24 Kasım 2013 Pazar

Cook meth, b*tch!


Aynı “Dexter”  ve “Lost” dizilerinde olduğu gibi; oldukça başarılı Amerikan dizilerini geç keşfetme konusunda yeni durağım “Breaking Bad” oldu. Ancak bu, akciğer kanserine yakalanan lise kimya öğretmeni Walter White’ın her şeyi boş verip ailesinin geleceğini güven altına almak üzere kötü yola sapması beni gerçekten fena sardı!

Not: Yazının devamı, dizinin geneliyle ilgili (hafif ve ağır) spoiler'lar içermektedir!

“Breaking bad”, ya da “break bad”; kişinin doğru bildiği yoldan sapması, kötü yola (yollara) başvurması, (kendi çevirimle) kafayı kırması gibi bir anlama geliyor. Güneye ait konuşma dilinde bir laf. Şimdiye kadar hep bir prensibiniz vardır, bir hayatınız, bir kariyeriniz, bir hedefiniz vardır ve bir gün aniden bir şey olur, “Eeeeh s*kerler böyle hayat şartlarını, kaderin böylesini!” deyip kendinizi, diğer insanların ahlâkî, etik açıdan doğru bulmayacağı veya normal görmeyeceği bir yola adarsınız.

Aslında kişinin hayatı iyi veya kötü giderken başına birden aksiliklerin peşi sıra gelip bildiği yoldan değil de başka (yanlış) (kime göre neye göre?) yoldan gitmesi fikri çok yeni veya farklı bir şey değil. Küçükken izlemeye doyamadığım Türk filmi “Namuslu” filminde de Şener Şen’in canlandırdığı iyi aile babası karakteri vardır. Pısırıklığından ötürü kendisini rol model almayan bir oğul, onda gerekli seksüelliği ve cazibeyi gör(e)meyen bir eş, sürekli başlarında dikilen ve “Aaaah ah!” deyip duran kayınvalide, kendisi iyi aile babası olduğu hâlde onunla zıt ve piç bir karakter olan enişte bu aile babasının çevresini sarmıştır. Evden işe, işten eve memur hayatı yaşayan ve bankada çalışan bu adam bir gün kendisine yatırması için verilen para kaçırılınca herkes onun kaçırdığını sanıp bir de üzerine adama helâl çekmeye başlar. “Ben çalmadım”, “Vallahi ben çalmadım” derken adam en sonunda kafayı yiyip, “Evet lan! Ben çaldım!” diyerek efendi adamdan piç adama geçiş gerçekleştirir.

Bu henüz bir örnek. Daha ne yapımlar var kişinin iyi veya kötü giden hayatında baskılar ve dayatmalar sonucunda yanlış yola sapmasını anlatan. “Breaking Bad” dizisi de onlardan biri. Ancak bu konuyu çok iyi, hatta ustaca işleyişi beni benden aldı diyebilirim!

Türk dizilerini zaten geçiyorum, ama klasik Amerikan dizilerini de geçin; sahneleri okuyarak, kafanızda tartarak, üzerine düşünerek izleyebileceğiniz bir dizi “Breaking Bad”. Mesela jenerikten önceki teaser sahnesinde (Amerikan senaryo dilinde o sahneye “teaser” deniyor) diziyle kel alâka sanılan bir kişi, nesne veya olayla ilgili bir şey gerçekleşiyorsa, bunu diziye göre yorumlamanız gerekiyor. Kısacası sahneler armut piş ağzıma düş kolaylığında değil.

Dizinin karakter seçişleri de başarılı etkenlerinden bir diğeri; kimyager ve emekli kimya öğretmeni olan Walter White; kısa hikâyeler yazan, karnı burnunda eşi Skyler White; serebral palsi/beyin felciyle doğmuş olan ve bu sebeple konuşma ve hareket yetisinde aksaklıklar olan oğlu Walter Jr.; Skyler’ın kız kardeşi, radyolojik teknolog olarak çalışan Marie Schrader; Marie’nin eşi, uyuşturucuyla mücadele dairesinde özel yardımcı ajan olarak çalışan Hank Schrader; Walter’ın lisede kimya hocasıyken öğrencilerinden biri olan, metamfetamin kullanıcısı, üretici ve satıcısı Jesse Pinkman; Los Pollos adlı fast food restoranı işletmecisi, ilk görüşte sakin, mıymıntı bir tip olan, ancak esasında mafyalık yapan Gustavo Fring; Fring’in kristal meth operasyonlarında tetikçilik görevi üstlenen, emekli polis Mike Ehrmantraut; şaka gibi bir ceza avukatı Saul Goodman ve diğerleri...

Bütün bir olayı kısaca özetlemek gerekirse şöyle diyebilirim: Walter White ailesiyle birlikte orta ile alt sınıf arası bir yaşantı sürmektedir ve onur, gurur gibi unsurlara büyük değer veriyor. Walter White için babalık, aile babası olmak, aileye iyi bakmak her şeyden önce geliyor... derken bir gün akciğer kanseri olduğunu öğreniyor ve hastalığı tedavi de edilemiyor – yani Walter’ın zamanı kısıtlı! Bu halde ailesine gerekli iyi yaşam şartlarını sunamayacağını düşünüyor ve bacanağı Hank’le bir uyuşturucu operasyonuna katıldığında, olay yerinde liseden öğrencisi Jesse Pinkman’ı görüyor. Ardından Jesse’le bir anlaşma yapıyor: onu olay yerinde gördüğünü söylemeyecek, ama bu sayede Jesse’le birlikte metamfetamin üreterek para kazanacaklar, çünkü Jesse’in uyuşturucu konusunda çevresi geniş ve Walter’a yardımcı olabilir. Ama Walter’ın bu işi büyük bir gizlilikle yapması gerekiyor çünkü bacanağı Hank uyuşturucuyla mücadele dairesinde ajan! Ayrıca Walter’ın acayip tripler atan Skyler adında bir eşi var, ve Skyler’dan daha beter bir de onun kız kardeşi Marie var! Yani Walter’ın ailesi onu çepeçevre sarmış durumda.

Metamfetamin işine girip oldukça kaliteli mavi renk kristal meth üreten Walter ve Jesse, olur olmadık mafya işlerinin içine giriyor ve gerçekleştirdikleri her eylem, yakalanmalarına olanak tanıyacak bir başka eyleme vesile oluyor, bu sebeple oldukça dikkatli olmak zorundalar – ama ipin ucu çoktan kaçmış durumda!

“Breaking Bad” dizisinin bu kadar tutmasındaki etken, yukarıda saydıklarımdan önce, elbette ki hikâyesi ve sürükleyiciliği. Bir dizi olduğunu göz önüne alacak olursak, sürükleyicilik ve sonraki bölümü merak ettirme yetisi oldukça yüksek. O kadar derin ve sert karakter ve olay geçişleri yaşanıyor ki, daha siz ne olduğunu anlamadan bölüm bitiyor ve bölümleri peş peşe izlediğiniz zaman sezon bitiyor, sonra biraz daha heyecanlanıyorsunuz, derken dizi bitiyor... işte o derece temposu yüksek bir dizi.

Walter White metamfetamin üretecek, tamam. Bundan iyi para kazanacak, ancak onurdan, gururdan, iyi aile babası olmaktan bahseden Walter bunu nasıl yapacak? İşte bu noktada ikincil bir karakter, bir alter ego devreye giriyor: Heisenberg. Dizi boyunca Walter White’ın hayatına tanıklık ederken, bir yandan da onun Heisenberg yanına tanıklık edip metamfetaminle ne yapacak, mafyayla nasıl baş edecek, dahası meth işinde nasıl kral olacak bunları seyrediyoruz.

Aslında bu alter ego meselesi ve Walter White'ın içinde beslediği, meth operasyonlarında ortaya çıkardığı Heisenberg karakteri, dizinin ana ikilemlerinden biri. Muhtemelen hepimiz hayatlarımızda zor bir meslek icra ediyoruzdur ve bir o kadar zor müşterilerle cebelleşiyoruzdur, değil mi? Yani her işin, her eylemin çetrefilli, zorlu bir yanı vardır muhakkak. Ve bu zorlu yanla bazen öyle bir karşılaşırız ki, “Sikerler böyle işi!” diye rest çekecek noktaya geliriz. İşte Walt için “Breaking Bad” dizisindeki bu nokta, Heisenberg. Bazı olaylar Walt için öyle geri dönülemez, öyle değiştirilemez bir noktaya geliyor ve işler öyle sarpa sarıyor ki, Walt’un içinde biriktirdiği bütün kin, öfke ve hiddet kendini Heisenberg olarak gösteriyor.

Diziyi izleyecek olursanız ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Walt’un Walt olduğu ve Heisenberg olduğu sahnelerde, Walt karakterini canlandıran Bryan Cranston’ın muhteşem oyunculuğuna hayran kalabilirsiniz - şahsen ben kaldım. Dizinin en başında saçı olan, gözlük takan, emekli memur gibi giyinen, sıradan bir bıyığı olan Walter White, ki bahsettiğim hâli şudur;




dizinin ilerleyen sezonlarında, alter egosu olan Heisenberg karakteriyle yaşadığı içsel dönüşümler vesilesiyle fiziksel olarak da şöyle bir insana dönüşüyor;




Dizinin başında bize o kadar çaresiz, zayıf, masum, şerefli, iyi aile babası bir Walter White tanıtılıyor ki, bölümler ve sezonlar ilerledikçe onun yaşadığı değişimler de ayrı bir hayret ve hayranlık uyandırıyor izleyicide. Birinci sezondaki o Walter White nasıl olup 2., 3., 4. ve 5. sezonlardaki Walter White’a, dahası Heisenberg’e dönüşebiliyor? İşte bütün mesele bu!

Mesela Walt'un eşi Skyler’la telefonda tartıştığı bir sahnede, Skyler’ın bitmek bilmeyen triplerine karşılık telefonu kapatırken, “Buna konuş!” der gibi penisini tutması ve öfkeyle konuşması, içindeki Heisenberg’ün yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığının kanıtıdır. Bu şimdilik hatırladığım bir sahne. Dizide Walt’un herhangi biriyle tartışırken veya herhangi kötü giden bir olay karşısında sinirlerine hâkim olamayıp küfür ettiği, kendisinden beklenmeyecek argo bir söylemde veya harekette bulunduğu pek çok sahne var. Yani aslında Walt gibi, hepimizin içinde belli bazı kriz zamanlarında zar zor dizginlediğimiz bir öfke patlamamız, ikinci bir benliğimiz, bir alter egomuz var; kimimiz bunu kontrol edebiliyorken, kimimiz rahatlıkla dışa vurabiliyor. Walt’un sezonlar ilerledikçe Heisenberg’e dönüşmesi ve aralarında, hareket, tavır ve ses tonu olarak da büyük farklılıklar olması işte aynı bu dışa vurumun bir eseri.

Bahsettiğim dışa vurumu ve dönüşümü şu videodan da görebilirsiniz. Dizinin hayranlarından birinin yaptığı bir video:




Videoda, özellikle Walt’un polisle tartıştığı sahne bile onun Heisenberg’e dönüşmesi, onun “kafayı bozması”nın en önemli örneklerinden biri. Hangimiz gerçek hayatta kuralsızlık veya usulüne göre olmayan bir şeye karşı tepki göstermek istemeyiz ki? İşte Walter, Heisenberg olarak bunu gösteriyor.

Peki isteyen herkes, istediği zaman içindeki bu kuralsız, adaletsiz, illegal kişiliği ortaya çıkartabilir mi? Orası tartışılır. Walter White için bunun sebebi, akciğer kanseri olması. Hani derler ya “Allah beterinden saklasın!” diye; Walt için daha beteri ne olabilir ki? Akciğer kanseri olmuşsun, günlerin artık sayılı ve prensipleri, kuralları, iyi bir aile yaşantısı olan biri olarak ardında bıraktığın insanlar için bir şeyleri yoluna koymak isteyebilirsin. Bu kişiden kişiye değişir, fakat Walt için esas mesele bu; ailesinin, kendisi yaşarkenki refah düzeylerini sabit tutarak onlara iyi bir hayat vaat etmek. Bunu da okulda öğretmenlik yaparak veya araba yıkamacıda çalışarak yapamayacağı için, yapabileceği tek şey, uzmanlık alanı olan kimyayı illegal eylemler için kullanmak. Bu da, onun için, kristal meth pişirip satmak.

Adalet, adil yaşam ve bunun kişi üzerindeki etkileri, demin de dediğim gibi, kişiden kişiye değişebilir. White ailesi, herhangi bir kanunsuzluk karşısında polise gidip hakkını arayacak bir aile. Ancak Walt meth üretmek gibi pis işlere bulaştığı ve eşi Skyler da güvenliklerinden endişeli olduğu vakit, “Başımıza bir şey gelmesinden korkuyorum, polise gitmeliyiz,” dediğinde, Walt’un cevabı, içindeki Heisenberg’ün kendini göstermesi yine şahane bir performans:




Walt burada, “Skyler, ben o bildiğin adam değilim. Ben o polise giden ödlek adam değilim. Ben kapımıza dayanan mafya veya kötü adamlardan korkan biri değilim. Ben kapıya dayanan kötü adamım, ben kapıyı çalan kötü adamım!” diyerek kendisinin yavaş yavaş nasıl birine dönüşmekte olduğunu Skyler’a da gösteriyor.

Bir de, enteresandır, Walt’un içindeki gizli Heisenberg karakteri ortaya çıkmaya başladıkça Walt daha bir güçleniyor gibi geldi bana dizi boyunca. Normalde kansere yakalanmış bir insanın daha yorgun, daha bitkin, daha hâlsiz olmasını bekleriz - en azından ben beklerim. Ama Walter White kansere yakalandığını öğrendikten sonra, içindeki at şaha kalkıyor ve kendisinin yaşından ve cüssesinden beklenmeyecek bir güç ve azimle çalışıyor. Dizide kimi zaman Walt’u izlerken yaptıklarını görüp kendim zihinsel olarak yorulduğumu biliyorum. Bir insan, kansere yakalandıktan sonra bu kadar anî, bu kadar sert, bu kadar zorlu kararlar verip, üzerine bir de bunlarla canla başla mücadele edebilir mi? Yani mesela, kansere yakalanmış, günleri sayılı ve maddi açıdan zorluk çeken Walt’un mafyayla ne işi olabilir? Bir insan bu kadar mı kafayı kırar (break bad)?!

Walt’un yine kendini kaybettiği ve içindeki Heisenberg’le yer değiştirdiği, dahası kavga ettiği sahne olarak da şu sahneyi düşünebiliriz:




Skyler, Walt’un metamfetamin satarak kazandığı onca parayı, Skyler’la ‘özel bir geçmişi olan’ bir adama verir ve Walt tam paraya ihtiyacı olduğu anda bunu öğrenince keçileri kaçırır; verdiği tepki, Walt ve Heisenberg karışımı bir tepkidir.

Walt’un artık kötü bir adam olmak mı, yoksa ailesini korumak isteyen prensipli bir baba mı olduğunun anlaşılamadığı, eşi Skyler’la kavga ettiği şöyle bir sahne de var:




Skyler, Walt’un artık ipin ucunu tamamen kaçırdığını düşünerek, oğlunu ve yeni doğan bebeklerini de alıp çekip gitmek ve daha güvenli, huzurlu bir hayat sürmek istiyor; ancak Walt’a göre zaten böyle bir hayata sahipler ve beraber olurlarsa daha iyi bir hayata geçebilirler. Skyler Walt’un artık durdurulamaz biri olduğunu düşünüyor ve onu kendisinden ve çocuklarından korumak için bıçakla saldırıyor.

Bu sahnede hiçbir müzik olmaması, hiçbir ses efektinin olmamasının sahneyi ne kadar daha gerilimli hâle getirdiğini görüyorsunuzdur. Üstte paylaştığım Walt’un çıldırması sahnesinde fondaki o müzik sahneyi ne kadar gerilimli hâle getiriyorsa, bu sahne de müziksizliğiyle bir o kadar germeyi başarıyor. Evet, dizinin başarılarından biri de bu: müziksiz, ancak tansiyonu yüksek sahnelerle germesi.

Walt'un dizide sakin, sıradan, pis işlere burnunu sokmayan bir insandan; başka insanların hayatlarıyla ilgili kararlar veren karanlık bir karaktere dönüşmesi de ilginç, bunu da şu videodan görebilirsiniz (bol spoiler'lı!):




Video klipte bir süre sonra, hapishanedeki ölüm sahnelerinde çalan müzikten, Walt'un hapisteki o insanların ölümüyle ilgili verdiği kararı nasıl normal, sıradan bir şekilde verdiğini de anlayabiliyorsunuz. Dizinin başında öğrencileriyle kimya soruları çözen Walt, son sezonda resmen azılı bir katile dönüşüyor - ama tabii bunları ona hep Heisenberg yaptırıyor.

Dizide bir de, Walt’la bu yola baş koymuş Jesse Pinkman karakterimiz var ki, onun değişimi de Walt’un tam aksi yönde bir yol izliyor. Walt sakin, prensipli, iyi aile babası imajından manyak bir meth imparatoru imajına doğru geçerken; Jesse tam aksine, meth satan, uyuşturucuyla hayatı allak bullak olmuş, ailesi tarafından reddedilmiş, her şeyine el konulmuş, uçurumun dibindeki bir gençten, sevdiği kadına değer veren, onunla bir gelecek düşünen, daha sakin ve legal bir hayat sürmeyi hedefleyen bir gence dönüşüyor. Zaten Walt’la yaşadığı çekişmeler ve kavgalar da sürekli ikisinin karakterlerinin değişime uğramasından kaynaklanıyor.

Jesse Pinkman karakterinin dizi boyunca geçirdiği değişimi de şu videodan görebilirsiniz:




Yine Jesse’in değişimi, dahası (kendini) kabullenişi hakkında şöyle güzel bir derleme video var:




Dizinin en başında metamfetamin satıcısı olan ve pis mafya işleriyle hayatı allak bullak olmuş Jesse, ilerleyen sezonlarda bu işin ne kadar tehlikeli olduğunu, hayatını nasıl bir çıkmaza soktuğunu yavaş yavaş fark ediyor ve kendisi için bir insanı öldürmek bile ıstırap olabiliyor.

Mesela şu videoda (3. sezon finalinden spoiler içerir, aman dikkat!) Walt’a yardım eden, son derece masum Gale adlı karakteri öldürmek zorunda kalması ve öldürürken nasıl bir vicdan azabı çektiği rahatlıkla görülebilir:




Dizinin 4. sezonunda, Walt ve Jesse’i özel laboratuvarda metamfetamin üretirlerken gözetlemekle yükümlü Victor adlı karakter, dizideki uysal ama ağır mafya Gus Fring tarafından öldürülürken Walt’un ve Jesse’in yaşadığı ikilem, Walt’un içinde bir yerlerde hâlâ korkak bir Walt’un olduğunu, Jesse’in de aslında ne kadar boktan bir yaşantı içinde olduğunu gözler önüne seriyor. Aynı görüntüde, Gus Fring'in ne kadar sessiz, aynı zamanda ne kadar psikopat bir karakter olduğunu da görebiliyoruz.




Klibi izlediyseniz, demek istediğimi anlamışsınızdır.

Walt’un eşi Skyler da öyle bir kadın ve aynı zamanda bir anne karakteri ki, ilk başta zaten Walt’a yaptığı tavırların, attığı triplerin hepsini toplasak Ankara’dan İstanbul’a yol olur!




Elbette -haklı olarak- kaygılı bir kadın; aile kaygısı ve gelecek kaygısı var. O da Walt gibi ailesine iyi bir yaşantı sunmaya çalışıyor, üstelik kadın olduğu için duyguları ve duygu yoğunluğu da daha fazla. Ve her kadın gibi trip atmasını da çok iyi biliyor! Walt’un kanser olduğunu öğrendikten sonra onun legal yollardan para edinmesini isteyen Skyler, Walt illegal yolları seçince ne yapacağını şaşırıyor ister istemez. Tek derdi, oğulları Walt Jr.’ın ve yeni doğan bebeklerinin temiz, güvenli bir hayat yaşaması. Yani esasında Skyler’ın isteği de, hem bir kadın hem de anaç bir karakter olduğu için, aynı Walt’unki gibi, aileyi korumak. Ama Walt’un hâl ve tavırları, dahası karakteri öyle bir değişiyor ki, Skyler aileyi mi korumak, yoksa aileyi evin reisi Walt’tan mı korumak gerektiği konusunda kararsız kalıyor.




Üstteki videodan da görebileceğiniz üzere; mesele, hikâyenin en başında ailesini korumak ve onlara güvenceli bir hayat sağlamak olan Walt’un sezonlar ilerledikçe baş kahramandan (ailesi için) bir anti kahramana dönüşmesi ve kime ne tür zarar verebileceğinin belli olmaması üzerine.

Skyler’ın hamile olmadan önceki işi de muhasebecilik olduğu için, Walt’un girdiği bu metamfetamin üretip satma dünyasından (bir şekilde) haberi olup ona (bir şekilde) yardım etmesi gerektiğini düşündüğü için buna göre, muhasebecilik yeteneğini kullanması gerekiyor. Ama tabii Walt’u bu pis, rezil, illegal işe soktuğu için ondan nefret etmiyor değil. Dediğim gibi, Skyler’ın attığı tripler öyle böyle değil, ama o da neticede White ailesini ve çocuklarını, ayrıca geleceğini düşünüyor ve o da Walt gibi prensiplere sahip, onun da aile içinde bazı kuralları var... ama işte Walt kafayı kırıp işleri kötü bir açıdan ele alabiliyorken, Skyler’ın karakteri ve içgüdüleri buna izin vermiyor.

Walter White’ın kayınbiraderi Hank adlı karakterin Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi’nde ajan olması ve istikrarlı bir karakter olması ve Albuquerque şehrinde gerçekleştirilen geniş kapsamlı meth satışının izini dikkatli sürmesi, etrafta yankılanan Heisenberg ismini derinlemesine araştırması da dizideki merak ve heyecan unsurunu tetikleyen etkenlerden biri.




Hank’in Heisenberg’ü yakalamak için bu kadar çaba sarf etmesi, elindeki delilleri titizlikle inceleyip izini sürmesi ve Heisenberg’ün aslında Walter White olduğunu öğrenmesi, bu karakterin dizideki taşıdığı tempoya bir işarettir. Hank'in dizideki evrilmesini de şu videodan görebiliriz:




Adam resmen işinde gösterdiği azim uğruna kendi kazdığı çukura düşüyor... Ama Hank'in, Heisenberg'ü yakalama konusunda verdiği macera ve mücadele başlı başına bir efsanedir bence. Yoksa Hank’in, Walt’un Heisenberg olduğunu öğrendiği şu sahne bu kadar basit, (yine) müziksiz ve bu kadar etkileyici, bu kadar izleyiciyi şoke eden bir etkiye sahip olabilir miydi?





Dizinin özellikle bazı bölüm sonları ve sezon finalleri öyle bıçak sırtı ki, izlerken heyecanlanmamak, gerilmemek, etkilenmemek mümkün değil.

Dizideki Los Pollos Hermanos adlı restoranlar zincirini işleten Gus Fring’e değinmek bile, kendisi hakkında başlı başına bir inceleme yazısı yazmayı gerektirecek büyük bir deniz. Yani kendisi başlı başına bir karakter.




Bu başarıda kendisini canlandıran Giancarlo Esposito’nun payı oldukça yüksek. Ben ömrümde bu kadar sakin bir restoran işletmecisi, nazik, saf görünümlü; ama işine geldiğinde üstteki paylaştığım video klipteki gibi acımasız bir katil olabilen bir mafyayı daha önce görmemiştim, bunu itiraf edebilirim. Gus Fring’in işine gelince mafyayı oynaması, işine gelince (durum gerektirdiğinde) sıradan bir restoran işletmecisini canlandırması, en az Walter White ve Heisenberg karakterlerini tek bünyeye yerleştiren Bryan Cranston’ın performansı kadar başarılı benim gözümde. Gus Fring'in başarılı performanslarından biri olarak, yukarıda verdiğim adamın gırtlağını kesme sahnesini izleyebilirsiniz. Kendisi orada son derece başarılı.

Ama eğer ki Gus Fring’in ne kadar sakin bir insan, ama aslında ne kadar da öfkeli bir insan olduğunu kısaca görmek istiyorsanız, şu videoyu izleyebilirsiniz:




Bir de dizide bir avukat var ki evlere şenlik: Saul Goodman!




Dizideki sloganıyla “Better Call Saul” (İyisi mi Saul’a Danışın”). Hani “Kimdir bu Saul?” diye sorsanız, diyebileceğim tek şey; Burhan Altıntop’u (Avrupa Yakası) avukat olarak hayal et demek olur. Takım elbisesinin içine giydiği tuhaf gömlek ve kravatlar, yana yatırdığı uzun saçı, bir kulağında devamlı takılı Bluetooth telefon kulaklığı ile bir avukat ciddiyetinden tamamen uzak olan Saul Goodman, dizide meth işine giren abimiz Walt ve onun satıcısı Jesse’in, denize düşen yılana sarılır misali, kıçını toplayan avukat olarak karşımıza çıkıyor. Ama karakterin kendisi ayrı bir komik, ofisi ayrı bir komik.




Hatta ofisin dıştan görünüşü de şöyle bir şey:




Allah düşmanımı hukuk konusunda Saul Goodman’ın eline düşürmesin! diye dua ettirtecek kadar bayat ve güvensiz. Ama bir şekilde, nasıl oluyorsa, Goodman sezonlar boyunca Walt ve Jesse’in kıçını toplamayı başarıyor.

Şuradaki videodan da Saul Goodman’ın hâl ve tavırlarıyla ilgili genel bir bilgi edinebilirsiniz:




Başvurmak isteyebileceğiniz tipte bir avukata benzemiyor değil mi? Tahmin etmiştim. Hukukî bir konuda başınız sıkıştığında başvuracağınız son durak Saul Goodman olmalı, hatta Goodman’a başvurmadan önce, üniversiteye girip hukuk okumayı bile düşünebilirsiniz belki. Ama çok da kötülememek lazım tabii, neticede Saul, Walt ve Jesse’in pek çok işini görüyor, yani aklı çalışan bir avukat. Ama şöyle diyelim, yüksek hedefleri yok. Belki de bu yüzden süpermarket gibi olan bir yerde, tasarım olarak dökülen bir ofiste hizmet veriyor olabilir. Onun için dış görünüş değil, müvekkillerinin hizmetlerden memnun kalması önemledir, olamaz mı? Ama ne hizmet, ne hizmet!

Saul Goodman’a özel dedektif olarak görev yapan, aynı zamanda Gus Fring’in kristal meth operasyonunda adam öldürme işlevi de gören, eski toprak diyebileceğimiz, eski polis memuru Mike Ehrmantraut da dizideki ağır abi - hatta abi demeyelim de, amca görevini üstlenen bir karakter.





Son derece soğukkanlı, baygın bakışlı (uyuyacakmış gibi), işinin ehli bir dedektif Mike. Dizide Jesse konusunda sıkıntı yaşamasa da, dengi sayılabilecek bir zekâya sahip olan Walt’la az atışması oldu değil kendisinin. Ama dizideki en zeki, en işini bilen ve bu sayede en tetikte ve en (pozisyon bakımından) rahat adam diyebiliriz Mike için. Kendisinin dizideki süreci şu şekilde:




Esasında torunuyla parkta vakit geçiren, emekli görünümlü bir amcadan farksız gibi gözüken Mike; mesele iş olunca bir kaplan kesiliveriyor. Tavırları sanki “Bitsin artık bu iş, ben de rahatıma bakayım...” mesajı veriyor. O da kendi özünde iyi biri, ama işte içinde bulunduğu ortam ve koşullar onu iyiyle kötü arasında, gri biri yapıyor... aynı dizinin diğer bütün karakterleri gibi.

Gelelim dizinin hikâyesi ve karakterleri haricinde, genel olarak başarısına. “Breaking Bad” dizisinin bu kadar yüksek temposu ve bu kadar heyecan barındırmasında aslında çok basit unsurlar var:

- Dizinin sezonları zaten az bölümlere sahip; 1. sezon 7 bölüm, diğer sezonlar (son sezon hariç) 12-13 bölüm civarında.

- Dizinin sezon bölümlerinin az olmasının yanı sıra, olaylar çok hızlı gelişiyor. Genelde Türk dizilerinden ve Amerikan dizilerinden alışık olduğumuz üzere, bir karakterin bir sırrı öğrenmesi yarım sezon veya 2-3 koca sezon sürebiliyorken; “Breaking Bad”de gelişmeler o kadar hızlı yaşanıyor ki, “Ulan bundan sonra daha ne olabilir ki?” diye merak etmeye başlıyorsunuz.

- Karakterlerin ve sahnelerin yazımı o kadar iyi ve o kadar başarılı ki, hangi karaktere hangi bölümde ne olacağını, nasıl bir sahneyle karşı karşıya olacağını kestiremiyorsunuz ve sahne bitiminde karakterin nasıl bir tepki vereceğini anlamak kimi zaman çok zor.

- Dizinin yazımı zaten başlı başına bir olay! Eğer senaryolara ilginiz varsa Google’dan diziyle ilgili orijinal senaryoları aratıp nasıl bir yazım tarzına sahip olduğunu görebilirsiniz. Bu dizinin tutması ve sevilmesindeki en önemli etken bence senaryosu.

Bu yazıyı esasında dizinin 3. sezonuna başlarken yazmaya başlamıştım, ancak diziyi son sezonuna kadar izleyip bitirme isteği, yazma isteğinden daha baskın gelince, yazmak yerine sonuna kadar izlemem gerek diye düşündüm, en sonunda bu yazıyı yazdım. Dizi o kadar kaliteli ki, hatmetmek zaman alabiliyor.

Diziden aklımda kalanlar: Walt ve Jesse’in meth üretirkenki süreçlerinin bir klip gibi keyifli bir müzik eşliğinde gerçekleşmesi; Walt ve Jesse’in kimi zaman ayrı fikirlerde olup birbirlerine girmeleri; time-lapse sahneler (bu sahnelere dizi süresince apayrı bir hayranlık duydum diyebilirim);




aynı Walt gibi sıradan biri gibi görünen, ancak içinde bir psikopat yaşayan Gus Fring (Los Pollos işletmecisi); Gus’ın tetikçisi Mike Ehrmantraut; Walt ve Jesse’in hukuki meselelerle ilgili danıştıkları ve dünyanın en tırt sayılabilecek ceza avukatı Saul Goodman (“Better call Saul!”... kendisi için ayrı bir TV dizisi çekilecek zaten). Belki daha neler neler var belki de bir şaheser olan bu TV dizisinin içinde... Şimdiye kadar bana methedilen pek çok dizi oldu: Friends, Lost, Dexter vb... Bu dizilerin hepsi de başarılı dizilerdi. Ancak “Breaking Bad”i rahatlıkla ayrı bir köşeye koyabilirim (hadi “Friends” sitcom’du onu da ayrı bir köşeye koydum diyelim).

Neticede, Şener Şen’in “Namuslu” filmindeki karakterden, “Scarface”teki Al Pacino’nun karakteri Tony Montana’ya dönüşen Walter White’ın hikâyesini izlemek büyük keyifti. Bir daha aynı keyfi hangi diziden alırım (alırız) bilemem, ancak dizinin yaratıcısı Vince Gilligan, “House MD” dizisinin yaratıcısı David Shore’la birlikte 2014-2015 sezonu için yeni bir dizi projesiyle ekranlara dönecek, bunu söyleyebilirim. Vince Gilligan’ı, diziyi izlediğim süre boyunca çokça takdir ettiğimi söyleyebilirim. Eğer televizyon ve dizi sektörü varsa bu tür diziler ve bu tür başarılı senaristler için var, bundan eminim. Umarım Vince Gilligan ve “Breaking Bad”deki yazar ekibi gibi yazarlar ve yazar grupları daha çokça çıkar.

Son olarak Jesse Pinkman’ın tarzıyla yazımı bitirmek isterim: Yo, this fucking brilliant show is over, bitch!

Walter White'a, Jesse Pinkman'a, bütün diğer yan karakterlere meth pişirme ve satma işini, ve bunun çevresinde gelişen olayları, hayattaki dürüst ve düzenli yoldan sapıp kötü yola düşme fikrini, bu kadar kötü bir durumu bu kadar iyi gösterdikleri için teşekkürler. Ayrıca senaristlerine de teşekkür tabii!

Veda ederken de, dizinin jenerik müziğinin uzun hâliyle sizleri başbaşa bırakıyorum...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder