21 Nisan 2013 Pazar

Ne ekersen onu biçersin.



2010 yapımı Christopher Nolan’ın yazıp yönettiği “Inception” filmi; insan zihninin çalışma, algılama ve bilinç/bilinçaltı ilişkisini başarılı biçimde anlatan bir bilimkurgu filmi. Filmde anlatılan hikâyeye dayanarak; düşüncelerimizi, korkularımızı, heyecanlarımızı, telaşlarımızı, endişelerimizi hep kendimiz kafamızda yaratıyor ve yok ediyoruz. Bu etkileşimin sonucu olarak yaptıklarımız, başımıza gelenlerin kanıtı olmuş oluyor. Yani hayatta yaşadığımız her şey gelip geçici, ama zihnimiz ve bilincimiz bâki kalıyor. Ne ekersek onu biçiyoruz…


Hayatımız boyunca hep düşünüp, düşündüğümüz ölçüde kafamızda birtakım şeyler üretiyoruz. “Bugün şunu yapmalıyım”, “Yarın şunu almalıyım”, “Sevgilimi arayayım mı?”, “Patron zam yapacak mı?”, “Tatile nereye gitsek?” vb pek çok düşünce gündelik hayatta zihnimizde dolanıp duruyor… Kimi zaman bu kadar somut olmayıp soyut şeyler de düşünüyoruz. En basitinden “Bugün çok mutsuzum”; aslında mutsuz bile değilizdir, fakat birtakım kişiler ve olaylar karşısında ‘mutsuz olmayı’ seçeriz; kafamızın içinde o fikrin tohumunu ekeriz, ona iyi bakarız, sularız, besler büyütürüz ve o en sonunda bizim asıl fikrimiz, asıl gerçeğimiz haline gelir. Olayların aslında iyi veya kötü yanı yoktur, veya kendimizi sabit olarak herhangi bir duygu içinde hissetmeyiz; olan bitene yönelik kafamızda kurduklarımız, olayları yorumlayış biçimimizdir önemli olan.

“Inception” filmi de tam bu konu üzerine işlenen bir film: insanların zihninden fikir, düşünce çalma üzerine uzman olan bir hırsız (Cobb) ve onun kendi zihninin derinliklerinde besleyip büyüttüğü saplantılar…

Esasında her şey, filmde de söylendiği gibi, “Filler iri ve büyük hayvanlardır,” demek kadar kolay bir şey. Bunu karşınızdakine söylediğiniz vakit onun da fillerin iri ve büyük birer hayvan olduğunu düşünmelerini sağlıyorsunuz. Veya biraz daha pis düşünelim; eşinin eve seyrek gelmesinden kuşkulanan birine “Eşin seni anlatıyor olabilir” derseniz, onu eşinin kendisini aldattığı gibi bir düşünceye inandırmış olursunuz. Veya daha üzücü bir ihtimal düşünelim: çok sevdiğimiz birini kaybettiğiniz (öldü) ve onun yanında değildiniz. Bunun üzerine çok fazla düşünürseniz, o kişinin siz yanında olmadığınız için ölmüş olduğu düşüncesi zihninizde ister istemez canlanmaya başlar… peki ya bu düşünceyi bilinçaltınızda yaşatırsanız?... Bakalım “Inception” filmi bu konuya nasıl bir bakış açısı getiriyor…

Elimizde Cobb adında genç, yakışıklı ve işinde yetenekli bir bilinçaltı uzmanı ve fikir avcısı var.



Bir sürü insanın rüyaları vasıtasıyla bilinçaltına giriyor, bir sürü hayal dünyası yaratıyor… ancak kendi içindeki yaşattığı acı daima Cobb’a müdahale ediyor, işini, yaşamını, dahası bilincini etkiliyor. Cobb dışarıdan her ne kadar sakin, kusursuz gözükse de, içinde karaya vurmuş biri.



Zihnindeki fikri, totemini, topacı saplantı haline getirmiş biri.



Filmdeki Saito adlı karakterin dediği gibi; “Bazı radikal fikirleri saplantı haline getirmiş bir adam.



Peki nedir bu saplantılar? Bu totemler? Bu fikir çalma ve fikir aşılama meseleleri? Rüya içinde rüyada bilinçaltını etkilemeye çalıştığı Saito’ya anlatırken Cobb’un ağzından dinleyelim:


“En dirençli parazit nedir? Bakteri mi? Virüs mü? Bağırsak solucanı mı? Hayır. Bir fikirdir. Dirençlidir ve çabuk yayılır. Fikir beyine bir kez yerleşti mi yerinden sökmek neredeyse imkânsızdır. İyice şekillenmiş ve kavranmış bir fikir zihinde bir yere saplanıp kalır.”

Evet, genel olarak bir fikrin zihindeki yolculuğu, nasıl ortaya çıktığı, nasıl zihinde sabit kaldığı ve şekillendiği bu şekilde anlatılıyor Cobb tarafından. Neticede kendisi en yetenekli fikir hırsızı… Ancak onun bu yeteneğinin özü, aslında bir karmaşa. Cobb fikir ekme ve fikir çalma hakkında nasıl bunca şeyi biliyor?

Çünkü aslında her şey, Cobb’un eşi Mal ile yaşadıkları dünyadan bir nebze olsun kurtulmak ve kendi hayal âlemlerine dalmak istemeleriyle ilgili. Bu düşünce, Cobb’un Mal ile bu yaşanmışlığı onu asla yalnız bırakmıyor.



Saito'dan rüya içinde rüyada fikir çalmaya çalışırlarken, bu rüya içinde kurdukları rüya evreninde bir şeyler ters gidiyor.



Masalar, tabak bardaklar titriyor. Rüya içinde rüya evreninde olaylar çok yavaş işliyor…



…peki bir üst rüyada?



Kıyamet kopuyor!

Cobb üst rüyada uyku durumunda…



Zaman yine yavaşlıyor…



Üst rüyadaki bir patlama,



alt rüyada bir deprem etkisi yaratabiliyor.

Derken Mal orada…



Cobb’un biricik aşkı…



Mal’un orada, rüya içinde olmasının sebebi ise Cobb ve onun bilinçaltı.


“Beni özlemiş olabilirsin…”



 “Seni çok özledim ama artık sana güvenemem.”



 “Çocuklar beni özlüyor mu?”



 “Hayal bile edemezsin…”


Burada esasında çocukların Mal'u özlediği kadar, Cobb da Mal’u ve çocukları özlüyor; çocukların son görüntüsü Cobb'un her daim zihninde...



Ama yapamıyor, çünkü bu özlem sadece rüyalarda, sadece bilinçaltında.

Cobb'un işine dönmesi lazım.



Ama Mal’un derdi başka…


 “Nasıl biliyorsan öyle yap Cobb…”

Cobb fikir çalmak üzere harekete geçiyor.



Kasayı buluyor…



Dosyayı bulup ötekiyle değiştiriyor.



Ama davetsiz misafirleri var: Saito ve… Mal!



Cobb’un yaşananlar yüzünden bilinçaltına attığı Mal rüyada ona rahat vermiyor.



Üstelik Cobb’un sağ kolu Arthur’u da yakalamışlar.



Saito biliyor, her şeyi biliyor.


 “Benden fikir çalmaya çalışırsınız ha, 
hem de uyurken, bir rüyanın içinde?”

Saito Cobb'un işverenini öğrenmek istiyor, Mal da Cobb’u Arthur’u vurmakla tehdit ediyor.



Ama rüyada birini öldürmekle tehdit etmek pek akıllıca bir şey değil, çünkü birini rüyada öldürmek gerçek hayatta uyanmasına sebep olur. Ama mesela dizinden vurursa? Bunun verdiği acı? Acı zihinde olan bir duygudur.



Dekora bakılırsa Arthur’un tasarladığı bir rüyadalar. O yüzden Arthur’a daha fazla acı vermek Cobb’un planlarını alt üst edecektir. Bunu bilen Cobb hızlı davranıyor:



Ve Arthur bir üst rüyada uyanıyor.



Arthur'un zihninde yaratılan alt rüya evresi de çökmeye başlıyor. Cobb’un kaçması lazım!



Üst rüyada Arthur’un Saito’yu bir süre daha uykuda tutması lazım.



Cobb bilgilere ulaşıyor, ancak hızlı olması lazım.



Saito üst rüyada uyanmak üzere…



Alt rüya Saito’nun başına çöktüğü için,



haliyle üst rüyada uyanıyor.



Saito uyandığı için, alt rüyada Cobb’un ele geçirdiği belgelerde yazanlar hızlıca sansüre uğruyor, kayboluyor.



Cobb’un üst rüyada uyandırılması lazım, bunun için de “kick” denen “dürtme”nin gerçekleşmesi gerekiyor; Cobb suyla buluşacak!



Cobb’un başı suyla ne kadar fazla temas ederse…



…alt rüyada su o şekilde onu esir alacak.



Bu noktada, zihnin ve bilinçaltının işleyişini şu şekilde düşünün: siz uyurken evde müzik açıldığı zaman, siz o müziğin rüyanızda bir radyodan veya herhangi bir yerden çaldığını düşünürsünüz. Veya siz uyurken biri size gerçek hayatta seslenirse, o kişinin rüyanızda da seslendiğini düşünürsünüz. Bunun çok daha katmanlı bir örneği ise şöyle olabilir; gün içinde yolda giderken bir yerde 5 dakikalığına birini gördünüz, belki başka biriyle kavga ediyordu ve olaya 5 dakikalığına tanık oldunuz; gece o kişiyi rüyanızdaki bir olayda bütün günmüş gibi görebilirsiniz.

Bunun esas sebebi, gerçek hayatta olan en ufak bir etkinin, kelebek etkisi misali rüyanızda katlanarak gözükmesidir. Gerçek hayattaki 3 ya da 5 dakikalık bir şey, rüyada 3 saate, 5 saate, belki daha uzun bir süreye bile eşit olabilir ve uyandığınızda sanki demin görmüş gibi hissedersiniz. Bilinçaltı ilginç bir şey!

Artık üst rüyada hepsi ayık (hâlâ rüyanın içinde oldukları halde “ayık” demek o kadar tuhaf ki!). Kavga başlıyor. Saito’yu yine kontrol altına alıyorlar. Onun gerçek hayattaki yer aldığı mekânlardan birini rüya için tekrar tasarlamışlar.



Ama Saito her şeyin farkında, aslında hâlâ bir rüyanın içindeler. Gerçekte olan ise,



Hızlı bir trende yolculuk halindeler, hepsi. Başlarında para verdikleri genç bir çocuk var ve rüyaya girmelerine imkân sağlayan teknolojik aleti yönetiyor.



Bu alet, “ExistenZ” filmindeki oyuna giriş için kullanılan mide görünümlü şu alete benzeyebilir:



Ama onun çok çok daha modern versiyonu tabii. Çocuk ekibi, aleti durdurarak uyandıracak, bunun için öncesinde kulaklığı, üst rüya için bilinçaltını kullandıkları Nash’e takacak ve müziği açacak.



Kulaklıktan gelen müziği üst rüyada fon müziği olarak duydukları için sona yaklaştıklarının farkına varacaklar.



Ama Cobb’un Saito’dan çalması gereken bir fikir daha var, bunu da kendisini görevlendiren şirket için çalmak zorunda. Ama Saito’yu tehdit edip yere itince Saito yerdeki halıya dokunup, gerçek hayatta yün olan malzemesinin rüyada polyester olduğunu fark ediyor. Yani gerçek hayatta olan bir objeyi rüyada birebir aynısı olarak tasarlayamamışlar.



Saito fark edince rüya bitiyor, ekip makineyi kapatıyor ve toparlanıp gidiyor.



Hikâyenin temelinde Cobb’un işi bu yani: insanların zihinlerine girerek onların en mahrem düşüncelerini, en gizli bilgilerini öğrenmek yani çalmak. Böylece kurban rüyada olduğu ve bilinçaltı devrede olduğu için uyanınca hiçbir şey hatırlamıyor.

Cobb bütün bu çılgınlığa kendini o kadar kaptırmış ki, kendi derinliklerinde saklı olan bazı şeyler onu bırakmıyor. Cobb kendi geçmişiyle hesaplaşmasını yapamamış ve acısını hep saklı tutmuş olması sebebiyle henüz bir “Bırak gitsin (Let it go)” durumu onun için söz konusu değil. Bu vesileyle saplantıları var ve bu saplantılar onun rüya içi görevlerinde bilinçaltının Mal’u yollayıp ona engel olmasına sebep oluyor. Bu saplantılar, rüya ve gerçek dünya ikilemine artık o kadar kapılmış ki, her şeyin gerçek olup olmadığını anlamak için film boyunca devamlı olarak kendine tasarladığı bir totem olan topacı döndürmesi gerekiyor.



Eğer topaç dönmeyi bitirip yalpalayıp düşerse, gerçek hayatta; eğer düşmez de devam ederse, rüyada demektir. Çünkü gerçek hayatta her şey olup biterken, rüyalarda bazı şeyler kimi zaman olmaya devam eder. Bunu biraz da zihnin çalışmasıyla açıklayabiliriz; bilincinizi, zihninizi gerçek hayatta kontrol edebildiğiniz için sizin etki ettiğiniz bir şeyin sebep-sonuç ilişkisi olur ve sonlanır; ancak bilinçaltını kontrol etmek o kadar kolay olmadığı için hep çalışır, hem devam eder ve bu da rüyada topacın, ya da totem her ne ise, devamlı dönmesine/tepki vermesine vesile olur.

Rüyadaysanız, totem devam ediyor:



Rüyada değilseniz, totem düşüyor:



Aslında filmin bütün teması, bütün mantığı da bu: totem dönüyor mu, düşüyor mu? Fikir zihinde saplantı hâlinde mi, yoksa bırakılıp gitmiş mi?...

Bir de tabii Cobb’un, Mal’la arasındaki birtakım şeylerden ötürü çocuklarını görememe durumu var. Cobb çocuklarını görmeyi de o kadar saplantı hâline getirmiş durumda ki, zihninde onları en son gördüğü ân mevcut, başka da bir şey yok.



Şimdi bütün olayı şöyle açıklığa kavuşturalım: Cobb Mal’a fikir çalmayla ilgili bir şey yaptı,



bu yüzden Mal’un başına gelenlerden kendini sorumlu tutuyor ve Mal’u bilinçaltında yaşatıyor, Mal da gelip onun işlerini devamlı engelliyor,



Cobb da işleri yoluna sokamadığı ve hayatına devam edemediği için çocuklarını göremiyor...



Yani Cobb’un Mal’la, daha doğrusu kendi bilinçaltıyla ilgili çözmesi gereken bir şeyler var. Ancak bunu en yakınındaki kişi olan Arthur’a bile itiraf edemiyor.

Tam bu sırada, Cobb’un yaptığı işi çözen Saito, ona “reddedemeyeceği bir teklif”le geliyor:


 “Sizden fikir aşılamanızı (Inception) istiyorum.”


Saito’nun istediği aslında mantıklı; bir insan zihinden fikir çalabiliyorsa, neden fikir ekemesin? Neticede Arthur’un verdiği örnekte olduğu gibi; “birine ‘Filleri düşünme’ dersen, onun filler hakkında düşünmesini sağlarsın. Ama böyle düşünen kişinin zihni, fikrin kaynağını saptayabilir. Karşındaki kişinin bir şeyi gerçekten düşünmesini sağlamak kusursuzdur, taklit edilemez.” Yani insana bir şeyi düşündürtebilirsin, ama insanın o şeyi kendisinin düşünmesini sağlayamazsın... mı acaba?

Saito, kendi şirketine rakip olan başka bir şirketin sahibinin yakında öleceğini, şirket sahibinin oğlunun şirketin başına geçeceğini söylüyor. Dolayısıyla bu adama, şirket imparatorluğunu dağıtması gerektiği fikrinin ekilmesi gerekiyor. Cobb bu teklifi kabul ediyor, çünkü Saito ona çocuklarını tekrar görebileceğini temenni ediyor. Hemen harekete geçen Cobb, Paris’teki bir üniversitede öğretim görevlisi olan babası Miles’ın yanına gidiyor. İnsanların zihninde dolaşmayı öğreten babasının yanına.



Ancak babasının öğrettiği bu başka insanların zihninde gezme eylemi legal olmadığı için Cobb da illegal olan fikir hırsızlığına el atmış durumda. Babasından istediği ise, üniversiteden kendisine bir mimar bulması; büyük binalar, katedraller, gerçek hayatta ol(a)mayacak pek çok şeyi rüyada inşa etme fırsatına sahip bir mimar.

Peki Cobb neden bu tür rüyalar âlemini yaratamıyor? Çünkü... Mal!



Babasının ise söylediği tek bir şey var:


 “Gerçekliğe dön Cobb!”


Yani Cobb’un Mal’la ilgili saplantısını zihninden atması gerek, bırakıp gitmesi (“Let it go!”) gerek; ama yapamıyor! Cobb için tek gerçeklik var;


 “Çocuklarım gerçek hayatta babalarına kavuşmayı istiyor. 
Benim gerçekliğim bu.”


Miles, Cobb’a ondan bile daha iyi bir mimarı tanıştırıyor: Ariadne.



Ariadne Cobb için çözmesi zorlu labirentler yaratabilecek.



Rüyalar dünyasına geçiş denemeleri için gereken atölyeyi de Arthur buluyor.



Öncelikle bilinmesi gereken şey şu: zihin rüyada kendi evrenini yaratır ve o evreni aynı anda algılar ve bu dönüşümlüdür. Yani zihnimizde binalar, evler, köprüler yaratırken bunları eşzamanlı olarak rüyada ilk defa görüyormuş gibi keşfederiz. Bir nevi kısırdöngü:



Rüyayı tasarlayacak olan mimar Ariadne’nin yapması gereken ise, bu kısırdöngünün tam ortasına bir çizgi çekerek



rüya evrenini yaratma sürecini gerçekleştirmesi. Yani fikir çalma/fikir ekme işleminin gerçekleşmesi için gereken prosedür, mimarın yarattığı evrene bağlı olarak şöyle gelişiyor: bir rüya evreni yaratılıyor, kişi rüyaya sokuluyor ve bu kişi rüya evrenini kendi sırlarıyla dolduruyor.

Peki rüyada, kişinin her şeyi gerçek sanacağı kadar detay nasıl yaratılabilir? Buna Cobb’un cevabı esasında bir soru:


 “Rüyadayken gördüklerimiz bize gerçek gibi gelir değil mi? 
Uyandığımızda bir şeylerin tuhaf olduğunu fark ederiz.”

Evet aynen öyle. Bazen öyle rüyalar görürüz ki, gerçek olduğundan o kadar emin oluruz ki, uyanıp da gerçek olmadığını fark ettiğimiz zaman şaşırırız, tuhaf gelir bize. Bunun kanıtlarından biri de şu: Cobb ve Ariadne, kafedeki o sahneye, rüyanın o kısmına nasıl geldiler?

Sahneyi izleyelim?



Ben size şöyle sorayım: rüyanızın bir başlangıcı olur mu? Bir film gibi, ya da bir kitap gibi, ya da bir müzik gibi? Yoksa rüyada gördüklerimizi gelişigüzel olarak, anlık olarak görüp öyle mi yorumlarız? Rüyalarımızda bizi ilk sahneye veya bir sonraki sahneye hazırlayan hiçbir uyarıcı etken, hiçbir bilgi yoktur - hatta bazen öyle rüyalar görürüz ki sahneler birbirinden kopuk kopuktur ve istesek bile sonraki sahneden haberimiz olamaz.

Tabii eğer bir kişinin bilinçaltı, başkasının rüyasında olduğunu fark edecek olursa rüya dünyası çökmeye başlar. Videoda da görüldüğü üzere.





Peki eğer hepsi rüyaysa...



Cobb neden yüzünü kapatıyor? Çünkü...



Rüya sadece rüya değildir; eğer yüzüne cam parçaları yağarsa canın acır, gerçek gibi hissedersin. Bu yüzden zaten eğer rüyada ölürsen gerçek hayatta uyanırsın.

Bir de rüya ve gerçek hayattaki zaman farkı var tabii; gerçek hayatta 5 dakika, rüyada 1 saat gibi gelebilir. Ariadne’nin rüyada saatlerdir konuşuyorlarmış gibi düşünmesinin sebebi de bu - zihin farklı işliyor.

Rüyada Cobb’un bilinçaltında istedikleri gibi hareket edebilirler.



İzleyelim: 



Bir kişinin bilinçaltında yer almak, o kişinin bilinçaltının sunduğu kişi ve objelere de maruz kalmaktır aynı zamanda. Bilinçaltının ortaya çıkardığı diğer insanlara sorular sorularak, kişinin sırları da öğrenilebilir - ki Cobb’un fikir hırsızlığı yöntemlerinden biri de bu. Ya da mesela rüyada bir kasa yaratılır, böylece rüyasına girilen kişi kasayı veya kilitli bir alanı bilip buraya kendi sırlarını yerleştirebilir.

Rüyalarda sokakları veya caddeleri değiştirmek, biçimlendirmek, tepetaklak etmek de mümkün.



Yerçekimine meydan okumak bile mümkün.



Ama tabii eğer bir kişinin rüyasında, yani bilinçaltında başka bir kişi bir evren yaratırsa, rüyadaki kişinin bilinçaltı bunu fark edebilir ve bilinçaltının yansıması olan insanların tavırları da değişebilir - dik dik bakabilirler!



Bunlara çok fazla takılmayıp yeni köprüler de inşa edilebilir.



Ama tabii bu tarz anî ve büyük değişiklikler her zaman iyi değil; rüyasında bulunulan kişinin bilinçaltının yansımaları (yani yoldaki insanlar veya diğer pek çok şey) buna tepki verebilir ve kişi bilinçaltını kontrol edemez.

Yolun iki tarafına iki dev ayna yerleştirip,



yolu upuzun bir hâle getirmek de mümkün.



Ama tabii Cobb, Mal’un anısını bilinçaltının ta derinliklerine attığı için yansıması da kaçınılmaz oluyor.



Bu yüzden, rüyada ufak detaylar dışında, gerçek hayatta var olan dünyayı anılarından/hafızandan yola çıkarak tamamen aynı yaratmak doğru değil, hep yeni yerler düşünülerek tasarlanması gerekiyor. Yoksa zihin gerçekle rüyanın kontrolünü kaybedebilir... Cobb ve Mal’un başına bir zamanlar geldiği gibi!

Aha Cobb’un bilinçaltını tetiklediler! Yansımaların hepsi ikisine bakıyor, Cobb’un bilinçaltı bir şeylerin yanlış gittiğinin bilincinde.



Ve tabii ki... Mal! Cobb’un bilinçaltında ortaya çıkıyor.



Mal Cobb’u hiçbir zaman terk etmiyor ki...



Cobb’un zihninde topaç hâlâ dönüyor çünkü...



Mal elinde bıçakla beliriyor.



Ariadne’yi bıçaklıyor ki bu da onun gerçek hayatta uyanmasına yol açıyor.



Ariadne’nin bir toteme ihtiyacı var, aynı Cobb’un ve Arthur’un olduğu gibi. Cobb rüyadan uyanır uyanmaz kendi totemini test ediyor...



...rüyayla gerçek hayat arasındaki ayırdı yapabilmek için. Totemi dönüyor... dönüyor...



...dengesini yitiriyor...



...ve düşüyor.



Cobb gerçek hayatta olduğundan emin. Topaç düşmeseydi rüyada olduğunu bilirdi. Her kişi kendi toteminin yüzeyini, ağırlığını, hissini yalnızca kendi bilmek zorunda.

Ama Ariadne, bilinçaltının diplerine birtakım problemler gömmüş olan Cobb’a kendi zihnini açmamakta kararlı.

Sırada bir hırsıza, dahası bir kalpazana ihtiyaçları var. Cobb için rüya evreninde başka birinin zihinsel olarak kılığına girebilecek birine: Eames’e.



Eames fikir aşılamanın mümkün olduğuna inanıyor, çünkü hayal gücüyle bu mümkün. Eğer fikir aşılanacaksa hayal gücü iyi birine ihtiyaçları var... Eames gibi.

Ama burada şöyle bir ince ayrıntı var: Bir kişinin zihnine bir fikri ekmek, yerleştirebilmek için çok çabalamaktan ziyade, ekilecek fikrin en sade hâli gerekiyor. Neticede zihinle uğraşmak son derece ince bir iştir. Bir insana sevgiyle, aşkla ilgili upuzun cümleler kurarsanız onun sevgiyi veya aşkı düşünmesini pek kolay sağlayamazsınız; ancak sadece “sevgi” veya “aşk” derseniz bir insan rahatlıkla aşkı düşünebilir.

Eames’in dediğine göre, eğer Saito’nun yıkılmasını istediği şirketin başına geçecek olan genç adamın zihnine bu yıkma fikrini ekeceklerse, öncelikle babasıyla arasındaki ilişkiden başlamalılar.

Arthur’un da Ariadne’ye rüya inşası konusunda öğretmesi gereken şeyler var. Mesela rüyada olağandışı şekillerde binalar inşa edilebilir ve bu sayede kapalı döngü yaratılabilir. Aynı bu merdiven gibi,



Penrose merdivenine benzer,



ama hileli. 

İzleyelim:



Bunun gibi merdivenler ve benzeri yapılar, rüyanın sınırlarını belirlemeyi sağlıyor. Rüyadaki dünyanın, yapıların labirent gibi karmaşık olması da, rüyasına girilen kişinin bilinçaltının yansımaları olan insanlardan kaçmak için gerekli bir yöntem. Bunun sebebi de, kimsenin kendi zihninde bir başkasının dolaşmasını istememesidir.

Cobb da işinin başında, büyük fikir ekme operasyonu için etkili bir uyutucu bulmak üzere kimyager Yusuf’u buluyor.



Ancak Cobb’un Yusuf’tan istediği çok zor bir şey - bir ya da iki katmanlı değil, üç katmanlı bir rüya! Bunun için elbette çok güçlü bir yatıştırıcıya gereksinim var. Peki bu çok güçlü yatıştırıcıyı kimler kullanıyor?



Gerçek hayatla rüya arasındaki ince çizgiyi çoktan kaybetmiş ve artık rüyası gerçek hayatı oluvermiş insanlar.

Peki yatıştırıcıyı Cobb üzerinde deneyelim, bakalım işe yarıyor mu?



Anılar...



Anılar...



Anılar...


“Beni nasıl bulacağını biliyorsun. 
Ne yapman gerektiğini biliyorsun.” 


Peki Cobb Mal’u nasıl bulacak? Ne yapması gerekiyor?

Cobb yine rüyadan uyanıyor, soluk soluğa.



Çünkü zamanında ektiklerini şimdi biçiyor; rüyayla gerçek hayatı o kadar saplantı hâline getirmiş ki,



Mal’ın görüntüsü yine zihninde.

Cobb’un, Saito’nun istediği gibi Fischer imparatorluğunun oğluna fikir aşılaması için her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmesi gerekiyor, çünkü zihne ekilecek bir fikir, zihnine girilen kişinin hayatını, kişiliğini sonsuza kadar değiştirebilir. Birine “Senden nefret ediyorum!” dediğinizde onun sizin hakkınızda artık olumlu düşünmesi mümkün olabilir mi? Olamaz.

Baba Fischer’ın sağ kolu, oğlunun ise vaftiz babası olan Browning var, onu kullanabilirler bak!



Eames bir sahtekâr olduğu için, Fischer’ın rüyasında Browning’i taklit edebilir, onun hareketlerini, tavırlarını kopya etmesi gerekiyor.



Adamımız Robert Fischer:



Babası hasta yatağındaki Maurice Fischer:



Ve ikisinin arasındaki bağ için çok önemli sayılabilecek bir fotoğraf karesi:



Fotoğraf karesinde bir rüzgârgülü var, bu, daha sonra ekibin işine yarayabilir.

Eames rüyanın ilk katmanında Browning olarak Fischer’ın zihnine fikri aşılarsa, daha alt katmanda Fischer’ın kendi zihninin yarattığı Browning yansıması bu fikri besleyebilir. Yani fikri kendi kendine vermiş olur.

Ariadne de rüyanın katmanlarının maketlerini yapmaya başlamış.



Ama Cobb’un bu kadar ayrıntıyı bilmemesi gerekiyor. Eğer bilirse, zihnindeki, bilinçaltının derinliklerindeki Mal’un yansıması yüzeye çıkabilir ve operasyonu mahvedebilir. Saito’nun rüya operasyonunda olduğu gibi! Cobb’un tek istediği evine, çocuklarına gitmek. Ama izin verilmiyor, çünkü Cobb’un Mal’u öldürdüğünü düşünüyorlar. Peki, ama nasıl?

Artık proje için hazırlanmalılar. 3 katmanlı bir rüya projesine girişecekler. Rüya sırasında beyin fonksiyonları normalin yaklaşık 20 katı durumunda, katmanlar arttıkça bunun etkisi de artacak. İlk katman için bir hafta, ikinci katman için altı ay, üçüncü katman için de on yıl gibi bir süre... Peki, kim on yıl boyunca başkasının zihninde yaşamayı ister ki?

Rüyada işlerini bitirdiklerinden sonra gerçek hayata dönmeleri için ise bir dürtü (kick) gerekiyor. Bunun izahı da şöyle: rüyanızda uçurumdan düştüğünüzü görürseniz uyanırsınız ve gerçek hayata dönersiniz, çünkü düşme hissi insanı rüyasından uyandırır. Yatıştırıcıyı iç kulağı etkilemeyecek biçimde hazırlarsanız, yatıştırıcı ne kadar kuvvetli olursa olsun, bir dürtü gerçekleştiğinde bunu hissedersiniz.

Burada önemli olan, üç katmanda da dürtüyü aynı anda gerçekleştirmek, böylece en alt katmandan başlayarak bir üsttekine geri dönüp, en sonunda da gerçek hayata dönebilirler. Bunu yapabilmek için her katmanda dürtüye geçmeye yakın müzik de çalınırsa ekip hazır olmuş olur. Fischer’ı uzun süre uyku altında tutmak için uzun süreli bir yolculuğu da ayarlıyorlar: Sydney’den Los Angeles’a 10 saatlik bir uçuş.

Yani olayımız şu: Saplantılı Cobb’umuz



ekibiyle birlikte 10 saatlik bir yolculukla Fischer’ın zihnine girecek



ve Mal’un bilinçaltından çıkıp gelmesine olanak tanımadan



çocuklarını tekrar görmek için bir görev gerçekleştirecek.



Aslında kolay gibi gözüküyor, bu vakitten sonra ne ekerlerse onu biçecekler.

Hepsinden önce Cobb son bir defa zihninin derinliklerine, bilinçaltına bir yolculuğa çıkıyor...



Ariadne de onun zihninin derinliklerine gitsin bakalım, neler bulacak...



Burada Cobb’un zihninin derinlikleri, yani katmanları bir asansöre benzetiliyor.



İşte Cobb’un, zihninin derinliklerinde devamlı yaşattığı Mal anısı.


“Söz vermiştin Cobb, birlikte yaşlanacağız diye...” 


Tabii Mal’un, Cobb’un zihnindeki yansıması Ariadne’yi fark ediyor.



Hemen zihin görevini gören asansörde en yukarıya, Cobb’un umutla beslediği bir anıya çıkıyorlar. Peki Cobb bu anıları neden saklıyor? Çünkü rüya görmeye devam etmesinin tek yolu bu. Çünkü Mal’la rüyalarında hâlâ birlikteler, Cobb içindeki birtakım şeyleri bırakıp gidememiş.



Ama Ariadne’ye, “Var olan anılarını kullanma,” demişti Cobb, o zaman kendisi neden bu anıları saklıyor? Çünkü bu anılar pişman olduğu ve değiştirmeye çalıştığı anılar.

Zihninin derinliklerinde hâlâ Mal’la yaşadığı ev duruyor. Ve orada Cobb hâlâ hayalini kuruyor...



...çocuklarını tekrar görebilmenin hayalini.



Zihnindeki en son anı bu. Çocuklarına seslenmeyi, onların başlarını çevirip kendisine bakmalarını, yüzlerini görmeyi o kadar çok istiyor ki... ama olmuyor! Çünkü Cobb, Mal’u öldürme suçundan ötürü evinden uzaklaştırılıyor.

Ve işte en dipteki, en derindeki anı:



Bir otel odası; darmadağınık, her şey yerlerde, kırılmış, dökülmüş. Bu otel odası, Cobb’un Mal’la evlilik yıldönümlerini kutlayacakları otel odası; her şeyin yarım kaldığı ve bu sebeple Mal’un yansımasının sinirli olduğu bir anı parçası. Ama Mal son derece öfkeli, çünkü Cobb’un ona verilmiş bir sözü var; verilmiş, tutulmayı bekleyen ama hâlâ tutulmamış bir söz -- birlikte yaşlanacaklarının sözü.

“Bir tren bekliyorsun,
Seni uzaklara götürecek bir tren.
Trenin seni nereye götürmesini umduğunu biliyorsun ama emin değilsin.
Ama önemi yok.
Çünkü birlikte olacaksınız.

Artık yolculuğa başlıyorlar, geri dönüş yok.



Hepsi hemen makinelere bağlanıyor.



İlk rüya katmanı kimyager Yusuf’un zihninde. Ama onun yaptığına bak:



Uykudan önce içilen bir kadeh şampanya, rüyada yağmur olarak geri dönüyor.




Eee, ne demiştik? Ne ekerlerse onu biçerler.

Fischer’ı kaçırıyorlar, ama işin enteresan kısmı şu ki, Fischer’ın zihni kaçırıldığının farkında! O yüzden bütün caddeden boylu boyunca bu koskoca tren geçiyor. Bilinçaltının bir çeşit savunma mekanizması.



Saito yaralanıyor ve ekip hemen bir depoya sığınmaya gidiyor. Şimdi boku yemiş durumdalar, çünkü, ilk fikir hırsızlığı sahnesini hatırlarsanız Arthur vurulduğunda gerçek dünyaya dönmüştü; fakat bu üç katmanlı rüya projesinde aldıkları yatıştırıcı sebebiyle eğer ölürlerse Araf’a düşerler. Peki Araf neresi?

“Saf, sınırsız bilinçaltı. Orada hiçbir şey yoktur.”

Araf’a düşerseniz, sonsuza kadar bir sonsuzluk içinde hayal âlemleri yaratıp yaratıp yıkarsınız, orada yaşlanırsınız ve gerçek dünyayı tamamen unutursunuz. Peki kim bu Araf’ta daha önce bulunmuştu? Cobb…



Cobb’la Mal ne yapmış peki zamanında? Rüya içinde rüya âlemine dalarak sonsuz, sınırsız rüyalar yaratmışlar. 50 yıl boyunca bir rüyalar âleminde, en diplerde kendilerine yepyeni bir dünya kurmuşlar.



Cobb bu rüya dünyasından bıkmış olsa da, Mal bıkmamış… Çünkü onun için Araf bambaşka bir anlama gelmeye başlamış…



Orada kendi küçüklük evini yaratan Mal, o evdeki kilitli bir kasada, ta derinlerde başka bir sır saklamaya başlamış.



Bildiği, ama unutmayı tercih ettiği bir gerçek…


Gördüğünüz gibi Mal'un totemi topaç. 
Peki Cobb neden kullanıyor?...


Gerçek dünyaya döndüklerinde bile



Mal bu sakladığı gerçeğe inanmaya başlamış.



Peki neymiş bu fikir? Dünyalarının gerçek olmadığı ve gerçek hayata dönebilmek için uyanması gerektiği fikri…

Mal bu fikre o kadar kapılıyor ki, gerçek hayattaki çocuklarının dahi gerçek olmadığını ve ancak kendilerini öldürüp esas gerçekliğe dönecek olurlarsa çocuklarının onları orada beklediğini düşünüyor. Ama bunu tek başına yapamıyor, kendini öldürüp gerçekliğe dönme fikrini… o yüzden evlilik yıldönümlerinde bir plân yapıyor; Mal ve Cobb’un yaşamını sonsuza dek değiştirecek bir plân…



Bu plân vesilesiyle Mal’un ölümünden Cobb suçlu bulunuyor ve çocukların velayeti de Cobb’dan alınıyor. Onun zihninde kalan son görüntü ise bu…



Şimdi karavana binip kaçmalı ve bir yandan da ikinci rüya katmanına geçmeliler. Burada Cobb, Fischer’ı bilinçaltının tehlikeleriyle ilgili uyaracak.



Cobb bu rüya evresinde bir güvenlik görevlisini canlandırıyor; bilinçaltı güvenliği. Ama görevini ne kadar yerine getirebilir ki? Sonuçta kendi bilinçaltının yansıması olan çocukları gözünün önüne geliyor.



Haa bir de, bir üst katmandaki kovalamaca daha şiddetli bir hâl alıyor ve karavan bir sürü darbe alıyor, ilk katmandaki dürtünün gerçekleşmesi için ortam –mecburen– hazırlanıyor.



Cobb Fischer’ı bir rüyanın içinde oldukları konusunda ikna ediyor, ancak Fischer’ın rüyadan önceki evrede yani üst katmanda yaşadıklarını hatırlaması lâzım. Bu aynı uyandıktan sonra bir rüyayı hatırlamaya çalışmak gibi, yani çok zor!

Sıradaki amaçları, Fischer'ı, babasının sağ kolu olan Browning’in ondan bir şeyler sakladığına inandırmak. Bunu da sağlıyorlar ve Fischer’in artık asıl amacı, Browning’in zihninin derinliklerine inerek kendisinden saklanan, babasının asıl vasiyetini öğrenmek oluyor. Yine uykuya geçiyorlar…



İlk katmanda Yusuf dürtüyü gerçekleştirecek kişi, ikinci katmanda ise Arthur. Ancak ilk katmanda her şey çok iyi gitmiyor ve kaza geçiriyorlar. Bu kaza akabinde oluşan denge değişiklikleri alt katmanda da kendini yerçekimsiz ortam olarak gösteriyor... Sanki Matrix ortamında yerçekimsiz biçimde kavga ediyorlar gibi.



Arthur’un yapması gereken; onları bir bütün halinde asansöre götürüp



yerçekimini yaratarak dürtüyü gerçekleştirmek.



Üçüncü katmanda ise sırrın saklandığı kaleye gidip Fischer’ın sırrı bulmasına yardımcı olmalılar.



Derken o da ne? Mal da o katmana varıyor!



Ve Fischer'ı vuruyor!



Sıçtık! Şimdi yapmaları gereken şey Araf’a inip orada Fischer’ı bularak ona bir dürtme gerçekleştirip ardından hep birlikte üst katmana çıkmak. Eames de üçüncü katmanda bombaları kaleye yerleştireceği için her katmandaki dürtme onları bir öncekine yollayacak, bu sayede gerçek dünyaya dönecekler.

Artık çok hızlı olmalılar, çünkü ilk katmanda dürtü gerçekleşmek üzere…



Ariadne ve Cobb artık Araf'talar.



Enkaz hâline gelmiş olan Araf…



Çocukların yansıması da orada, Araf’ta.



Mal da orada, Cobb’la yarattıkları bir binadaki dairelerden birinde.



Mal Cobb’a artık onun da tek bir gerçekliğe inanmadığını hatırlatıyor, o yüzden Cobb’dan kendisini, onunla olmayı seçmesini istiyor.



Burada artık Cobb'un hissettiği suçluluk. Ne yaparsa yapsın, kafası ne kadar karışık olursa olsun, hissettiği tek bir his var: suçluluk hissi. Peki neden bu his? Bir gerçek yüzünden; Cobb’un Mal’un zihnine gerçeği sorgulamasıyla ilgili fikri aşıladığı gerçeği yüzünden – Cobb Mal’a zamanında fikir aşılama yani inception uygulamış!



Araf’ta kendilerine öyle bir dünya yaratıyorlar ve buna öyle kendilerini kaptırıyorlar ki, Cobb bu dünyanın gerçek olmadığının farkında olmasına rağmen Mal rüyaların kendi gerçeği olduğuna inanıyor.



Cobb ona fikir aşılama yaptığı için Mal Araf’taki rüyalar âlemini sorguluyor, ama bu sorgulama gerçek dünyaya döndüklerinde bile Mal’un zihninde –ne yazık ki- devam ediyor…



Bu o kadar kötü bir şey ki… Rüyada yarattığın evrene gereğinden fazla kapılıp gerçekliğe döndüğünde bile gerçek dünyanın gerçekliğini sorgulamak ve rüyanın esasında gerçeklik olduğunu sanmak… Filmin sloganlarından biri olan “Dream is real” (Gerçek olan rüya) lafını da kuvvetlendiriyor bu fikir.

Cobb ne ektiyse onu biçiyor; Mal’un zihnine rüyaların gerçek olmadığı ve gerçekliğe dönmeleri gerektiği fikrini aşılarak, gerçek hayatta da gerçekliği sorgulayıp esasında rüyanın gerçeklik olduğunu düşünmesine neden oluyor. Nasıl bir paradoks, öyle değil mi? Cobb’un kendi yaptığı, kendi fikrinde saplantı hâline getirdiği bir fikir kendi yaşamını alt üst ediyor.

Mal ihanete uğramış durumda, ancak hâlâ rüyalar dünyasında, Araf’ta bir gerçeklik yaşayabileceklerine, birlikte yaşayabileceklerine inanıyor.



Fakat ilk katmanda dürtü gerçekleşmek üzere.



Üçüncü katmanda Saito ölüyor…



Araf’ta da dürtü gerçekleşmeye başlıyor.



Cobb Mal’a bir teklifte bulunuyor: eğer onunla kalmasını kabul ederse Fischer’ı serbest bırakacak. 

İkinci katmanda da dürtü gerçekleşmek üzere.



Cobb Mal’un teklifini reddediyor, çünkü artık Mal o eski Mal değil.


“Seninle yaşamayı kabul edemem, 
çünkü karımın bir yansımasısın, bir hayalsin.” 


Fischer dürtüyü yaşıyor.



İkinci katmanda da dürtü gerçekleşmesine çok az kaldı…



Üçüncü katmanda Fischer en sonunda kapalı odaya ulaşıyor, babasının ölümünün tekrar yaşandığı odaya.



Babasının son sözü: “Hayal kırıklığına uğradım.”



Ama bu, Fischer’ın sandığı üzere, babasının kendisi gibi olamadığı için değil, olduğu için duyduğu bir hayal kırıklığı. İşte Fischer’ın zihnine fikir aşılama da böylece gerçekleşiyor… Babasının başucundaki kasadan çıkan ise, aşılanan fikri güçlü kılıyor.



Hatırlarsanız, Fischer'ın babasıyla ilgili en eski anısı şu fotoğraf.



Bu rüzgârgülü o anıyı da tetiklemiş oluyor.

Artık bütün dürtüler gerçekleşiyor: Üçüncü katman.



İkinci katman.



Birinci katman.



Peki ya Cobb?



O da nihayet, en sonunda, hepimizin hayatındaki bazı kayıplar, bazı hatalar, bazı hayal kırıklıklarından sonra yapmamız gereken şeyi yapıyor, artık zihnindeki Mal’un anısını bırakıp gidiyor.



Fischer artık babasının son isteğinin, onun kararları doğrultusunda değil, kendi kararları doğrultusunda yaşaması olduğunu anlamış durumda.



Peki, herkes kurtuldu, Cobb’a ne olacak?



Döndük başa…



Cobb Saito'yu buluyor, ama Saito Araf’ta yaşlanmış, senelerini geçirmiş…



Cobb’la karşılaşıyor, bazı radikal fikirleri saplantı haline getirmiş bir adamla. Hâlbuki Cobb Saito’ya gerçeği hatırlatmak için gelmiş.



İçinde bulundukları dünyanın gerçek olmadığını hatırlatmak için.



Saito’nun geri dönmesi lazım, anlaşmalarına sadık kalabilmesi için, yeniden genç olabilmeleri için. Bu da tek bir şekilde mümkün… Bir silahla? Hem kendini, hem Cobb’u vurarak?



Ve her şey sona eriyor… Cobb uçakta gözlerini açıyor…



Buna bir an kendi de inanamıyor, ama işte, artık gerçek dünyada…



Saito da uyanmış, onu da kurtardı çünkü Cobb.



Peki, gelelim esas soruya: O silahtan sonra olan her şey gerçek olabilir mi? Cobb buna gerçekten inanabilir mi?



Yoksa çocuklarına kavuşma umuduyla gerçekleştirdiği bu yolculuk, zihninde dönüp duran bir saplantı olarak kalmış olabilir mi?

Cobb'un geçişi onaylanıyor.



Ama her şey hâlâ o kadar rüya gibi ki, inanası gelmiyor…



Babası Miles da orada, onu almaya gelmiş…



Her şey hâlâ rüya gibi, Cobb yıllardır peşinden koştuğu bu sahnenin gerçekleşmesine çok şaşırıyor.



Ama emin olması lâzım, bu yüzden cebinden topacı (totemi) çıkartarak masaya koyuyor ve çeviriyor.



Ve çok uzun bir aradan sonra çocukların görünmeyen yüzleri



Görünüyor…



Artık sonsuza dek çocuklarının yanında… Rüyası gerçek oldu…



Ama totem dönmeye devam ediyor... yoksa?... Yoksa?...



İzleyelim:




Hayali gerçek mi oldu? Yoksa gerçeği bir hayalden mi ibaret?

İşte burada bizlerin sorguladığı bu: Cobb o son silah sahnesinden sonra gerçeğe mi döndü, yoksa hayalinde bu sahneyi canlandırmaya devam mı etti? Acaba bütün bu fikir aşılama görevi, Cobb’un zihninde, bilinçaltının derinliklerinde Mal’a karşı hissettiği suçluluk duygusunu bastırmak için bir hayal kurma çabası mı? Cobb gerçekten bırakıp gitti mi? (Let it go?)

Burada o son sahnede topacın düşüp düşmediğine vereceğimiz karar, Cobb’un değil, bizim filmdeki sonuçtan tatmin olup olmadığımıza, olayları kendi kafamızda bitirip bitirmediğimize göre değişiklik gösterebilir. Cobb’un gerçek hayatta çocuklarına kavuşup yaşantısına mutlu mesut devam ettiğini düşünüyor musunuz? O zaman topaç düşüyor. Cobb’un çocuklarına kavuştuğuyla ilgili bir hayal gördüğünü mü düşünüyorsunuz? O zaman topaç hem Cobb’un zihninde, hem de sizin zihninizde dönmeye devam ediyor demektir. Bana göre? Bence Cobb çocuklarına kavuştu, mutlu mesut bir hayat sürdü ve o topaç da dengesini kaybedip düştü.

Ne ekersen onu biçersin, ve başına gelenlerden aldığın ders, verdiğin kararlar neticesinde bir şeyin olup gitmesine izin verirsen (“Let it go”) zihninde dönmekte olan topaç düşer.



Aksi takdirde, yaptıklarından, aldığın kararlardan duyduğun pişmanlık ve geçmişe saplanıp kalma neticesinde topaç zihninin derinliklerinde dönmeye devam eder…



Hikâye de burada bitti… Artık bırakın gitsin… J


Dipnot: Eğer hikâyenin sonunda topacın gerçekten düşüp düşmediğini veya Cobb’un hayal görüp görmediğini merak ediyorsanız şunu söyleyebilirim: topaç düşüyor, çünkü topaç zaten hiçbir zaman Cobb’un totemi olmadı. Topaç, filmde Mal’u zihninin derinliklerinde sakladığı gerçeklik sahnesinden de hatırlayacağınız üzere, Mal’un totemi. Cobb’un kendi totemi ise evlilik yüzüğü. Filmdeki gerçek hayat sahnelerinde Cobb’un parmağında yüzüğü yok.





Ama rüya sahnelerinde yüzük hep parmağında.







Eğer topacın düşmediğini sanıp Cobb’un hayal kurduğuna kendinizi inandırdıysanız kusuruma bakmayın; gerçekler böyle, bırakın gitsin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder