George Orwell’in bir korku imparatorluğu, bir distopya
olarak kaleme aldığı “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı kitap; hem günümüzün
genel olarak toplum düzenini, hem Büyük Birader kavramını, hem iktidar-vatandaş
ilişkisini, hem de bugünün Türkiye’sini çok güzel özetleyen, rahatsız edici bir
hikâye.
1984 yılında yaşamakta olan Winston Smith, insanlığa, yaşama
dair umudunu kaybetmiş, Büyük Birader denen sorgulanamaz, karşı çıkılamaz şahsa
ve Parti’ye hizmet etmekle görevli bir kâtip/yazmandır. Görevi; Doğruluk
Bakanlığı’nın Kayıt Departmanı’nda kendisine verilen bilgiler doğrultusunda
geçmiş evrak ve kayıtları düzelterek Parti’nin şimdiki işleyişine uygun ve
doğru olmasını sağlamaktır.
Yaşanılan dünya ise çekilmez bir hâle gelmiştir; savaş
sürmektedir, insanlar kıtlıkta yaşamaktadır, tüketilen bütün ürünler ve her şey
eski, kullanışsızdır. Bütün dünya tamamıyla bir distopyaya gömülmüş haldedir.
Düşüncesuçu denen bir suç vardır ve insanlar bu suçtan kaçınmak için ellerinden
geleni yapmaktadırlar. Parti’ye direniş, Büyük Birader’e direniş asla kabul
edilemez ve direnme, karşı koyma düşüncesi başlı başına bir düşüncesuçudur.
Yeni bir konuşma
dili, Yenisöylem
Hikâyede aynı zamanda Yenisöylem diye bir tabir yer
almaktadır. Bu tabir doğrultusunda insanların günlük hayattaki konuşmaları
değiştirilmekte, hâlihazırdaki kelimeler için yenileri türetilmekte, günlük
konuşma dili daha basite indirgenmektedir. Amaç, bir süre sonra Yenisöylem
vesilesiyle insanların konuşmak için daha basit, düşünmekten uzak kelimeler
kullanmalarını sağlamak, düşünce yapısını basitleştirmektir. Düşünceyi basite
indirgemek de, basit bir zekâyı ve basitliği, daha doğrusu cahilliği
beraberinde getirir.
Yenisöylem sayesinde iyi veya kötü her durumu belirtmek için
tek bir kelimeye ihtiyaç duyulacaktır ve bu tek kelimeler sebebiyle konuşma
dili, dahası dilin kendisi değişerek
bozulacak, basitleşecektir.
Eskinin yerine yenisi yazılır; bugünün yenisi, asıl eski olur.
Tarih yeniden yazılır.
Çiftdüşün! Dünün
doğrusunu bugün yanlış say!
Yenisöylemdeki en önemli kavramlardan biri de çiftdüşündür.
Çiftdüşünmeyi uygulayan vatandaşlar, Parti’nin söylediği her yalana kendilerini
inandırmakta güçlük çekmezler. Kaldı ki Parti üyeleri de çiftdüşün sayesinde
daha önce A dediklerine şimdi B demekte güçlük çekmezler, çünkü artık A zaten
yoktur. Geçmiş değiştirilmektedir ve Parti’nin söylediği son doğru neyse esas
doğru da odur. Bugün veya yarın olan ne varsa bu İç Parti’nin yararına olacak
biçimde değiştirilip düzeltilir ve insanların çiftdüşünmesi sağlanarak dün olan
sanki hiç olmamış gibi davranılıp
yarın daha rahat karşılanabilir.
"En azından artık anarşiden endişelenmemize gerek yok."
Saflaştırılmış,
köreltilmiş, cahilleştirilmiş bir toplum
Kitapta eleştirilen en büyük konu, toplum. Toplumun
cehaleti, koyun sürüsü olması, bir lidere veya bir zümreye taparcasına, sorgulamadan, eleştirmeden hareket etmesi; dahası
eleştiren biri olursa onu dışlaması ve kendinden soyutlaması toplumun
cehaletinin bâki kalması için yeterli bir durum.
“ SAVAŞ BARIŞTIR. ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR. CEHALET GÜÇTÜR.”
Bu sloganlarla esasında hem toplumun kendisi, hem toplumun
işleyişi son derece güzel biçimde özetlenmektedir. Cehalet içinde bırakılan
halk, “cahil cesareti” diyebileceğimiz cesaretle, özgür olduğunu düşünerek,
ancak özünde bir köle olarak hareket etmektedir ve gözünün önünde olan biten
yanlışları, yalanları, dolanları, aptallığı görmezden gelebilmektedir.
Romanın baş karakteri Winston Smith’in de canına tak eden
budur zaten: gözünün önünde olup biten yobazlık, cehalet karşısında insanların
umarsız kalması, herkesin makineleşmesi, duygusuzlaşması, mantık ve düşünceden
uzak davranması, İç Parti’ye ve Büyük Birader’e bir dine tapar gibi tapması... Roman
boyunca Winston, “İnsanlar nasıl bu kadar cahil olabilir? Bu toplum ne zaman
ayaklanacaktır? Ne zaman aklı başına gelecektir ve doğruyla yanlışı ayırt
edecektir?” şeklinde düşünerek karamsarlığa kapılır. Kendisi gibi olan, akıllı
olan, düşünebilen, geçmişle geleceği ayırt edebilen, neyin doğru neyin yanlış
olduğuna kendi analitik ve eleştirel düşünce yapısıyla karar verebilen
insanların olması umuduyla yaşar.
Üst, orta ve alt
kesim; toplumun yönetiliş biçimi
Romanda “Oligarşik Kolektivizmin Teori ve Pratiği” adında
bir kitap yer almaktadır ve kitapta anlatılan toplum yapısı ve toplumun
yönetiliş biçimi, esasında bugün dünya genelinde çoğunlukta olarak uygulanan
yönetiliş biçimidir. Totaliter bir yönetime sahip parti ya da üst kesim, halkı
korku, propaganda, beyin yıkama sayesinde manipüle etmektedir ve bu sayede her
daim iktidar olmaktadır. Üst-orta-alt kesim olarak irdelenen yapıda; üst kesim
her daim orta ve alt kesimi yönetmeye dayalıdır, var olan yönetim biçimine yeni
insanlar getirilir ve alt kesim koyun gibi güdülür. Orta kesim, her daim üst
kesimle çatışır ve üst kesimin yerine gelmeye çalışır, amacı üst kesime her
daim muhalif olmak ve üst kesimin yani iktidarın yapısını alaşağı etmek,
yıkmaktır. Alt kesim ise devamlı olarak manipüle edilen, yönetilen, kendi
düşünce yapısı olmayan, düşüncelerinin hepsi iktidar tarafından sunulan ve
bunları sorgusuz sualsiz kabul edip savunan kesimdir. Her zaman koyun gibi
güdülmeye mahkûmdur ve karşı çıkma, eleştirme olanağı yoktur çünkü üst kesim
tarafından cahil bırakılır, ancak bu ustalıkla yerine getirildiği için alt
kesim buna hiçbir zaman karşı çıkamaz.
Büyük Birader. Tayyip'e ne kadar benziyor değil mi?
Burada, romanın içinde geçen “Oligarşik Kolektivizmin Teori
ve Pratiği” adlı kitapta toplumun yapısı ve yönetilişi şu cümleyle
belirtilmektedir:
“Her yerde aynı piramit yapısı, yarı kutsal bir öndere
tapınma, sürekli savaşa dayanan ve sürekli savaşa hizmet eden bir ekonomi.”
Bunu aynı bu kalıpla kullanan ve bunu etkili biçimde
gerçekleştiren her iktidar her zaman en üstte olmayı garantiler. Hep aynı
düşünce yapısı (“Her yerde aynı piramit yapısı”), aynı fikirde insanlar, hiçbir
eleştirel görüş veya fikrin olmaması; iktidara gelen başkana veya başbakana, Büyük Birader'e tapınma (“Yarı kutsal bir öndere tapınma”), onun sözünden dışarı çıkmama, onu
eleştir(e)meme, ona karşı çıkamama; halkın her daim desteklediği, sloganlar
attığı bir tartışma, kavga, ayrımcılık, ötekileştirme, savaş (“Sürekli savaşa
dayanan ve sürekli savaşa hizmet eden bir ekonomi”). “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”
adlı romanda bahsi geçen toplum yapısını kurmak ve muhafaza etmek için bu
yöntem her daim kullanılabilir ve kullanılmaktadır da.
2+2=5 - Mükemmel Distopya
2+2=5
İktidarın vatandaşı kendi söylediğine inandırma ve öyle düşünmesini
sağlama yöntemi olarak da beyin yıkama
görülebilir; önce geçmiş, bir yalanla yeniden yazılır, ardından bu yeniden
yazma sanki asında var olan gerçek
olarak görülür ve vatandaş buna inandırılır,
ikna edilir. Buna karşı gelmek zaten
düşünce suçudur. Düşünce suçuyla ilgilenen düşünce polisi adında, insanları her daim izleyen polisler de romanda yer almaktadır ve düşünce polisinden düşünsel açıdan kaçmak zordur. Çünkü insan yasadışı, yasak bir şey düşündüğünde bu yüzünde mimik olarak veya bedeninde tavır ve davranış olarak kendini belli eder, insan bu konuda kendini tutamaz ve bu vesileyle, bütün bir ülkeyi izleyen Büyük Birader sizin düşünce suçu izlediğinizi bilir, öğrenir. Düşünsenize, herhangi bir konuda dikta edilen düşüncenin tam zıttını düşünmenin imkânı yoktur, çünkü bir kez düşünüldü mü, düşünce polisinin bundan mutlaka haberi olur ve dibinizde bitiverir.
Winston’ın başına gelen de aynen böyledir; düşüncesuçu.
Kendisi gibi isyankâr Julia’yla aşk yaşar ve sevişir - ki aşk yaşamak ve
sevişmek, sevişmeden alınan haz Parti tarafından yasaklanmıştır ve kimse
kimseyle cinsel münasebette bulunamaz (bkz. “Hayat içki ve seksten ibaret
değildir”). Winston Julia’yla bu cinsel münasebeti gerçekleştirdiği için
düşünce polisi tarafından yakalanır ve bütün hayalleri suya düşer. Bundan
sonrası beyin yıkamadır.
Kaç parmak görüyorsun Winston?
Beyin yıkama denilen ise, en basit ifadeyle var olan bir
gerçeğin çarpıtılarak yüksek rütbeli kimseler tarafından nasıl söyleniyorsa
öyle olduğunu kabullenmektir. Yani, romanda da anlatıldığı üzere, 2+2=4 iken,
eğer Parti, Büyük Birader buna 2+2=5 diyorsa bunun doğru olduğunu kabullenmek,
buna inanmak ve 2+2=5’in doğru olduğunu düşünmeye
zorlamaktır beyin yıkama. Winston beyin sıkama süreci boyunca “Benden
gözümün önünde olan gerçeği inkâr etmemi nasıl bekleyebilirsiniz? 2+2=5 dememi
istiyorsunuz, ancak mantığım bunu reddediyor” diyerek karşı koymaya çalışır.
Aslında bu karşı koymak da değildir; bu, adın Winston Smith olsa dahi, “Senin
adın Paul Johnson,” dendiğinde kendi adının Paul Johnson olduğuna inanmak ve daha önce hiç Winston Smith olduğunu
bilmemektir. Bir şeyi bilmek veya
bilmemek ise romanın en önemli noktalarından biridir. Gerçek hayatta gördüğün,
somut bir kanıtının olduğu gerçeği, zihnine işleyen bu gerçeği nasıl inkâr
edebilir, sanki zihnine hiç girmemiş gibi yapabilirsin? Hatta daha da zoru, “gibi
yapmak” yerine nasıl bunun olmasını sağlayabilirsin? Mantık olarak imkânsız bir
şey. İşte beyin yıkamanın teoride basit, ancak pratikte zor olmasının ve bu yolda
Winston’ın eriyip gitmesinin nedenlerinden biri de bu.
“Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” sert, sert olduğu kadar da - ne
yazık ki - toplumu çok iyi irdeleyen, özetini çok iyi çıkaran, toplum yapısını
ve yönetilişini, sadece yazıldığı dönem için değil; bugün ve yarın da aynı
sistemin işleyişi şeklinde geçerli kılan bir roman. Açıkçası roman içindeki “Oligarşik
Kolektivizmin Teori ve Pratiği” adlı bölümü okurken çok sıkıldım, daraldım,
bunaldım; ancak okudukça “Hmmm” dedim, “demek toplumda her şey böyle böyle iken,
böyle böyle olabiliyor,” diye düşündüm. Toplumun her daim savaş, çatışma için
devam ediyor oluşu, bilimden ziyade silah yapımına önem verilmesi, insanların
tek düşünce yapısına sahip olması kitapta anlatılırken sıkıcı gibi duran, ancak
tam da içinde yaşadığımız toplumu ve dünyayı özetleyen örnekler.
Gelelim bu kitabın Türkiye’ye uyarlanmasına... Bu noktada
Türk halkı ve din gibi iki kavramla karşılaşıyoruz. Bu noktada şu anki iktidar
partisi olan AKP’yi sonuna kadar eleştirebilirim, ancak toplum ve siyasete
bakarsak bütün bu olaylar geriye de dayandığı ve önceki iktidarlarda da benzer
sistemler uygulandığı için, iktidar yerine halkı incelemekte fayda görüyorum.
Hatırlarsınız, Aziz Nesin zamanında “Türk halkının %60’ı aptaldır” demişti ve
bu laf bugüne kadar pek çok yerde konuşuldu, kimi eleştirdi kimi hak verdi vb.
pek çok şekilde tartışıldı. Ancak şunu rahatça söyleyebilirim ki, evet, Türk
halkının %60’ı aptaldır. Ve bu aptallık, halkın büyük çoğunluğunun ne ile
aldatıldığına bakılarak çözülebilir: birincisi din, ikincisi ise tarihtir.
Bir halkın dinden başka inandığı veya inanacağı hiçbir şey yoksa,
dahası din üzerinden manipülasyona hazırsa, o halk aptaldır, cahildir ve “Bin
Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı romanda da belirtildiği üzere; cehalet mutluluktur. Türk halkının cehalet sayesinde herhangi bir
konuda endişe duyması gerekmediği için insanların pek çoğu da halinden
memnundur ve devleti, dahası iktidarı bu vesileyle daha çok sever. AKP’nin
“Allah ile aldatması” da tam olarak buradan gelmektedir. Aldatılmaya aç olan
bir halk, en büyük zaafı olan din tarafından kandırılmaktadır. Aynı kitaptaki
çiftdüşün mantığına uygun olarak, bugün başbakanın “Zamanında bize şöyle
dediler, bize böyle yaptılar, bizi ezdiler büzdüler” şeklindeki açıklamaları da
bir çiftdüşün tekniğidir. Yakında
tarih kitaplarının değiştirilmiş olduğunu görürseniz şaşırmayın - belki de
çoktan değiştirilmeye başlanmıştır bile! Klasik edebiyat eserlerine uygulanan
sansürleri, yapılan değişiklikleri her gün gazetelerden okuyoruz. Üstüne
üstlük, kültür seviyesi hem dünya çapında hem kendi içinde yerlerde sürünen bir
toplum olarak kitaplara da gereken değeri veremiyoruz ve bizim fikir ve
düşüncemize yabancı olan edebî eserlerden şikâyet edip okutulmasına itiraz
edebiliyoruz. “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş
demektir,” diyor ulu önder Atatürk. O kadar doğru bir söz ki, bugünün Türkiye’si
için düşündüğümüzde damarımızın kopmuş olduğu, kangren olduğumuz, kültürel
açıdan süründüğümüz rahatlıkla görülebilir. Kitap okumuyoruz, okuduklarımız
bizi bilgilendirici, eğitici, öğretici değil, analitik ve eleştirel düşünceye
teşvik edilmiyoruz ve bu da bizi (mecazi anlamda) yobazlaştırıyor.
Ancak yobazlığı sadece mecazi anlamda değil, din anlamında
da ele alabiliriz: Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı
yapmaya yönelen o kadar çok insan var ki bizim toplumda, o kadar büyük bir
çoğunluk ki, azınlığın kendi fikrini, kendi düşüncesini belirtmesinin, bunu
savunmasının imkânı yok. Başka dinden olanlara veya dinden tamamen bağımsız
olan (ateist) insanlara toleransımız sıfır! Onların fikrine gelince kutsal,
bizim fikrimize gelince onların fikriyle çatıştığı için “Sen benim inancımı
sorgulayamazsın!”.
Başka şeye gelince, "Hırsız, cahil, sapık!";
dine gelince, "Dinimle alay edemezsin!"
Bugün tek bir kutsal kitaba bağlı kalarak diğer pek çok şeyi
(hatta her şeyi) inkâr edip pek çok aldatmacaya inanacak insanlar olduğu için,
halkın manipüle edilmesi de o kadar kolaylaşmaktadır. Bunu sadece Türkiye
bazında düşünmek doğru olmaz; dünya üzerindeki pek çok inanışta, pek çok
kutsalda da bu durum geçerlidir. Kutsal olan, dogmatik olan herhangi bir şey,
aynı Büyük Birader gibi, sorgulanamadığı ve aksi iddia edil(e)mediği için
olduğu gibi kabul edilmektedir ve cehalet de buradan gelmektedir.
“Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” romanında Winston’ın
yaşadıklarını okurken, onun çevresindeki insanların, bugün sokağa çıktığımda
çevremde karşılaştığım insanlardan farklı olmadığını görüyorum;
duyarsızlaştırılmış, kendi fikri olmayan, kendisine dayatılan fikirleri takım
tutar gibi tutan ve bu bağlamda eleştiriye de tahammülü olmayan, eleştirmeye
çalıştığında da akıldan ve izandan tamamen yoksun argümanlarla saldıran insanlar. Bu tip insanlarla
yaşadıkça, insanın aynı Winston gibi içinden isyan edesi, gelecekte aydınlık
günler göreceği umudunu besleyip bunun için bir şeyler yapası geliyor... fakat
ne yazık ki buna da imkân verilmiyor veya kendi kendimize imkân yaratmaya
çalışmıyoruz, gayret etmiyoruz, çaba göstermiyoruz.
Allah ile aldatmak.
Hâl böyle olunca, bizim toplumumuzda Allah ile aldatanlar
olup Allah ile aldanan kitle çoğunlukta oldukça, dünya genelinde ise çeşitli
farklı fikir ve görüşlerle aldatılan, manipüle edilen insanlar oldukça, “Bin
Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı roman bugün veya yarın, 10 yıl sonra, 20 yıl sonra
bile okunduğunda yine o günü çok iyi anlatan ve eleştiren bir roman olmaya devam
edecek.
Her şey, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmekte; “Ben
bunun doğru olduğunu düşünüyorum ve buna inanıyorum” diyebilmekte; 2+2=4
ediyorsa “2+2=4” diyebilmekte; baskıya, sansüre, yasaklamaya karşı olup köleliğin
getirdiği cehaleti ve özgürlüğü eleştirip zincirleri kırarak esas özgürlüğe
kavuşabilmekte. Hepinize böyle yapabildiğiniz, böyle yaşayabildiğiniz günler
diliyorum. Eğer böyle yaşıyorsanız ise tebrik ediyorum.
Kitabın filmine gelince... 1984 yılında gösterime giren
versiyonu biraz tekdüze anlatıyor gibi geldi bana, sadece kitaptaki olayları
anlatmaya yönelik, derinlikten veya karmaşadan uzak, olduğu gibi anlatan bir
film. Tabii kitapta anlatılan onca toplumsal ve psikolojik konuyu filme tamamen
aktarmalarını beklemek de yanlış olur. İzlemezseniz bir şey kaybetmiş
olmazsınız, eğer kitabı okumak istemiyorsanız veya sıkıcı geldiyse filmini
izlemenizi tavsiye ederim. Ancak kitabı okumanızı daha çok tavsiye ederim çünkü
gerçekten derinlikli bir kitap.
Tayyipe benzetmene sesli güldüm reis.
YanıtlaSilKendisi doğuştan bile Büyük Birader olabilir. :)
YanıtlaSilSiyasi görüşünü kendine saklasaydın daha iyi olurdu. senn görüşüne ihtiyacımız yok.
YanıtlaSilBlog sayfası şahsi sayfam olduğu için siyasi görüşümü belirtmekte bir sakınca görmüyorum. Ayrıca herhangi bir siyasi görüş belirtmiyorum, siyasi bir eleştiri yöneltiyorum.
SilBu kitap hangi akım ile yazılmıştır? emperyalizm mi
YanıtlaSilBu kitap akım ile değil, komünizm ve faşizm eleştirisi olarak yazılmıştır, ben öyle düşünüyorum.
Silçok teşekkür ederim ama sınav sorusu olarak çıkıcak karşıma sizce bunu mu yazmalıyım?
SilBu benim kendi görüşüm. Sınav sorusu olarak karşınıza çıkacaksa daha detaylı araştırma yapmanız gerekir. Ben emperyalist bir akımla veya herhangi bir akıma bağlı kalınarak yazıldığını düşünmüyorum; daha çok başka fikir ve ideolojilere karşı yazılmış bir eser. Araştırdığımda da bu sonuç çıktı. Umarım yardımcı olabilmişimdir.
Silçok teşekkür ediyorum size.
YanıtlaSilRica ederim. Ama dediğim gibi, detaylı bir araştırma yapmanızda fayda var.
SilEline sağlık Gökhan çok beğendim hayvan çiftliğini dün okudum bu kitabıda hemen bugün alacağım
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkür ederim. :)
Silbu kunu hakkında kısaca genal bi bilgi verirseniz iyi olur, anlayamadımda
YanıtlaSilHangi konu hakkında ne gibi genel bir bilgi?
Sil