peki bizler
Osmanlı dönemlerinden bugüne kadar öpüşmeden, sevişmeden nasıl geldik?” gibi
bir fikir çıkarmamız mümkün müdür?
Ahlâkın bir amaç değil de araç olarak görülmesini yanlış
buluyorum. Ahlâkın herkes tarafından
kabul gören bazı değer yargılarının olması, belli kurallar bütünü olması
lâzım. Birinin sırf karşısındakinin görünüşünden, tavrından, lafından rahatsız
oldu diye onu ahlâksız olarak nitelendirmesi ve bu niteleme üzerinden ahlâk
çerçevesi oluşturması, ahlâk denen kavramı bir araç olarak kullanmak gibi
geliyor bana. Yanılıyor muyum?
Ama benim hâlâ umudum var, inanıyorum ki mevcut iktidarımız
veya yakın ya da uzak gelecekteki Türk düşünürler, bilim adamları genel ahlâkın
korunmasına yardımcı olmak amacıyla mitoz
bölünmenin insanlar için uygun bir versiyonunu da bulmuş olacak ve böylece
kızlı erkekli aynı ortamda bulunmamıza gerek kalmadan, belki de sadece
birbirimize dokunarak bölünüp çoğalabileceğiz; bu sayede öpüşmek, sevişmek,
bunların hepsi teferruat olarak nitelendirilip rafa kaldırılacak. Olur mu
olur...
Sizlere son olarak çok ayıp bir şey göstereceğim ve bunu
gösterirken sansürlemeye, buzlamaya, mozaiklemeye bile gerek görmüyorum.
Azerbaycanlı iki dayının aynı asansörü
kullanmaktan ötürü başlarına gelen
bir talihsizlik... İbret alınmalı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder