Hayatımızda bizi etkileyen, gözle görülmeyen, ancak belli maddelere sahip bir bokluk var, bunun siz de muhakkak farkındasınızdır. Her daim her konuda mutlaka bir pürüz çıkar, bir şeyler ters gider ya; işte Murphy kanunları dediğimiz bir gıcıklık var ve ters giden şeylerin asıl sebebi bu kanunlar, yani bokluklar. Sizler için Murphy’nin meşhur 30 bokunu düşündüm, taşındım, araştırdım, yorumladım...
Maddelere geçmeden önce, çok kısa bir bilgi: Murphy
Kanunları; “Amerikalı mühendis Edward A. Murphy, Jr. tarafından,
başarısızlıklar ve hata kaynaklarının karmaşık sistemlerde incelenmesi üzerine
ortaya konan özdeyişlerdir.” (Vikipedi)
Bu kanunlar ise şu noktaya dayanmaktadır:
“Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve
bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle
bu olasılık gerçekleşecektir.”
Bu da ne demektir? Finagle Kanunu olarak bilinen şu sözün
uzun halidir: “Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir.”
Yani mesela çok stresli bir iş görüşmesine gidecekseniz ve olmaması
için her türlü önlemi aldığınız bir şey varsa ve bunun olmasından
korkuyorsanız, o şey muhakkak olacaktır.
Bunlar gibi daha pek çok Murphy Kanunu sayılabilir. Bazıları
çok bilinenler olduğu gibi, insanların başına gündelik hayatta gelen pek çok şey
de bu kanunlara yenilerini eklemektedir.
Bir şeyin ters gitme
olasılığı varsa, ters gidecektir.
Şu hayatta zaten ters gitmeyecek
ne vardır ki? Dolayısıyla her gün hemen hemen her şeyin ters gitme olasılığı
vardır ve muhakkak ters gidecektir.
Bir şeyin birkaç
şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters
gidecektir.
Bir şeyin ters gitme olasılığı bir dert, o şeyin ters gitme
olasılığına vesile olacak olaylar silsilesinin de hep tersliklerden meydana
gelmesi ayrı bir derttir. Yani başınıza gelecek pis bir şey, en pis biçimde
gelecektir ve buna hazırlıklı olmanız gerekir.
Bir şeyin ters
gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya
çıkacaktır.
Bu noktada “Tanrım beni mi sınıyorsun?!” diye feryat
edebilirsiniz. Evet, Tanrı sizi sınıyor, hem de çok pis biçimde. Ters giden bir
şeyi düzeltme olanaklarından her biri, o anki yaşadığınız gerilim ve stres dolu
durum sebebiyle ortadan kaybolur veya bu olanakları zihninizle iterek
kendinizden uzaklaştırmış olursunuz.
Bir şeyin olma
olasılığı, isteme olasılığıyla ters orantılıdır.
Bu konuda şöyle bir örnek verebilirim; hani lisede falan
inek olduğuna kanaat getirdiğiniz, çok çalışan bir arkadaşınız vardır ya,
sınavdan önce “Ay ben hiçbir şey bilmiyorum ki” der bir de (“Ay” dediği için
muhtemelen de kızdır bu!); sınav sonuçları bir hafta sonra açıklanınca 100
üzerinden 95 aldığını görünce “Ay valla hiç beklemiyordum, hiç çalışmamıştım”
der. Oysa ki siz 100 üzerinden 85’e bile razı halde çalışmışken 65
almışsınızdır, yani orta karar. Veya durakta beklemekte olan otobüs var ve işe
acilen gitmeniz lazım, bu otobüse binmek durumundasınız,
başka şansınız yok. Siz otobüse koşarak yaklaşır ve “Allah’ım ne olur hareket
etmesin!” dediğiniz sürece otobüsün motoru çalışır, otobüs hareket etmeye
başlar. Siz “Allah’ım ne olur uzaklaşmasın, yetişeyim!” dedikçe otobüs hızlanır
ve arada 3 adımlık ya da 3 saniyelik bir mesafe kalmışken otobüs sizi arkasında
bırakarak uzaklaşır.
Er ya da geç olası en
kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.
Eğer herhangi bir durumda kötü bir şeylerin olma ihtimali
varsa, onlar er geç olacaktır. Buna kısaca “Final Destination” filmini bile
örnek gösterebiliriz. İzlememiş olanlar varsa eğer; “Final Destination”
filminde, insan hayatında gerçekleşebilecek olasılıkları en düşük ve en yüksek
ölümler ve kazalar hep birbiri ardına olur ve birbirini tetikler.
Ne zaman bir şeyden
vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.
Bu biraz da bumerang tarzı bir durumdur. Bir şeyden
vazgeçseniz, onu kendinizden uzaklaştırsanız bile, o dönüp dolaşıp size geri
dönecektir. Bunun bir diğer anlamı da, vazgeçtiğiniz, uzaklaştırmaya
çalıştığınız şeyle yaşamak veya baş etmek durumundasınız.
Ne kadar beklersen
bekle, istenmediği zaman gelecektir.
Hani bir şeyin olmasını çok istersiniz, öteki olumlu
gelişmelerin hepsi olacak bu şeye bağlıdır (bu “şey” artık her ne ise!).
Dersiniz ki “Allah’ım ne olur olsun!”... Ama o şey olmaz, olması gerektiği için olmaz hem de. Ve en olmayacak zamanda, belki
de en olmaması gereken zamanda
oluverir. Misafirdeyken telefonunuz çalsın da o vesileyle izin isteyip eve
gitmek istersiniz, ancak telefonunuz hiç ama hiç çalmaz; eve gittiğinizde ve
kafa dinlemek istediğinizde ise telefonunuz hiç olmadığı kadar sık çalmaya,
deli etmeye başlar.
Çözülen her problem
yeni problemler yaratır.
Bunu da doğanın bir kanunu olarak görebiliriz; hayatın
tamamı problem çözmeye dayalı olduğu için biz ne kadar çözersek çözelim,
yaşadığımız sürece önümüze yeni problemler çıkacaktır. Ama bu bir de en kritik
zamanda ciddi bir problemi çözdüğümüzde başımıza yeni ve başka bir problem
olarak çıkmazsa iyi olur, mümkünse öyle olsun!
Her şey yolunda
gidiyorsa kesin bir terslik vardır.
Bu cümle bana biraz septisizm gibi gelmedi değil hani. İşin
içinde bir kuşkuculuk var. Bizim toplumu ya da genel olarak insanoğlunun
aksilikleri çekebilme ihtimalini göz önüne alırsak, eğer her şey yolunda
gidiyor, hiçbir kusur yoksa kesin bir bokluk
var demektir. Bunun için en klasik laf da şudur: “Çok güldük, sonra ağlamayalım?”
Şu ana kadar Vikipedi ve internette yazılı olan genel
kanunlara göre gittim. Artık biraz daha serbest takılıp gerçek hayatta başımıza
gelenlerden ilerleyebiliriz.
Yediğimiz şeyin tadı
güzelse kesin zararlıdır, tadı kötüyse kesin yararlıdır.
Küçüklüğümüzden beri bize hep sebze yememiz, yok efendim
ıspanak yememiz (bu şekilde büyüyeceğiz unutmayın!), sebzeli yemeklerden
kaçmamamız söylenir. Bununla birlikte, bu sağlıklı olarak addedilen sebze ve
sebze yemeklerinin pek çoğunun tadı çocukken (hatta şimdi bile) kötüdür. Ne var
ki, tadı son derece güzel olan pizzalar, hamburgerler, patates kızartmaları
falan hep sağlıksız, zararlıdır- hamburger bir kere sokakta satılan yemek o ne
öyle?! Ya da klasik olarak puding; tadı muhteşemdir ve çocukluğumuzun
vazgeçilmez tatlısıdır, ancak fazla yersek dişlerimize mutlaka zarar verir. Bunu sırf çocukluğa indirgememekte fayda var;
yetişkin halimizle bile yediğimiz tadı güzel olan pek çok şey zararlıdır, ancak
yanına bile yaklaşmayacağımız çoğu şey yararlıdır bizim için.
Ödevi son ana
bırakırsan hep bir terslik çıkar.
Öğretmen bir ödev vermiştir, çok da zor bir şey değildir;
ancak uyuşuk zamanına denk geldiği için “Sonra yaparım” der devamlı ertelersin.
Ertelersin de ertelersin, en sonunda son âna kalır mı o ödev? Hah! İşte o zaman
ayvayı yedin demektir, çünkü son âna kalan o ödevin yetişeceği varsa bile ortam
ve koşullar sebebiyle yetişmez. Mesela öğretmene yetiştireceğin ödevin yazılı
çıktısı lazım ya, onu son dakikada bilgisayardan bastırırken her şey ters gider
ve o iki saniyede basılabilecek ödev basılmaz, sen de düşük puan alırsın.
Sıra size geldiğinde
kurallar değişir.
Bir sırada bekliyorsunuzdur yığınla insanla birlikte,
dakikalardır hatta saatlerdir bekliyorsunuzdur ve artık sıra en sonunda size
gelmek üzeredir. Sıra tam size geldiğinde ya sıra iptal olur, ya ara verilir,
ya başka bir yerde yeni bir sıra açılır vb. ve sıra tam size geldiğinde bütün
kurallar değişir.
Hep hayalini
kurduğunuz şey, onu elde ettiğinizde hayaliniz olmaktan çıkar.
Bir şeyi almanın, edinmenin hayalini kurarsınız hep,
aklınızın bir köşesindedir, çok almak istersiniz. Aldığınız zaman ise artık ona
ihtiyacınız olmadığını anlarsınız, hayalini kurduğunuz şey bambaşka bir şey
oluverir. Bu insanın yaradılıştan beri içinde bulunan doyumsuzluktan ötürü de olabilir belki. Bunu teknolojiyle
benzeştirebiliriz; teknolojide bildiğiniz üzere her dönem bazı akımlar olur,
hep bir şeyler trend yani moda olur, almayı çok istersiniz, deli gibi para
biriktirirsiniz, en sonunda uzun uğraşlar sonucu alırsınız... ve birkaç gün
geçtikten sonra aldığınız şey, istemediğiniz şey oluverir; artık başka bir şey
istiyor olursunuz. (bkz. Apple)
Gireceğiniz sınavın
kolaylığı sizin çalışmanız ve yeterli olmanızla ters orantılıdır.
Hani hep derler ya “Çalışmadığım yerden soru çıktı abi”
diye, hah işte bu odur, yani o madde. Çok geniş kapsamlı bir sınava deli gibi
çalışırsınız, her şeye bakarsınız, her şeyi ezberlersiniz. Sonra mesela son bir
iki konu kalmışken ve bu konular da eften püften iken (ya da ciddi konular bile
olsa) “Artık sınavda da bundan çıkmaz yahu” diye geçiştiriverirsiniz. Atıyorum
5 soruluk bir sınavda, o geçiştirdiğiniz konudan 3 soru birden çıkar ve apışıp
kalırsınız. Bazen de bunun daha tatlı bir versiyonu çıkar karşımıza: çok zor
olacağını bildiğiniz bir sınava çalışmazsınız, kasmazsınız yani, ancak
vücudunuz bunun gizli stresini bir şekilde yansıtır ve uçuklar, sivilceler, hastalanmalar
her şey başınıza gelmeye başlar. Sınava girdiğinizde o kadar da zor olmadığını
görürsünüz, ancak bu sefer de rahatsızlığınız, hastalığınız (veya her ne ise)
sizin sınavı yapmanıza engel olur.
Tanıdık kimseyle
karşılaşmak istemediğinizde tanıdığınız herkesle karşılaşırsınız.
Havanızda değilsinizdir veya genel olan bir ruh hali
vesilesiyle gittiğiniz bir yerde tanıdığınız kimseyle karşılaşmamak istersiniz.
Ne işten, ne okuldan, ne de başka gereksiz bir şeyden konuşmak
istemiyorsunuzdur. Murphy devreye girer ve karşılaşmak istemediğiniz bütün
tanıdıklarınızda orada teker teker karşılaşır, merhabalaşır ve o istemediğiniz
muhabbetlere girmek zorunda kalırsınız. Çalmasını can-ı gönülden istediğiniz
cep telefonunuz da çalmaz ve sizi kurtarmaz. Üstteki maddelerden birinde de
belirttiğim üzere, tam o tanıdık kişiden ayrılır ve kendi kritik işinize
dönersiniz ve cep telefonunuz birden devamlı çalmaya başlar. Lanet olsun!
Bütün gün
beklediğiniz biri/bir şey siz tam evden çıkınca/çıkacakken gelir.
İnternetten bir ürün sipariş etmişsinizdir, siparişiniz bir
iki gün içinde kargoya verilmiştir ve o gün kargo elinize ulaşacaktır. Sabahtan
akşama kadar beklersiniz beklersiniz kargo gelmez, telefonla şubeyi ararsınız, “Çıktı
efendim yolda,” derler yine beklersiniz ama gelmez. O sırada acil bir iş çıkar
ve evden çıkmanız gerekir; ya çıktığınızdan sonra gelir kargo ve sizi evde
bulamadığı için kapıya not bırakır siz de ertesi gün tıpış tıpış şubeye gitmek
zorunda kalırsınız, ya da siz tam kapıyı kilitlemişken gelir ve bütün kilitleri
tekrar açıp kargoyu eve bırakırsınız, bu sırada da acil işiniz iyice gecikir.
Siz evde otururken
hava normaldir, siz evden çıktığınızda bozar.
Hava durumu o gün için kısa aralıklarla yağmur vermiştir ve
siz evde otururken hava günlük güneşlik, belki biraz parçalı bulutludur. “Yağmur
yağmazken hadi bir yere gidip geleyim,” diye niyetlenerek evden çıkarsınız ve
çıktığınızın 10. dakikasında siz tam sokakta veya caddede yürürken birden
yağmur bastırıverir, su içinde kalırsınız. Ya da hava durumu o gün için
soğuyacak diye uyarı vermiştir, üzerinizi sıkı sıkı giyinirsiniz ve dışarı
çıkarsınız. Havanın enteresan biçimde günlük güneşlik olacağı tutar ve siz aceleyle bir
yerden bir yere yürürken üstünüzdeki kalın giysiden ötürü terlersiniz,
üstünüzdekileri çıkarıp öyle yürümeye başlarsınız ve giysilerin ağırlığından
ötürü yürürken daha fazla terlersiniz.
Telefonunuz en rahat
zamanınızda çalmaz, en olmadık zamanda çalar.
Bu, yukarıdaki “telefonun en olması gerektiği zamanda
çalmayıp en olmaması gerektiği zamanda çalması” maddesine kısmen uyuyor gibi.
Yine de kendi içinde bir kıllığı yok değil. Birinin sizi aramasını
bekliyorsunuzdur ve önemli bir şey konuşacaksınızdır; beklersiniz beklersiniz
(yukarıdaki maddede kargoyu beklediğiniz gibi) ama telefon hiç çalmaz. “Neyse
bir duş alayım bari” diye duşa girdiğinizin 1. dakikasında telefon çalar duştan
sırılsıklam çıkarak telefonu açmak zorunda kalırsınız. Belki de biraz
kestireyim diye düşünüp gözlerinizi dinlendirmeye koyulursunuz; gözlerinizi
kapattığınız andan itibaren telefon çalmaya başlar, gözleriniz açık siz de
ayıkken telefon bir kez bile çalmaz.
Bütün güzel/yakışıklı
insanlar birbirleriyle çıkar, senden uzaktır.
Hepimizin hayalidir kendimize uygun, kendi zevkimize hitap
eden bir karşı cinsi (veya hemcinsi) bulup onunla bir ilişki yaşamak, onu
sevmek. Ancak Murphy hayatımızın bu noktasının da içine sıçmaya endeksli olduğu
için, sizin kendinize en uygun sanarak zihninizde seçtiğiniz kişi, sizden en
uzak kişi olur. Bir süre sonra bu durum kendini öyle acı biçimde göstermeye
başlar ki, zannedersiniz kafanızda kurduğunuz bütün güzel insanlar hep başka
güzel insanlar için yaratılmıştır, güzel ve yakışıklı insanlar hep
birbirleriyle beraber olmak üzerine kuruludur bu sistem, size zırnık koklatmaz!
Bu maddenin bir diğer hali de şudur: birinin seni sevme oranı, senin onu sevme
oranınla ters orantılıdır.
Bir şeyin yapılışı ne
kadar kolay gözüküyorsa, o kadar zordur.
Bir şeye bakıp “Ehehe ne kadar kolay lan bu!” dediğimiz ve
bu kolay sandığımız şeyi yapmaya çalıştığımız olur sık sık. Ancak hiçbir şeyi
kolay sanmamakta fayda var; en basit bir iş bile çetrefilli bir hal alabilir,
ya da zaten çoktan öyledir! O şeyi yapmaya yeltenirsiniz, beceremezsiniz,
diretir ve en sonunda pes edersiniz ya, sonra biri gelir onu sizin
yaptığınızdan çok daha kolay biçimde yapar ve g-ö-t olursunuz. Sonra siz yine
denersiniz ve yine olmaz. Siz yaparken zordur, başkası yaparken kolay. Senin
adaletini Murphy...!
Aşağıladığın, küçük
gördüğün insan senden daha iyisine sahip olur.
Bunu “Kimseyi hor görme” adına kabullenebiliriz belki.
Günlük hayatta hepimiz önyargılarla çevrilmiş durumdayız ve insanları dış
görünüşünden tutun, söylediklerine kadar belli kalıplar içine oturtmaya
çalışıyoruz. Mesela kızın birini gördünüz yolda, oldukça şişman, yüzünü bir
miktar sivilce basmış durumda, gözlük takıyor ve komik duruyor, saçları dağınık
gibi, yani size tam bir “Looser (Kaybeden)” olarak gözüküyor. Öyle bir an gelir
ki, sizin kazanacağınızdan veya alacağınızdan emin olduğunuz bir şeyi siz değil
o kız alır ve sizin siniriniz tavan yapar, içinizden okkalı bir “Siktiiiiiir!”
çekerken başınız öne eğik biçimde yolunuza devam edersiniz.
Veya inek tipli bir eleman vardır, geceden sabaha bilgisayar
karşısında oyun, internet falan kasıyordur, acayip film ve dizi falan
izliyordur, dersiniz ki “Bu tipin kız tavlama olasılığı çok düşük”. O tip,
sizin hayatınız boyunca ulaşamayacağınız seksilikte bir hatunla öyle bir anda
yan yana gelir, hatta onu öper ki, apışıp kalırsınız.
Televizyon izlemek
üzere yemeğe oturduğunuzda izlediğiniz program reklama girer.
Sofrayı kurarsınız, o çok sevdiğiniz program sürmektedir,
programı yemek eşliğinde izlemek istersiniz, tam her şey kurulur, yerlerinize
oturursunuz- derken program reklama girer ve siz yemek boyunca reklam
izlersiniz. Reklam biter, tam program geri dönmüşken biri arar ve yemek
sırasında onunla konuşmaktan programı izleyemezsiniz. Telefon konuşması biter,
yemek de biter, siz sofrayı toplarken program geri döner. Siz sofrayı toplamayı
bitirip salondaki yerinize oturduğunuzda program tamamen biter.
Sigara dumanı
içmeyene doğru gelir.
Sigara düşmanlarının ve sigara içme yasağını savunanların en
muzdarip olduğu konu kesinlikle budur. Eş, dost, aile veya arkadaş ortamında
oturulduğunda veya herhangi bir yerde herhangi biriyle oturduğunuzda,
durduğunuzda, ne yapıyorsanız yapın, sigara dumanından rahatsızsanız eğer, o
duman en çok size gelir. Yönünüzü değiştirirseniz sigaranın yönü de değişir. O
sigara dumanına illa maruz kalırsınız.
Buna bir ekleme de şöyle yapabilirim: otobüs gelmesini uzun
uzun beklerken sigara içmeye niyetlenirseniz, sigaranızı yakıp daha iki nefes
çektiğiniz anda otobüs geliverir ve sigaranızı söndürmek zorunda kalırsınız.
Kaçınılmaz bir şeydir bu.
Bozuk bir alet tamire
geldiğinde çalışır.
Size günlerce, haftalarca (belki aylarca) çile çektiren
bozulan aleti tamire götürmeye karar verirsiniz. Gelin görün ki, aleti tamire
götürdüğünüzde çalışacağı tutar ve hiçbir problem gözükmez. Siz aleti alıp evinize
geri döndüğünüzde alet yine aynı problemi yaratır.
Cep telefonunuz şarj olmuyordur, telefonda veya şarj
kablosunda bir problem vardır. Teknik desteğe götürürsünüz, adam orada şarj
kablosunu prize takar, ucunu da cep telefonuna bağlar ve oh la la! Telefon şarj
olur. Adam, “Bunda bir sorun yok,” diye size telefonu ve kabloyu geri verir,
eve gelip şarja takarsınız ve o da ne? Şarj olmaz!
Bunun insana uyarlanmış hali de kesinlikle hastalıktır;
günlerce bir hastalığınız olur, çok fenasınızdır, acıdan ve ıstıraptan
kurtulmak için hastaneye gidersiniz ve doktorla randevunuzdan 10-15 dakika önce
rahatsızlığınız azalır, hatta kesiliverir.
Anlamıyorsanız çok
açıktır.
Kimi zamanlar olur, en basit şeyler bile komplike görünür
(yine yukarıdaki maddelerde yazdığım üzere). Kafanız o kadar uzun süre yoğun ve
karmaşık şeylerle meşgul olmuştur ki, en sonunda biri size basit, son derece
açık bir laf ettiğinde anlamamaya başlarsınız. “Pardon abi kafam çok karışık,
bir daha söylesene,” diye defalarca karşınızdakine söylediği şeyi tekrar
ettirirsiniz ve kafanız isteseniz de basmaz, o an için mümkün değildir.
Tüm genellemeler
yanlıştır.
Demiştim ya insanlar etiketlemeye ve önyargıya son derece
açıktır diye, işte aynı o hesap; siz 10 kişide rastladığınız bir durumla ilgili
genelleme yapmaya çalıştığınız zaman, 11’inci kişi illa genellemeye ters düşer.
Bunu sadece kişi bazında değerlendirmeyebiliriz; herhangi bir olay veya durum
bile genellemelere karşı son derece Murphy’liktir. Hani derler ya “Yağmur
yağması için havanın kapalı olması lazım, ama hava her kapalı olduğunda yağmur
yağmaz,” diye, aynı mantık. Bir şey genellemeye çok müsait olduğu halde,
genelleme yapılamaması için mutlaka
bir yan gerekçesi bulunur.
Baş/diş/göz/kulak vb.
ağrısı hep en olmadık zamanda başınıza gelir.
Uzun bir süre çalışmışsınızdır, çok çalışmışsınızdır ve bir
tatil planı yapıp her şeyi ayarlayarak tatil için yola çıkmışsınızdır. İki üç
günlük, belki de beş günlük tatilde daha ayağınızı tatil kapısından içeri
attığınız anda Allah’ın belâsı bir baş/diş/göz/kulak vb. ağrısı başlar ve tatil
boyunca sürer, tatilinizi zehir eder. Tatilden döndükten sonra ise aniden
kesilir.
Her şey duruma göre
değişir.
Sıra size geldiğinde kurallar değişir hesabı, ancak onun
daha genel halidir bu. Hemen hemen her şey için duruma göre değişme ihtimali
bulunur ve bu duruma göre değişebilir olma hali, sizin durumunuzla kesinlikle
ters orantılıdır. Bir konuyla ilgili biri, “Şimdi o duruma göre değişir tabii,”
derse, o konuyla ilgili değişme özelliği en kıl biçimde değişir ve sizi zorlar,
canınızdan bezdirir.
Gizli hata gizli
kalmaz.
Bir hata yapmışsınızdır, ancak büyütülecek bir şey değildir
ya; siz geçiştirdiğiniz için o gizli hata gizli olmaktan çıkar ve bariz bir
hata haline gelir ve sizi perişan eder, rezil bir duruma sokar, günah keçisi
haline gelirsiniz, el âlemin maskarası olursunuz, kesin! O yüzden hiçbir
hatanın küçük, değersiz ve “gizli” olduğunu düşünmeyin, ufak da olsa hata
yapmamaya özen gösterin.
Ve son olarak da, onlarca, hatta yüzlerce bulduğum Murphy
kanunları arasında belki de en saf, en güzeli, en yüz güldüreni:
“Yaşam” siz başka
planlar yaparken olan şeydir.
Hayatta herkes illa bir plan, bir program yaparak, kafasında
bir şeylerin hayalini kurarak yaşamaya adar kendini; hep belli uzun veya kısa
vadeli hedefleri, hedefler olmasa bile 5 ya da 10 dakika sonrasında yapmak
istediği/yapacağı bir şey olur. Belli bir okula gitmek, belli bir bölümde
okumak, belli bir işi yapmak, belli birini sevmek, ona âşık olmak, belli bir
hayatı yaşamak üzere kendinizi adarsınız; “yaşam” bunların hepsini kurduğunuzda
bunların dışında başınıza gelen her
şeydir...
Evet efendim, kısaca Murphy denen, Edward A. Murphy, jr.
uzun adlı Amerikalı mühendis şahsın maddelerini çıkardığı ve benim aralarından
seçip hakkında yorumlarımın olduğu 30 adet özdeyiş bu şekildedir. Kaynak olarak
başta Vikipedi, Ekşi Sözlük ve kendi kafam olmak üzere, Google’dan da aratarak
pek çoğuna ulaştım. Dediğim gibi bu yazdıklarım bir seçmece; daha bunlar gibi
pek çoğu var; Google’da “Murphy Kanunları” diye aratmanız yeterli olacaktır.
Hatta ben sizin için Vikipedi’de uzunca sıralanan bir listeyi de paylaşayım: Murphy Kanunları.
Bu Murphy’nin otuz boku ve daha nicesiyle hayat daha da
güzel(!) galiba.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder