1997 yılında gösterime giren ve James Cameron’un yazıp
yönettiği, tüm zamanların en çok izlenen filmlerinden biri olan “Titanic”
filmi, her ne kadar dramatik olarak ilerleyip bir felaket filmi olarak bitse
de, filmin özünde farklı bir versiyonuyla “Aşk-ı Memnu” hikâyesi olduğunu görmek çok da zor değil...
Başrollerinde Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet’in oynadığı,
James Cameron’un yazıp yönettiği “Titanic” filmi, yine Cameron’un 2009 yılında
kendi yazıp yönettiği “Avatar” adlı filmle tüm zamanların en çok hasılat elde
eden filmi ünvanını kaybetmiş olabilir; ancak bence hâlâ tüm zamanların en iyi
filmlerinden biridir. Bunu söylememdeki etkenlerden biri belki de filmin ikinci
yarısının son bir saatlik diliminde gerçekleşen muazzam gemi batması sahneleri
olabilir, ancak daha yakından bakacak olursak, bir felaket filminden öte,
Titanic filmi aslında biz Türklere son derece aşina olduğumuz bir hikâyeyi
anımsatıyor...
...”Aşk-ı Memnu”yu. Halid Ziya Uşaklıgil’in ölümsüz eseri
olan bu roman ilk önce TRT tarafından 1975 yılında dizi olarak çekildi,
ardından 2008 yılında Ay Yapım tarafından tekrar dizi olarak çekilip Kanal D’de
gösterildi. Ama görünen o ki, Hollywood’un parlak şahıslarından biri olarak
görülen James Cameron abimiz de, belki isteyerek belki de istemeyerek, Aşk-ı
Memnu’dan bir şekilde nasiplenmiş...
Öncelikle Aşk-ı Memnu dizisinin (2008 versiyonunun) jenerik
müziğini vereyim ve kendimizi o ruh hâline bir sokalım:
Çok kısa bir şekilde 2008 yapımı Aşk-ı Memnu dizisinin
özetini geçeceğim: Neydi olay? Adnan (Ednan) Ziyagil adlı başarılı bir iş adamı
vardır, kendisinden yaşça hayli küçük olan Bihter’le evlenmek ister çünkü iki
çocuğu vardır Nihal ve Bülent adında, anneleri Bülent’i doğurduktan sonra vefat
etmiştir. Bihter’in Firdevs adında bir annesi vardır ve Bihter’in Adnan’la olan
evliliği sayesinde aileyle birlikte yaşayabilecektir, çünkü Firdevs’in eşi
vefat etmiştir (Firdevs eşini aldatmıştır ve eşi de kriz geçirip ölmüştür).
Ancak Adnan’la Bihter’in evliliğinde, Adnan’ın yeğeni olan Behlül adlı üçüncü
tekil şahıs vardır. Bihter’le Behlül istemeden de olsa birbirlerine âşık
olurlar ve yasak aşkları (aşk-ı memnu) başlar. Adnan’a ve ailedeki diğer
insanlara çaktırmadan aşklarını yaşamaya devam etmek isterler, ancak hayat
kimse için toz pembe değildir, bu yüzden yasak aşkları er ya da geç ortaya
çıkacaktır...
Titanic filminde bu hikâyenin birebir olmasa bile benzeri bir yasak aşk hikâyesini görmek
mümkün. Gelin o hikâyeyi sizlere anlatayım...
Olaylar, 1996 yılında hazine avcısı Brock Lovett adlı bu
sarışın, küpeli, karizmatik abimizin, Titanik’te olduğu varsayılan Okyanusun Kalbi adlı şu kolyeyi
aramasıyla başlar:
Ama Lovett, elmas derken çıplak kadın fotoğrafı bulur!
Bu haber televizyonda yayınlanınca, 101 yaşındaki (hikâyeye
dayalı gerçek hesaptır bu) teyzemiz olaya atlar:
“Ay o resimdeki kadın benim ahaha!”
Meğer kadının tek isteği gemiye binmekmiş, baştan diyeydi...
Ama kadın 101 yaşına gelmiş, eli işte gözü hâlâ oynaşta!
“Torunumu gördün mü yakışıklı?”
Torun da pek nazik, pek kibar.
“Evet, beyefendiyle demin güvertede tanışmıştık.”
Neyse... 101 yaşındaki bu kadın, Rose Dawson’dır. Ya da biz
ona kendi hikâyemde Bihter diyelim.
Evet, sene olmuş 1996 (filmdeki hikâyede) ve Bihter yaşıyor! Rose kendi resmine
bakar...
...ve mazi zihninde canlanır...
Âşık olduğu adam olan Jack’in kendisini resmettiği anılar
gözlerinin önüne gelir...
Ama hazine avcımız Lovett’in derdi hâlâ Okyanusun Kalbi adı verilen elmas kolyededir.
“Bu resim sende bir şeyler çağrıştırıyor mu Rose?”
Rose elmas kolye olayına pek girmek istemese de, Lovett’in
derdi kolye! Abimiz başlıyor anlatmaya:
Elması Caledon Hockley gemiye binmeden bir hafta önce
nişanlısına, yani Rose’a almış. Yani elmas, gemi batınca geminin içindeydi.
Rose’un çıplak resminde elmas kolye gözüküyor, resim Titanik’in battığı gün
çizilmiş, yani Rose gemi batarken elması yanında taşıyordu. Yani Rose, hazine
avcısı Lovett’in bir numaralı arkadaşı konumuna getiriyor!
Rose’a Titanik’in batışını anlatan bir animasyon
izlettiriliyor.
Ama Rose birden Titanik’le ilgili her şeyi hatırlıyor!
Allaaah, her şeyi anlatacak!
“Arkadaşlar hazır mısınız? Sene 1914...”
Teyze sen n’aptın yaa...
İşte bütün görkemiyle ve muazzamlığıyla Titanik...
Ve Bihter!
Ve Beşir!
Beşir bu hikâyede yaşıyor ve bayağı yaşlı!
Ve Firdevs Hanım (Bihter’ın yani Rose’un anası)!
Ve Ednan! Elbette ki Aşk-ı Memnu’dakine kıyasla çok daha
genç.
Pekiii, Behlül nerede?... Nerede olacak, kumar masasında
hergele!
Bu hikâyede Behlül evet biraz fakir, hatta bayağı fakir. Bihter üst sınıf ise,
Behlül bildiğiniz alt sınıf!
Bu gözler neler görecek değil mi Behlül- öhm, Jack?... Jack
arkadaşıyla birlikte kumar masasında, Titanik’e bilet kazanmak için bahse
girmiş.
Yani Jack’in Titanik’te olup Rose’la aşk yaşaması tamamen şansa bağlı bir şey.
Aha vallaha da biniyorlar Titanik’e! Bok var sanki, ölecen
sonunda?! Neyse...
“Güle güle millet, sevmeye ve ölmeye gidiyoz biz!”
Geçelim Bihter’le Ednan’ın, yani Rose’la Cal’ın geniş ve
lüks kamarasına... Rose sanattan anlayan ve ona değer veren birisi iken...
Cal’ın sanattan bir bok anladığı yok, açık konuşalım!
“O kadar tablo almışın, hiçbiri de karın doyurmuyor.”
Bir de bunları Picasso eserlerine söylüyor, bak hele!
“Sen sanattan en anlarsın ki Ednan?”
Ve işte Titanik’e binmiş olan Matmazel’imiz, Molly Brown...
O sırada güvertede...
Görevli: Bu gemi batar mı kaptan?
Kaptan: Batmaz oğlum, batmaz. Ağzını hayrı kıçını...
Gemiye hız kazandırmak için emir ta güverteden veriliyor.
Oradan makine dairesine.
Oradan da kazan dairesine.
Geminin altındaki pervaneler fırıl fırıl dönüyor.
Bunların hepsini anlatıyorum, Titanik nasıl eşşek kadar
büyük, heybetli, zor bir gemi anlayın diye. Bir dakika güvertedeki kim?
Behlül-ü Jack. Oğlum iki dakikada nasıl geldin
güverteye, ne işin var orada?!
Görüyorsunuz değil mi koskoca gemide Jack ve arkadaşı -ve
geminin diğer tüm çalışanları- ne kadar ufak...
Jack n’apıyorsun?!
“Alem buysa kral benem!”
Tamam Jack, en iyi sensin, en kral sensin, tamam sakin ol...
(hızı görünce coştu p*zevenk!)
Peki bu sırada, Rose ne yapıyor? Nişanlısı, annesi ve diğer
konuklarla restoranda kahvaltı ediyor.
“Sigara içmeni sevmiyorum Rose.”
“Uff sna mı sorcm anne .S”
“Anana soracan tabii!”
Matmazel içses: "Anaaam ortalık kızışacak!”
“Gözümün önünde ananla münakaşa etmiycen dimi bebeğim?”
Bihter içses: "Senin hakkından sonra gelicem Ednan!”
Gemiye adını veren Bruce Ismay de orada.
“Gemiye Titanik adını verirken
büyüklük ve güçten ilham aldım.”
Rose bu sohbetten bıkmış durumda, bir şeyler yapması lazım.
“Doktor Freud’u bildiniz mi bayım?
Erkekler ve büyüklük takıntıları konusunda çalışmaları var.
Kadın değil mi Rose? Lafı çakar ve gider...
O sırada Behlül-ü Jack napıyor?
Resim yapıyor garibim...
Veee güvertede Bihter’le Behlül’ün birbirlerini ilk görüşü
yaşanır! Jack Rose’a bakar...
Rose Jack’e...
Ama Ednan da orada!
Akşam yemeğine gidelim öyleyse... Rose orada, ama
kalabalığın içinde, içten içe bir mahkûm.
Kaçmak zorunda, kaderine, özgürlüğüne...
Jack de o sırada güvertede banklardan birine uzanmış
yıldızları seyrediyor, hey Allah’ım...
Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında...
Sevişecek bir kadın yok yıldızların altında...
Bak bak, Büyük Ayı Küçük Ayı falan hepsini bul Jack.
O sırada Bihter-i Rose güvertenin ucuna kadar koşar, gözler yaşlı,
kalbi kan ağlıyor...
Aha! Valla atlayacak!
Bihter hikâyede bu kadar erken pes etmiyordu? Titanic
filminde ediyor... Lannn biri tutsun Bihter’i!
Behlül! Lan Behlül nerdesin? Hah geldi.
Rose yine de inatçı!
“Yaklaşma atlarım valla!”
Jack yine de Rose’u kurtarmaya niyetli.
Jack: Elini ver de kurtarayım.
Rose: Bugün elini veren yarın... atlarım valla!
“Atlayamazsın.”
“Uff sna mı srcam be?!”
“Atlayacak insan şimdiye durmaz atlardı.”
“İyi de yanında atlayamam öyle... ay ben gülerim!”
Jack de üstünü soyunmaya başlıyor. Oğlum manyak mısın?!
“Seni gördüm bir kere,
sen atlarsan ben de atlarım. İyi de yüzerim ha...”
Hah kaderin oyununa bak! Rose’u kurtarmaya gelen Jack yüzme
biliyor - hiç şaşırmadım!
“Denizin suyu şimdi üüüüüf nasıl soğuktur!
Atladın mı saniyeler içinde ölürsün valla!”
"Hessah mı diyon?"
Muhabbet koyu galiba gençler... Siz böyle saatlerce
takılırsınız artık, nasıl olsa Adnan da yok civarda!
“Bacım bak soğuk zaten,
elini ver de kazasız belasız atlatalım şunu...”
Jack doğru diyor Rose, Bihter'lik yapma!
Hah şöyle...
Ama Rose bok varmış gibi uzun, süslü elbise giyin ve ayağına
dolansın oldu mu?!
Siz kadınlar...
Hah nooldu şimdi daha mı iyi oldu?
“Tutmasaydım düşüyorsun Rose!”
“Esprinin sırası mı Jack? Ölecem burda!!1birbir!!1”
İntihar olayını güvertedeki ekip bile duyuyor anasını
satayım!
Hadi Jack, tut Rose’u çek kendine! İşte böyle...
Al işte, alt alta üst üste, kızlı erkekli yere düşülür mü
hiç?!
Peki şimdi Jack Rose’u kurtarıyor muydu, yoksa ona tecavüz
mü ediyordu onu anlayalım bir?
Jack dumur...
“Napak kurtarmayak mı panpa?”
Adnan-ı Cal'ı çağırmışlar hemen götlekler!
“Lan sen Rose’a elini nasıl sürersin?!”
Jack’ten hemen 5 numaralı bakış:
“Senin Bihter’ine mi kaldık? Allahalla...”
Kaldın tabii koduğum! Demin tek başına yıldızları sayıyordun...
“Ay Adnan bilmeden konuşuyon öff!”
“Adam beni ölümden kurtardı yani!”
Adnan tabii olayı anlayamıyor hâlâ, Bihter yani Rose’un bir
şeyler uydurması lazım.
“Ay şimdi tabii kulağa komik gelecek,
ama ben pervanelere bakayım derken kaydım valla bak!”
“Ama Bay (Jack) Dawson beni kurtardı.”
Jack içses: "Öyle yaptım dimi gız? Ahıhıhıhı! Evet öyle yaptım.”
Olay yerindeki amcamız noktayı koyuyor:
“O zaman bu çocuk bir kahraman!”
Adnan-ı Cal ne düşünüyor bu durumda? Jack’e 20 dolar
verip yollamayı... Hıyar ağası!
“Vay vay vaaay... Bihter’inin değeri 20 dolar’cık’ mı Ednan?”
“Jack Bey, yarın akşam yemekte bize katılsanıza?”
“20 dolardan akşam yemeğine...
Daha fazla zorlasam ne verceğniz?”
“Elindekiyle yetinmeyi bil delikanlı.
Bak bu da benim pis gülüşüm...”
Adnan belki ipin ucunu bıraktı, ama Beşir-i Spicer bırakmadı...
“Botlarının ipini bağla delikanlı.”
Botlar? Haa, botlar...
Beşir olayı kafasında kuruyor tabii...
“Çok garip. Kadının ayağı kayıp denize düşecek oluyor,
ama sen botlarını çıkarak vakti buluyon...”
Bu sırada odalarında Adnan, yani Cal, Bihter yani Rose’a Okyanusun Kalbi adlı elmas kolyeyi
takar. Rose’un Cal’ı bırakması artık biraz daha zor.
Cal sözleriyle Rose’un aklını başına getirmesini sağlıyor
bir şekilde.
“Bizler asiliz Rose. Ve benim sana sunamayacağım hiçbir şey yok.”
Bu sırada, daha sonra, Rose’la Jack arasındaki yakınlık biraz daha ilerliyor...
Rose içinde yaşadığı bunalımı bir şekilde açıklıyor...
“Kendimi çok yalnız hissediyorum burada, öfff!”
"Cal'ı seviyon mu?”
“Ne diyon sen be? Düzgün konuş!"
Ama Jack nihayetinde Rose’a çizim defterini göstermeyi başarıyor.
Anaa, habire çıplak kadınlar var!
Bu ne len? Bissürü çıplak kadın! Behlül-ü Jack kim bilir ne cevizler kırmıştır...
Bu sırada restoranda Rose’un annesi ve arkadaşları,
Matmazel’in geldiğini görünce kalkıyorlar -- Matmazel'e biraz gıcıklar da!
“Biz de tam kalkıyorduk...”
Ama Matmazel yer mi?
“Ay ben de gelirim, dedikoduya bayılırım!”
Bu sırada Titanik’in sonunu getirebilecek bir konuşma
geçiyor Bruce Ismay ve geminin kaptanı arasında.
“Titanik’e biraz daha hız vermenizi istiyorum.
Erkenden varsak büyük sükse yaparız.”
Bok var sanki hızlı gideceksiniz? Acele giden ecele gider!
Neyse... Güvertede bu sırada Jack Rose’a tükürmeyi öğretiyor
-- erkek gibi tükürmeyi.
Rose da hemen iğreniyor.
“Ay Jack iğrençsaaan!”
Al işte ikinci dakikada Rose da Jack’e benziyor!
Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsini sevdiğim cinsine
çeker!
Bu sırada Rose’un anası ve saz arkadaşları gelir yanlarına.
“Rose, kızım, napıyosun elin adamıyla?”
“Ay biz tükürük yarıştırıyorduk anne.”
Bu arada Jack’in çenesindeki tükürük, evet!
Rose annesi ve arkadaşlarıyla oradan ayrılır, Jack Matmazel
yani Molly’yle orada kalıyor.
“Ne yaptığın hakkında bir fikrin var mı Jack?”
“Rose’u harcayacaklar Matmazel!”
Hadi len! Böyle bir haber gülerek mi verilir? Ayrıca Jack’in
yani Behlül’ün akşam yemeğine giyecek bir şeyi yok. Matmazel Molly yardım etsin
ona bari... Oğlunun smokinini giydirsin mesela.
Hah! Cuk diye de oturdu! Gözünü sevdiğimin Hollywood’u!
Yemeğe giderler... Jack burada Rose’u bir centilmen gibi
karşılar.
Jack, Cal ve Rose’un annesiyle de karşılaşır. Cal piç ya,
lafı takacak illa ki!
“Vay anasını Jack! Neredeyse tam bir beyefendi olmuşsun.”
“Neredeyse Mr. Cal. Sizin gibi (piç) olamamışım...”
Ahaha, bu gece uzun
olacak, gidelim!
Yemekte Rose’un annesi illa Jack’e takılacak, kıl kaptı
ya...
“Tam olarak nerede yaşıyorsunuz Jack kuzum?”
“Şimdilik Titanik, sonrası Allah kerim...”
“Gezecek parayı nerden buluyorsunuz?”
“Bulunduğum yerlerde çalışıyorum,
ama Titanik’e kumar şansıyla geldim ne yalan söyliyim...”
Güvertede Jack’i kahraman ilân eden amcamız yöne söze
karışıyor: (bu amcayı gözüm tuttu benim)
“Hayatın kendisi zaten kumar ve şans değil midir?”
Cal da Rose’un anası gibi bokluk yapacak illa...
“Gerçek bir erkek kendi şansını kendi yaratır, ehehe!”
Bu sefer de Rose’un anası saldıracak:
“Böyle yersiz yurtsuz olmak hoşunuza mı gidiyor?”
Jack, yapıştır lafı!
“Hayatı olduğu gibi kabul ettiğiniz sürece
hayat size istediğiniz her şeyi verir.”
Adamım Behlül beeeh!
Yemekten sonrası... Cal Jack’e lafı yine sokmaya çalışıyor.
“Biz siyaset konuşacağız Jack, senin ilgini çekmez sanırım.”
“Ben de kamarama gidecektim zaten.”
Ama o da ne? Jack Rose’a gizli bir mesaj veriyor.
“Duvar saatinin orada buluşalım...”
N’olacak ki duvar saatinin orada buluştuklarında? Jack
Rose’u alt sınıfın eğlence diyarına götürecek...
Burada Jack Rose’un başını bayağı bir döndürecek...
Hem de bayağı...
Peki onları orada kim görecek? Kim?... Beşiiir!
Ertesi gün Rose’la Cal kahvaltıda. Cal’ın, Rose’un Jack’le
alt sınıf çalışanlarla birlikte takıldığından haberi var.
Bihter-i Rose'a ayar çekmesi lazım.
“Bir daha böyle davranışlarda bulunmayacaksın Rose.”
“Ben senin işçin değil, nişanlınım!”
Cal keçileri kaçırır...
“Ben senin nişanlın ve kocanım Rose!”
Ednan coştu!
“Bana kocanmışım gibi davranacaksın! Anlaşıldı mı?”
“Heee...”
Lüks kamaralarında Rose’un annesi de kızına ayarı çeker...
Annesi kurallara uymasını söyledikçe, Rose başına buyruk
davranmaya devam eder.
“Durumumuz zor Bihter, aptallık etme!”
“Ben senin kızınım Firdevs Hanım, unuttun mu?”
Anası durmuyor, gazı aldı kızın üzerine gidiyor.
“Neden bu kadar bencilsin?”
“Ben mi bencilim? Gözlerinin önünde ölüyorum anlasana!
Sevmediğim bir adamla ölüyorum anne!”
Bu sahne, içerik olarak olmasa da, kısmen Aşk-ı Memnu’daki
şu sahneye benziyor bence.
Yani artık Rose’la Jack’in görüşmesi de yasak! Rose koroda
şarkı söylerken...
Jack Beşir yani Spicer tarafından içeri alınmıyor.
Alçaksınız! Ne olur yani bir kapıdan bakıp çıksa?! Jack bir
şekilde Rose’la güvertedeki bir odada görüşmeyi başarıyor tabii.
Jack’in Rose’u ikna etmesi lazım. Ama nasıl?
“O adamı sevmediğini görüyorum Bihter, sen de gör bunu.”
“Olmaz Behlül. Adnan’ı seviyorum ve her şey burada bitmeli."
“Seni kurtarabilirim Bihter.”
“Beni kurtarmak sana kalmadı Behlül.”
Ve Bihter gider... Ama restoranda annesi ve arkadaşlarıyla
otururken, Behlül-ü Jack’in söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu
hatırlar... Ya Jack’le özgürlüğüne kaçacaktır, ya da anası ve nişanlısıyla
aynen böyle mahkûm kalacaktır.
Bu vesileyle, Jack güvertenin ucundayken Rose gelir...
Ve o klasik sahne gerçekleşir...
Artık Bihter’le Behlül’ü durdurabilecek kimse yok...
Günümüze dönelim, yaşlı Rose anlatıyor...
“Titanik o gün son defa güneşi gördü...”
Evet, o klasik sahne gerçekleştikten 6 saat sonra gemi
buzdağına çarpıp batmaya başlıyor.
Dönelim geçmiş zamana... Oha Rose, Jack’le güvertede iki
sarıldınız diye adamı lüks kamarana mı davet ediyorsun? Cal duysa, görse ne
der?!
Rose’un isteği şu: Jack’in onu, yalnızca elmas kolyeyi takarken çizmesi...
Noldu Jack? Apışıp kaldın?
Rose soyunur...
Jack de başlar onun resmini yapmaya...
Henüz seks yok tabii hikâyede. Rose nişanlısı Cal’a veda mektubunu
yazıyor.
O sırada, restoranda Cal arkadaşlarıyla sohbet ederken Beşir
yani Spicer gelip Rose’un ortalıkta olmadığından bahseder.
Cal’ın talimatı ise oldukça açıktır.
“Beşir, bul onu Rose'u!”
Beşir de onları bulur, kamaradan çıkarken!
Yakala Beşir!
Jack Rose’u bayağı bozmuş
-- baksana Beşir yani Spicer’a orta parmak gösteriyor!
Rose ve Jack makine dairesine inerler.
Rose: Dal sarkar kartal kalkar, kartal kalkar dal sarkar.
Jack: Neeee?!! Ne diyon duymuyooom!!
Ama daha aşağı kaçmaları lazım.
Ta kazan dairesine! Sislerin arasından koşarak kaçarlar.
Depoya varırlar.
Napacaklar ki lan depoda? Güzel bir araba da bulurlar...
Jack Rose’u arabaya bindiriyor, bu işin sonu hayra alamet
değil söyleyeyim...
Ohooo... İşi pişirmeye mi geldiler, evcilik oynamaya mı?!
Hah, sevişmeye gelmişler, iyi...
Bu sırada Titanic bilinmeze doğru gider...
Gözetleme kulesindeki bu iki elemanın görevi de buz dağı var
mı onu görüp haber vermek.
Neyse, dönelim depodaki araba sahnesine... El mi la o?
Napıyorsunuz lan içeride? O el ne? Anaaa... vallaha sevişmişler!
Bu arabada sevişme sahnesi de, "Aşk-ı Memnu"daki sevişme sahnesini hatırlatmıyor değil hani:
Bu sırada görevliler de Bihter-i Rose'la Behlül-ü Jack'i arıyor.
Aynı zamanda Rose’la Cal’ın lüks odasında Cal acı gerçekle,
yani mektupla karşılaşır.
Görevliler arabayı bulurlar, ama içi boş!
Bihter’le Behlül tabii ki kaçtılar!
Bihter-i Rose’un diyecekleri var.
“Gemi karaya vardığında ben de seninle geliyorum.”
“Sahi mi diyon gız? Allaaaah! Yakarım gemileri!"
Bu sırada gözetleme kulesindeki elemanlar da Rose’la Jack’in
yiyişmesini izliyor.
Lan oğlum önünüze baksanıza?! Baktınız öpüşüyorlar, kanalı
değiştirin! Hiç...
Ha noldu yüzünüz düştü?
Buz dağı dimi?
Sıçtınız oğlum, ben söyleyeyim...
Vallahi çarpacaklar!
Kurtuluyorlar gibi sanki...?
Nerdeee... çarptı gemi koca buz dağına!
Sıçtı Cafer bez getir, cıvık sıçtı tez getir.
Fışkiyeyi kim kırdı?!
Bundan sonrası bela... Kazan dairesi sular altına gömülüyor.
Su kamaralara kadar girmiş durumda, yapacak hiçbir şey
yok...
Rose’la Jack’in öpüşmesi aşkına gemi bakacak, işe bak! Onlar
ne yapıyor sahi? Haa, onlar, Rose’un nişanlısı Cal’ın Jack için hazırladığı
tuzağa düşüyor.
Güya Jack, Cal’ın Rose’a aldığı elmas kolyeyi çalmış!
Bu arada geminin ağır başları masa üzerinde gemi plânlarına
bakarak olayın gidişatına bakıyorlar. Beyler, gemi batacak...
Hem de birkaç saat içinde...
Bu sırada lüks odalarında, Rose Cal’dan tokadı yer.
Evet, hikâyenin bu versiyonunda Ednan (Adnan) Bihter’in
yediği haltı öğrenip ağzına s*çıyor afedersiniz.
Büyük salondalar, gemiyle ilgili üst rütbeli bir adamdan,
geminin batacağı haberini alıyorlar.
Jack’i yani Behlül’ü
de aşağıda bir yerlerde bir odaya kilitleyip hapsetmişler.
Rose ailesiyle birlikte bota binip kurtulacak mı?
Yoksa Behlül-ü Jack’in peşinden mi gidecek?
Ama Adnan Bihter’i bırakmamakta kararlı.
Ve Cal suratına tükürüğü yer! Rose: "Biz tükürmeyi de çok iyi biliriz!"
Rose Jack’i buldu, ama Jack’i kelepçeden kurtarması gerek.
Ama Rose’un çözüm yolunu bulması için Jack’ten kuvvet alması
lazım.
“Bir öpücük ver hele Jack, uzundur öpüşmüyoruz...”
Rose bildiğin balta bulup geliyor!
Vee Jack’in elini kolunu koparmadan serbest bırakmayı
başarıyor.
Jack serbest kaldığı için mi seviniyor, yoksa eli kolu
sağlam olduğu için mi, belli değil.
Bu sırada geminin dışında, Rose’un anası Firdevs Hanım botta
canını kurtarmış gidiyor...
Behlül yani Jack, alt sınıftan arkadaşlarını bulup geminin
içinden çıkmanın yolunu buluyor.
Bu sırada gemiden kurtarılmakta olan insanların bindiği
botlarda kalabalıktan ötürü bokluk başlıyor...
Adnan’la Beşir de orada.
Gemide bir de müzik çalmaya çok hevesli bir orkestra var ki
sormayın! Gemi batıyor, adamlar hâlâ müzik derdinde.
“Arkadaşlar Bessame Mucho çalak mı?”
Jack Rose’u botlardan birine binmesi konusunda ikna etmeye
çabalarken, Cal da yanlarına gelir -- ve aşk üçgeni tamamlanır!
Jack Rose’u bota bindirmekte kararlı.
“Sen buna bin Bihter, ben de bir sonrakine atlarım,
karada buluşuruz.”
Bihter-i Rose, trip atmanın sırası mı?!
Bu sırada Adnan-ı Cal Rose’a güvence verir...
“Jack’le bir sonraki bota birlikte bineriz.”
Bihter-i Rose bota biner, gözleri Jack’te...
Behlül-ü Jack ile Adnan-ı Cal arasında ise erkek erkeğe bir
diyalog geçer.
“Bizi bekleyen bir bot yok değil mi?”
“Var ama sen binebilir misin orasını ben bilemem.”
Yavşak Cal! Adnan-ı Cal! Bok var sevenleri ayırıyorsun!
Bihter-i Rose botta, gözleri dolu... Behlül-ü Jack onu
bıraktı...
“Beni bırakacak mısın Jack?”
“Rose...”
“Beni... Beni... Bihter’ini...”
“Ah Rose...”
Rose dayanamaz...
“Ufff snne be slk! İniyorum ben bottan!”
Koş Jack, koş!
Sen de koş Rose! Bok var indin bottan!
Ve tekrar kavuşurlar...
Bu kez de Behlül-ü Jack trip atar.
“Ufff grzklı nye indn bottn?!”
“Grzklnın bşknı! Sn atlrsn bn de atlrm şapşiii!”
Bu sırada Adnan-ı Cal da kendince tribe girer tabii.
“Yine kavuştu koduklarım!...”
“Kör olaydı da gözlerim, görmeyeydim bunu...”
Ve Ednan-ı Cal psikopata bağlar, artık onu Beşir-i Spicer da
durduramaz.
Beşir’in koltuk altı kısmından silahı kaptığı gibi...
Doğruca Jack ve Rose’un peşine!
Cal’ın artık gözü kara!
“Ya benimsin ya kara toprağın Rose. Eeeeh skerler!”
Kaçın oğlum Jack, kaçın!
Ahahaaa, Adnan-ı Cal kaydı ve düştü!
Burada İsmail YK’dan gelsin: (bas bas bas...) Bas gaza aşkım
bas gaza! Kim tutar seni bas gazaaa!
Jack ve Rose suların içine kadar girer.
Cal da oraya kadar gelir. Ve kurşunu biter.
Ve Cal tribin Allah’ını yapar!
“İnşallah birlikte uzun ömür geçirirsiniz,
3 çocuğunuz, 8 torununuz,
baş belası bir kaynananız olur! Hüeeeeee!”
Beşhir-i Spicer gelir.
“Noldu Ednan?”
“Elması montun cebine koydum.”
“Montu da Rose’a verdim ahahahaha!”
Beşhir’in yüzündeki “Allah senin belanı versin!” ifadesini
görüyor musunuz? Ben görüyorum.
Jack ve Rose’un aşklarının ölümsüz olması için daha pek çok
kilitli kapıdan da geçmeleri gerek.
Ulan kemancı, çal anasını satayım!
Kaptan kendini bir odaya kapatır.
Geminin mimarı başka bir odaya.
Bütün gemi trip atıyor, bu ne len?!
Herkeşler geminin dikleşen tarafına doğru koşturmaya başlar.
Geminin içindeki insanlar ölüyor...
Jack’le Rose geminin güvertesinde başladıkları yere
dönerler.
Bu arada, geminin de batıyor diye g*tü kalktı haa!
Jack’le Rose o durumda bile aşk hâlinde.
“Jack, burası ilk buluştuğumuz yer.”
“Öyle be gülüm!”
Geminin son hâl bu... Caps isteyenler olur belki diye.
Trip atanlar kervanına gemi de katılıyor: batacak ya, trip
yapmaktan orta yerinden yarılıyor!
Gemi şimdi tilt oyunu gibi yine dikelecek.
Gemi yavaş yavaş tamamen batışa geçiyor... Jack’le Rose plân yapıyorlar: gemi batınca birbirlerinin
elini sıkı sıkıya tutup yukarı doğru yüzmeye çalışacaklar.
Ama suyun altında tabii ki ayrılıyorlar. Şimdi koca bir insan pazarının ortasındalar.
Bir tahta parçası buluyorlar. Rose tahta parçasına çıkıyor.
Ama Jack de çıkmaya çalışınca tahta parçası devriliyor. O yüzden Jack Rose’u tahta parçasına tek başına çıkartıyor. Neden? Çünkü Rose’un g*tü büyük! Kenara kıvrılsa, Jack de
yanına gelse ne olur sanki?
Veee o duygu dolu anlar başlar.
Bihter-i Rose ve Behlül-ü Jack baş başa... Ama sorun şu:
Jack buz gibi denizin içinde, Rose tahta parçasının üzerinde. Ben söyleyeyim bu
ilişki pek uzun sürmez...
...olayın üzerinden dakikalar geçiyor, tabii denizdeki herkes ölmüş. Jack’in saçı başı buz tutmuş, yine de Rose’u bırakmıyor.
Ah be Rose, ne vardı sanki yana kaysan? Herif ölecek...!
...yine dakikalar geçiyor... Bir kurtarma botu cansız
bedenlerin arasından geçerek yaşayan birilerini arıyor.
Aha burada da Jack’le Rose’un tepeden görünüşü.
Bana hâlâ Rose biraz kenara sıkışabilir, Jack de yanına
gelebilirdi gibi geliyor ama neyse... susuyorum!
Ahan da kurtarma botu geldi!
Rose yetişin!
Rose nereye yetişecek? Jack’in hâle bak!
“Jack bot geldi hadi gidiyoz...”
“Jack hadi la, bot geldi oğlum!”
“La oğlum uyansana ağlatacan beni!”
“Jack eğer trip atıyorsan Allah belanı versin taam mı?!”
Biri Bihter-i Rose'a söylesin; herif öldü!
“Jack öldüyse ben de onunla ölürüm, hıh...”
Bihter-i Rose, aklını kullan! Ölenle ölünmez. Ve Rose, Jack’i
bırakır... Vicdansız Rose! Kıçını biraz yana kayıraydın... neyse!
Rose adamın tekinin ağzındaki düdüğü fark edip gidip düdüğü
çalar, çünkü sesi kısık bağıramıyor.
Gelelim günümüze... Rose anlatmaya devam ediyor.
“Saydım da, Titanic battığında denizde 1500 kişi varmış yahu...”
Geçmişte, geminin battığının ertesi günü Rose kurtulmuş...
Üstüne bir de başörtüsü takmaya başlamış. Eee, ölümle yüz yüze gelince din
baskın geldi tabii!
Yok laaa! Başörtüsünü meğer nişanlısı Cal’dan gizlenmek için
kullanıyormuş.
Rose’un anlattıkları biter. Güvertede geminin ön tarafına
yürür.
Lan bu karı manyak! 100 yaşına gelmiş hâlâ denize atlama
derdinde! Seneler geçmiş teyze, atlama işte!
Anaaaa... elinde elmas kolye var?!
Gemi batarken Cal’ın Rose’a verdiği montun cebinden çıkmış
üstelik. Cal dediydi ya, "Elması monta koydum, montu da Rose'a verdim," diye...
Anaaaa... salak yemin ederim gerizek- Rose niye attın elmas
kolyeyi?!
Muzır insan gülüşü de bu olsa gerek.
“Elmasın yükü olmayınca insan o kadar hafifliyor ki...”
Rose’a bir rahatlama geldi anlaşılan. Bize verseydin elması Rose? O paraya öküz alırdık!
...ve gece uykusunda Rose...
...yine Titanic’te olduğunu görür.
Ve onu bekleyen Behlül-ü Jack.
Denizde tahta parçasının üzerinde kaymadı yana tabii, içine
oturdu. Kayaydın be Rose?!
Tamam neyse, öpüşün de barışın... hayallerde yaşıyor bazı i...neler!
Sonuç: Adnan-ı Cal hayatta mı belli değil; Rose’un Firdevs
annesi muhtemelen ölmüştür; Matmazel de ölmüştür herhalde; Beşir-i Spicer illa
ki ölmüştür; Behlül-ü Jack öldü (Rose kıçını yana kaydıramadı!); Bihter-i Rose
hayatta, üstelik elmas kolye kendisindeyken denize attı... Rose filmde hayatta kalan tek kişi olduğu hâlde, “Aşk-ı
Memnu”nun bu versiyonunda yediği haltların haddi hesabı yok! Bence Jack yaşamalıydı, Rose ölmeliydi, ama şahsi fikrim tabii.
Yani neymiş? Zengin bir herifle nişanlanan, hediye olarak pırlantalar elmaslar alan bir kadına sınıfınızı sıfatınızı bilmeden, körkütük âşık olursanız ne gemiler yakıp batırdığınız fark etmez, denizin dibini boylarsınız. Aklınızda bulunsun bu!
Eğer "Titanic" filminde Jack hayatta kalmış olsaydı, muhtemelen şu monoloğu yapardı:
Yani neymiş? Zengin bir herifle nişanlanan, hediye olarak pırlantalar elmaslar alan bir kadına sınıfınızı sıfatınızı bilmeden, körkütük âşık olursanız ne gemiler yakıp batırdığınız fark etmez, denizin dibini boylarsınız. Aklınızda bulunsun bu!
Eğer "Titanic" filminde Jack hayatta kalmış olsaydı, muhtemelen şu monoloğu yapardı:
Ve son olarak, Titanic'in meşhur "My Heart Will Go On" şarkısıyla kapanışı verelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder