Yok eski Türkçeydi, yok yeni Türkçeydi (İstanbul Türkçesi)
derken, bir yandan da kapitalizm ve onun bize dayattıkları vesilesiyle dil
bambaşka bir hâl alıyor ve ortaya, dayatılmakta olan yeni kelimelerle, içimizde
var olan kelimelerin karışımı bir konuşma dili, yeni bir Türkçe çıkıyor: Plaza
Türkçesi, nam-ı diğer Türkilizce. Bunu process edip gerçek hayatta
apply edebildiğimiz sürece hiçbir sorun yok!
İnsanın iletişim kurmak üzere kullandığı dil devamlı değişim
hâlindedir. Bir dille ilgili “Eski hâli” ve “Yeni hâli” şeklindeki tabirler de
şüphesiz bu yüzdendir. Yaşı büyük dilin eski hâlini kullanmayı sever, çünkü onu
benimsemişlerdir; yaşı daha genç ve küçük olanlar dilin yeni hâlini kullanmayı
sever, çünkü dilin değiştiği bir dönemde dünyaya gelmişlerdir ve onu
benimsemişlerdir... Bir de dili kendi işine, eğitimine göre uyarlayanlar vardır
ki, tam olarak uyarlayamazlar ve ortaya karışık bir dil çıkmış olur.
Dilimize ne kadar sahip çıktığımız tartışılır; hâlâ “Dahi
anlamındaki de ayrı yazılır!”, “Bağlaç olan ki ayrıdır!” diye birbirimizi
uyarıp duruyoruz ve insanlar hâlâ bu yanlışları yapmaya -ısrarla!- devam
ediyor. Bunun biraz kültürsüzlükten, biraz kitap okumamaktan, bolca da zihin
tembelliğinden ötürü olduğunu düşünüyorum, orası ayrı.
Televizyonda Bülent Ersoy’u, “Efen’im, fevkaladenin de
fevkinde!”, “Heyet-i umumiyenin kararı önemlidir” diye konuşurken gördüğümüzde,
yaşı büyük insanlar her ne kadar anlıyor olsa da, biz gençler ve yetişkinler
için o konuşma tam bir kâbus hâline geliyor! Çünkü Ersoy’un konuştuğu Türkçe,
eski Türkçe. Hatta kısmen Osmanlı Türkçesi. Ama bu Türkçeye sadece popüler bir
figür olan Bülent Ersoy’un konuşmasında rastlamıyoruz; Türk edebiyatının klasik
eserlerine de baktığımızda pek çoğunda eski Türkçe dilinin hâkim olduğunu görebiliriz.
“Mâmâfih” kelimesinin varlığından, birkaç sene önce okumaya çalıştığım, Remzi
Yayınları’ndan çıkan “Çalıkuşu” adlı roman sayesinde haberim olduğunu
söyleyebilirim. Ama buna elbette ki kötü bir şey diyemeyiz, hatta bu tür
eserleri okudukça insanın zihninde eski dille yeni dilin kaynaşması oluyor ve
zihindeki dil zenginleşiyor.
Eski Türkçe konuşmaya bir örnek.
Türkiye’de insanın kendi dilini konuşmasının çokça
tartışıldığı şu dönemde, enteresandır ki bazı dillere karşı, “Konuşulmasın
efendim! Bizim dilimiz Türkçedir!” şeklinde bir tavır takınırken, kapitalizmin
baskısı vesilesiyle gündelik hayatta ürün, marka isimlerini zaten Türkçe
okumadığımızı unutuveriyoruz. Bu, Fransızca “train” kelimesinin Türkçeye “tren”
olarak geçmesi, ya da Arapça “saat” kelimesinin bize de direkt olarak “saat”
şeklinde geçmesi gibi de değil. Bu, kapitalizmin ülkemizdeki en büyük
oyuncularından biri olarak gördüğüm Amerika’nın ve İngilizce dilinin bizim
dilimizde ağır basması neticesinde İngilizcedeki pek çok kelimenin Türkçeye
hiçbir çeviri, Türkçe karşılık edinmeden olduğu gibi geçmesi hâli. Yani, bunun
en klasik örneklerinden biri olarak, order
etme hâli.
MSN zamanlarından kalma bozuk Türkçe.
Bugün hâlâ konuşulduğunu görmek mümkün.
Buna ben ortaokuldayken İngilizce derslerinde Türkçe -
İngilizce karışık konuşan öğrenciler için öğretmenler tarafından Tarzanca denirdi; bir cümle söylerken
İngilizce başlayıp sonuna kadar İngilizce götüremeyince öğrenci hemen Türkçeye
kayıp cümlede Türkçe ve İngilizceyi evlendirirdi. Bugün bu dilin adı Plaza Türkçesi olarak konmuş.
Nedir bu dil? Aslında çok basit, dolayısıyla bizim neslin
adaptasyon konusunda herhangi bir zorluk yaşamadığı bir dil: İngilizce bir
yüklemi alıp onu tümleç hâline getirip sonuna Türkçe “yapmak/etmek” yüklemi
eklenerek başarıyla gerçekleştiriliyor. Order etmek, design etmek, empoze etmek
gibi gündelik hayatta insanların bilinçli veya bilinçsiz olarak kullandığı pek
çok çeşidi mevcut.
Bunun nedenlerinden biri -bence- ilkokuldan itibaren
aldığımız İngilizce dersi ve çoğunlukla kişinin kendi diline olan hâkimiyetinin
zayıflığı. Tabii ilk veya ortaokuldaki İngilizce dersine bok atmak pek akıl
kârı bir şey değil; ancak iş lise ve üniversiteye doğru yol alıp da
üniversitede de kendini gösterince, kişi de kendi diline üstte yazdığım üzere
hâkim değilse, Plaza Türkçesi kaçınılmaz bir hâl alıyor. Bugün eğitimini
İngilizce veren üniversiteler azımsanmayacak kadar fazla. İngilizce derslerinin
kötü bir şey olduğundan bahsetmiyorum elbette, fakat eğitim olarak da sadece İngilizce dilinin geçerli olması,
kişinin bilinçaltını bir şekilde tetikliyor ister istemez. Derslerde de eğitim
görevlileri ve öğrenciler arasında şöyle diyaloglar oluşmaya başlıyor:
- Bu düşünceyi kuvvetli biçimde benimseyen falanca topluluğu
da bunu öteki insanlara... mmm... neydi ya?
- Empoze mi hocam?
- Hah! Empoze etmek diyelim. Empoze etmişlerdir.
İnsanlar İngilizce diliyle o kadar haşır neşir oluyorlar ki
-belki de kendi dilleriyle olması gerekenden daha fazla!-, beynin dilbilimsel
olarak düşünme yetisi İngilizce olmaya başlıyor; yetişkin birey bir cümleyi
kafasında önce İngilizce kuruyor, çünkü İngilizce kelimeler zihninde daha çabuk
“Ben buradayım!” diyor. Bu vesileyle kafasında kurduğu İngilizce cümleyi
kişinin bir de Türkçeye çevirmesi gerekiyor, karşısındaki Türk nihayetinde!
Çevirme işlemi, cümlenin içindeki bütün kelimeler için tam olarak geçerli
olamadığı zaman da, order etmek, reset atmak, check etmek kaçınılmaz oluyor.
Plaza Türkçesinin en bilinenleri ve Türkçedeki karşılıkları.
Mesela check up.
İngilizce bir kelime ve tıbbi açıdan kullanılıyor, kişinin sağlık
kontrollerinin tamamından geçmesi
anlamına geliyor. Bunun Türkçesi tastamam
sağlık kontrolü veya tam bakım
olabilir -- ama yok! Çevrilmeyi mi unutmuş? Tabii ki hayır! Sadece Türkçe
hâlini kullanmıyor insanlar. Haa, check up demek yerine, sağlık kontrolü diyen insanlar da var, bak o terim daha uygun gibi.
Ancak bu sefer de hastanedeki personelin kafası check up kelimesine göre
çalıştığı için, sen, “Ben sağlık kontrolüne geldim,” dediğinde personel bunu
anlamayıp, bir iki saniye düşündükten sonra, “Check up’a geldiniz yani,” diye
düzeltebiliyor da! Bak bak bak! İkiniz de Türk’sünüz, senin söylediği “sağlık
kontrolü” doğru değil ve “check up” olarak değiştiriliyor, ve bizim
konuştuğumuz Türkçe olmuş oluyor!
Veya interneti en sık kullanan ülkelerden biri olmamız
vesilesiyle, internet terimlerinin hiçbir çeviriye maruz kalmadan Türkçemize
direkt olarak eklenmesi de Plaza Türkçesine katkı sağlıyor. Sizden e-posta
adresinizi isteyen insanların bir kısmı, “E-posta adresinizi söyler misiniz?”
derken, bir kısmı da, “E-mail’iniz var mı?” diye sorabiliyor. Ya da bir
arkadaşınız, “Abi şu pdf dosyasını bana mail
atsana,” diyebiliyor. Çünkü zaten bize kendi dilimize çevrilmiş olarak
sunulmayan internet ürünleri bir de anadilinde sunulup buna alıştığımız zaman,
çevirisini garipsemiş oluyoruz.
Forward etmek kelimesi.
Türkçesi “yönlendirmek”. Size gelen e-postayı başka birine aynı şekilde
yönlendirmek üzere kullanılan bir kelime. Ama ben nedense çok seyrek olarak,
“E-postayı bana yönlendirir misin?” diye soranı duyuyorum. Galiba “yönlendirir
misin?” diye sorulduğunda e-postayı karşındakine ayna tutup yansıtacağını
düşünüyor insanlar, olabilir.
Design etmek.
Yine en sık kullanılan hatalardan biri. Design kelimesi tasarım anlamına
geliyor. Amerikalı veya İngiliz tasarımını yapmak anlamında kullanmak için to design derken, yani başına “to” ekini
eklerken; biz sonuna “etmek” fiilini ekleyip onu çok güzel biçimde Plaza
Türkçesine eklemiş oluyoruz.
- Bu evin dizaynını ünlü tasarımcı....
Bak bak bak! Bunu ben yapmıyorum demiyorum haa! Ben de
bilinçsiz olarak yapıyorumdur muhakkak. Ama artık Plaza Türkçemiz nasıl
zenginse(!), aynı kelime için Türkçe anlam olduğu hâlde, biz hem orijinalini
hem Türkçesini kullanıyoruz. Madem tasarımcı, neden tasarlamıyor? Madem dizayn
etmiş, neden dizaynır (designer) değil? Bu dilde nasıl bir yozlaşmadır?
Check etmek, "kontrol etmek" yerine kullanılan hoş bir fiil. Klasik olarak "check" kelimesi yine İngilizce "to check" fiilinden yani "kontrol etmek" fiilinden "to" ekini atarak dilimize geçiyor ve bu geçiş gerçekleşirken sonuna "etmek" fiili ekleniyor. Sonuç: check etmek. Bir form veya sınav kâğıdını doldurduktan sonra check etmeyi unutmayın derler hani; kısacası "Yaptıklarınızı şöyle bir kontrol edin" demek isteniyor.
Revize etmek fiili de "gözden geçirmek", "yeniden düzenlemek" fiillerini anlatmak için kullanıyor; ancak bu fiiller gerekli anlamı sağlayamadığından ötürü galiba(!), revize etmek fiili daha kabul görüyor nedense.
Global kelimesi de Fransızcadan dilimize geçmiş, bilişim, iletişim ve teknolojiyle ilgili sunum ve konferanslarda sıkça kullanılan bir kelimedir. Söyleyen "küresel" demek istiyor, ancak global dendiğinde herkes daha kolay kanıksadığı için galiba, küresel kelimesi yerine global kelimesi daha fazla kabul ediliyor. Yine de global kelimesi, Plaza Türkçesinin öteki elemanlarına kıyasla biraz daha naif, daha uslu bence.
İrrite etmek, "rahatsız etmek" fiilinin "rahatsız" kelimesi daha fazla rahatsızlık verdiği için herhalde, fiili daha sakin, daha kibar kılmak için uyarlanmış bir versiyon olabilir. Rahatsız etmek dediğimizde "kızdıran", "öfkelendiren", "tahrik eden", "keyfini kaçıran" gibi anlamlar akla gelip fiilin anlamını daha olumsuz hâle getirebiliyorken; irrite etmek dediğimizde kişi sadece irrite edici, yani rahatsız edici olmuş oluyor. Yani birkaç anlama gelen genel bir fiilin kılıfı gibi. Genelde entel(ektüel) insanlar birbirini irrite edebiliyor (sonuçta irrite, yani ortada bir İngilizce var!), öteki vatandaşlar birbirini ancak rahatsız edebiliyor.
Download etmek, internetin artık içimize iyice işlemesinden mütevellit rahatlıkla kanıksadığımız bir fiil. "Download" zaten indirmek iken, "indirmek etmek" olunca internetten indirdiğimiz şeye daha fazla vurgu yapmış oluyoruz. "Dosyayı indirdim..." O ne öyle?! Ne kadar irrite edici bir şey! Download etmek varken kim indirir ki? Ama download etmek fiiliyle ilgili insanların birbirini ikaz etmesi daha etkili olmuş herhalde ki, şimdilerde pek çok teknoloji sitesi ve forumda "indirmek" fiili daha çok kullanılıyor. Güzel!
Check etmek, "kontrol etmek" yerine kullanılan hoş bir fiil. Klasik olarak "check" kelimesi yine İngilizce "to check" fiilinden yani "kontrol etmek" fiilinden "to" ekini atarak dilimize geçiyor ve bu geçiş gerçekleşirken sonuna "etmek" fiili ekleniyor. Sonuç: check etmek. Bir form veya sınav kâğıdını doldurduktan sonra check etmeyi unutmayın derler hani; kısacası "Yaptıklarınızı şöyle bir kontrol edin" demek isteniyor.
Revize etmek fiili de "gözden geçirmek", "yeniden düzenlemek" fiillerini anlatmak için kullanıyor; ancak bu fiiller gerekli anlamı sağlayamadığından ötürü galiba(!), revize etmek fiili daha kabul görüyor nedense.
Global kelimesi de Fransızcadan dilimize geçmiş, bilişim, iletişim ve teknolojiyle ilgili sunum ve konferanslarda sıkça kullanılan bir kelimedir. Söyleyen "küresel" demek istiyor, ancak global dendiğinde herkes daha kolay kanıksadığı için galiba, küresel kelimesi yerine global kelimesi daha fazla kabul ediliyor. Yine de global kelimesi, Plaza Türkçesinin öteki elemanlarına kıyasla biraz daha naif, daha uslu bence.
İrrite etmek, "rahatsız etmek" fiilinin "rahatsız" kelimesi daha fazla rahatsızlık verdiği için herhalde, fiili daha sakin, daha kibar kılmak için uyarlanmış bir versiyon olabilir. Rahatsız etmek dediğimizde "kızdıran", "öfkelendiren", "tahrik eden", "keyfini kaçıran" gibi anlamlar akla gelip fiilin anlamını daha olumsuz hâle getirebiliyorken; irrite etmek dediğimizde kişi sadece irrite edici, yani rahatsız edici olmuş oluyor. Yani birkaç anlama gelen genel bir fiilin kılıfı gibi. Genelde entel(ektüel) insanlar birbirini irrite edebiliyor (sonuçta irrite, yani ortada bir İngilizce var!), öteki vatandaşlar birbirini ancak rahatsız edebiliyor.
Download etmek, internetin artık içimize iyice işlemesinden mütevellit rahatlıkla kanıksadığımız bir fiil. "Download" zaten indirmek iken, "indirmek etmek" olunca internetten indirdiğimiz şeye daha fazla vurgu yapmış oluyoruz. "Dosyayı indirdim..." O ne öyle?! Ne kadar irrite edici bir şey! Download etmek varken kim indirir ki? Ama download etmek fiiliyle ilgili insanların birbirini ikaz etmesi daha etkili olmuş herhalde ki, şimdilerde pek çok teknoloji sitesi ve forumda "indirmek" fiili daha çok kullanılıyor. Güzel!
Kütahyalı gençlerin
"Türkçemize Sahip Çıkalım" posteri.
Kurum ve şirketler Plaza Türkçesi konusunda biraz daha
hassaslar uzun zamandır; bir GSM veya herhangi teknolojik şirket aradığında
artık Türkçeye çevrilmiş kelimeleri daha sık duyuyorum ben. “E-posta adresinizi
verir misiniz?”, “Kullanıcı adınızı ve şifrenizi yazıp giriş yapın lütfen” ve
benzeri talimat cümlelerini duymak rahatlatıyor. Ama mesela bir arkadaş
ortamında internetle ilgili bir şey konuşurken “Senin oradaki nick’in ne?” diye soruyoruz illâ ki!
Neden? Çünkü internetle ilk tanışma zamanlarımızda öğrendiğimiz ilk kelime takma ad değil nickname idi.
Choose nickname:
Choose password:
İnternetle yeni tanışan insanların bir zamanlar gördüğü
bilgiler hep İngilizceydi. Şimdi tabii Facebook, Twitter, Youtube gibi küresel
sosyal ağlar Türkçe dahil pek çok dili destekliyor. Ama Facebook’ta bir yazıyı
görüp like edenler,
altına comment yazanlar; Twitter’da
birini follow edenler, retweet edenler, favorite’lerine ekleyenler azımsanmayacak kadar çok. hele ki
Twitter’da hashtag’lerle konuşup bir
hashtag’i trending topic’e
ekleyenler o kadar fazla ki...
Bir süre sonra Plaza Türkçesi o kadar kalıp hâline gelip
kanıksanmış oluyor ki, bu sefer de Türkçesini duyunca garipseyiveriyoruz -- ya
da ben garipsiyorum en azından. Hashtag
kelimesi için (hashtag: Twitter’da bir kelimenin başına “#” işareti getirilip
onun bir kalıp/slogan olarak kullanılması) tabela
diyenleri de gördüm. Belki doğru bir çevirisi olabilir bu, ya da etiket dersek en basit ve en doğru
çevirisi olmuş olabilir. Trending topics
için ise henüz bulunmuş bir kelime var mı bilmiyorum. İnsanların zihninde
alternatifler mevcuttur, benim önerim Popüler
başlıklar... Tabii böyle olunca da sanki haber sitesinde okunan popüler
başlıklar gibi bir anlama gelebiliyor.
Hem Türkçesi hem İngilizcesi olsun derken,
ortaya Türkilizce çıkabiliyor.
Bir de 2009’da ortaya çıkan ve bizim ülkemizde de oldukça
meşhur olan WhatsApp adlı akıllı telefonlarda kullanılan iletişim
uygulamasındaki meşhur bir tabir var aklıma takılan: last seen. Karşınızdakine attığınız mesajın en son görüntülenme tarihini belirten bu kelime bütünü yine bizim
yetişkin (ve genç) tayfa tarafından last seen olarak kullanılmaya devam ediyor.
Anlamı ne diyorsun, “Son görüntülenme tarihini gösteriyor,” diye karşılık
geliyor; o zaman son görüntülenme tarihi olsun diyorsun, “Abi last seen işte!”
cevabı geliyor. Yani bu Plaza Türkçesinin, ya da İngilizce kelimeyi olduğu gibi
kullanma takıntısının nedenlerinden biri, üst paragraflarda da bahsettiğim
üzere, tembellik. “Son görüntülenme tarihi” 21 harf içerirken, “Last seen” bu
işi sadece 8 harfle çözüyor! Çok kolay değil mi?.. Hayır değil!
Önce de değindiğim gibi, bu yozlaşmanın ve Plaza Türkçesinin
bu kadar gelişmesinin ve genişlemesinin sebeplerinden biri de, insanların ana
dilini konuşamaması ve dilin yozlaşması. Bu da çok büyük bir nedenle
okumamaktan kaynaklanıyor. “Ben her gün internette gazete okuyorum ama!”...
Yeterli değil. Buradan isim vermeme gerek yok, ancak Türkiye’nin en çok
tıklanan, en popüler haber sitelerinde öyle aptal, öyle ahmakça yazım ve dil
bilgisi hataları yapılıyor ki, Plaza Türkçesine gerek yok, haberi ekleyen
gazeteci arkadaş kendi dilini dahi bilmiyor, o kadar ahmakça! Bu gazete
yazarlarına, editörlerine (editör de Fransızcadan gelen bir kelime bu arada,
TDK bu hâliyle kabul etmiş) haberleri okurken o kadar küfür ediyorum ki haddi
hesabı yok! Üstüne bir de Plaza Türkçesi eklenince irrite oluyorum, ignore
edesim (“ignore” “ignor” olarak değil, “ignore” olarak okunuyor) geliyor. O
yüzden gazete veya dergi okumak da bugünün şartlarında dile hâkimiyet konusunda
pek yardımcı olamıyor. Güvenilir kaynaklardan okumak, hatta imkân yaratılıp bol
bol kitap okumak gerekiyor.
Hem Türkçesi, hem İngilizcesi bozuk,
hem de ikisini birden kullanan bir ilân.
Bu yozlaşmada zaten kitap okumanın etkisi çok büyük; bir
insan ne kadar sık kitap okursa, dil bilgisi konusunda zihni o kadar eğitilmiş
olur ve bir kelimeyi görünce garipsemez. Bugün, aynı üst paragrafta yazdığım
gazeteler gibi, dil hâkimiyeti konusunda zayıflıkları olan yayınevleri var.
Onlara da dikkat edilerek bol bol kitap, yazı, edebi metinler okunarak Plaza
Türkçesinin kişinin bünyesini ele geçirmesi önlenebilir.
Bir de bu Plaza Türkçesinin bilinçli ve bilinçsiz kullanımı
gibi iki etken var;
Birincisi: kelimenin Türkçesi hakikaten aklına gelmeyen ve
mecburen İngilizcesini kullanan insanlar. Örneğin; "Olayı o kadar...
mmm... egzejere ettiler ki en sonunda dayanamadım!"
İkincisi: kelimenin Türkçesini bildiği hâlde
İngilizcesini kullanan ve bu sayede kendini -belki de- marjinal sanan insanlar.
Örneğin; "Adam zamanında şöyle demişti, şimdi böyle yapıyor, dolayısıyla
davranışı baştan fail!"
Kabul etmekte fayda var; en az kelimenin Türkçesini bilmeyen
kişinin İngilizcesini kullanması kadar, kelimenin Türkçesini bilse dahi,
İngilizcesini kullanmanın yarattığı havayı (buna marjinallik mi dersiniz, ne
demek isterseniz deyin) seven, benimseyen de var. Yani adam kültürlülüğünü,
okumuşluğunu, dahası İngilizce biliyor oluşunu "Bu durum baştan fail!"
diyerek göstermek istiyordur belki de. Yapacak bir şey yok.
Kendi dilinde konuşurken başka dilden bir kelime söylemek,
ya da ortak bir dilde konuşurken kendi dilinde bir şey söylemek filmlerde ve
dizilerde, hatta kitaplarda bile işlenen bir durumdur. Örneğin heyecanlı bir
polisiye-macera romanı okurken, karakterlerden biri romanın yazıldığı dilin
dışında bir karakter ise eğer, bazı sahnelerdeki konuşmaları sırasında
cümlesine kendi dilinden bir kelime ekler.
[cümlede görüldüğü hâliyle]
- Parlez! Parlez immédiatement! (Derhal!
Derhal konuş) Derhal konuş!
veya,
[cümlede görüldüğü hâliyle]
- Ah, Il mio errore!* İzin verin
düzelteyim.
* İtalyanca "Benim hatam!"
Filmlerde de vardır bu, dizilerde de. Ben
daha çok romanlarda rast geldiğim için o tarz örnekler verdim.
Yani kendi dilinde konuşurken yabancı
dilde kelime söyleme, veya yabancı dilde konuşurken kendi dilinde kelime
söyleme yeni bir şey değil; dahası kişiyi kültürlü gösterdiği de bir gerçek.
Sonuçta insanlara sohbet esnasında, "Laf arasında ben Fransızca
biliyorum," demek komik duracağı için, onun yerine sohbet esnasında cümle
içinde Fransızca bir laf çakmak hem cümleyi kuvvetlendirir, hem Fransızca
bildiğinizi göstermiş olur... Peki, o zaman cümle içinde İngilizce bir kelime
söylemek neden bu kadar göze batmaktadır veya tuhaf karşılanmaktadır? (Şimdiye
kadar size böyle olmadıysa bile bu yazıdan sonra muhakkak olacaktır, o kadar
lafını ettik!) Bunun sebebini şöyle izah edeyim: bir insan eğer kontrollü olarak
cümlelerinin arasına bir iki yabancı kelime eklerse problem olmuş olmaz bence;
ancak zihninde o kelimenin kendi dilinde karşılığı bile yokken İngilizcesine
sarılıyorsa, veya İngilizcesini ya da başka dildeki karşılığını söylemek daha
'havalı' geliyorsa orada bir problem var demektir (bence!). Sonuçta
konuştuğumuz dilin yüzde yüz Türkçe olduğunu da iddia edemeyiz, dilimiz
özellikle Arapça ve Farsçadan oldukça etkilenmiş ve pek çok kelimeyi haznesine
eklemiş bir dil. Ama iş, "Bu olay çok egzejere edildi, baştan fail!"
demeye gelince orada insan bir duruveriyor, acaba karşı taraf neden, "Bu
olay çok abartıldı, baştan hatalı!" demedi diye... İngilizce, ya da
Fransızca, veya Almanca, veya İtalyanca, veya başka falanca bir dili
bildiğimizi göstermemiz bir tarafa, kendi dilimizden bu kadar uzaklaşmamamız ve
önceliği kendi dilimize vermemiz gerektiği düşüncesindeyim. Bu konuda
uzlaşıldığı takdirde, isteyen istediği kadar istediği dili konuşabilir. Fakat
derdini kendi dilinde anlatamayacak durumda olmak acizliktir, bu hataya
hepimiz sık sık düşüyor olsak bile!
Şato, Fransızca "château"dan dilimize uyarlanmış hâli,
Taxi İngilizcesi nasılsa öyle bırakılmış...
Tabii Plaza Türkçesinden bu kadar yakınınca, bu Türkçenin
kötü bir şey olduğu gibi bir izlenim yaratmış olabilirim, hâlbuki yok öyle bir
şey. Dil zaten sürekli olarak değişim ve gelişim içinde olan bir araç, lisan.
Ancak bu değişim ve gelişimi, anadili zedeleyecek ve unutacak kadar serbest
bırakmanın da doğru olmadığını düşünüyorum, çünkü bu Plaza Türkçesi denen
mereti ben de yapıyorum ne yazık ki. Ama ben aktif içici değilim, dudak
tiryakisiyim! Bu bağlamda, Plaza Türkçesine vesile olan “İngilizce düşünüp
Türkçe konuşma” eylemine de karşı değilim; bilakis, gittikçe küreselleşen dünya
düzeninde İngilizcenin önemli bir yeri var -- neticede küresel bir dil. Bu
vakitten sonra, “Niye bizim dilimiz küresel değil de İngilizce? Neden
İngilizceye boyun eğmek zorundayız?!” diye serzenişte bulunacak değilim,
bulunanına da anlam veremem. Herkesin ortak konuşacağı bir dil olsun, insanlar
bu ortak dili konuşabilsin, ama aynı zaman anadilini de her zaman muhafaza ve
müdafaa etsin; olması gereken bu bence. Sonuçta hepimiz anamızın karnından
İngilizceyi Türkçeye çeviren insanlar olarak doğmadık, dolayısıyla bugün icat
edilen, geliştirilen bir kelimeyi, bir terimi, bir teknolojiyi veya bir kavramı
illâ Türkçeye çevireceğiz diye bir kaide yok. Yani “Eğer Türkçe konuşacaksak o
zaman her şeyi Türkçeye çevirelim!” mantığına da karşıyım -- o zaman var olan
Türkçeyi de eski Türkçeye (Osmanlı Türkçesi) çevirelim, neticede özümüz o! O da olmaz.
İnsan zihni muhteşem bir icat; buna ister Tanrı icadı deyin,
ister biyolojik bir oluşum deyin. Ve bu zihin aklınızın alabileceği, hatta
alamayacağı pek çok konuda bilgiyi edinir, saklar, yeri gelince kullanır. Zihin
eğitilebilir, nerede nasıl kullanıp nasıl düşüneceğinizi ve ne şekilde
konuşacağınızı belirleyebilirsiniz. Bu sayede, ne İngilizceden, ne Türkçeden,
ne de başka herhangi bir dilden kopmadan istediğinizi anlatabilir, iletişim
kurabilirsiniz. Ama iş, “Burayı dizayn eden x tasarımcısı...” noktasına gelecek
kadar Plaza Türkçesine kaymasın, ilkokuldaki öğrendiğim tabirle Tarzanca konuşmayalım, adamı irrite etmeyin!
Tabelayı yazan abimiz yine şaşırmış;
"sergi (teşhir) salonu" yerine "showroom",
hatta onu da beceremeyip "showrum" yazmış.
Dipnot: Bu yazıyı yazarken, dil ve konuşma eleştirisi
yapıp aynı zamanda yazdığım dile özen göstermek için kılı kırk yardım
diyebilirim. Neticede satırlar arasında, "Dilimizi iyi
kullanamıyoruz!" diye bir isyan çıkartırken, en ufak bir kelimede bile
hata yaparsam Gramer Nazileri'nin peşimde olacağının bilincindeydim. O sebeple,
hata ettiysem affola.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder