Aynı “Dexter” ve
“Lost” dizilerinde olduğu gibi; oldukça başarılı Amerikan dizilerini geç
keşfetme konusunda yeni durağım “Breaking Bad” oldu. Ancak bu, akciğer
kanserine yakalanan lise kimya öğretmeni Walter White’ın her şeyi boş verip
ailesinin geleceğini güven altına almak üzere kötü yola sapması beni
gerçekten fena sardı!
Not: Yazının devamı, dizinin geneliyle ilgili (hafif ve ağır) spoiler'lar içermektedir!
Not: Yazının devamı, dizinin geneliyle ilgili (hafif ve ağır) spoiler'lar içermektedir!
“Breaking bad”, ya da “break bad”; kişinin doğru bildiği
yoldan sapması, kötü yola (yollara) başvurması, (kendi çevirimle) kafayı kırması gibi bir anlama geliyor. Güneye
ait konuşma dilinde bir laf. Şimdiye kadar hep bir prensibiniz vardır, bir
hayatınız, bir kariyeriniz, bir hedefiniz vardır ve bir gün aniden bir şey
olur, “Eeeeh s*kerler böyle hayat şartlarını, kaderin böylesini!” deyip
kendinizi, diğer insanların ahlâkî, etik açıdan doğru bulmayacağı veya normal
görmeyeceği bir yola adarsınız.
Aslında kişinin hayatı iyi veya kötü giderken başına birden
aksiliklerin peşi sıra gelip bildiği yoldan değil de başka (yanlış) (kime göre
neye göre?) yoldan gitmesi fikri çok yeni veya farklı bir şey değil. Küçükken
izlemeye doyamadığım Türk filmi “Namuslu” filminde de Şener Şen’in
canlandırdığı iyi aile babası
karakteri vardır. Pısırıklığından ötürü kendisini rol model almayan bir oğul,
onda gerekli seksüelliği ve cazibeyi gör(e)meyen bir eş, sürekli başlarında
dikilen ve “Aaaah ah!” deyip duran kayınvalide, kendisi iyi aile babası olduğu
hâlde onunla zıt ve piç bir karakter olan enişte bu aile babasının çevresini
sarmıştır. Evden işe, işten eve memur hayatı yaşayan ve bankada çalışan bu adam
bir gün kendisine yatırması için verilen para kaçırılınca herkes onun
kaçırdığını sanıp bir de üzerine adama helâl çekmeye başlar. “Ben çalmadım”,
“Vallahi ben çalmadım” derken adam en sonunda kafayı yiyip, “Evet lan! Ben
çaldım!” diyerek efendi adamdan piç adama
geçiş gerçekleştirir.
Bu henüz bir örnek. Daha ne yapımlar var kişinin iyi veya
kötü giden hayatında baskılar ve dayatmalar sonucunda yanlış yola sapmasını
anlatan. “Breaking Bad” dizisi de onlardan biri. Ancak bu konuyu çok iyi, hatta
ustaca işleyişi beni benden aldı
diyebilirim!
Türk dizilerini zaten
geçiyorum, ama klasik Amerikan dizilerini de geçin; sahneleri okuyarak, kafanızda tartarak, üzerine düşünerek
izleyebileceğiniz bir dizi “Breaking Bad”. Mesela jenerikten önceki teaser
sahnesinde (Amerikan senaryo dilinde o sahneye “teaser” deniyor) diziyle kel
alâka sanılan bir kişi, nesne veya olayla ilgili bir şey gerçekleşiyorsa, bunu
diziye göre yorumlamanız gerekiyor. Kısacası sahneler armut piş ağzıma düş
kolaylığında değil.
Dizinin karakter seçişleri de başarılı etkenlerinden bir
diğeri; kimyager ve emekli kimya öğretmeni olan Walter White; kısa hikâyeler
yazan, karnı burnunda eşi Skyler White; serebral palsi/beyin felciyle doğmuş
olan ve bu sebeple konuşma ve hareket yetisinde aksaklıklar olan oğlu Walter
Jr.; Skyler’ın kız kardeşi, radyolojik teknolog olarak çalışan Marie Schrader;
Marie’nin eşi, uyuşturucuyla mücadele dairesinde özel yardımcı ajan olarak
çalışan Hank Schrader; Walter’ın lisede kimya hocasıyken öğrencilerinden biri
olan, metamfetamin kullanıcısı, üretici ve satıcısı Jesse Pinkman; Los Pollos
adlı fast food restoranı işletmecisi, ilk görüşte sakin, mıymıntı bir tip olan,
ancak esasında mafyalık yapan Gustavo Fring; Fring’in kristal meth
operasyonlarında tetikçilik görevi üstlenen, emekli polis Mike Ehrmantraut;
şaka gibi bir ceza avukatı Saul Goodman ve diğerleri...
Bütün bir olayı kısaca özetlemek gerekirse şöyle
diyebilirim: Walter White ailesiyle birlikte orta ile alt sınıf arası bir
yaşantı sürmektedir ve onur, gurur gibi unsurlara büyük değer
veriyor. Walter White için babalık, aile babası olmak, aileye iyi bakmak her
şeyden önce geliyor... derken bir gün akciğer kanseri olduğunu öğreniyor ve
hastalığı tedavi de edilemiyor – yani Walter’ın zamanı kısıtlı! Bu halde
ailesine gerekli iyi yaşam şartlarını sunamayacağını düşünüyor ve bacanağı
Hank’le bir uyuşturucu operasyonuna katıldığında, olay yerinde liseden
öğrencisi Jesse Pinkman’ı görüyor. Ardından Jesse’le bir anlaşma yapıyor: onu
olay yerinde gördüğünü söylemeyecek, ama bu sayede Jesse’le birlikte
metamfetamin üreterek para kazanacaklar, çünkü Jesse’in uyuşturucu konusunda
çevresi geniş ve Walter’a yardımcı olabilir. Ama Walter’ın bu işi büyük bir gizlilikle yapması gerekiyor
çünkü bacanağı Hank uyuşturucuyla mücadele dairesinde ajan! Ayrıca Walter’ın
acayip tripler atan Skyler adında bir eşi var, ve Skyler’dan daha beter bir de
onun kız kardeşi Marie var! Yani Walter’ın ailesi onu çepeçevre sarmış durumda.
Metamfetamin işine girip oldukça kaliteli mavi renk kristal
meth üreten Walter ve Jesse, olur olmadık mafya işlerinin içine giriyor ve
gerçekleştirdikleri her eylem, yakalanmalarına olanak tanıyacak bir başka
eyleme vesile oluyor, bu sebeple oldukça dikkatli olmak zorundalar – ama ipin
ucu çoktan kaçmış durumda!
“Breaking Bad” dizisinin bu kadar tutmasındaki etken,
yukarıda saydıklarımdan önce, elbette ki hikâyesi ve sürükleyiciliği. Bir dizi
olduğunu göz önüne alacak olursak, sürükleyicilik ve sonraki bölümü merak
ettirme yetisi oldukça yüksek. O kadar derin ve sert karakter ve olay geçişleri
yaşanıyor ki, daha siz ne olduğunu anlamadan bölüm bitiyor ve bölümleri peş
peşe izlediğiniz zaman sezon bitiyor, sonra biraz daha heyecanlanıyorsunuz,
derken dizi bitiyor... işte o derece temposu yüksek bir dizi.
Walter White metamfetamin üretecek, tamam. Bundan iyi para
kazanacak, ancak onurdan, gururdan, iyi aile babası olmaktan bahseden Walter
bunu nasıl yapacak? İşte bu noktada ikincil bir karakter, bir alter ego devreye giriyor: Heisenberg. Dizi boyunca Walter
White’ın hayatına tanıklık ederken, bir yandan da onun Heisenberg yanına tanıklık edip metamfetaminle ne yapacak, mafyayla
nasıl baş edecek, dahası meth işinde nasıl kral
olacak bunları seyrediyoruz.
Aslında bu alter ego meselesi ve Walter White'ın içinde
beslediği, meth operasyonlarında ortaya çıkardığı Heisenberg karakteri, dizinin
ana ikilemlerinden biri. Muhtemelen hepimiz hayatlarımızda zor bir meslek icra
ediyoruzdur ve bir o kadar zor müşterilerle cebelleşiyoruzdur, değil mi? Yani
her işin, her eylemin çetrefilli, zorlu bir yanı vardır muhakkak. Ve bu zorlu
yanla bazen öyle bir karşılaşırız ki, “Sikerler böyle işi!” diye rest çekecek
noktaya geliriz. İşte Walt için “Breaking Bad” dizisindeki bu nokta,
Heisenberg. Bazı olaylar Walt için öyle geri dönülemez, öyle değiştirilemez bir
noktaya geliyor ve işler öyle sarpa sarıyor ki, Walt’un içinde biriktirdiği
bütün kin, öfke ve hiddet kendini Heisenberg olarak gösteriyor.
Diziyi izleyecek olursanız ne demek istediğimi daha iyi
anlayacaksınız. Walt’un Walt olduğu ve Heisenberg olduğu sahnelerde, Walt
karakterini canlandıran Bryan Cranston’ın muhteşem oyunculuğuna hayran
kalabilirsiniz - şahsen ben kaldım. Dizinin en başında saçı olan, gözlük takan,
emekli memur gibi giyinen, sıradan bir bıyığı olan Walter White, ki bahsettiğim
hâli şudur;
dizinin ilerleyen sezonlarında, alter egosu olan Heisenberg
karakteriyle yaşadığı içsel dönüşümler vesilesiyle fiziksel olarak da şöyle bir
insana dönüşüyor;
Dizinin başında bize o kadar çaresiz, zayıf, masum, şerefli,
iyi aile babası bir Walter White tanıtılıyor ki, bölümler ve sezonlar
ilerledikçe onun yaşadığı değişimler de ayrı bir hayret ve hayranlık
uyandırıyor izleyicide. Birinci sezondaki o Walter White nasıl olup 2., 3., 4.
ve 5. sezonlardaki Walter White’a, dahası Heisenberg’e
dönüşebiliyor? İşte bütün mesele bu!
Mesela Walt'un eşi Skyler’la telefonda tartıştığı bir
sahnede, Skyler’ın bitmek bilmeyen triplerine karşılık telefonu kapatırken,
“Buna konuş!” der gibi penisini tutması ve öfkeyle konuşması, içindeki
Heisenberg’ün yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığının kanıtıdır. Bu şimdilik
hatırladığım bir sahne. Dizide Walt’un herhangi biriyle tartışırken veya
herhangi kötü giden bir olay karşısında sinirlerine hâkim olamayıp küfür
ettiği, kendisinden beklenmeyecek argo bir söylemde veya harekette bulunduğu
pek çok sahne var. Yani aslında Walt gibi, hepimizin içinde belli bazı kriz
zamanlarında zar zor dizginlediğimiz bir öfke patlamamız, ikinci bir benliğimiz,
bir alter egomuz var; kimimiz bunu kontrol edebiliyorken, kimimiz rahatlıkla
dışa vurabiliyor. Walt’un sezonlar ilerledikçe Heisenberg’e dönüşmesi ve
aralarında, hareket, tavır ve ses tonu olarak da büyük farklılıklar olması işte
aynı bu dışa vurumun bir eseri.
Bahsettiğim dışa vurumu ve dönüşümü şu videodan da
görebilirsiniz. Dizinin hayranlarından birinin yaptığı bir video:
Videoda, özellikle Walt’un polisle tartıştığı sahne bile
onun Heisenberg’e dönüşmesi, onun “kafayı bozması”nın en önemli örneklerinden
biri. Hangimiz gerçek hayatta kuralsızlık veya usulüne göre olmayan bir şeye
karşı tepki göstermek istemeyiz ki? İşte Walter, Heisenberg olarak bunu
gösteriyor.
Peki isteyen herkes, istediği zaman içindeki bu kuralsız,
adaletsiz, illegal kişiliği ortaya çıkartabilir mi? Orası tartışılır. Walter
White için bunun sebebi, akciğer kanseri olması. Hani derler ya “Allah
beterinden saklasın!” diye; Walt için daha beteri ne olabilir ki? Akciğer kanseri olmuşsun, günlerin artık sayılı ve prensipleri, kuralları, iyi
bir aile yaşantısı olan biri olarak ardında bıraktığın insanlar için bir
şeyleri yoluna koymak isteyebilirsin. Bu kişiden kişiye değişir, fakat Walt
için esas mesele bu; ailesinin, kendisi yaşarkenki refah düzeylerini sabit
tutarak onlara iyi bir hayat vaat etmek. Bunu da okulda öğretmenlik yaparak
veya araba yıkamacıda çalışarak yapamayacağı için, yapabileceği tek şey,
uzmanlık alanı olan kimyayı illegal
eylemler için kullanmak. Bu da, onun için, kristal meth pişirip satmak.
Adalet, adil yaşam ve bunun kişi üzerindeki etkileri, demin
de dediğim gibi, kişiden kişiye değişebilir. White ailesi, herhangi bir
kanunsuzluk karşısında polise gidip hakkını arayacak bir aile. Ancak Walt meth
üretmek gibi pis işlere bulaştığı ve eşi Skyler da güvenliklerinden endişeli
olduğu vakit, “Başımıza bir şey gelmesinden korkuyorum, polise gitmeliyiz,”
dediğinde, Walt’un cevabı, içindeki Heisenberg’ün kendini göstermesi yine
şahane bir performans:
Walt burada, “Skyler, ben o bildiğin adam değilim. Ben o
polise giden ödlek adam değilim. Ben kapımıza dayanan mafya veya kötü
adamlardan korkan biri değilim. Ben kapıya dayanan kötü adamım, ben kapıyı
çalan kötü adamım!” diyerek kendisinin yavaş yavaş nasıl birine dönüşmekte
olduğunu Skyler’a da gösteriyor.
Bir de, enteresandır, Walt’un içindeki gizli Heisenberg
karakteri ortaya çıkmaya başladıkça Walt daha bir güçleniyor gibi geldi bana
dizi boyunca. Normalde kansere yakalanmış bir insanın daha yorgun, daha bitkin, daha
hâlsiz olmasını bekleriz - en azından
ben beklerim. Ama Walter White kansere yakalandığını öğrendikten sonra, içindeki
at şaha kalkıyor ve kendisinin yaşından ve cüssesinden beklenmeyecek bir güç ve
azimle çalışıyor. Dizide kimi zaman Walt’u izlerken yaptıklarını görüp kendim
zihinsel olarak yorulduğumu biliyorum. Bir insan, kansere yakalandıktan sonra
bu kadar anî, bu kadar sert, bu kadar zorlu kararlar verip, üzerine bir de
bunlarla canla başla mücadele edebilir mi? Yani mesela, kansere yakalanmış,
günleri sayılı ve maddi açıdan zorluk çeken Walt’un mafyayla ne işi olabilir? Bir insan bu kadar mı kafayı kırar (break
bad)?!
Walt’un yine kendini kaybettiği ve içindeki Heisenberg’le
yer değiştirdiği, dahası kavga ettiği
sahne olarak da şu sahneyi düşünebiliriz:
Skyler, Walt’un metamfetamin satarak kazandığı onca parayı,
Skyler’la ‘özel bir geçmişi olan’ bir adama verir ve Walt tam paraya ihtiyacı
olduğu anda bunu öğrenince keçileri kaçırır; verdiği tepki, Walt ve Heisenberg
karışımı bir tepkidir.
Walt’un artık kötü bir adam olmak mı, yoksa ailesini korumak
isteyen prensipli bir baba mı olduğunun anlaşılamadığı, eşi Skyler’la kavga
ettiği şöyle bir sahne de var:
Skyler, Walt’un artık ipin ucunu tamamen kaçırdığını
düşünerek, oğlunu ve yeni doğan bebeklerini de alıp çekip gitmek ve daha
güvenli, huzurlu bir hayat sürmek istiyor; ancak Walt’a göre zaten böyle bir hayata sahipler ve
beraber olurlarsa daha iyi bir hayata geçebilirler. Skyler Walt’un artık
durdurulamaz biri olduğunu düşünüyor ve onu kendisinden ve çocuklarından
korumak için bıçakla saldırıyor.
Bu sahnede hiçbir müzik olmaması, hiçbir ses efektinin
olmamasının sahneyi ne kadar daha gerilimli hâle getirdiğini görüyorsunuzdur.
Üstte paylaştığım Walt’un çıldırması sahnesinde fondaki o müzik sahneyi ne
kadar gerilimli hâle getiriyorsa, bu sahne de müziksizliğiyle bir o kadar
germeyi başarıyor. Evet, dizinin başarılarından biri de bu: müziksiz, ancak
tansiyonu yüksek sahnelerle germesi.
Walt'un dizide sakin, sıradan, pis işlere burnunu sokmayan bir insandan; başka insanların hayatlarıyla ilgili kararlar veren karanlık bir karaktere dönüşmesi de ilginç, bunu da şu videodan görebilirsiniz (bol spoiler'lı!):
Walt'un dizide sakin, sıradan, pis işlere burnunu sokmayan bir insandan; başka insanların hayatlarıyla ilgili kararlar veren karanlık bir karaktere dönüşmesi de ilginç, bunu da şu videodan görebilirsiniz (bol spoiler'lı!):
Video klipte bir süre sonra, hapishanedeki ölüm sahnelerinde çalan müzikten, Walt'un hapisteki o insanların ölümüyle ilgili verdiği kararı nasıl normal, sıradan bir şekilde verdiğini de anlayabiliyorsunuz. Dizinin başında öğrencileriyle kimya soruları çözen Walt, son sezonda resmen azılı bir katile dönüşüyor - ama tabii bunları ona hep Heisenberg yaptırıyor.
Dizide bir de, Walt’la bu yola baş koymuş Jesse Pinkman
karakterimiz var ki, onun değişimi de Walt’un tam aksi yönde bir yol izliyor.
Walt sakin, prensipli, iyi aile babası imajından manyak bir meth imparatoru imajına doğru geçerken; Jesse
tam aksine, meth satan, uyuşturucuyla hayatı allak bullak olmuş, ailesi
tarafından reddedilmiş, her şeyine el konulmuş, uçurumun dibindeki bir gençten,
sevdiği kadına değer veren, onunla bir gelecek düşünen, daha sakin ve legal bir
hayat sürmeyi hedefleyen bir gence dönüşüyor. Zaten Walt’la yaşadığı çekişmeler
ve kavgalar da sürekli ikisinin karakterlerinin değişime uğramasından
kaynaklanıyor.
Jesse Pinkman karakterinin dizi boyunca geçirdiği değişimi
de şu videodan görebilirsiniz:
Yine Jesse’in değişimi, dahası (kendini) kabullenişi hakkında şöyle güzel bir derleme
video var:
Dizinin en başında metamfetamin satıcısı olan ve pis mafya
işleriyle hayatı allak bullak olmuş Jesse, ilerleyen sezonlarda bu işin ne
kadar tehlikeli olduğunu, hayatını nasıl bir çıkmaza soktuğunu yavaş yavaş fark
ediyor ve kendisi için bir insanı öldürmek bile ıstırap olabiliyor.
Mesela şu videoda (3. sezon finalinden spoiler içerir, aman
dikkat!) Walt’a yardım eden, son derece masum Gale adlı karakteri öldürmek zorunda kalması ve öldürürken nasıl bir
vicdan azabı çektiği rahatlıkla görülebilir:
Dizinin 4. sezonunda, Walt ve Jesse’i özel laboratuvarda
metamfetamin üretirlerken gözetlemekle yükümlü Victor adlı karakter, dizideki
uysal ama ağır mafya Gus Fring tarafından öldürülürken Walt’un ve Jesse’in
yaşadığı ikilem, Walt’un içinde bir yerlerde hâlâ korkak bir Walt’un olduğunu,
Jesse’in de aslında ne kadar boktan bir yaşantı içinde olduğunu gözler önüne
seriyor. Aynı görüntüde, Gus Fring'in ne kadar sessiz, aynı zamanda ne kadar psikopat bir karakter olduğunu da görebiliyoruz.
Klibi izlediyseniz, demek istediğimi anlamışsınızdır.
Walt’un eşi Skyler da öyle bir kadın ve aynı zamanda bir
anne karakteri ki, ilk başta zaten Walt’a yaptığı tavırların, attığı triplerin
hepsini toplasak Ankara’dan İstanbul’a yol olur!
Elbette -haklı olarak- kaygılı bir kadın; aile kaygısı ve
gelecek kaygısı var. O da Walt gibi ailesine iyi bir yaşantı sunmaya çalışıyor,
üstelik kadın olduğu için duyguları ve duygu yoğunluğu da daha fazla. Ve her
kadın gibi trip atmasını da çok iyi biliyor! Walt’un kanser olduğunu
öğrendikten sonra onun legal yollardan para edinmesini isteyen Skyler, Walt
illegal yolları seçince ne yapacağını şaşırıyor ister istemez. Tek derdi,
oğulları Walt Jr.’ın ve yeni doğan bebeklerinin temiz, güvenli bir hayat
yaşaması. Yani esasında Skyler’ın isteği de, hem bir kadın hem de anaç bir
karakter olduğu için, aynı Walt’unki gibi, aileyi korumak. Ama Walt’un hâl ve
tavırları, dahası karakteri öyle bir değişiyor ki, Skyler aileyi mi korumak,
yoksa aileyi evin reisi Walt’tan mı korumak gerektiği konusunda kararsız
kalıyor.
Üstteki videodan da görebileceğiniz üzere; mesele, hikâyenin
en başında ailesini korumak ve onlara güvenceli bir hayat sağlamak olan Walt’un
sezonlar ilerledikçe baş kahramandan (ailesi için) bir anti kahramana dönüşmesi
ve kime ne tür zarar verebileceğinin belli olmaması üzerine.
Skyler’ın hamile olmadan önceki işi de muhasebecilik olduğu
için, Walt’un girdiği bu metamfetamin üretip satma dünyasından (bir şekilde)
haberi olup ona (bir şekilde) yardım etmesi gerektiğini düşündüğü için buna
göre, muhasebecilik yeteneğini kullanması gerekiyor. Ama tabii Walt’u bu pis,
rezil, illegal işe soktuğu için ondan nefret etmiyor değil. Dediğim gibi,
Skyler’ın attığı tripler öyle böyle değil, ama o da neticede White ailesini ve
çocuklarını, ayrıca geleceğini düşünüyor ve o da Walt gibi prensiplere sahip,
onun da aile içinde bazı kuralları var... ama işte Walt kafayı kırıp işleri
kötü bir açıdan ele alabiliyorken, Skyler’ın karakteri ve içgüdüleri buna izin
vermiyor.
Walter White’ın kayınbiraderi Hank adlı karakterin Uyuşturucuyla
Mücadele Dairesi’nde ajan olması ve istikrarlı bir karakter olması ve Albuquerque
şehrinde gerçekleştirilen geniş kapsamlı meth satışının izini dikkatli sürmesi,
etrafta yankılanan Heisenberg ismini derinlemesine araştırması da dizideki
merak ve heyecan unsurunu tetikleyen etkenlerden biri.
Hank’in Heisenberg’ü yakalamak için bu kadar çaba sarf etmesi, elindeki delilleri titizlikle inceleyip izini sürmesi ve Heisenberg’ün aslında Walter White olduğunu öğrenmesi, bu karakterin dizideki taşıdığı tempoya bir işarettir. Hank'in dizideki evrilmesini de şu videodan görebiliriz:
Hank’in Heisenberg’ü yakalamak için bu kadar çaba sarf etmesi, elindeki delilleri titizlikle inceleyip izini sürmesi ve Heisenberg’ün aslında Walter White olduğunu öğrenmesi, bu karakterin dizideki taşıdığı tempoya bir işarettir. Hank'in dizideki evrilmesini de şu videodan görebiliriz:
Adam resmen işinde gösterdiği azim uğruna kendi kazdığı çukura düşüyor... Ama Hank'in, Heisenberg'ü yakalama konusunda verdiği macera ve mücadele başlı başına bir efsanedir bence. Yoksa
Hank’in, Walt’un Heisenberg olduğunu öğrendiği şu sahne bu kadar basit, (yine)
müziksiz ve bu kadar etkileyici, bu kadar izleyiciyi şoke eden bir etkiye sahip
olabilir miydi?
Dizinin özellikle bazı bölüm sonları ve sezon finalleri öyle
bıçak sırtı ki, izlerken heyecanlanmamak, gerilmemek, etkilenmemek mümkün
değil.
Dizideki Los Pollos Hermanos adlı restoranlar zincirini
işleten Gus Fring’e değinmek bile, kendisi hakkında başlı başına bir inceleme
yazısı yazmayı gerektirecek büyük bir deniz. Yani kendisi başlı başına bir karakter.
Bu başarıda kendisini canlandıran Giancarlo Esposito’nun
payı oldukça yüksek. Ben ömrümde bu kadar sakin bir restoran işletmecisi,
nazik, saf görünümlü; ama işine geldiğinde üstteki paylaştığım video klipteki
gibi acımasız bir katil olabilen bir mafyayı daha önce görmemiştim, bunu itiraf
edebilirim. Gus Fring’in işine gelince mafyayı oynaması, işine gelince (durum
gerektirdiğinde) sıradan bir restoran işletmecisini canlandırması, en az Walter
White ve Heisenberg karakterlerini tek bünyeye yerleştiren Bryan Cranston’ın
performansı kadar başarılı benim gözümde. Gus Fring'in başarılı performanslarından biri olarak, yukarıda verdiğim adamın gırtlağını kesme sahnesini izleyebilirsiniz. Kendisi orada son derece başarılı.
Ama eğer ki Gus Fring’in ne kadar sakin bir insan, ama
aslında ne kadar da öfkeli bir insan olduğunu kısaca görmek istiyorsanız, şu
videoyu izleyebilirsiniz:
Bir de dizide bir avukat var ki evlere şenlik: Saul Goodman!
Dizideki sloganıyla “Better Call Saul” (İyisi mi Saul’a
Danışın”). Hani “Kimdir bu Saul?” diye sorsanız, diyebileceğim tek şey; Burhan Altıntop’u (Avrupa Yakası) avukat olarak hayal et
demek olur. Takım elbisesinin içine giydiği tuhaf gömlek ve kravatlar, yana
yatırdığı uzun saçı, bir kulağında devamlı takılı Bluetooth telefon kulaklığı
ile bir avukat ciddiyetinden tamamen uzak olan Saul Goodman, dizide meth işine
giren abimiz Walt ve onun satıcısı Jesse’in, denize düşen yılana sarılır
misali, kıçını toplayan avukat olarak karşımıza çıkıyor. Ama karakterin kendisi
ayrı bir komik, ofisi ayrı bir komik.
Hatta ofisin dıştan görünüşü de şöyle bir şey:
Allah düşmanımı hukuk konusunda Saul Goodman’ın eline
düşürmesin! diye dua ettirtecek kadar bayat ve güvensiz. Ama bir şekilde, nasıl
oluyorsa, Goodman sezonlar boyunca Walt ve Jesse’in kıçını toplamayı başarıyor.
Şuradaki videodan da Saul Goodman’ın hâl ve tavırlarıyla
ilgili genel bir bilgi edinebilirsiniz:
Başvurmak isteyebileceğiniz tipte bir avukata benzemiyor
değil mi? Tahmin etmiştim. Hukukî bir konuda başınız sıkıştığında
başvuracağınız son durak Saul Goodman olmalı, hatta Goodman’a başvurmadan önce,
üniversiteye girip hukuk okumayı bile düşünebilirsiniz belki. Ama çok da
kötülememek lazım tabii, neticede Saul, Walt ve Jesse’in pek çok işini görüyor,
yani aklı çalışan bir avukat. Ama şöyle diyelim, yüksek hedefleri yok. Belki de bu yüzden süpermarket gibi olan bir
yerde, tasarım olarak dökülen bir ofiste hizmet veriyor olabilir. Onun için dış
görünüş değil, müvekkillerinin hizmetlerden memnun kalması önemledir, olamaz
mı? Ama ne hizmet, ne hizmet!
Saul Goodman’a özel dedektif olarak görev yapan, aynı
zamanda Gus Fring’in kristal meth operasyonunda adam öldürme işlevi de gören, eski toprak diyebileceğimiz, eski polis
memuru Mike Ehrmantraut da dizideki ağır abi - hatta abi demeyelim de, amca görevini üstlenen bir karakter.
Son derece soğukkanlı, baygın bakışlı (uyuyacakmış gibi),
işinin ehli bir dedektif Mike. Dizide Jesse konusunda sıkıntı yaşamasa da,
dengi sayılabilecek bir zekâya sahip olan Walt’la az atışması oldu değil
kendisinin. Ama dizideki en zeki, en işini bilen ve bu sayede en tetikte ve en
(pozisyon bakımından) rahat adam diyebiliriz Mike için. Kendisinin dizideki
süreci şu şekilde:
Esasında torunuyla parkta vakit geçiren, emekli görünümlü
bir amcadan farksız gibi gözüken Mike; mesele iş olunca bir kaplan
kesiliveriyor. Tavırları sanki “Bitsin artık bu iş, ben de rahatıma bakayım...”
mesajı veriyor. O da kendi özünde iyi biri, ama işte içinde bulunduğu ortam ve
koşullar onu iyiyle kötü arasında, gri
biri yapıyor... aynı dizinin diğer bütün karakterleri gibi.
Gelelim dizinin hikâyesi ve karakterleri haricinde, genel
olarak başarısına. “Breaking Bad” dizisinin bu kadar yüksek temposu ve bu kadar
heyecan barındırmasında aslında çok basit unsurlar var:
- Dizinin sezonları zaten az bölümlere sahip; 1. sezon 7
bölüm, diğer sezonlar (son sezon hariç) 12-13 bölüm civarında.
- Dizinin sezon bölümlerinin az olmasının yanı sıra, olaylar
çok hızlı gelişiyor. Genelde Türk
dizilerinden ve Amerikan dizilerinden alışık olduğumuz üzere, bir karakterin
bir sırrı öğrenmesi yarım sezon veya 2-3 koca sezon sürebiliyorken; “Breaking
Bad”de gelişmeler o kadar hızlı yaşanıyor ki, “Ulan bundan sonra daha ne olabilir
ki?” diye merak etmeye başlıyorsunuz.
- Karakterlerin ve sahnelerin yazımı o kadar iyi ve o kadar
başarılı ki, hangi karaktere hangi bölümde ne olacağını, nasıl bir sahneyle
karşı karşıya olacağını kestiremiyorsunuz ve sahne bitiminde karakterin nasıl
bir tepki vereceğini anlamak kimi zaman çok zor.
- Dizinin yazımı zaten başlı başına bir olay! Eğer
senaryolara ilginiz varsa Google’dan diziyle ilgili orijinal senaryoları aratıp
nasıl bir yazım tarzına sahip olduğunu görebilirsiniz. Bu dizinin tutması ve
sevilmesindeki en önemli etken bence senaryosu.
Bu yazıyı esasında dizinin 3. sezonuna başlarken yazmaya
başlamıştım, ancak diziyi son sezonuna kadar izleyip bitirme isteği, yazma
isteğinden daha baskın gelince, yazmak yerine sonuna kadar izlemem gerek diye
düşündüm, en sonunda bu yazıyı yazdım. Dizi o kadar kaliteli ki, hatmetmek
zaman alabiliyor.
Diziden aklımda kalanlar: Walt ve Jesse’in meth üretirkenki
süreçlerinin bir klip gibi keyifli bir müzik eşliğinde gerçekleşmesi; Walt ve
Jesse’in kimi zaman ayrı fikirlerde olup birbirlerine girmeleri; time-lapse
sahneler (bu sahnelere dizi süresince apayrı bir hayranlık duydum diyebilirim);
aynı Walt gibi sıradan biri gibi görünen, ancak içinde bir psikopat yaşayan Gus Fring (Los Pollos işletmecisi); Gus’ın tetikçisi Mike Ehrmantraut; Walt ve Jesse’in hukuki meselelerle ilgili danıştıkları ve dünyanın en tırt sayılabilecek ceza avukatı Saul Goodman (“Better call Saul!”... kendisi için ayrı bir TV dizisi çekilecek zaten). Belki daha neler neler var belki de bir şaheser olan bu TV dizisinin içinde... Şimdiye kadar bana methedilen pek çok dizi oldu: Friends, Lost, Dexter vb... Bu dizilerin hepsi de başarılı dizilerdi. Ancak “Breaking Bad”i rahatlıkla ayrı bir köşeye koyabilirim (hadi “Friends” sitcom’du onu da ayrı bir köşeye koydum diyelim).
aynı Walt gibi sıradan biri gibi görünen, ancak içinde bir psikopat yaşayan Gus Fring (Los Pollos işletmecisi); Gus’ın tetikçisi Mike Ehrmantraut; Walt ve Jesse’in hukuki meselelerle ilgili danıştıkları ve dünyanın en tırt sayılabilecek ceza avukatı Saul Goodman (“Better call Saul!”... kendisi için ayrı bir TV dizisi çekilecek zaten). Belki daha neler neler var belki de bir şaheser olan bu TV dizisinin içinde... Şimdiye kadar bana methedilen pek çok dizi oldu: Friends, Lost, Dexter vb... Bu dizilerin hepsi de başarılı dizilerdi. Ancak “Breaking Bad”i rahatlıkla ayrı bir köşeye koyabilirim (hadi “Friends” sitcom’du onu da ayrı bir köşeye koydum diyelim).
Neticede, Şener Şen’in “Namuslu” filmindeki karakterden,
“Scarface”teki Al Pacino’nun karakteri Tony Montana’ya dönüşen Walter White’ın
hikâyesini izlemek büyük keyifti. Bir daha aynı keyfi hangi diziden alırım
(alırız) bilemem, ancak dizinin yaratıcısı Vince
Gilligan, “House MD” dizisinin yaratıcısı David Shore’la birlikte 2014-2015
sezonu için yeni bir dizi projesiyle ekranlara dönecek, bunu söyleyebilirim.
Vince Gilligan’ı, diziyi izlediğim süre boyunca çokça takdir ettiğimi
söyleyebilirim. Eğer televizyon ve dizi sektörü varsa bu tür diziler ve bu tür
başarılı senaristler için var, bundan eminim. Umarım Vince Gilligan ve
“Breaking Bad”deki yazar ekibi gibi yazarlar ve yazar grupları daha çokça
çıkar.
Son olarak Jesse Pinkman’ın tarzıyla yazımı bitirmek
isterim: Yo, this fucking brilliant show is over, bitch!
Walter White'a, Jesse Pinkman'a, bütün diğer yan
karakterlere meth pişirme ve satma işini, ve bunun çevresinde gelişen olayları,
hayattaki dürüst ve düzenli yoldan sapıp kötü
yola düşme fikrini, bu kadar kötü
bir durumu bu kadar iyi gösterdikleri
için teşekkürler. Ayrıca senaristlerine de teşekkür tabii!
Veda ederken de, dizinin jenerik müziğinin uzun hâliyle sizleri başbaşa bırakıyorum...
Veda ederken de, dizinin jenerik müziğinin uzun hâliyle sizleri başbaşa bırakıyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder