28 Nisan 2013 Pazar

Ritüele çomak sokmak!



Doğduğumuz andan itibaren hayatın içindeki belli bazı ritüellerle karşılaşır ve kimi zaman kendi ritüellerimizi gerçekleştiririz. Bu ritüeller küçüklüğümüzde bize pek bir anlam ifade etmeyip yalnızca belli birtakım sözlü, yazılı veya eylemsel davranışlar bütünü olduğu hâlde, yaşımız ilerledikçe bu ritüellerin biçimini ve amacını daha fazla kavramaya başlarız. O noktadan sonra ise şu soru zihnimizde belirir: Ritüeller niçin var? Ne kadar gerekli?


Kişinin kendi kendine gerçekleştirdiği ritüeller kadar, özelden genele gidecek olursak, ailesel, grupsal, toplumsal ve millet olarak pek çok ritüellerimiz bulunmaktadır. Hatta toplumların (özellikle bizim toplumumuzun) afyonu sayılabilecek din bile başlı başına bir ritüeldir; insanlar belli bir fikre veya inanışa göre bir araya gelip, önceden ezberletilmiş ve kural olmuş bazı davranışlar ve söylemlerle bir ritüeli gerçekleştirirler.

Öncelikle ritüel dediğimiz; âdet hâline gelmiş davranış ve söylemler bütünüdür, bunu belirtelim. Sözlükteki anlamına bakacak olursak da çoğunlukla dinî ayet gibi bir karşılığı vardır, çünkü ritüeller muhtemelen dünya üzerinde en çok din konusunda sergilenen davranışlarda gözlemlenebiliyor.



Özel olarak sıradan bir kimsenin kendi ritüelini düşünecek olursak, aklımıza ilk olarak sabah uyanmak, akabinde yüz yıkamak, diş fırçalamak (bunu herkes yapıyor mu bilmiyorum), üzerini giyinmek, kahvaltı etmek ve eşyalarını toplayarak işe gitmek gelebilir. Bu hayatımız boyunca kendi kendimize edindiğimiz en basit ritüeldir; kimse bize bunu yapmamız için baskı uygulamaz, bir kural değildir ve sıralamasının pek bir önemi yoktur.




Ne zaman ki sergilenen ritüel özelden genele doğru, yani bireyselden topluluk hâline geçmeye başlar, işte o zaman ritüel biraz daha sert, sıkı uygulanmaya başlar ve –kimi zaman– can sıkıcı olabilir. Buna en basit örnek aileyle birlikte gerçekleştirilen ritüeller olabilir. Nedir bunlar? Annenin işten eve gelip yemek yapması, ya da anne eğer ev kadınıysa bütün gün evde kendi gerçekleştirdiği ritüelin ardından, ailenin genelini de kapsayan ritüele ortak olarak yine yemek yapması; çocuğun okuldan eve dönerek akşam yemeğine kadar çalışması; babanın eve gelince yemek hazır olana kadar televizyonda akşam haberlerine bakması ve son olarak hepsinin toplu biçimde bir ritüeli gerçekleştirmesi, yani akşam yemeğini yemesi. Üst satırlarda da yazdığım üzere, ritüel ne kadar çok bireyselden grup ya da toplumsal olana doğru dönüşürse, ritüelin adımları o kadar önem ve ciddiyet kazanır.




Mesela bayramlarda ve özel günlerde akraba ziyaretleri vardır, aile ritüellerinin babasıdır. Ziyaret edilecek akrabaların yaptıkları muhabbetten, hangisi alınır hangisi kızar hangisi daha şen şakraktır bu gibi kriterlere göre ritüelin sıralaması da yapılır. Anneanne-dede ve babaanne-dede ziyaretleri genelde en sıkıcılar olabilir, onların çünkü çocuk ve torun görmekten başka bir derdi yoktur, o yüzden totoya giren şemsiye açılmaz misali, önce onlar ziyaret edilir. Üstelik sabahın en erken saatlerinde! Ondan sonra yavaş yavaş keyifli akrabalara geçilir ve akşam eve dönerken keyif verici ve akılda kalması en fazla haz verecek akrabayla gün noktalanır. Bu ritüele çocuklar hiçbir şekilde müdahale edemez, ritüele çomak sokamazlar, yasaktır! Zaten niye yapsınlar ki? Onlar ceplerine girecek harçlığın derdinde, üstüne tatlı ve çikolata krizi de cabası!

Okuldaki ritüeller de kişinin büyümeye başladığında karşılaştığı ilk ritüellerdendir. Sınıfa girilir, öğretmen beklenir, öğrencilerin derse hazırlıklı olması beklenir -ki bu genelde öğrenciler tarafından hiç gerçekleştirilmez-, öğretmen gelir, sabah olduğu için Andımız okunur, ders başlar ve teneffüs ziline kadar sürer. Sonra zil çalar, 10 dakikalık ara, sonra tekrar ders, derken bütün bir okul hayatı bu şekilde sürüp gider. Okul, aile içindeki ritüellerden çok, kişinin toplumla birlikte uyduğu önemli ritüeller arasında yer aldığı için daha büyük kurallarla korunur ve her zaman olduğu gibi gerçekleştirmek mecburidir. Yani “Bugün de Andımızı okumayıverelim”, “Teneffüs bitsin biz derse girmeyelim ne olacak ki?” diye ritüele çomak sokamazsınız - ya da sokarsınız da, yaptırımları olur diyelim.


Dışsal ve içsel ritüeller




Okulun yanı sıra, toplum içinde de ritüellerden kaçamayız. Otobüsün, vapurun varış saati, kaç dakikada işe veya bir yere gidileceği, yolda nelerle karşılaşılacağı az çok bellidir. Bazı insanlar mesela dışsal ritüelin içinde içsel ritüel de yaratır. Bu ne demektir? Yani gideceğiniz yere sizi götürecek otobüsün saat kaçta geleceği bellidir, binersiniz ve hep aynı yere (eğer her zaman boşsa) oturursunuz; bu sizin kendi ritüeliniz olmuş olur. Bu dışsal ritüellerin içinde yaratılan içsel ritüeller de bir anlamda kişinin genel ritüele ayak uydurma çabası veya bu ritüeli keyifli hâle getirme yöntemi olarak görülebilir. Mesela bineceğiniz otobüsün durağına giderken hep aynı pastanenin önünden geçip aynı malzemeli poğaçadan, yanına da hep çay alırsınız.




İşyerindeki ritüeller de az çok okuldaki ritüellere benzer; belli bir saatte işe varmak, öğlen arasının saat kaçta olduğunun belli olması, mesai bitiminin kaçta gerçekleşeceği vb. gibi durumlar hep bu ritüele dâhildir.




Ülkece, milletçe uyulan ritüeller de vardır; önemli günler, bayramlar, tatiller toplumun uyduğu ritüellerin vazgeçilmezidir. Kurban bayramında mesela, illa kurban kesme zorunluluğu gibi bir düşünce vardır pek çok insanın aklında. Herkes kurban kesmek/kestirmek ister ve ülkemizde de her sene kurban bayramı zamanlarında vahşet görüntüleri olur (gerçi son bir senedir biraz daha azaldı gibi?). Ya da Ramazan bayramında her gidilen evde şeker ikram edilir, çocuklar için bu iyi bir şey gibi gözükse de, yetişkinler hatta büyükler için akşam eve şeker komasına girmiş bir hâlde dönmek işten bile değildir. Bu tür bayramlarda, tatillerde, özel günlerde muhakkak devlet büyükleri çıkar, açıklama yapar, kaçınılmazdır. Bu bayramların, özel günlerin bizleri birleştirip bir bütünlük oluşturması gerektiğinden bahsederler vb…




Askerlik gibi bir kavram hâlâ dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi bizde de var ve hâlâ zorunlu. Askere giden er kişisi rahatlıkla görebilir ki ritüelin en baba hâli askerlikte mevcuttur; sabah içtiması, öğlen içtiması, akşam içtiması, o içtimaların belli bir düzene göre yapılıyor oluşu, en ufak bir hareketin yanlış yapılmasında dahi abartılı bir azar, herkesin aynı şeyi aynı düzende yapması…



Bir de dinî açıdan ritüeller vardır elbette. Bizim ülkemizde de, dünya genelinde de. Hıristiyanlar için pazar günleri kiliseye gitmek, Müslümanlar için her cuma camiye gidip namaz kılmak. Yabancı için kilise çanı, bizim için namaz vakti ezan sesinin duyulması. Mesela bir film izlerken veya gerçek hayatta bir ülkeye gittiğinizde, oranın Müslüman bir ülke olup olmadığını nereden anlarsınız? Alışkanlıklarına, yaşayış biçimine, yani ritüellerine bakarak. Fonda ezan sesi duyuluyorsa, kılık kıyafetler İslam usullerine göreyse Müslüman bir ülke olduğunu anlarsınız. Ama mesela bu ritüele çomak sokmaya kalkarsanız muhtemelen dayak yersiniz! Şakasına söylüyorum tabii, kimsenin kimseyi döveceği yok. Yine de dinî açıdan ritüelleri sorgulamaya, eleştirmeye veya aykırısını yapmaya kalkarsanız pek iyi bir itibarınız olmuş olmaz. Neticede ritüelin etrafı dogmayla sarıldığı zaman tek yapmanız gereken geri çekilip kendi hâline bırakmaktır.




Bir de eleştiriye tahammül oranı pek yüksek olmayan toplumlarda insanlar ritüellerinin sorgulanmasını da pek sevmezler. Daha önce insanımızın eleştiriyi kaldırabilme potansiyeli ve eleştiri biçimini yazmıştım (“Gözünün üstünde kaşın var(!)”); işte aynı o sebepten, ritüeli koca bir sistemin, koca bir kabul görmüşlüğün işleyen çarkları olarak görebiliriz; herhangi bir çarkın arasına çomak sokmaya kalkarsanız bütün sistem hata verir ve elinizde patlar. Aynı bir arı kovanına çomak sokmak ya da taş atmak gibi.




Dışsal ritüel örneği olabilecek olan öğretmenin ödev vermesi veya ertesi gün yazılı olması gibi bir durumda yine içsel ritüeller devreye girer: ders çalışmamak için yapılan anlamsız hareketler. Mesela telefonunuzla hiç uğraşacağınız yokken, kimsenin aramasını beklemiyorken birden telefonu kurcalamaya başlamak, “Dur yav Emre bana bugün mesaj atmıştı ne demişti?” diye SMS’i tekrar açmak, telefonunuza kurduğunuz ama hiç oynamadığınız ya da sizi sarmayan bir oyunu açıp oynamaya başlamak gibi. Bunlar olmazsa, evde uzun bir süredir yapmayı unuttuğunuz başka içsel ritüeller gelir aklınıza; çamaşırı yıkamak, bulaşıkları boşaltmak, etrafı toparlamak falan. Bu eylemler için daha önce edinemediğiniz azmi, önünüzdeki ders kitabındaki bir satırda yer alan kelimeleri okurken o kelimelerin zihninize verdiği acıyla doğru orantılı olarak edinmeniz olasıdır - zihniniz tecavüze ne kadar fazla uğrarsa, başka işler için o kadar imana gelebilirsiniz yani.

Dışsal ritüel alışveriş olsun, siz de çocuk olmuş olun. İçsel ritüeliniz ise bu alışverişte kendi istediğiniz bir şeyi aldırmak olsun. Mesela mısır gevreği, ya da fındık kreması (Nutella, Çokokrem vb…) gibi. Annenize veya babanıza bunu aldırmak için süpermarketin o bölümüne gidip o ürünün olduğu rafların önüne gelirsiniz ve ürünü elinize alarak kurcalar, oynarsınız. Ebeveyn sizin yanınıza gelince ürünü elinizde tuttuğunuzu görür ve onu istediğinizi düşünerek ya alır, ya da (bir klasik olarak), “Zararlı öyle şeyler!” diyerek almaz. Ama ortada gerçekleştirdiğiniz bir ritüel olduğu bellidir.




Peki, bu kadar ritüelden konuştuk. Şu soruyu sormak lâzım: Ritüeller iyi midir, kötü müdür? Ritüele çomak sokmak, onu bozmak/bozmaya çalışmak doğru mudur, yanlış mıdır? Yani caiz midir? Herhangi bir ritüel açısından konuşacak olursak; doğru veya yanlış olması kişiden kişiye değişir, dolayısıyla ritüeli bozmanın da doğru veya yanlış olması görecelidir. Ancak en bilinen hâliyle diyebiliriz ki; ritüel, ya da alışkanlıklar dizisi diyelim, belli bir süre sonra davranışlarımız onu oluşturduğundan itibaren bizim için, ya da ritüelin özel veya tüzel kişisi için bir dokunulmazdır, kimsenin onu eleştirmesine izin vermez. Çünkü neticede ritüel, kişinin kendisi için bir zevk, bir haz göstergesidir ve bunu yaparak haz alıyordur. Dolayısıyla eleştirildiği zaman bu ritüelin sekteye uğrayabileceğinden endişe eder. Zaten bir ritüel eleştirildiğinde onu savunanlar çıkarsa işte bu yüzdendir: insan yaptığı bir alışkanlığın bozulmasından, onu kaybetmekten endişe eder.

O yüzden ritüeller ve ritüellerle yaşamak konusunda iki tarafı da dengelemek gerekir; yani ne kendi ritüelinizden taviz verin, ne de ritüelin yaratacağı sabit fikirliliğe saplanıp kalın. Bu biraz da hem gelenekseli, hem de moderni sürdürmeye benzer. Kısacası şöyle yapın; işe hep aynı yoldan gidiyorsanız, veya yürüyüş yaparken hep aynı yolu izliyorsanız kendi geleneksel yolunuzdan yani ritüelinizden sapmayın; ancak öteki yolları da görmezden gelmeyin. Hayat bazen, kendi ritüelinize çomak sokup yeni bir şeyler keşfettiğinizde güzeldir; kim bilir, belki o yeni birtakım şeyler yeni ritüeliniz bile olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder