Doğduğumuz andan itibaren hayatın içindeki belli bazı
ritüellerle karşılaşır ve kimi zaman kendi ritüellerimizi gerçekleştiririz. Bu ritüeller küçüklüğümüzde bize pek bir anlam ifade
etmeyip yalnızca belli birtakım sözlü, yazılı veya eylemsel davranışlar bütünü
olduğu hâlde, yaşımız ilerledikçe bu ritüellerin biçimini ve amacını daha fazla
kavramaya başlarız. O noktadan sonra ise şu soru zihnimizde belirir: Ritüeller
niçin var? Ne kadar gerekli?
Kişinin kendi kendine gerçekleştirdiği ritüeller kadar,
özelden genele gidecek olursak, ailesel, grupsal, toplumsal ve millet olarak
pek çok ritüellerimiz bulunmaktadır. Hatta toplumların (özellikle bizim
toplumumuzun) afyonu sayılabilecek din bile başlı başına bir ritüeldir;
insanlar belli bir fikre veya inanışa göre bir araya gelip, önceden
ezberletilmiş ve kural olmuş bazı davranışlar ve söylemlerle bir ritüeli
gerçekleştirirler.
Öncelikle ritüel dediğimiz; âdet hâline gelmiş davranış ve söylemler bütünüdür, bunu
belirtelim. Sözlükteki anlamına bakacak olursak da çoğunlukla dinî ayet gibi bir karşılığı vardır,
çünkü ritüeller muhtemelen dünya üzerinde en çok din konusunda sergilenen
davranışlarda gözlemlenebiliyor.
Özel olarak sıradan bir kimsenin kendi ritüelini düşünecek
olursak, aklımıza ilk olarak sabah uyanmak, akabinde yüz yıkamak, diş
fırçalamak (bunu herkes yapıyor mu
bilmiyorum), üzerini giyinmek, kahvaltı etmek ve eşyalarını toplayarak işe
gitmek gelebilir. Bu hayatımız boyunca kendi kendimize edindiğimiz en basit
ritüeldir; kimse bize bunu yapmamız için baskı uygulamaz, bir kural değildir ve
sıralamasının pek bir önemi yoktur.
Ne zaman ki sergilenen ritüel özelden genele doğru, yani
bireyselden topluluk hâline geçmeye başlar, işte o zaman ritüel biraz daha
sert, sıkı uygulanmaya başlar ve –kimi zaman– can sıkıcı olabilir. Buna en
basit örnek aileyle birlikte gerçekleştirilen ritüeller olabilir. Nedir bunlar?
Annenin işten eve gelip yemek yapması, ya da anne eğer ev kadınıysa bütün gün
evde kendi gerçekleştirdiği ritüelin ardından, ailenin genelini de kapsayan
ritüele ortak olarak yine yemek yapması; çocuğun okuldan eve dönerek akşam
yemeğine kadar çalışması; babanın eve gelince yemek hazır olana kadar
televizyonda akşam haberlerine bakması ve son olarak hepsinin toplu biçimde bir
ritüeli gerçekleştirmesi, yani akşam yemeğini yemesi. Üst satırlarda da
yazdığım üzere, ritüel ne kadar çok bireyselden grup ya da toplumsal olana
doğru dönüşürse, ritüelin adımları o kadar önem ve ciddiyet kazanır.
Mesela bayramlarda ve özel günlerde akraba ziyaretleri
vardır, aile ritüellerinin babasıdır. Ziyaret edilecek akrabaların yaptıkları
muhabbetten, hangisi alınır hangisi kızar hangisi daha şen şakraktır bu gibi
kriterlere göre ritüelin sıralaması da yapılır. Anneanne-dede ve babaanne-dede
ziyaretleri genelde en sıkıcılar olabilir, onların çünkü çocuk ve torun
görmekten başka bir derdi yoktur, o yüzden totoya giren şemsiye açılmaz misali,
önce onlar ziyaret edilir. Üstelik sabahın en erken saatlerinde! Ondan sonra
yavaş yavaş keyifli akrabalara geçilir ve akşam eve dönerken keyif verici ve akılda
kalması en fazla haz verecek akrabayla gün noktalanır. Bu ritüele çocuklar
hiçbir şekilde müdahale edemez, ritüele çomak sokamazlar, yasaktır! Zaten niye
yapsınlar ki? Onlar ceplerine girecek harçlığın derdinde, üstüne tatlı ve
çikolata krizi de cabası!
Okuldaki ritüeller de kişinin büyümeye başladığında karşılaştığı
ilk ritüellerdendir. Sınıfa girilir, öğretmen beklenir, öğrencilerin derse
hazırlıklı olması beklenir -ki bu genelde öğrenciler tarafından hiç gerçekleştirilmez-, öğretmen gelir,
sabah olduğu için Andımız okunur, ders başlar ve teneffüs ziline kadar sürer.
Sonra zil çalar, 10 dakikalık ara, sonra tekrar ders, derken bütün bir okul
hayatı bu şekilde sürüp gider. Okul, aile içindeki ritüellerden çok, kişinin
toplumla birlikte uyduğu önemli ritüeller arasında yer aldığı için daha büyük
kurallarla korunur ve her zaman olduğu gibi gerçekleştirmek mecburidir. Yani “Bugün de Andımızı
okumayıverelim”, “Teneffüs bitsin biz derse girmeyelim ne olacak ki?” diye
ritüele çomak sokamazsınız - ya da sokarsınız da, yaptırımları olur diyelim.
Dışsal ve içsel ritüeller
Okulun yanı sıra, toplum içinde de ritüellerden kaçamayız.
Otobüsün, vapurun varış saati, kaç dakikada işe veya bir yere gidileceği, yolda
nelerle karşılaşılacağı az çok bellidir. Bazı insanlar mesela dışsal ritüelin içinde içsel ritüel de yaratır. Bu ne
demektir? Yani gideceğiniz yere sizi götürecek otobüsün saat kaçta geleceği
bellidir, binersiniz ve hep aynı yere (eğer her zaman boşsa) oturursunuz; bu
sizin kendi ritüeliniz olmuş olur. Bu dışsal ritüellerin içinde yaratılan içsel
ritüeller de bir anlamda kişinin genel ritüele ayak uydurma çabası veya bu
ritüeli keyifli hâle getirme yöntemi olarak görülebilir. Mesela bineceğiniz
otobüsün durağına giderken hep aynı pastanenin önünden geçip aynı malzemeli
poğaçadan, yanına da hep çay alırsınız.
İşyerindeki ritüeller de az çok okuldaki ritüellere benzer;
belli bir saatte işe varmak, öğlen arasının saat kaçta olduğunun belli olması,
mesai bitiminin kaçta gerçekleşeceği vb. gibi durumlar hep bu ritüele dâhildir.
Ülkece, milletçe uyulan ritüeller de vardır; önemli günler,
bayramlar, tatiller toplumun uyduğu ritüellerin vazgeçilmezidir. Kurban
bayramında mesela, illa kurban kesme zorunluluğu
gibi bir düşünce vardır pek çok insanın aklında. Herkes kurban kesmek/kestirmek
ister ve ülkemizde de her sene kurban bayramı zamanlarında vahşet görüntüleri
olur (gerçi son bir senedir biraz daha azaldı gibi?). Ya da Ramazan bayramında
her gidilen evde şeker ikram edilir, çocuklar için bu iyi bir şey gibi gözükse
de, yetişkinler hatta büyükler için akşam eve şeker komasına girmiş bir hâlde
dönmek işten bile değildir. Bu tür bayramlarda, tatillerde, özel günlerde
muhakkak devlet büyükleri çıkar, açıklama yapar, kaçınılmazdır. Bu bayramların,
özel günlerin bizleri birleştirip bir bütünlük oluşturması gerektiğinden
bahsederler vb…
Askerlik gibi bir kavram hâlâ dünyanın pek çok ülkesinde
olduğu gibi bizde de var ve hâlâ zorunlu.
Askere giden er kişisi rahatlıkla görebilir ki ritüelin en baba hâli askerlikte
mevcuttur; sabah içtiması, öğlen içtiması, akşam içtiması, o içtimaların belli
bir düzene göre yapılıyor oluşu, en ufak bir hareketin yanlış yapılmasında dahi
abartılı bir azar, herkesin aynı şeyi aynı düzende yapması…
Bir de dinî açıdan ritüeller vardır elbette. Bizim ülkemizde
de, dünya genelinde de. Hıristiyanlar için pazar günleri kiliseye gitmek,
Müslümanlar için her cuma camiye gidip namaz kılmak. Yabancı için kilise çanı,
bizim için namaz vakti ezan sesinin duyulması. Mesela bir film izlerken veya
gerçek hayatta bir ülkeye gittiğinizde, oranın Müslüman bir ülke olup
olmadığını nereden anlarsınız? Alışkanlıklarına, yaşayış biçimine, yani
ritüellerine bakarak. Fonda ezan sesi duyuluyorsa, kılık kıyafetler İslam
usullerine göreyse Müslüman bir ülke olduğunu anlarsınız. Ama mesela bu ritüele
çomak sokmaya kalkarsanız muhtemelen dayak yersiniz! Şakasına söylüyorum tabii,
kimsenin kimseyi döveceği yok. Yine de dinî açıdan ritüelleri sorgulamaya,
eleştirmeye veya aykırısını yapmaya kalkarsanız pek iyi bir itibarınız olmuş
olmaz. Neticede ritüelin etrafı dogmayla
sarıldığı zaman tek yapmanız gereken geri çekilip kendi hâline bırakmaktır.
Bir de eleştiriye tahammül oranı pek yüksek olmayan
toplumlarda insanlar ritüellerinin sorgulanmasını da pek sevmezler. Daha önce
insanımızın eleştiriyi kaldırabilme potansiyeli ve eleştiri biçimini yazmıştım
(“Gözünün üstünde kaşın var(!)”); işte aynı o sebepten, ritüeli koca bir
sistemin, koca bir kabul görmüşlüğün işleyen çarkları olarak görebiliriz;
herhangi bir çarkın arasına çomak sokmaya kalkarsanız bütün sistem hata verir
ve elinizde patlar. Aynı bir arı kovanına çomak sokmak ya da taş atmak gibi.
Dışsal ritüel örneği olabilecek olan öğretmenin ödev vermesi
veya ertesi gün yazılı olması gibi bir durumda yine içsel ritüeller devreye
girer: ders çalışmamak için yapılan anlamsız hareketler. Mesela telefonunuzla
hiç uğraşacağınız yokken, kimsenin aramasını beklemiyorken birden telefonu
kurcalamaya başlamak, “Dur yav Emre bana bugün mesaj atmıştı ne demişti?” diye
SMS’i tekrar açmak, telefonunuza kurduğunuz ama hiç oynamadığınız ya da sizi
sarmayan bir oyunu açıp oynamaya başlamak gibi. Bunlar olmazsa, evde uzun bir
süredir yapmayı unuttuğunuz başka içsel ritüeller gelir aklınıza; çamaşırı
yıkamak, bulaşıkları boşaltmak, etrafı toparlamak falan. Bu eylemler için daha
önce edinemediğiniz azmi, önünüzdeki ders kitabındaki bir satırda yer alan
kelimeleri okurken o kelimelerin zihninize verdiği acıyla doğru orantılı olarak
edinmeniz olasıdır - zihniniz tecavüze ne kadar fazla uğrarsa, başka işler için
o kadar imana gelebilirsiniz yani.
Dışsal ritüel alışveriş olsun, siz de çocuk olmuş olun.
İçsel ritüeliniz ise bu alışverişte kendi istediğiniz bir şeyi aldırmak olsun.
Mesela mısır gevreği, ya da fındık kreması (Nutella, Çokokrem vb…) gibi.
Annenize veya babanıza bunu aldırmak için süpermarketin o bölümüne gidip o
ürünün olduğu rafların önüne gelirsiniz ve ürünü elinize alarak kurcalar,
oynarsınız. Ebeveyn sizin yanınıza gelince ürünü elinizde tuttuğunuzu görür ve
onu istediğinizi düşünerek ya alır, ya da (bir klasik olarak), “Zararlı öyle
şeyler!” diyerek almaz. Ama ortada gerçekleştirdiğiniz bir ritüel olduğu
bellidir.
Peki, bu kadar ritüelden konuştuk. Şu soruyu sormak lâzım:
Ritüeller iyi midir, kötü müdür? Ritüele çomak sokmak, onu bozmak/bozmaya
çalışmak doğru mudur, yanlış mıdır? Yani caiz
midir? Herhangi bir ritüel açısından konuşacak olursak; doğru veya yanlış
olması kişiden kişiye değişir, dolayısıyla ritüeli bozmanın da doğru veya
yanlış olması görecelidir. Ancak en bilinen hâliyle diyebiliriz ki; ritüel, ya
da alışkanlıklar dizisi diyelim, belli bir süre sonra davranışlarımız onu
oluşturduğundan itibaren bizim için, ya da ritüelin özel veya tüzel kişisi için
bir dokunulmazdır, kimsenin onu eleştirmesine izin vermez. Çünkü
neticede ritüel, kişinin kendisi için bir zevk, bir haz göstergesidir ve bunu
yaparak haz alıyordur. Dolayısıyla eleştirildiği zaman bu ritüelin sekteye uğrayabileceğinden endişe eder.
Zaten bir ritüel eleştirildiğinde onu savunanlar çıkarsa işte bu yüzdendir:
insan yaptığı bir alışkanlığın bozulmasından, onu kaybetmekten endişe eder.
O yüzden ritüeller ve ritüellerle yaşamak konusunda iki
tarafı da dengelemek gerekir; yani ne kendi ritüelinizden taviz verin, ne de
ritüelin yaratacağı sabit fikirliliğe saplanıp kalın. Bu biraz da hem
gelenekseli, hem de moderni sürdürmeye benzer. Kısacası şöyle yapın; işe hep
aynı yoldan gidiyorsanız, veya yürüyüş yaparken hep aynı yolu izliyorsanız
kendi geleneksel yolunuzdan yani ritüelinizden sapmayın; ancak öteki yolları da görmezden gelmeyin.
Hayat bazen, kendi ritüelinize çomak sokup yeni bir şeyler keşfettiğinizde
güzeldir; kim bilir, belki o yeni birtakım şeyler yeni ritüeliniz bile
olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder