Herkes kendi yaptığı ya da başkasının yaptığı işin miktarını
uzun uzadıya anlatır, “Şöyle yaptım böyle yaptım, senelerimi verdim, yıllarımı
harcadım, tırnaklarımla geldim ben buraya!” diye böbürlenir durur. Yaptığı işin/şeyin
(artık her ne ise) miktarı herkes için birincil derecede önemlidir... Peki ya
kalitesi, yani işlevi?
Hayatımız boyunca yaptığımız işleri uzuuun uzun, ballandıra
ballandıra anlatırız; şu kadar sene şurada çalıştım, şu kadar sene burada
çalıştım, bir sürü bir sürü bir şeyler yaptım diye anlatırız. Anlatırken de
kendi egomuzu besleriz bir yandan. En sonunda da deriz ki; “Artık benim de
dinlenmeye ihtiyacım var”... Peki, onca şey yapmış olsak bile, ‘işlevsel’ bir
şey yapmış olur muyuz?
Burada şöyle bir durup düşünmemiz lâzım. Eğer bir sanatçı,
özel bir şey üreten bir insan değilsek, yaptığımız işe ticari anlamda
bakıyorsak, işimizin miktarı bizim için esas kalite göstergesidir. Mesela bir
kişi senelerce aynı işte çalışmış, bütün zihinsel birikimini aynı işe adamış ve
bu işten seneler geçtikçe daha fazla kazanmışsa, o kişinin çok başarılı olduğu söylenir... ancak her zaman öyle olmayabilir!
Bir otobüs şoförüyle bir heykeltıraşı düşünün; otobüs
şoförünün görevi her gün direksiyon başına geçip insanları bir yerden öteki
yere götürmektir ve bir gün içinde direksiyonu ne kadar çevirirse o kadar
başarılı addedilir; bir heykeltıraş ise taştan koca bir bloğu karşısına alıp
ona günlerce, haftalarca bakar (belki aylarca), ardından onu çivi ve çekiç
yardımıyla (ve diğer malzemeleriyle) yontmaya başlar, belki bu da günlerce
hatta haftalarca sürer ve en sonunda ortaya bir sanat eseri çıkmış olur.
İşlevsellik açısından yararı en fazla dokunan kişi, öteki yumurtaların arasında
altın yumurtadır ve parlar...
Örnekte görüleceği üzere, otobüs şoförü belli bir süre
içinde bir emek harcayıp insanları bir yerden bir yere götürmüştür ve onun
başarısı budur. Öteki yandan, heykeltıraş belli bir süreyi sadece düşünmeye
ayırıp, belli bir süreyi ise sadece yontmaya ayırarak en sonunda bir heykel
ortaya çıkarmıştır ve onun başarısı da budur. Burada hangisinin işi daha
başarılıdır? Bir otobüs şoförünün mü, yoksa bir heykeltıraşın mı? Her ne kadar
sanat bir ülkede öteki mesleklerin çok üzerinde tutulsa bile (bizim ülkemiz
hariç!), hangi tarafın daha çok çalıştığı ve emek harcadığı elbette ki
sübjektiftir; biri “Bence otobüs şoförü daha fazla emek harcamıştır, onun işi
kalitelidir,” diyebilirken, öteki “Bence heykeltıraş daha fazla emek
harcamıştır, onun işi kalitelidir,” diyebilir.
Mesela diziler ve filmler... Tamamen bizim ülkemizi ele
alarak söylemek gerekirse (çünkü yurtdışındaki şartlarla bizimkiler arasında
dağlar kadar fark var), filmler daha uzun bir süreçte emek harcanarak ortaya
çıkartılan eserler olduğu hâlde, diziler daha kısa bir süreçte emek harcanarak
ortaya çıkartılan eserlerdir. Hatta bizde bir dizi bölümü ile bir film hemen
hemen aynı süreye sahiptir. Peki, aynı süreye sahip oldukları için, diziye daha
kısa sürede daha fazla çaba harcandığı için filmden daha kalitelidir demek
mümkün müdür? Yani boyu mu önemlidir, yoksa işlevi mi?... Tabii ki işlevi! Aynı
süreye sahip olduğu hâlde, dizi için daha kısa bir süreç içinde daha çabuk
düşünülüp karar verilip eyleme dökmek gerekli olduğundan daha az bir titizlikle
yaklaşılmaktadır.
Televizyondaki eğlence işleriyle daha çok haber, belgesel
niteliği taşıyan işler arasındaki fark da buna benzer bir örnektir. Dizi,
yarışma gibi yapımlar eğlence odaklı olduğu için daha fazla sürer, daha
uzundur, daha fazla bütçe ayrılır ve amacı insanları eğlendirmektir. Öteki
taraftan, habercilikle ilgili, belgesel tarzı yapımlar daha çok eğitme, öğretme
amacıyla gerçekleştirildiğinden süreleri de ona göre kısadır, veya kısa süreli
işlerdir, bütçeleri de ona göre ayarlıdır.
Bu kıyaslama iş dünyasında peşimizi bir türlü bırakmaz.
Ailelerimiz için en büyük başarı, sabah 9 - akşam 6 mesaili bir işe girip
sigortalı olarak belli bir yaşa kadar çalışmak, o zamana kadar iyi bir para
kazanmak; emekli olunca da her ay doygun bir miktar para alıp hayatın kalanını
keyifle, rahatça yaşamak. Yani iş dünyasında, bir işte ne kadar süre
çalıştığınız, -belki de sevmediğiniz- bir işe ne kadar süre katlandığınız,
emekli olduktan sonra da kaç para kazandığınız önemli; yani boyu önemli. Hâlbuki esas önemli olması
gereken şey işlevidir. Bir süre
sonra şu soruyu kendinize sorun: “Ben bu hayata nasıl bir katkı sağladım?” Eğer
cevabınız, “10 sene boyunca bu işte çalıştım, ayda 3 bin lira para kazandım,
şimdi de emekliliğin tadını çıkaracağım,” ise kusura bakmayın ama hep boy için çalışmışsınız, işlev sıfır! Şu
tabletteki harcanmış ilaçlardan farkınız kalmamış olur (gülümseyenler
muhtemelen hayatını istediği gibi yaşayıp sevdiği işi yapanlar):
Tabii burada işlevin manası da önemli; sizin için işlev, iyi
bir para kazanıp geleceğini güvence altına alarak kendine ve ailene bakmak da
olabilir.
Yani önemli olanın boyu değil işlevi olması hep sübjektif
bir durum. Ama bunun sübjektifliği de maddiyattan
geliyor. Ülkecek maddiyata çok önem verdiğimiz için, biri ne kadar çok para
kazanıyorsa o kadar başarılıdır bizim için, yaptığı işin (toplum tarafından hor
görülecek bir iş olmadığı sürece) herhangi bir önemi yoktur... Ya da durun, o
son cümledeki parantez içini parantez dışına çıkarın -- kim başkasının toplum
tarafından hor görülen veya görülmeyen bir iş yaptığına bakıyor ki? Dahası kim
hor görülmeyen bir iş yapıyor ki? Kim işini hor görülmeyecek biçimde yapıyor
ki? Bu durumda yine önemli olanın boy değil işlev olduğu devreye giriyor.
Aynı mevzuyu iş değil aşk hayatına da uyarlamak mümkün.
Cinsel yaşam yani, seksüel ihtiyaçlar ve onların giderilmesi bakımından. Seks
penceresinden baktığımızda da, dünya genelinde her ne kadar modern bakış açısı
ve özgür düşünce hâkim olsa da (öyle gözüküyor olsa bile), her insanın
bilinçaltında boyut önemli bir yer
kaplıyor. Hem erkek için, hem kadın için karşı cinsle ilgili istekler ve
fanteziler hep işin boyut olarak daha
fazla olması yönünde. Erkek ve kadın kendindekinin büyük olursa tatmin
edeceğini düşünüyor. Penis büyültme reklamları ve kadınlar için silikon
taktırma furyası o yüzden hep had safhada; iki taraf da kendindekinin ne kadar
büyük, gereğinden fazla olursa o kadar yeterli olduğunu düşünüyor. Hâlbuki
mesele aşk ve seks konusunda da boyuttan ziyade, işlevdir, ya da öyle
olmalıdır.
Herkes iş ve aşk konusunda elinde olanla mutlu gibi gözükse
de, aslında herkes boy, miktar, adet,
büyüklük konusunda takıntılı durumda. Oysaki insanlar ellerindeki
malzemenin ebadına değil de, o malzemeyle ne yapabildiklerine baksalar,
neticenin iyi ve kaliteli olmasına odaklansalar, herkes mutlu, Lerzan Mutlu!
Diyeceğim odur ki; bir insanın bir şeyi sırf daha fazla
yapmış olmak ve bunu insanlara böbürlenerek anlatmak için yapmış olması yerine;
onu daha netice odaklı, niceliğe değil niteliğe dayalı olarak yapması ve
yaptığının kimseye olmasa bile kendine yarar sağladığını bilmesi en
önemlisidir. İş ilânlarında neden hep “Nitelikli eleman aranıyor” şeklinde bir
ibare olur? Veya bir insanın özelliklerinden bahsedilirken “Nitelikli biri...”
diye belirtilir? Çünkü aslında, belki de, hep niceliğe önem veriyorken veya
öyleymiş gibi bir izlenim yaratıyorken, esasında bilinçaltımızda hep nitelikli
insan, nitelikli iş veya nitelikli herhangi bir şey peşinde koştuğumuz gerçeği
yatıyor.
Günün sonundaki sorumuz şu olmalı: gün boyunca şu kadar
boyda iş yaptım, peki işlevselliği ne? Bana ne katıyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder