Son 10 yıldır iktidarda olan AKP ve onun dikta rejimi ve
sert müdahalesi sebebiyle milli bayramlarımız, Atatürk’ü anma günlerimiz ve
benzeri coşkularımız baltalanmıyor değil. Ancak bu sert müdahale, bu sert tavır
yine de Atatürkçü insanları yıldır(a)mıyor, bugün bayram yürüyüşüne gittiğimde
onu gördüm.
Benim bundan 10-12 sene öncesine kadar hatırladığım
bayramlar daha bir coşkulu, dertsiz tasasız olurdu; vatandaş istediği yerde
buluşur (zaten milli bayram günlerinde halk genelde sokaklara dökülür kutlama
için), istediği şekilde bayramını kutlar, gösteriler yapılır ve herkes mutlu
mesut evlerine dağılırdı. O zamanlarda babamla hipodroma gidip Anadolu
Kartalları’nın gösterilerini, askerlerin gösterilerini izlemek bile bir
başkaydı.
10 sene önce iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi
sebebiyle ne yazık ki bu sevincimiz, bu milli heyecan duygumuz baltalanmaya
çalışılıyor. Biz yine coşkuluyuz, yine büyük bir sevinçle bayramımızı
kutluyoruz; fakat artık sokaklar arbede yeri hâline geliyor, meydan muharebesi
çıkmış gibi bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bunun en somut örneğini ise bugün,
yani 29 Ekim’de Ankara’nın Ulus semtindeki eski Meclis binasının önünden
gerçekleştirilen yürüyüşe katıldığımda gözlemledim.
Ulus meydanına doğru yürürken
Kalabalık toplanıyor
Saat 11’e doğru zaten herkes Ulus’a akın akın gelmeye
başlamıştı, biz arkadaşlarla oraya vardığımızda bayağı büyük bir kalabalık
alana hâkimdi. Türkiye’yi geriliğe, karanlığa götürmeye çalışan, laikliği
ezmeye çalışan faşist ve dikta rejimi uygulayan AKP ve başbakan Tayyip Erdoğan
elbette yuhalandı, “Türkiye laiktir, laik kalacak!” sloganları atıldı ve
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganlarıyla gözdağı verildi (gözdağı
dediğime bakmayın, bir şey yapacağımızdan değil, bu ülkeyi kurtaran Atatürk’ün
askerlerinin temsilcileriyiz anlamında. Şimdi muhafazakâr kesim bozulur buna!).
Ulus resmen kırmızı-beyaz bir deniz, bir derya oluverdi;
insanlar bir yanda Türk bayrakları, bir yanda da Atatürk bayrakları sallıyordu.
O kalabalık gerçekten görülmeye değerdi. Bir süre sonra kalabalığın bir ucuyla
öteki ucu zaten görülemez oldu.
Kalabalığın ucu gözüküyor gibi gelebilir, bu bir kısmı...
Sloganlarımızı atıp coşkulu bir biçimde bayramı kutlarken,
şaşırtmayacak biçimde alanda bulunan polis gücü devreye girdi ve vatandaşa,
bayramı kutlamak dışında hiçbir başka eylemi olmadığı halde tazyikli su sıkmaya
başladı.
İlerideki binaların önünde gözüken duman görüntüsü
tazyikli suyun ta kendisi!
Tabii yandaş medyada böyle bir haberi ancak “Vatandaş polise saldırdı,
polis müdahale etmek zorunda kaldı” şeklinde okuyabilirsiniz. AKP’nin
yalanlarına inanıyorsanız buna da inanabilirsiniz pekâlâ!
Tazyikli su sıkma eylemi bittikten sonra bu sefer biber gazı
atılmaya başlandı.
Hemen her noktadan biber gazı atılıyor, vatandaş ağzı yüzü
kızarmış biçimde oradan oraya kaçıyordu (biber gazından ben de fena etkilendiğim için o sırada kaçmakta olan insanları çekme fırsatım olmadı).
Biber gazından fazla etkilenmemiş olan
ve bağırabilecek takati olanlar Tayyip Erdoğan’a yine sloganlarla cevap vermeye
başladılar. Benim aklıma ise şu soru geldi: Bir iktidar Atatürk’ten ve onun
devrimlerinden, Cumhuriyet’ten niye bu kadar korkar? Üstelik iktidarın
bulunduğu mevkiye gelmesini sağlayan da Cumhuriyet’in kendisi ise? Bunu anlamak
mümkün değil, ama biz faşist bir dikta rejimi diyelim.
Ben de hayatımda ilk defa biber gazı yediğim için haliyle
fena etkilendim, ağzım yüzüm kızardı, gözlerim alev alev oldu, bir süre sonra
zaten ağzımı açma imkânım olmadı çünkü bunu yaptıkça ciğerlerim yanıyordu. Arkadaşlardan
biri yanında limon getirmiş olduğu için Allah’tan bu saldırıyı biraz zorlanarak
da olsa çok geçmeden atlattık.
Biber gazları atıldı atılmasına, ancak etkisi fazla
sürmediği için halk tekrar toplandı ve istediğimiz gibi eski Meclis binasının
önünden geçerek Anıtkabir’e doğru yol aldık.
Yol boyunca elbette Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’yi eleştiren
sloganlar hiç susmadı, susmamaydı, susmayacak da. Bu sloganların önündeki en
büyük engel Tayyip Erdoğan, onun diktatörlüğü ve Türkiye’yi gericiliğe doğru
sürüklemesidir. Şanslıyız ki Türkiye’de hâlâ Atatürkçü, çağdaş, medeni insanlar
var ve hep bir araya gelip bu tür milli bayramları yine büyük bir coşkuyla
kutlayabiliyoruz.
Eski Meclis'in önünden de geçtik...
Yürüyüş boyunca muazzam kalabalık hiç azalmadı.
Anıtkabir’e yürüyüş sırasında yol boyunca hem sloganlar
atıldı, hem de bir ara Anadolu Kartalları gökyüzünde muhteşem bir gösteri
gerçekleştirdi. Uçakların her bir geçişinde etraf alkışlarla ve tezahüratlarla
inledi.
Bu da videosu:
Yol boyunca yürüyüşteki büyük kalabalığı pek çok noktadan gözlemleme ve fotoğrafını çekme şansımız oldu.
Ve ufukta Anıtkabir göründü.
Anıtkabir’e varıldığında gerçekten çok, ama çok büyük bir
kalabalık vardı, özellikle Aslanlı Yol’un olduğu kapısında, o yüzden
kalabalığın arasından ayrılarak Anıtkabir’in etrafını dolaşıp öteki kapıdan
içeri girmeyi başardık. Ancak öyle büyük bir kalabalık, öyle büyük bir izdiham
vardı ki, içeri girenler zaten yüzlerce insanken ve sıranın sonu gelmiyorken,
dışarı çıkan da bir o kadar insan vardı. Anıtkabir’in çevresindeki alan geniş
olduğu için ilerlemesi biraz daha kolay olduğundan çok zorluk çekmedik.
Aslanlı Yol’un karşısındaki, basamaklı öteki taraftan
meydana doğru çıkarken basamaklarda Atatürk’e benzeyen, onun TBMM açıldığı gün
giydiği gibi smokin giymiş bir amca çıkıverdi ortaya ve herkes önce alkışladı,
bütün dikkatler oraya toplandı; ardından amcayla sırayla hatıra fotoğrafı
çekildi. Sanki Atatürk’ün heykeliyle fotoğraf çektirmek gibiydi bu.
Anıtkabir’in içindeki meydana vardığımızda kalabalık
bitmiyordu- zaten kalabalık bütün gün boyunca ‘kalabalık’tı ve artmaya devam
ediyordu. Yorulduğumuz için dışarıda bekledik, bu sırada da mozoleye
gidilemeyecek kadar kalabalık olduğunu fark ettik, çünkü 3-4 saattir ayaktaydık
ve aralıksız yürüyorduk. En sonunda Anıtkabir’in etrafında fotoğraf çekilmeye
karar verdik ve bir sürü fotoğraf çektik, çekildik...
Anıtkabir'in önünde hayli yoğun bir kalabalık vardı
Aslanlı Yol daha uzun bir süre oldukça kalabalık olduğundan
yine öteki taraftaki basamaklardan inerek Anıtkabir’in Anıttepe’ye bakan
kapısına giderek çıktık.
Günün sonunda üzerimizde başlarda biraz kötü başlayan, ancak
hemen sonra oldukça güzel ve coşkulu bir hâl alan Cumhuriyet Bayramı’nın tatlı
yorgunluğu vardı.
Temennim; milli bayramlarda insanların istedikleri gibi
marşlar söyleyerek Türk bayrağını sallayıp istedikleri yerde buluşmaları ve
coşkulu sloganlar eşliğinde hiçbir sert müdahaleye gerek kalmadan, şehirdeki
önemli ve tarihî yerleri gezerek çiçek bırakabilmeleri... (evet, çiçek
bırakabilmeleri de dedim, çünkü buna bile yasak koyan faşist bir AKP zihniyeti
var!) İnsanların korkmadan, cesurca “Ata’m izindeyiz!” diyebilmeleri, herkesin
tek yürek olup hep bir ağızdan milli bayramı kutlayabilmeleri... Tayyip Erdoğan
ve onun dikta ettiği faşist rejimin Adalet ve Kalkınma Partisi ile birlikte bu
ülkeden gitmesi... Çünkü son dediğim olmadığı müddetçe, temennilerimin ilk
kısmındaki yazdıklarımın çoğu birkaç seneye kalmadan gerçekleşemez hâle
gelecek. Ve belki bunun bir korku senaryosu olduğunu düşünebilirsiniz, ama ben
bugünkü Cumhuriyet yürüyüşüne gittim ve bunun hiç de olasılıksız bir senaryo
olduğunu -ne yazık ki- gör(e)miyorum!
Ben, Türk bayrağı
açtı diye insanların polis tarafından tekmelendiğini, dövüldüğünü, şiddete
maruz kaldığını görmek istemiyorum!
İşte burada da olmaması, yaşanmaması gereken, ancak yine de yaşanmış ve dünya basınının bile objektifine yakalanmış olan kareler:
Bunlar "milli" bir bayramda iktidarın emrindeki polis güçlerinin sert müdahalesi sonucu oluşan tablolar, hatırlatırım! Son iki fotoğraf Hürriyet.com.tr adresinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder