2 Temmuz 2013 Salı

Önemli olan boyu değil işlevi.



Herkes kendi yaptığı ya da başkasının yaptığı işin miktarını uzun uzadıya anlatır, “Şöyle yaptım böyle yaptım, senelerimi verdim, yıllarımı harcadım, tırnaklarımla geldim ben buraya!” diye böbürlenir durur. Yaptığı işin/şeyin (artık her ne ise) miktarı herkes için birincil derecede önemlidir... Peki ya kalitesi, yani işlevi?

Hayatımız boyunca yaptığımız işleri uzuuun uzun, ballandıra ballandıra anlatırız; şu kadar sene şurada çalıştım, şu kadar sene burada çalıştım, bir sürü bir sürü bir şeyler yaptım diye anlatırız. Anlatırken de kendi egomuzu besleriz bir yandan. En sonunda da deriz ki; “Artık benim de dinlenmeye ihtiyacım var”... Peki, onca şey yapmış olsak bile, ‘işlevsel’ bir şey yapmış olur muyuz?

Burada şöyle bir durup düşünmemiz lâzım. Eğer bir sanatçı, özel bir şey üreten bir insan değilsek, yaptığımız işe ticari anlamda bakıyorsak, işimizin miktarı bizim için esas kalite göstergesidir. Mesela bir kişi senelerce aynı işte çalışmış, bütün zihinsel birikimini aynı işe adamış ve bu işten seneler geçtikçe daha fazla kazanmışsa, o kişinin çok başarılı olduğu söylenir... ancak her zaman öyle olmayabilir!

Bir otobüs şoförüyle bir heykeltıraşı düşünün; otobüs şoförünün görevi her gün direksiyon başına geçip insanları bir yerden öteki yere götürmektir ve bir gün içinde direksiyonu ne kadar çevirirse o kadar başarılı addedilir; bir heykeltıraş ise taştan koca bir bloğu karşısına alıp ona günlerce, haftalarca bakar (belki aylarca), ardından onu çivi ve çekiç yardımıyla (ve diğer malzemeleriyle) yontmaya başlar, belki bu da günlerce hatta haftalarca sürer ve en sonunda ortaya bir sanat eseri çıkmış olur. İşlevsellik açısından yararı en fazla dokunan kişi, öteki yumurtaların arasında altın yumurtadır ve parlar...




Örnekte görüleceği üzere, otobüs şoförü belli bir süre içinde bir emek harcayıp insanları bir yerden bir yere götürmüştür ve onun başarısı budur. Öteki yandan, heykeltıraş belli bir süreyi sadece düşünmeye ayırıp, belli bir süreyi ise sadece yontmaya ayırarak en sonunda bir heykel ortaya çıkarmıştır ve onun başarısı da budur. Burada hangisinin işi daha başarılıdır? Bir otobüs şoförünün mü, yoksa bir heykeltıraşın mı? Her ne kadar sanat bir ülkede öteki mesleklerin çok üzerinde tutulsa bile (bizim ülkemiz hariç!), hangi tarafın daha çok çalıştığı ve emek harcadığı elbette ki sübjektiftir; biri “Bence otobüs şoförü daha fazla emek harcamıştır, onun işi kalitelidir,” diyebilirken, öteki “Bence heykeltıraş daha fazla emek harcamıştır, onun işi kalitelidir,” diyebilir.

Mesela diziler ve filmler... Tamamen bizim ülkemizi ele alarak söylemek gerekirse (çünkü yurtdışındaki şartlarla bizimkiler arasında dağlar kadar fark var), filmler daha uzun bir süreçte emek harcanarak ortaya çıkartılan eserler olduğu hâlde, diziler daha kısa bir süreçte emek harcanarak ortaya çıkartılan eserlerdir. Hatta bizde bir dizi bölümü ile bir film hemen hemen aynı süreye sahiptir. Peki, aynı süreye sahip oldukları için, diziye daha kısa sürede daha fazla çaba harcandığı için filmden daha kalitelidir demek mümkün müdür? Yani boyu mu önemlidir, yoksa işlevi mi?... Tabii ki işlevi! Aynı süreye sahip olduğu hâlde, dizi için daha kısa bir süreç içinde daha çabuk düşünülüp karar verilip eyleme dökmek gerekli olduğundan daha az bir titizlikle yaklaşılmaktadır.

Televizyondaki eğlence işleriyle daha çok haber, belgesel niteliği taşıyan işler arasındaki fark da buna benzer bir örnektir. Dizi, yarışma gibi yapımlar eğlence odaklı olduğu için daha fazla sürer, daha uzundur, daha fazla bütçe ayrılır ve amacı insanları eğlendirmektir. Öteki taraftan, habercilikle ilgili, belgesel tarzı yapımlar daha çok eğitme, öğretme amacıyla gerçekleştirildiğinden süreleri de ona göre kısadır, veya kısa süreli işlerdir, bütçeleri de ona göre ayarlıdır.

Bu kıyaslama iş dünyasında peşimizi bir türlü bırakmaz. Ailelerimiz için en büyük başarı, sabah 9 - akşam 6 mesaili bir işe girip sigortalı olarak belli bir yaşa kadar çalışmak, o zamana kadar iyi bir para kazanmak; emekli olunca da her ay doygun bir miktar para alıp hayatın kalanını keyifle, rahatça yaşamak. Yani iş dünyasında, bir işte ne kadar süre çalıştığınız, -belki de sevmediğiniz- bir işe ne kadar süre katlandığınız, emekli olduktan sonra da kaç para kazandığınız önemli; yani boyu önemli. Hâlbuki esas önemli olması gereken şey işlevidir. Bir süre sonra şu soruyu kendinize sorun: “Ben bu hayata nasıl bir katkı sağladım?” Eğer cevabınız, “10 sene boyunca bu işte çalıştım, ayda 3 bin lira para kazandım, şimdi de emekliliğin tadını çıkaracağım,” ise kusura bakmayın ama hep boy için çalışmışsınız, işlev sıfır! Şu tabletteki harcanmış ilaçlardan farkınız kalmamış olur (gülümseyenler muhtemelen hayatını istediği gibi yaşayıp sevdiği işi yapanlar):




Tabii burada işlevin manası da önemli; sizin için işlev, iyi bir para kazanıp geleceğini güvence altına alarak kendine ve ailene bakmak da olabilir.

Yani önemli olanın boyu değil işlevi olması hep sübjektif bir durum. Ama bunun sübjektifliği de maddiyattan geliyor. Ülkecek maddiyata çok önem verdiğimiz için, biri ne kadar çok para kazanıyorsa o kadar başarılıdır bizim için, yaptığı işin (toplum tarafından hor görülecek bir iş olmadığı sürece) herhangi bir önemi yoktur... Ya da durun, o son cümledeki parantez içini parantez dışına çıkarın -- kim başkasının toplum tarafından hor görülen veya görülmeyen bir iş yaptığına bakıyor ki? Dahası kim hor görülmeyen bir iş yapıyor ki? Kim işini hor görülmeyecek biçimde yapıyor ki? Bu durumda yine önemli olanın boy değil işlev olduğu devreye giriyor.

Aynı mevzuyu iş değil aşk hayatına da uyarlamak mümkün. Cinsel yaşam yani, seksüel ihtiyaçlar ve onların giderilmesi bakımından. Seks penceresinden baktığımızda da, dünya genelinde her ne kadar modern bakış açısı ve özgür düşünce hâkim olsa da (öyle gözüküyor olsa bile), her insanın bilinçaltında boyut önemli bir yer kaplıyor. Hem erkek için, hem kadın için karşı cinsle ilgili istekler ve fanteziler hep işin boyut olarak daha fazla olması yönünde. Erkek ve kadın kendindekinin büyük olursa tatmin edeceğini düşünüyor. Penis büyültme reklamları ve kadınlar için silikon taktırma furyası o yüzden hep had safhada; iki taraf da kendindekinin ne kadar büyük, gereğinden fazla olursa o kadar yeterli olduğunu düşünüyor. Hâlbuki mesele aşk ve seks konusunda da boyuttan ziyade, işlevdir, ya da öyle olmalıdır.

Herkes iş ve aşk konusunda elinde olanla mutlu gibi gözükse de, aslında herkes boy, miktar, adet, büyüklük konusunda takıntılı durumda. Oysaki insanlar ellerindeki malzemenin ebadına değil de, o malzemeyle ne yapabildiklerine baksalar, neticenin iyi ve kaliteli olmasına odaklansalar, herkes mutlu, Lerzan Mutlu!

Diyeceğim odur ki; bir insanın bir şeyi sırf daha fazla yapmış olmak ve bunu insanlara böbürlenerek anlatmak için yapmış olması yerine; onu daha netice odaklı, niceliğe değil niteliğe dayalı olarak yapması ve yaptığının kimseye olmasa bile kendine yarar sağladığını bilmesi en önemlisidir. İş ilânlarında neden hep “Nitelikli eleman aranıyor” şeklinde bir ibare olur? Veya bir insanın özelliklerinden bahsedilirken “Nitelikli biri...” diye belirtilir? Çünkü aslında, belki de, hep niceliğe önem veriyorken veya öyleymiş gibi bir izlenim yaratıyorken, esasında bilinçaltımızda hep nitelikli insan, nitelikli iş veya nitelikli herhangi bir şey peşinde koştuğumuz gerçeği yatıyor.


Günün sonundaki sorumuz şu olmalı: gün boyunca şu kadar boyda iş yaptım, peki işlevselliği ne? Bana ne katıyor?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder