Sezen Aksu, yazdığı “Kibir” adlı şarkıda şunları söylüyor; “İnsan
tuhaf, ne hoyrat. Ne şaheser ve nasıl ilkel hayret.” Tamamen insanın
ikiyüzlülüğünü, bir anda muhteşem bir varlıkken nasıl ilkel bir canlıya
dönüşebildiğini gösteren bir cümle. Neticede insanın kendisi de bunu her gün
kanıtlıyor.
İnsan ikiyüzlü bir yaratık deyince, “Nereden ikiyüzlü, ne
alakası var?! Sen de insan değil misin? Neyin ikiyüzlülüğü?” gibi sorular
gelebilir akla. Ama bana göre son derece mantıklı bir tanım bu.
Bir kere insan doyumsuz; doğası gereği hep aç. Hep daha
fazlasını isteyen bir varlık. Siz hiç, “Bu kadarı yeter bana, dahasını
almayayım,” diyen insan gördünüz mü? Yok değil, var; ancak yetinemeyenlere
oranla sayıları hayli düşük. Bir şey elde ediyoruz, ya sonrası diye düşünmeden
edemiyoruz, önce elimizdekinin kıymetini bilmiyoruz, sonra ne olur ne olmaz
diye düşünene kadar elimizdekinden de olduğumuzda kaybettiğimiz şey kıymetli
oluyor. Yani insan ikiyüzlü.
Başka açılardan da ikiyüzlü insan; dün “ak” dediğine bugün “kara”
diyebilen bir yaratık. Ancak yaşamın, hayatın gerçek anlamını, manasını
çözebilmiş insanlar ezelden beri “ak” ya da “kara” diyor, onun dışında
savunduğumuz değerin anlamı bile günden güne değişebiliyorken hangimiz “ak”
olana bağlı kalabiliyoruz?
Hayatın anlamını, varoluşu, yaşamı çözemediğimiz müddetçe,
insan ikiyüzlü olmaya devam edecek, reddettiğini kabul edecek (ya da kabul
ettiğini sanacak), kendi içindeki kişisel çatışmasını dışarı yansıtmayıp içinde
hoş, dışında boş olmayı, ya da tam tersini, sürdürecek.
Peki niye “yaratık”? Yaratık, “yaratılmış” anlamına gelen
canlı türü. İnsan esasında düşünebilen, karar verebilen, buna göre hareket
edebilen bir canlı; fakat gelin görün ki “alışılmadık canlıları tanımlamaya
yarayan kelime” olan yaratığa ne kadar da benziyor... Hangimiz birbirimize,
insana alışabildik ki kendimizi insan olarak nitelendirebileceğiz?
- Merhaba, ismim Can. Sizinki ne?
- Mustafa.
- Tanıştığımıza memnun oldum.
- Hmmm... Kimlerdensin sen?
- Hasımoğullarından.
- De get! Sevmem ben onları!
- Ama niye-
- Git dedim! Anlaşamayız biz seninle.
- Ama iktidar da şimdi çok şöyle böyle, hayat kaidesi,
değişen dünya düzeni filan...
- Hele öyle desene yeğenim, gel otur bir çayımı iç.
- Ama demin anlaşamıyorduk, yükselenlerimiz de tutmuyor, ne
oldu?
- Hayat işte öyle vapur, martılar vb...
İkiyüzlüyü, yalancı veya dönek olarak adlandırmak, bir insan
için, genel anlamda çok da doğru değil. Daha çok bugün dediği yarını tutmayan
olarak tanımlayabiliriz bu kelimeyi. Bunu düzeltebilmemizin veya
değiştirebilmemizin ise mümkünâtı yok, çünkü yaradılış bu, yaratığın, insanın
kendisi bu; bir yandan şaheser, öteki yandan sıradan ve ilkel olacak ki hayatta
kalasın, kendi kimliğini oluştursun, ikiyüzlü kimliğini; hem kendisi, hem kendisi olmayan. İnsan kendini tanıdığı,
anlamlandırabildiği müddetçe bu ikiyüzlülüğü dengede tutabilmeyi beceriyor, o
kadar.
İnsan mevsimler gibi bir gün güneş açarken öteki gün parçalı
bulutlu, bir sonraki gün hafif soğuk olup onu takip eden gün bahar havası
yaşarken ikiyüzlülüğünü de koruyor. On dakika önce beğendiğimiz bir şeyden bile
sıkılabiliyor, ruh halimiz değişebiliyorsa, ikiyüzlüyüz demektir.
Hangimiz o kadar açık yürekli, o kadar sözünün eri insanlarız?
Birinde bir kusur görünce, o kişiyi üzmemek, rencide etmemek için hep yalanlar
söylüyoruz, yalanımız ortaya çıktığı zaman da ikiyüzlü oluyoruz; düşündüğüyle
dediği bir olmayan. Ha, karşısındakinde kusur görünce kendisindeki kusuru da
fark edebilen insan ikiyüzlülükten sıyrılabiliyor, ama bunu tutturabilene aşk
olsun!
Son olarak Shakespeare’in ünlü oyunu “Hamlet”teki
tanımlamayı hatırlayalım: İnsanın iki hâli vardır; görünüş ve hakikat. Görünüş
ne kadar aldatıcı olabiliyorsa, hakikat de bir o kadar gerçek ve acıtıcı
olabiliyor. O zaman;
- N’ettin?
- Hamlettim!
- Seni ikiyüzlü seniii...
- Teveccühünüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder