2010 yapımı Christopher
Nolan’ın yazıp yönettiği “Inception” filmi; insan zihninin çalışma, algılama ve
bilinç/bilinçaltı ilişkisini başarılı biçimde anlatan bir bilimkurgu filmi.
Filmde anlatılan hikâyeye dayanarak; düşüncelerimizi, korkularımızı,
heyecanlarımızı, telaşlarımızı, endişelerimizi hep kendimiz kafamızda yaratıyor
ve yok ediyoruz. Bu etkileşimin sonucu olarak yaptıklarımız, başımıza gelenlerin kanıtı olmuş oluyor. Yani hayatta yaşadığımız her şey gelip geçici, ama zihnimiz ve
bilincimiz bâki kalıyor. Ne ekersek onu biçiyoruz…
Hayatımız boyunca hep
düşünüp, düşündüğümüz ölçüde kafamızda birtakım şeyler üretiyoruz. “Bugün şunu
yapmalıyım”, “Yarın şunu almalıyım”, “Sevgilimi arayayım mı?”, “Patron zam
yapacak mı?”, “Tatile nereye gitsek?” vb pek çok düşünce gündelik hayatta
zihnimizde dolanıp duruyor… Kimi zaman bu kadar somut olmayıp soyut şeyler de
düşünüyoruz. En basitinden “Bugün çok mutsuzum”; aslında mutsuz bile
değilizdir, fakat birtakım kişiler ve olaylar karşısında ‘mutsuz olmayı’
seçeriz; kafamızın içinde o fikrin tohumunu
ekeriz, ona iyi bakarız, sularız, besler büyütürüz ve o en sonunda bizim asıl
fikrimiz, asıl gerçeğimiz haline gelir. Olayların aslında iyi veya kötü yanı
yoktur, veya kendimizi sabit olarak herhangi bir duygu içinde hissetmeyiz; olan
bitene yönelik kafamızda kurduklarımız, olayları yorumlayış biçimimizdir önemli
olan.
“Inception” filmi de tam bu
konu üzerine işlenen bir film: insanların zihninden fikir, düşünce çalma
üzerine uzman olan bir hırsız (Cobb) ve onun kendi zihninin derinliklerinde
besleyip büyüttüğü saplantılar…
Esasında her şey, filmde de
söylendiği gibi, “Filler iri ve büyük hayvanlardır,” demek kadar kolay bir şey.
Bunu karşınızdakine söylediğiniz vakit onun da fillerin iri ve büyük birer
hayvan olduğunu düşünmelerini sağlıyorsunuz. Veya biraz daha pis düşünelim;
eşinin eve seyrek gelmesinden kuşkulanan birine “Eşin seni anlatıyor olabilir”
derseniz, onu eşinin kendisini aldattığı gibi bir düşünceye inandırmış
olursunuz. Veya daha üzücü bir ihtimal düşünelim: çok sevdiğimiz birini
kaybettiğiniz (öldü) ve onun yanında değildiniz. Bunun üzerine çok fazla
düşünürseniz, o kişinin siz yanında olmadığınız için ölmüş olduğu düşüncesi
zihninizde ister istemez canlanmaya başlar… peki ya bu düşünceyi
bilinçaltınızda yaşatırsanız?... Bakalım
“Inception” filmi bu konuya nasıl bir bakış açısı getiriyor…
Elimizde Cobb adında genç,
yakışıklı ve işinde yetenekli bir bilinçaltı uzmanı ve fikir avcısı var.
Bir sürü insanın rüyaları
vasıtasıyla bilinçaltına giriyor, bir sürü hayal dünyası yaratıyor… ancak kendi
içindeki yaşattığı acı daima Cobb’a müdahale ediyor, işini, yaşamını, dahası bilincini etkiliyor. Cobb dışarıdan her
ne kadar sakin, kusursuz gözükse de, içinde karaya vurmuş biri.
Zihnindeki fikri, totemini,
topacı saplantı haline getirmiş
biri.
Filmdeki Saito adlı
karakterin dediği gibi; “Bazı radikal fikirleri saplantı haline getirmiş bir
adam.”
Peki nedir bu saplantılar? Bu
totemler? Bu fikir çalma ve fikir aşılama meseleleri? Rüya içinde rüyada
bilinçaltını etkilemeye çalıştığı Saito’ya anlatırken Cobb’un ağzından
dinleyelim:
“En dirençli parazit nedir? Bakteri mi? Virüs mü? Bağırsak solucanı mı? Hayır. Bir fikirdir. Dirençlidir ve çabuk yayılır. Fikir beyine bir kez yerleşti mi yerinden sökmek neredeyse imkânsızdır. İyice şekillenmiş ve kavranmış bir fikir zihinde bir yere saplanıp kalır.”
Evet, genel olarak bir fikrin
zihindeki yolculuğu, nasıl ortaya çıktığı, nasıl zihinde sabit kaldığı ve şekillendiği
bu şekilde anlatılıyor Cobb tarafından. Neticede kendisi en yetenekli fikir
hırsızı… Ancak onun bu yeteneğinin özü, aslında bir karmaşa. Cobb fikir ekme ve
fikir çalma hakkında nasıl bunca şeyi biliyor?
Çünkü aslında her şey,
Cobb’un eşi Mal ile yaşadıkları dünyadan bir nebze olsun kurtulmak ve kendi
hayal âlemlerine dalmak istemeleriyle ilgili. Bu düşünce, Cobb’un Mal ile bu
yaşanmışlığı onu asla yalnız bırakmıyor.
Saito'dan rüya içinde rüyada
fikir çalmaya çalışırlarken, bu rüya içinde kurdukları rüya evreninde bir
şeyler ters gidiyor.
Masalar, tabak bardaklar
titriyor. Rüya içinde rüya evreninde
olaylar çok yavaş işliyor…
…peki bir üst rüyada?
Kıyamet kopuyor!
Cobb üst rüyada uyku
durumunda…
Zaman yine yavaşlıyor…
Üst rüyadaki bir patlama,
alt rüyada bir deprem etkisi
yaratabiliyor.
Derken Mal orada…
Cobb’un biricik aşkı…
Mal’un orada, rüya içinde
olmasının sebebi ise Cobb ve onun bilinçaltı.
“Beni özlemiş olabilirsin…”
“Seni çok özledim ama artık sana güvenemem.”
“Çocuklar beni özlüyor mu?”
“Hayal bile edemezsin…”
Burada esasında çocukların
Mal'u özlediği kadar, Cobb da Mal’u ve çocukları özlüyor; çocukların son
görüntüsü Cobb'un her daim zihninde...
Ama yapamıyor, çünkü bu özlem
sadece rüyalarda, sadece bilinçaltında.
Cobb'un işine dönmesi lazım.
Ama Mal’un derdi başka…
“Nasıl biliyorsan öyle yap Cobb…”
Cobb fikir çalmak üzere
harekete geçiyor.
Kasayı buluyor…
Dosyayı bulup ötekiyle
değiştiriyor.
Ama davetsiz misafirleri var:
Saito ve… Mal!
Cobb’un yaşananlar yüzünden
bilinçaltına attığı Mal rüyada ona rahat vermiyor.
Üstelik Cobb’un sağ kolu
Arthur’u da yakalamışlar.
Saito biliyor, her şeyi
biliyor.
“Benden fikir çalmaya çalışırsınız ha,
hem de uyurken, bir rüyanın içinde?”
Saito Cobb'un işverenini
öğrenmek istiyor, Mal da Cobb’u Arthur’u vurmakla tehdit ediyor.
Ama rüyada birini öldürmekle
tehdit etmek pek akıllıca bir şey değil, çünkü birini rüyada öldürmek gerçek
hayatta uyanmasına sebep olur. Ama mesela dizinden vurursa? Bunun verdiği acı? Acı zihinde olan bir duygudur.
Dekora bakılırsa Arthur’un tasarladığı
bir rüyadalar. O yüzden Arthur’a daha fazla acı vermek Cobb’un planlarını alt
üst edecektir. Bunu bilen Cobb hızlı davranıyor:
Ve Arthur bir üst rüyada
uyanıyor.
Arthur'un zihninde yaratılan
alt rüya evresi de çökmeye başlıyor. Cobb’un kaçması lazım!
Üst rüyada Arthur’un Saito’yu
bir süre daha uykuda tutması lazım.
Cobb bilgilere ulaşıyor,
ancak hızlı olması lazım.
Saito üst rüyada uyanmak
üzere…
Alt rüya Saito’nun başına
çöktüğü için,
haliyle üst rüyada uyanıyor.
Saito uyandığı için, alt
rüyada Cobb’un ele geçirdiği belgelerde yazanlar hızlıca sansüre uğruyor,
kayboluyor.
Cobb’un üst rüyada
uyandırılması lazım, bunun için de “kick” denen “dürtme”nin gerçekleşmesi
gerekiyor; Cobb suyla buluşacak!
Cobb’un başı suyla ne kadar
fazla temas ederse…
…alt rüyada su o şekilde onu
esir alacak.
Bu noktada, zihnin ve
bilinçaltının işleyişini şu şekilde düşünün: siz uyurken evde müzik açıldığı
zaman, siz o müziğin rüyanızda bir radyodan veya herhangi bir yerden çaldığını
düşünürsünüz. Veya siz uyurken biri size gerçek hayatta seslenirse, o kişinin
rüyanızda da seslendiğini düşünürsünüz. Bunun çok daha katmanlı bir örneği ise
şöyle olabilir; gün içinde yolda giderken bir yerde 5 dakikalığına birini
gördünüz, belki başka biriyle kavga ediyordu ve olaya 5 dakikalığına tanık
oldunuz; gece o kişiyi rüyanızdaki bir olayda bütün günmüş gibi görebilirsiniz.
Bunun esas sebebi, gerçek
hayatta olan en ufak bir etkinin, kelebek etkisi misali rüyanızda katlanarak
gözükmesidir. Gerçek hayattaki 3 ya da 5 dakikalık bir şey, rüyada 3 saate, 5
saate, belki daha uzun bir süreye bile eşit olabilir ve uyandığınızda sanki
demin görmüş gibi hissedersiniz. Bilinçaltı ilginç bir şey!
Artık üst rüyada hepsi ayık
(hâlâ rüyanın içinde oldukları halde “ayık” demek o kadar tuhaf ki!). Kavga
başlıyor. Saito’yu yine kontrol altına
alıyorlar. Onun gerçek hayattaki yer aldığı mekânlardan birini rüya için tekrar
tasarlamışlar.
Ama Saito her şeyin farkında,
aslında hâlâ bir rüyanın içindeler. Gerçekte olan ise,
Hızlı bir trende yolculuk
halindeler, hepsi. Başlarında para verdikleri genç bir çocuk var ve rüyaya
girmelerine imkân sağlayan teknolojik aleti yönetiyor.
Bu alet, “ExistenZ”
filmindeki oyuna giriş için kullanılan mide görünümlü şu alete benzeyebilir:
Ama onun çok çok daha modern
versiyonu tabii. Çocuk ekibi, aleti durdurarak uyandıracak, bunun için
öncesinde kulaklığı, üst rüya için bilinçaltını kullandıkları Nash’e takacak ve
müziği açacak.
Kulaklıktan gelen müziği üst
rüyada fon müziği olarak duydukları için sona yaklaştıklarının farkına
varacaklar.
Ama Cobb’un Saito’dan çalması
gereken bir fikir daha var, bunu da kendisini görevlendiren şirket için çalmak
zorunda. Ama Saito’yu tehdit edip yere itince Saito yerdeki halıya dokunup,
gerçek hayatta yün olan malzemesinin rüyada polyester olduğunu fark ediyor.
Yani gerçek hayatta olan bir objeyi rüyada birebir aynısı olarak
tasarlayamamışlar.
Saito fark edince rüya
bitiyor, ekip makineyi kapatıyor ve toparlanıp gidiyor.
Hikâyenin temelinde Cobb’un
işi bu yani: insanların zihinlerine girerek onların en mahrem düşüncelerini, en
gizli bilgilerini öğrenmek yani çalmak. Böylece kurban rüyada olduğu ve
bilinçaltı devrede olduğu için uyanınca hiçbir şey hatırlamıyor.
Cobb bütün bu çılgınlığa
kendini o kadar kaptırmış ki, kendi derinliklerinde saklı olan bazı şeyler onu
bırakmıyor. Cobb kendi geçmişiyle hesaplaşmasını yapamamış ve acısını hep saklı
tutmuş olması sebebiyle henüz bir “Bırak gitsin (Let it go)” durumu onun için
söz konusu değil. Bu vesileyle saplantıları var ve bu saplantılar onun rüya içi
görevlerinde bilinçaltının Mal’u yollayıp ona engel olmasına sebep oluyor. Bu
saplantılar, rüya ve gerçek dünya ikilemine artık o kadar kapılmış ki, her
şeyin gerçek olup olmadığını anlamak için film boyunca devamlı olarak kendine
tasarladığı bir totem olan topacı döndürmesi gerekiyor.
Eğer topaç dönmeyi bitirip
yalpalayıp düşerse, gerçek hayatta; eğer düşmez de devam ederse, rüyada
demektir. Çünkü gerçek hayatta her şey
olup biterken, rüyalarda bazı şeyler kimi zaman olmaya devam eder. Bunu
biraz da zihnin çalışmasıyla açıklayabiliriz; bilincinizi, zihninizi gerçek
hayatta kontrol edebildiğiniz için sizin etki ettiğiniz bir şeyin sebep-sonuç
ilişkisi olur ve sonlanır; ancak bilinçaltını kontrol etmek o kadar kolay
olmadığı için hep çalışır, hem devam eder ve bu da rüyada topacın, ya da totem
her ne ise, devamlı dönmesine/tepki vermesine vesile olur.
Rüyadaysanız, totem devam
ediyor:
Rüyada değilseniz, totem
düşüyor:
Aslında filmin bütün teması, bütün mantığı da bu: totem dönüyor mu, düşüyor mu? Fikir zihinde saplantı hâlinde mi, yoksa bırakılıp gitmiş mi?...
Bir de tabii Cobb’un, Mal’la
arasındaki birtakım şeylerden ötürü çocuklarını görememe durumu var. Cobb
çocuklarını görmeyi de o kadar saplantı hâline getirmiş durumda ki, zihninde
onları en son gördüğü ân mevcut, başka da bir şey yok.
Şimdi bütün olayı şöyle
açıklığa kavuşturalım: Cobb Mal’a fikir çalmayla ilgili bir şey yaptı,
bu yüzden Mal’un başına
gelenlerden kendini sorumlu tutuyor ve Mal’u bilinçaltında yaşatıyor, Mal da
gelip onun işlerini devamlı engelliyor,
Cobb da işleri yoluna
sokamadığı ve hayatına devam edemediği için çocuklarını göremiyor...
Yani Cobb’un Mal’la, daha
doğrusu kendi bilinçaltıyla ilgili çözmesi gereken bir şeyler var. Ancak bunu
en yakınındaki kişi olan Arthur’a bile itiraf edemiyor.
Tam bu sırada, Cobb’un
yaptığı işi çözen Saito, ona “reddedemeyeceği bir teklif”le geliyor:
“Sizden fikir aşılamanızı (Inception) istiyorum.”
Saito’nun istediği aslında
mantıklı; bir insan zihinden fikir çalabiliyorsa, neden fikir ekemesin? Neticede
Arthur’un verdiği örnekte olduğu gibi; “birine ‘Filleri düşünme’ dersen, onun
filler hakkında düşünmesini sağlarsın. Ama böyle düşünen kişinin zihni, fikrin
kaynağını saptayabilir. Karşındaki kişinin bir şeyi gerçekten düşünmesini
sağlamak kusursuzdur, taklit edilemez.” Yani
insana bir şeyi düşündürtebilirsin, ama insanın o şeyi kendisinin düşünmesini
sağlayamazsın... mı acaba?
Saito, kendi şirketine rakip
olan başka bir şirketin sahibinin yakında öleceğini, şirket sahibinin oğlunun
şirketin başına geçeceğini söylüyor. Dolayısıyla bu adama, şirket
imparatorluğunu dağıtması gerektiği fikrinin ekilmesi gerekiyor. Cobb bu
teklifi kabul ediyor, çünkü Saito ona çocuklarını tekrar görebileceğini temenni
ediyor. Hemen harekete geçen Cobb, Paris’teki bir üniversitede öğretim
görevlisi olan babası Miles’ın yanına gidiyor. İnsanların zihninde dolaşmayı
öğreten babasının yanına.
Ancak babasının öğrettiği bu
başka insanların zihninde gezme eylemi legal olmadığı için Cobb da illegal olan
fikir hırsızlığına el atmış durumda. Babasından istediği ise, üniversiteden
kendisine bir mimar bulması; büyük binalar, katedraller, gerçek hayatta
ol(a)mayacak pek çok şeyi rüyada inşa etme fırsatına sahip bir mimar.
Peki Cobb neden bu tür
rüyalar âlemini yaratamıyor? Çünkü... Mal!
Babasının ise söylediği tek
bir şey var:
“Gerçekliğe dön Cobb!”
Yani Cobb’un Mal’la ilgili
saplantısını zihninden atması gerek, bırakıp gitmesi (“Let it go!”) gerek; ama
yapamıyor! Cobb için tek gerçeklik var;
“Çocuklarım gerçek hayatta babalarına kavuşmayı istiyor.
Benim gerçekliğim bu.”
Miles, Cobb’a ondan bile daha
iyi bir mimarı tanıştırıyor: Ariadne.
Ariadne Cobb için çözmesi
zorlu labirentler yaratabilecek.
Rüyalar dünyasına geçiş
denemeleri için gereken atölyeyi de Arthur buluyor.
Öncelikle bilinmesi gereken
şey şu: zihin rüyada kendi evrenini
yaratır ve o evreni aynı anda algılar ve bu dönüşümlüdür. Yani zihnimizde
binalar, evler, köprüler yaratırken bunları eşzamanlı olarak rüyada ilk defa
görüyormuş gibi keşfederiz. Bir nevi kısırdöngü:
Rüyayı tasarlayacak olan
mimar Ariadne’nin yapması gereken ise, bu kısırdöngünün tam ortasına bir çizgi
çekerek
rüya evrenini yaratma
sürecini gerçekleştirmesi. Yani fikir çalma/fikir ekme işleminin gerçekleşmesi
için gereken prosedür, mimarın yarattığı evrene bağlı olarak şöyle gelişiyor:
bir rüya evreni yaratılıyor, kişi rüyaya sokuluyor ve bu kişi rüya evrenini kendi
sırlarıyla dolduruyor.
Peki rüyada, kişinin her şeyi
gerçek sanacağı kadar detay nasıl yaratılabilir? Buna Cobb’un cevabı esasında
bir soru:
“Rüyadayken gördüklerimiz bize gerçek gibi gelir değil mi?
Uyandığımızda bir şeylerin tuhaf olduğunu fark ederiz.”
Evet aynen öyle. Bazen öyle
rüyalar görürüz ki, gerçek olduğundan o kadar emin oluruz ki, uyanıp da gerçek olmadığını fark ettiğimiz zaman
şaşırırız, tuhaf gelir bize. Bunun kanıtlarından biri de şu: Cobb ve Ariadne,
kafedeki o sahneye, rüyanın o kısmına nasıl geldiler?
Sahneyi izleyelim?
Ben size şöyle sorayım:
rüyanızın bir başlangıcı olur mu? Bir film gibi, ya da bir kitap gibi, ya da
bir müzik gibi? Yoksa rüyada gördüklerimizi gelişigüzel olarak, anlık olarak
görüp öyle mi yorumlarız? Rüyalarımızda bizi ilk sahneye veya bir sonraki
sahneye hazırlayan hiçbir uyarıcı etken, hiçbir bilgi yoktur - hatta bazen öyle
rüyalar görürüz ki sahneler birbirinden kopuk kopuktur ve istesek bile sonraki
sahneden haberimiz olamaz.
Tabii eğer bir kişinin
bilinçaltı, başkasının rüyasında olduğunu fark edecek olursa rüya dünyası
çökmeye başlar. Videoda da görüldüğü üzere.
Peki eğer hepsi rüyaysa...
Cobb neden yüzünü kapatıyor?
Çünkü...
Rüya sadece rüya değildir;
eğer yüzüne cam parçaları yağarsa canın acır, gerçek gibi hissedersin. Bu yüzden zaten eğer rüyada ölürsen gerçek hayatta uyanırsın.
Bir de rüya ve gerçek
hayattaki zaman farkı var tabii; gerçek hayatta 5 dakika, rüyada 1 saat gibi
gelebilir. Ariadne’nin rüyada saatlerdir konuşuyorlarmış gibi düşünmesinin sebebi
de bu - zihin farklı işliyor.
Rüyada Cobb’un bilinçaltında
istedikleri gibi hareket edebilirler.
İzleyelim:
Bir kişinin bilinçaltında yer
almak, o kişinin bilinçaltının sunduğu kişi ve objelere de maruz kalmaktır aynı
zamanda. Bilinçaltının ortaya çıkardığı diğer insanlara sorular sorularak,
kişinin sırları da öğrenilebilir - ki Cobb’un fikir hırsızlığı yöntemlerinden
biri de bu. Ya da mesela rüyada bir kasa yaratılır, böylece rüyasına girilen
kişi kasayı veya kilitli bir alanı bilip buraya kendi sırlarını
yerleştirebilir.
Rüyalarda sokakları veya
caddeleri değiştirmek, biçimlendirmek, tepetaklak
etmek de mümkün.
Yerçekimine meydan okumak
bile mümkün.
Ama tabii eğer bir kişinin
rüyasında, yani bilinçaltında başka bir kişi bir evren yaratırsa, rüyadaki
kişinin bilinçaltı bunu fark edebilir ve bilinçaltının yansıması olan
insanların tavırları da değişebilir - dik dik bakabilirler!
Bunlara çok fazla takılmayıp
yeni köprüler de inşa edilebilir.
Ama tabii bu tarz anî ve
büyük değişiklikler her zaman iyi değil; rüyasında bulunulan kişinin
bilinçaltının yansımaları (yani yoldaki insanlar veya diğer pek çok şey) buna
tepki verebilir ve kişi bilinçaltını kontrol edemez.
Yolun iki tarafına iki dev
ayna yerleştirip,
yolu upuzun bir hâle getirmek
de mümkün.
Ama tabii Cobb, Mal’un
anısını bilinçaltının ta derinliklerine attığı için yansıması da kaçınılmaz
oluyor.
Bu yüzden, rüyada ufak
detaylar dışında, gerçek hayatta var olan dünyayı anılarından/hafızandan yola
çıkarak tamamen aynı yaratmak doğru değil, hep yeni yerler düşünülerek
tasarlanması gerekiyor. Yoksa zihin gerçekle rüyanın kontrolünü kaybedebilir...
Cobb ve Mal’un başına bir zamanlar geldiği gibi!
Aha Cobb’un bilinçaltını tetiklediler!
Yansımaların hepsi ikisine bakıyor, Cobb’un bilinçaltı bir şeylerin yanlış
gittiğinin bilincinde.
Ve tabii ki... Mal! Cobb’un
bilinçaltında ortaya çıkıyor.
Mal Cobb’u hiçbir zaman terk
etmiyor ki...
Cobb’un zihninde topaç hâlâ dönüyor çünkü...
Mal elinde bıçakla beliriyor.
Ariadne’yi bıçaklıyor ki bu
da onun gerçek hayatta uyanmasına yol açıyor.
Ariadne’nin bir toteme
ihtiyacı var, aynı Cobb’un ve Arthur’un olduğu gibi. Cobb rüyadan uyanır
uyanmaz kendi totemini test ediyor...
...rüyayla gerçek hayat
arasındaki ayırdı yapabilmek için. Totemi dönüyor... dönüyor...
...dengesini yitiriyor...
...ve düşüyor.
Cobb gerçek hayatta
olduğundan emin. Topaç düşmeseydi rüyada olduğunu bilirdi. Her kişi kendi
toteminin yüzeyini, ağırlığını, hissini yalnızca kendi bilmek zorunda.
Ama Ariadne, bilinçaltının
diplerine birtakım problemler gömmüş olan Cobb’a kendi zihnini açmamakta
kararlı.
Sırada bir hırsıza, dahası
bir kalpazana ihtiyaçları var. Cobb
için rüya evreninde başka birinin zihinsel olarak kılığına girebilecek birine:
Eames’e.
Eames fikir aşılamanın mümkün
olduğuna inanıyor, çünkü hayal gücüyle bu mümkün. Eğer fikir aşılanacaksa
hayal gücü iyi birine ihtiyaçları var... Eames gibi.
Ama burada şöyle bir ince
ayrıntı var: Bir kişinin zihnine bir fikri ekmek, yerleştirebilmek için çok
çabalamaktan ziyade, ekilecek fikrin en
sade hâli gerekiyor. Neticede zihinle uğraşmak son derece ince bir iştir.
Bir insana sevgiyle, aşkla ilgili upuzun cümleler kurarsanız onun sevgiyi veya
aşkı düşünmesini pek kolay sağlayamazsınız; ancak sadece “sevgi” veya “aşk”
derseniz bir insan rahatlıkla aşkı düşünebilir.
Eames’in dediğine göre, eğer
Saito’nun yıkılmasını istediği şirketin başına geçecek olan genç adamın zihnine
bu yıkma fikrini ekeceklerse, öncelikle babasıyla arasındaki ilişkiden
başlamalılar.
Arthur’un da Ariadne’ye rüya
inşası konusunda öğretmesi gereken şeyler var. Mesela rüyada olağandışı
şekillerde binalar inşa edilebilir ve bu sayede kapalı döngü yaratılabilir.
Aynı bu merdiven gibi,
Penrose merdivenine benzer,
ama hileli.
İzleyelim:
Bunun gibi
merdivenler ve benzeri yapılar, rüyanın sınırlarını belirlemeyi sağlıyor.
Rüyadaki dünyanın, yapıların labirent gibi karmaşık olması da, rüyasına girilen
kişinin bilinçaltının yansımaları olan insanlardan kaçmak için gerekli bir
yöntem. Bunun sebebi de, kimsenin kendi zihninde bir başkasının dolaşmasını
istememesidir.
Cobb da işinin başında, büyük
fikir ekme operasyonu için etkili bir uyutucu bulmak üzere kimyager Yusuf’u
buluyor.
Ancak Cobb’un Yusuf’tan
istediği çok zor bir şey - bir ya da iki katmanlı değil, üç katmanlı bir rüya! Bunun için elbette çok güçlü bir
yatıştırıcıya gereksinim var. Peki bu çok güçlü yatıştırıcıyı kimler
kullanıyor?
Gerçek hayatla rüya
arasındaki ince çizgiyi çoktan kaybetmiş ve artık rüyası gerçek hayatı
oluvermiş insanlar.
Peki yatıştırıcıyı Cobb
üzerinde deneyelim, bakalım işe yarıyor mu?
Anılar...
Anılar...
Anılar...
“Beni nasıl bulacağını biliyorsun.
Ne yapman gerektiğini biliyorsun.”
Peki Cobb Mal’u nasıl
bulacak? Ne yapması gerekiyor?
Cobb yine rüyadan uyanıyor,
soluk soluğa.
Çünkü zamanında ektiklerini
şimdi biçiyor; rüyayla gerçek hayatı o kadar saplantı hâline getirmiş ki,
Mal’ın görüntüsü yine
zihninde.
Cobb’un, Saito’nun istediği
gibi Fischer imparatorluğunun oğluna fikir aşılaması için her şeyi en ince
ayrıntısına kadar bilmesi gerekiyor, çünkü zihne ekilecek bir fikir, zihnine
girilen kişinin hayatını, kişiliğini sonsuza kadar değiştirebilir. Birine
“Senden nefret ediyorum!” dediğinizde onun sizin hakkınızda artık olumlu
düşünmesi mümkün olabilir mi? Olamaz.
Baba Fischer’ın sağ kolu,
oğlunun ise vaftiz babası olan Browning var, onu kullanabilirler bak!
Eames bir sahtekâr olduğu için,
Fischer’ın rüyasında Browning’i taklit edebilir, onun hareketlerini,
tavırlarını kopya etmesi gerekiyor.
Adamımız Robert Fischer:
Babası hasta yatağındaki
Maurice Fischer:
Ve ikisinin arasındaki bağ
için çok önemli sayılabilecek bir fotoğraf karesi:
Fotoğraf karesinde bir rüzgârgülü var, bu, daha sonra ekibin işine yarayabilir.
Eames rüyanın ilk katmanında
Browning olarak Fischer’ın zihnine fikri aşılarsa, daha alt katmanda Fischer’ın
kendi zihninin yarattığı Browning yansıması bu fikri besleyebilir. Yani fikri kendi kendine vermiş olur.
Ariadne de rüyanın
katmanlarının maketlerini yapmaya başlamış.
Ama Cobb’un bu kadar
ayrıntıyı bilmemesi gerekiyor. Eğer bilirse, zihnindeki, bilinçaltının
derinliklerindeki Mal’un yansıması yüzeye çıkabilir ve operasyonu mahvedebilir.
Saito’nun rüya operasyonunda olduğu gibi! Cobb’un tek istediği evine,
çocuklarına gitmek. Ama izin verilmiyor, çünkü Cobb’un Mal’u öldürdüğünü düşünüyorlar. Peki, ama nasıl?
Artık proje için
hazırlanmalılar. 3 katmanlı bir rüya projesine girişecekler. Rüya sırasında
beyin fonksiyonları normalin yaklaşık 20 katı durumunda, katmanlar arttıkça
bunun etkisi de artacak. İlk katman için bir
hafta, ikinci katman için altı ay,
üçüncü katman için de on yıl gibi bir
süre... Peki, kim on yıl boyunca
başkasının zihninde yaşamayı ister ki?
Rüyada işlerini
bitirdiklerinden sonra gerçek hayata dönmeleri için ise bir dürtü (kick) gerekiyor. Bunun izahı da
şöyle: rüyanızda uçurumdan düştüğünüzü görürseniz uyanırsınız ve gerçek hayata
dönersiniz, çünkü düşme hissi insanı rüyasından uyandırır. Yatıştırıcıyı iç
kulağı etkilemeyecek biçimde hazırlarsanız, yatıştırıcı ne kadar kuvvetli
olursa olsun, bir dürtü gerçekleştiğinde bunu hissedersiniz.
Burada önemli olan, üç
katmanda da dürtüyü aynı anda gerçekleştirmek, böylece en alt katmandan
başlayarak bir üsttekine geri dönüp, en sonunda da gerçek hayata dönebilirler.
Bunu yapabilmek için her katmanda dürtüye geçmeye yakın müzik de çalınırsa ekip
hazır olmuş olur. Fischer’ı uzun süre uyku altında tutmak için uzun süreli bir
yolculuğu da ayarlıyorlar: Sydney’den Los Angeles’a 10 saatlik bir uçuş.
Yani olayımız şu: Saplantılı
Cobb’umuz
ekibiyle birlikte 10 saatlik
bir yolculukla Fischer’ın zihnine girecek
ve Mal’un bilinçaltından
çıkıp gelmesine olanak tanımadan
çocuklarını tekrar görmek
için bir görev gerçekleştirecek.
Aslında kolay gibi gözüküyor,
bu vakitten sonra ne ekerlerse onu
biçecekler.
Hepsinden önce Cobb son bir
defa zihninin derinliklerine, bilinçaltına bir yolculuğa çıkıyor...
Ariadne de onun zihninin
derinliklerine gitsin bakalım, neler bulacak...
Burada Cobb’un zihninin
derinlikleri, yani katmanları bir asansöre benzetiliyor.
İşte Cobb’un, zihninin
derinliklerinde devamlı yaşattığı Mal anısı.
“Söz vermiştin Cobb, birlikte yaşlanacağız diye...”
Tabii Mal’un, Cobb’un
zihnindeki yansıması Ariadne’yi fark ediyor.
Hemen zihin görevini gören
asansörde en yukarıya, Cobb’un umutla beslediği bir anıya çıkıyorlar. Peki Cobb
bu anıları neden saklıyor? Çünkü rüya görmeye devam etmesinin tek yolu bu.
Çünkü Mal’la rüyalarında hâlâ
birlikteler, Cobb içindeki birtakım şeyleri bırakıp gidememiş.
Ama Ariadne’ye, “Var olan anılarını
kullanma,” demişti Cobb, o zaman kendisi neden bu anıları saklıyor? Çünkü bu
anılar pişman olduğu ve değiştirmeye
çalıştığı anılar.
Zihninin derinliklerinde hâlâ
Mal’la yaşadığı ev duruyor. Ve orada Cobb hâlâ hayalini kuruyor...
...çocuklarını tekrar
görebilmenin hayalini.
Zihnindeki en son anı bu.
Çocuklarına seslenmeyi, onların başlarını çevirip kendisine bakmalarını,
yüzlerini görmeyi o kadar çok istiyor ki... ama olmuyor! Çünkü Cobb, Mal’u
öldürme suçundan ötürü evinden uzaklaştırılıyor.
Ve işte en dipteki, en
derindeki anı:
Bir otel odası; darmadağınık,
her şey yerlerde, kırılmış, dökülmüş. Bu otel odası, Cobb’un Mal’la evlilik
yıldönümlerini kutlayacakları otel odası; her şeyin yarım kaldığı ve bu sebeple
Mal’un yansımasının sinirli olduğu bir anı parçası. Ama Mal son derece öfkeli, çünkü
Cobb’un ona verilmiş bir sözü var; verilmiş, tutulmayı bekleyen ama hâlâ
tutulmamış bir söz -- birlikte yaşlanacaklarının
sözü.
“Bir tren bekliyorsun,
Seni uzaklara götürecek bir
tren.
Trenin seni nereye
götürmesini umduğunu biliyorsun ama emin değilsin.
Ama önemi yok.
Çünkü birlikte olacaksınız.”
Artık yolculuğa başlıyorlar,
geri dönüş yok.
Hepsi hemen makinelere
bağlanıyor.
İlk rüya katmanı kimyager
Yusuf’un zihninde. Ama onun yaptığına bak:
Uykudan önce içilen bir kadeh
şampanya, rüyada yağmur olarak geri dönüyor.
Eee, ne demiştik? Ne ekerlerse onu biçerler.
Fischer’ı kaçırıyorlar, ama
işin enteresan kısmı şu ki, Fischer’ın zihni kaçırıldığının farkında! O yüzden
bütün caddeden boylu boyunca bu koskoca tren geçiyor. Bilinçaltının bir çeşit savunma mekanizması.
Saito yaralanıyor ve ekip
hemen bir depoya sığınmaya gidiyor. Şimdi boku yemiş durumdalar, çünkü, ilk
fikir hırsızlığı sahnesini hatırlarsanız Arthur vurulduğunda gerçek dünyaya
dönmüştü; fakat bu üç katmanlı rüya projesinde aldıkları yatıştırıcı sebebiyle eğer ölürlerse Araf’a düşerler. Peki
Araf neresi?
“Saf, sınırsız bilinçaltı. Orada hiçbir şey yoktur.”
Araf’a düşerseniz, sonsuza
kadar bir sonsuzluk içinde hayal âlemleri yaratıp yaratıp yıkarsınız, orada
yaşlanırsınız ve gerçek dünyayı tamamen unutursunuz. Peki kim bu Araf’ta daha
önce bulunmuştu? Cobb…
Cobb’la Mal ne yapmış peki
zamanında? Rüya içinde rüya âlemine dalarak sonsuz, sınırsız rüyalar
yaratmışlar. 50 yıl boyunca bir rüyalar âleminde, en diplerde kendilerine
yepyeni bir dünya kurmuşlar.
Cobb bu rüya dünyasından
bıkmış olsa da, Mal bıkmamış… Çünkü onun için Araf bambaşka bir anlama gelmeye
başlamış…
Orada kendi küçüklük evini
yaratan Mal, o evdeki kilitli bir kasada, ta derinlerde başka bir sır saklamaya
başlamış.
Bildiği, ama unutmayı tercih
ettiği bir gerçek…
Gördüğünüz gibi Mal'un totemi topaç.
Peki Cobb neden kullanıyor?...
Gerçek dünyaya döndüklerinde
bile
Mal bu sakladığı gerçeğe
inanmaya başlamış.
Peki neymiş bu fikir? Dünyalarının gerçek olmadığı ve gerçek
hayata dönebilmek için uyanması gerektiği fikri…
Mal bu fikre o kadar
kapılıyor ki, gerçek hayattaki çocuklarının dahi gerçek olmadığını ve ancak
kendilerini öldürüp esas gerçekliğe dönecek olurlarsa çocuklarının onları orada
beklediğini düşünüyor. Ama bunu tek başına yapamıyor, kendini öldürüp gerçekliğe
dönme fikrini… o yüzden evlilik yıldönümlerinde bir plân yapıyor; Mal ve
Cobb’un yaşamını sonsuza dek değiştirecek
bir plân…
Bu plân vesilesiyle Mal’un
ölümünden Cobb suçlu bulunuyor ve çocukların velayeti de Cobb’dan alınıyor.
Onun zihninde kalan son görüntü ise bu…
Şimdi karavana binip kaçmalı
ve bir yandan da ikinci rüya katmanına geçmeliler. Burada Cobb, Fischer’ı
bilinçaltının tehlikeleriyle ilgili uyaracak.
Cobb bu rüya evresinde bir
güvenlik görevlisini canlandırıyor; bilinçaltı
güvenliği. Ama görevini ne kadar yerine getirebilir ki? Sonuçta kendi bilinçaltının yansıması olan
çocukları gözünün önüne geliyor.
Haa bir de, bir üst
katmandaki kovalamaca daha şiddetli bir hâl alıyor ve karavan bir sürü darbe
alıyor, ilk katmandaki dürtünün gerçekleşmesi için ortam –mecburen–
hazırlanıyor.
Cobb Fischer’ı bir rüyanın
içinde oldukları konusunda ikna ediyor, ancak Fischer’ın rüyadan önceki evrede
yani üst katmanda yaşadıklarını hatırlaması lâzım. Bu aynı uyandıktan sonra bir rüyayı hatırlamaya çalışmak gibi, yani çok zor!
Sıradaki amaçları, Fischer'ı,
babasının sağ kolu olan Browning’in ondan bir şeyler sakladığına inandırmak.
Bunu da sağlıyorlar ve Fischer’in artık asıl amacı, Browning’in zihninin
derinliklerine inerek kendisinden saklanan, babasının asıl vasiyetini öğrenmek
oluyor. Yine uykuya geçiyorlar…
İlk katmanda Yusuf dürtüyü
gerçekleştirecek kişi, ikinci katmanda ise Arthur. Ancak ilk katmanda her şey
çok iyi gitmiyor ve kaza geçiriyorlar. Bu kaza akabinde oluşan denge
değişiklikleri alt katmanda da kendini
yerçekimsiz ortam olarak gösteriyor... Sanki Matrix ortamında
yerçekimsiz biçimde kavga ediyorlar gibi.
Arthur’un yapması gereken;
onları bir bütün halinde asansöre götürüp
yerçekimini yaratarak dürtüyü
gerçekleştirmek.
Üçüncü katmanda ise sırrın
saklandığı kaleye gidip Fischer’ın sırrı bulmasına yardımcı olmalılar.
Derken o da ne? Mal da o
katmana varıyor!
Ve Fischer'ı vuruyor!
Sıçtık! Şimdi yapmaları
gereken şey Araf’a inip orada Fischer’ı bularak ona bir dürtme gerçekleştirip
ardından hep birlikte üst katmana çıkmak. Eames de üçüncü katmanda bombaları
kaleye yerleştireceği için her katmandaki dürtme onları bir öncekine yollayacak,
bu sayede gerçek dünyaya dönecekler.
Artık çok hızlı olmalılar,
çünkü ilk katmanda dürtü gerçekleşmek üzere…
Ariadne ve Cobb artık
Araf'talar.
Enkaz hâline gelmiş olan
Araf…
Çocukların yansıması da
orada, Araf’ta.
Mal da orada, Cobb’la
yarattıkları bir binadaki dairelerden birinde.
Mal Cobb’a artık onun da tek
bir gerçekliğe inanmadığını hatırlatıyor, o yüzden Cobb’dan kendisini, onunla
olmayı seçmesini istiyor.
Burada artık Cobb'un
hissettiği suçluluk. Ne yaparsa
yapsın, kafası ne kadar karışık olursa olsun, hissettiği tek bir his var: suçluluk hissi. Peki neden bu his? Bir
gerçek yüzünden; Cobb’un Mal’un zihnine gerçeği sorgulamasıyla ilgili fikri aşıladığı gerçeği yüzünden – Cobb Mal’a
zamanında fikir aşılama yani inception uygulamış!
Araf’ta kendilerine öyle bir
dünya yaratıyorlar ve buna öyle kendilerini kaptırıyorlar ki, Cobb bu dünyanın
gerçek olmadığının farkında olmasına rağmen Mal rüyaların kendi gerçeği
olduğuna inanıyor.
Cobb ona fikir aşılama
yaptığı için Mal Araf’taki rüyalar âlemini sorguluyor, ama bu sorgulama gerçek
dünyaya döndüklerinde bile Mal’un zihninde –ne
yazık ki- devam ediyor…
Bu o kadar kötü bir şey ki… Rüyada yarattığın evrene gereğinden fazla
kapılıp gerçekliğe döndüğünde bile gerçek dünyanın gerçekliğini sorgulamak ve
rüyanın esasında gerçeklik olduğunu sanmak… Filmin sloganlarından biri olan
“Dream is real” (Gerçek olan rüya) lafını da kuvvetlendiriyor bu fikir.
Cobb ne ektiyse onu biçiyor; Mal’un zihnine rüyaların gerçek olmadığı ve
gerçekliğe dönmeleri gerektiği fikrini aşılarak, gerçek hayatta da gerçekliği
sorgulayıp esasında rüyanın gerçeklik olduğunu düşünmesine neden oluyor. Nasıl
bir paradoks, öyle değil mi? Cobb’un
kendi yaptığı, kendi fikrinde saplantı hâline getirdiği bir fikir kendi
yaşamını alt üst ediyor.
Mal ihanete uğramış durumda,
ancak hâlâ rüyalar dünyasında, Araf’ta bir gerçeklik yaşayabileceklerine,
birlikte yaşayabileceklerine inanıyor.
Fakat ilk katmanda dürtü
gerçekleşmek üzere.
Üçüncü katmanda Saito ölüyor…
Araf’ta da dürtü
gerçekleşmeye başlıyor.
Cobb Mal’a bir teklifte
bulunuyor: eğer onunla kalmasını kabul ederse Fischer’ı serbest bırakacak.
İkinci katmanda da dürtü
gerçekleşmek üzere.
Cobb Mal’un teklifini
reddediyor, çünkü artık Mal o eski Mal değil.
“Seninle yaşamayı kabul edemem,
çünkü karımın bir yansımasısın, bir hayalsin.”
Fischer dürtüyü yaşıyor.
İkinci katmanda da dürtü
gerçekleşmesine çok az kaldı…
Üçüncü katmanda Fischer en
sonunda kapalı odaya ulaşıyor, babasının ölümünün tekrar yaşandığı odaya.
Babasının son sözü: “Hayal
kırıklığına uğradım.”
Ama bu, Fischer’ın sandığı
üzere, babasının kendisi gibi olamadığı
için değil, olduğu için duyduğu
bir hayal kırıklığı. İşte Fischer’ın zihnine fikir aşılama da böylece
gerçekleşiyor… Babasının başucundaki kasadan çıkan ise, aşılanan fikri güçlü
kılıyor.
Hatırlarsanız, Fischer'ın
babasıyla ilgili en eski anısı şu fotoğraf.
Bu rüzgârgülü o anıyı da
tetiklemiş oluyor.
Artık bütün dürtüler
gerçekleşiyor: Üçüncü katman.
İkinci katman.
Birinci katman.
Peki ya Cobb?
O da nihayet, en sonunda,
hepimizin hayatındaki bazı kayıplar, bazı hatalar, bazı hayal kırıklıklarından
sonra yapmamız gereken şeyi yapıyor, artık zihnindeki Mal’un anısını bırakıp gidiyor.
Fischer artık babasının son
isteğinin, onun kararları doğrultusunda değil, kendi kararları doğrultusunda
yaşaması olduğunu anlamış durumda.
Peki, herkes kurtuldu, Cobb’a
ne olacak?
Döndük başa…
Cobb Saito'yu buluyor, ama
Saito Araf’ta yaşlanmış, senelerini geçirmiş…
Cobb’la karşılaşıyor, bazı radikal fikirleri saplantı haline
getirmiş bir adamla. Hâlbuki Cobb Saito’ya gerçeği hatırlatmak için gelmiş.
İçinde bulundukları dünyanın
gerçek olmadığını hatırlatmak için.
Saito’nun geri dönmesi lazım,
anlaşmalarına sadık kalabilmesi için, yeniden
genç olabilmeleri için. Bu da tek bir şekilde mümkün… Bir silahla? Hem
kendini, hem Cobb’u vurarak?
Ve her şey sona eriyor… Cobb
uçakta gözlerini açıyor…
Buna bir an kendi de
inanamıyor, ama işte, artık gerçek
dünyada…
Saito da uyanmış, onu da
kurtardı çünkü Cobb.
Peki, gelelim esas soruya: O
silahtan sonra olan her şey gerçek
olabilir mi? Cobb buna gerçekten
inanabilir mi?
Yoksa çocuklarına kavuşma
umuduyla gerçekleştirdiği bu yolculuk, zihninde dönüp duran bir saplantı olarak
kalmış olabilir mi?
Cobb'un geçişi onaylanıyor.
Ama her şey hâlâ o kadar rüya gibi ki, inanası gelmiyor…
Babası Miles da orada, onu
almaya gelmiş…
Her şey hâlâ rüya gibi, Cobb
yıllardır peşinden koştuğu bu sahnenin gerçekleşmesine çok şaşırıyor.
Ama emin olması lâzım, bu
yüzden cebinden topacı (totemi) çıkartarak masaya koyuyor ve çeviriyor.
Ve çok uzun bir aradan sonra
çocukların görünmeyen yüzleri
Görünüyor…
Artık sonsuza dek
çocuklarının yanında… Rüyası gerçek oldu…
Ama totem dönmeye devam
ediyor... yoksa?... Yoksa?...
İzleyelim:
Hayali gerçek mi oldu? Yoksa gerçeği bir hayalden mi
ibaret?
İşte burada bizlerin
sorguladığı bu: Cobb o son silah sahnesinden sonra gerçeğe mi döndü, yoksa
hayalinde bu sahneyi canlandırmaya devam mı etti? Acaba bütün bu fikir aşılama
görevi, Cobb’un zihninde, bilinçaltının derinliklerinde Mal’a karşı hissettiği suçluluk duygusunu bastırmak için bir
hayal kurma çabası mı? Cobb gerçekten bırakıp
gitti mi? (Let it go?)
Burada o son sahnede topacın
düşüp düşmediğine vereceğimiz karar, Cobb’un değil, bizim filmdeki sonuçtan
tatmin olup olmadığımıza, olayları kendi kafamızda bitirip bitirmediğimize göre
değişiklik gösterebilir. Cobb’un gerçek hayatta çocuklarına kavuşup yaşantısına
mutlu mesut devam ettiğini düşünüyor musunuz? O zaman topaç düşüyor. Cobb’un
çocuklarına kavuştuğuyla ilgili bir hayal gördüğünü mü düşünüyorsunuz? O zaman
topaç hem Cobb’un zihninde, hem de sizin zihninizde dönmeye devam ediyor
demektir. Bana göre? Bence Cobb çocuklarına kavuştu, mutlu mesut bir hayat
sürdü ve o topaç da dengesini kaybedip düştü.
Ne ekersen onu biçersin, ve
başına gelenlerden aldığın ders, verdiğin kararlar neticesinde bir şeyin olup
gitmesine izin verirsen (“Let it go”) zihninde dönmekte olan topaç düşer.
Aksi takdirde,
yaptıklarından, aldığın kararlardan duyduğun pişmanlık ve geçmişe saplanıp
kalma neticesinde topaç zihninin derinliklerinde dönmeye devam eder…
Hikâye de burada bitti… Artık
bırakın gitsin… J
Dipnot: Eğer
hikâyenin sonunda topacın gerçekten düşüp düşmediğini veya Cobb’un hayal görüp
görmediğini merak ediyorsanız şunu söyleyebilirim: topaç düşüyor, çünkü topaç
zaten hiçbir zaman Cobb’un totemi olmadı. Topaç, filmde Mal’u zihninin
derinliklerinde sakladığı gerçeklik sahnesinden de hatırlayacağınız üzere,
Mal’un totemi. Cobb’un kendi totemi ise evlilik yüzüğü. Filmdeki gerçek hayat
sahnelerinde Cobb’un parmağında yüzüğü yok.
Ama rüya sahnelerinde yüzük
hep parmağında.
Eğer topacın düşmediğini
sanıp Cobb’un hayal kurduğuna kendinizi inandırdıysanız kusuruma bakmayın;
gerçekler böyle, bırakın gitsin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder