15 Nisan 2012 Pazar

Sosyal vs. Medya


Sosyal; (sıfat, toplum bilimi) Toplumsal. Medya; (isim) İletişim ortamı.

Bu ikisi bir araya geldi mi samanlık seyran olur, sosyal medya diye yepyeni bir medya alt kültürü ortaya çıkmış olur ve Marshall McLuhan’ın söylediği “Medium is the message/Araç iletidir” sözü kendini defalarca kanıtlar da kanıtlar.


Sosyal medya derken kendimizi sakın ha sakın, “O kadar sosyalim ki, hadi bunu medyatik bir hâle getirelim!” şeklinde aldatmayalım. Sosyal medya dediğimiz, 90’ların sonu ve 2000’lerin başında sıkça yaptığımız telefonla SMS’leşme, televizyondaki flört kanallarında altta akan banda gönderdiğimiz aşk ve sevgi dolu mesajların yeni oluşum şeklidir. Bu medyaya öncü, Facebook dediğimiz sosyal ağdır, ki bu site 2004 yılında ortaya çıkmıştır (2006’da 13 yaşın üzerinde herkesin profil açabildiği bir site haline gelmiştir). Şubat 2012 itibariyle 845 milyon aktif kullanıcısı vardır. (bkz. Wikipedia)

Facebook’u, Mart 2006’da ortaya çıkan Twitter takip etmiştir ve şu anda 140 milyon aktif kullanıcısı vardır, günde 340 milyon tweet atılmaktadır bu site üzerinden (bkz. yine Wikipedia) Daha sonra bu iki siteye pek çok başka sosyal ağ sitesi de dahil olmuştur, hatta Google bile bu sosyal ağ olayına dahil olmak amacıyla Google Plus denen sitesini hizmete açmıştır.

Marshall McLuhan der ki; “İnterneti, internet teknolojisini ve bunun için kullandığımız cihazlarla web sitelerini iyi ya da kötü diye kesin olarak nitelendiremeyiz. Bunların iyi veya kötü olması, bizim onları hangi amaçla kullandığımıza göre değişir.” McLuhan ayrıca, internet denen iletişim teknolojisi sayesinde dünyanın artık “global bir köy” olduğu günümüzde sosyal medyanın ve sosyal ağların gerekliliğinden, hatta zorunluluğundan da bahseder ve şu kelimeyi ortaya atar:

“Medium is the message / Araç iletidir.” (Bu sözle ilgili detaylı bilgi isteyenler için İngilizce metin)

Bu sözümüz kısaca şunu demek istiyor: İletişim için kullandığımız araç, aslında iletinin kendisi.

Şimdi bunun ne anlama gelebileceğini şöyle bir örnekle düşünelim; bir haberin bir gazetede basılı olarak yayınlanmasıyla, bir internet sitesinde 140 karakterle anlatılması arasında ne gibi bir fark vardır? Aslında yok gibi zannedilir, ancak vardır, ve buna kesinlikle algı sebep olur. Klasik bir gazete haberinin yazılışını, yayına hazırlanışını, gazetenin hangi sayfasında hangi bölgede kullanılacağını, gazetenin basım için hazırlanan parçasının matbaada çoğaltılarak gazete bayilerine dağıtılacağını ve bizlerin birey olarak bir gazete bayine gidip o gazeteyi aldıktan sonra evimizde masamıza oturarak o haberi okuyacağımızı düşünün. Süreç ne kadar uzun değil mi? O haberi gazetede okumanın verdiği anlam/değer daha fazla oluyor. Sırf bu yüzden hâlâ gazetenin, ya da genel olarak kâğıda basılı yayının ne kadar önemli ve orijinal bir fikir olduğunu düşünen insanlar vardır ki onlara hak veririm. Basılı metnin değeri ayrıdır!

Bir de, bir internet sitesi için hazırlanan haberi düşünün; sadece yazılır, haber sitesinin editörlerinin hassasiyetine bağlı olarak gözden geçirilir -belki de hiç geçirilmez!- ve sitede haber olarak yer alır. Tıklarsınız ve haberi okursunuz, altına yorum yaparsınız, Facebook’tan ve Twitter’dan paylaşırsınız.

...e ne oldu? Şu oldu; “hızlı tüketim toplumu” haline geldik- ya da geliyoruz. Direkt olarak geldik dersek yanlış olur, ama geliyoruz diyebiliriz, bu uzun bir süreç. Bir bomba patlaması veya eylem haberinin bir gazetenin sayfasında boydan boya haber edilmesi ayrı bir değer taşır, bir şahsın Twitter üzerinden haberi anlık olarak paylaşması ve bunun üzerine yorum yapılması ayrı bir değer taşır. Yine bu noktada, basılı medyaya güven, Twitter veya Facebook üzerinden paylaşılan “sanal” medyaya göre daha fazladır. 14 Mart 2011 tarihinde başından vurulan İbrahim Tatlıses’le ilgili çıkan haberleri getirin gözünüzün önüne (vuuuhhhşşşş - flaskback efekti). Ne olmuştu o zaman? Twitter’da Alişan mı Alihan mı o adda bir şahıs, Tatlıses’in hastanede yattığı odanın yanındaki odadan tweet attığını iddia etmiş, gelişmeleri odadan bildirdiğini söylemişti. Bir iki haberi haber sitelerinden önce söyleyip tutturmuş ve bunu da kanıt olarak gösterince insanların ilgisi bir anda kendisi üzerinde çekilmişti, yazdığı her tweet başkaları tarafından hızla paylaşılıyordu. Haber siteleri bile onun yazdıklarını haber olarak sitelerinde paylaşıyordu. Derken ertesi gün bir şey oldu ve bu abimiz çıktı, “Ben aslında hastanede hiç değildim, takipçim olsun diye öyle yazmıştım, duyurulur,” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Yani neymiş? Haberi hızlıca tüketirken aslında ne kadar doğru ne kadar yanlış buna bakmadan Twitter’a kapılıp gittik.

Bunun benzeri Twitter’da sürekli oluyor. Bir sene içerisinde Münir Özkül kaç defa “öldürüldü” sorarım sizlere? Ya da son dakika haberleriyle Keanu Reeves, olmadı porno yıldızları anında “öldürüldüler”. Bir de bu tür sitelerin şöyle bir özelliği oluyor, herkes en çok neyden konuşursa onun içinde yer alan önemli kelime veya isimler en çok konuşulanlar listesinde üst sıralara oynuyor. Bu oynama, o şeyin doğruluğu veya yanlışlığı hakkında bir etken değil, ama sadece en üst sırada olması bile insanların onu gerçek sanmasına sebep olabiliyor.

Facebook’ta da benzer birtakım durumlar yaşanabiliyor. Birtakım haberler, paylaşımlar, fotoğraflar ilgi çekiyor (iyi veya kötü), altında ise alâkasız olarak şöyle bir yorum bulabiliyoruz:

“Filiz sevişelimmi”

Bu durumda dünyayı sallayan iki sosyal medya uygulaması, bizim güzelim ülkemizde iki farklı anlam kazanıyor: Twitter; bok atma servisi, Facebook; sevişme servisi. Bunlara yalan demeyin, “Ben hiç öyle kullanmıyorum ki!” diyerek geçiştirmeyin. Siz muhtemelen bu işi bilerek kullananlar arasındasınız, ancak çoğunluk interneti sanki yeni çıkmış bir şey gibi kullanmaya başlayınca işler değişiyor.

Twitter’ı ünlüler de kullanıyor. Haklarında bir haber yayınlamak, veya yeni işleriyle ilgili reklam yapmak, ya da Madonna’nın geçen hafta gerçekleştirdiği gibi hayranlarının sorularını yanıtlamak üzere kullanabiliyorlar. Öyle ki bizim ünlümüz Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek bile (!) Twitter’a giriş yapıp ilk birkaç gün kullanıcılarla kavga kıyamet dava içerisinde cebelleşirken bir sene içerisinde her şey oturuyor ve şimdi hakkındaki tüm iddiaları yanıtlayabiliyor, muhalefet partisiyle ilgili çarpıcı (!) açıklamalar yapabiliyor - yani belediye başkanlığı dışında ne varsa hepsini Twitter’da gerçekleştirebiliyor, gece gündüz! Bu Twitter hesabı olayını gelire dönüştürmüş kişiler var ki, onlar daha bir enteresan (yoksa çakal mı demeliydik?). Siz mesela ünlü bir oyuncusunuz veya bir televizyon figürüsünüz, henüz sosyal medyaya adımınızı atmamışsınız hep dışarıdan gözlüyorsunuz. Sizin yerinize biri(leri) bir Facebook veya Twitter hesabı açıyor ve siz onun kendiniz olmadığını belirtene kadar bu kişi veya kişiler sizin adınızdan bir şeyler yazıyorlar, sosyal medya çalkalanmaya başlıyor. Siz o hesabı kapattırmaya çalışıyorsunuz ya da o hesabı o kişinin elinden almak istiyorsunuz. Devreye "Hesabı istiyorsanız şu kadar para istiyorum" teklifi giriyor, yani sizin adınıza sizin için önceden açılmış ve belli bir takipçi sayısı edinmiş hesabı parayla alabiliyorsunuz. Şimdiye kadar bu durumdan maddi olarak bir geliri olan var mı bilmiyorum, ama iyi iş değil mi? Birtakım boş insanlar da bu şekilde para kazanmaya çalışıyor.

YouTube da bu iki yazılı ve fotoğrafa dayalı siteden aşağı kalır değil. Orada da kel alâka hatta saçma konular hakkında çektiğiniz bir video milyonlarca kişi tarafından izlenebiliyor. Şu video, başlığı da "Charlie bit my finger - again! / Charlie parmağımı yine ısırdı!", YouTube'da 445 küsür milyon kişi tarafından izlenmiş bir video:


Bu videonun altındaki yorumlar kısmının anlık mesajlaşma şeklinde kullanılmasını da belirtmeden geçemiycem. Ne oluyor bu videoda? Charlie adında bir velet, abisinin parmağını ısırıyor. Ne yani bu, ne veriyor sana? Seinfeld parmak kaldırıyor, o cevap versin: "Hiçbir şey hakkında her şey." Evet, hiçbir şey vermiyor, ama bir şeyler veriyor... olsa gerek ki 445 milyon kişi tarafından izlenmiş olsun. Bu videoda gördüğünüz bebelerin şu anda bir YouTube kanalı var, 167 bin üyeleri bulunmakta ve kanaldaki toplam video izlenme sayısı 564 küsür milyon. Yani bu iki çocuk artık bir internet fenomeni ve her yaptıkları aileleri tarafından videoya çekiliyor. Muhtemelen Madonna'nın kızından veya Tom Cruise'un kızı Suri'den daha meşhurlar, hayatları onlarınkinden daha fazla takip ediliyor.

Bizde de mesela meşhur videolardan bir örnek Ajdar'ın "Çikita Muz" videosu olabilir. Evet bu videoyu koyarken kendimden nefret ediyorum, parmaklarım da titriyor, ama koymazsam yazıyı okuyup da "Neymiş o?" diyenler bilgiye aç kalmasınlar:


Bu video da 22 küsür milyon kez izlenmiş, hâlâ da izleniyor, hâlâ da altına yorumlar yapılıyor. Hatta yorumlara bakarsanız bu video üzerinden Türkiye'nin gündemini, politikasını eleştirip ülkeyi kurtarabilir ve dünyayı daha iyi bir yer hâline getirebilirsiniz.,

İtiraf edeyim, bunları verirken benim de elim armut toplamıyor, benim de saçma bir videom var, favorim. Gönül Yazar'ın koltuktan düşmesi ve Nükhet Duru'nun tepkisi. Bakıp bakıp buna gülüyorum mesela, boş bir şey, ama gülüyorum. Üstelik "Süper Kulüp" magazin programının muhteşem(!) yorumcusu Ömür Varol'un seslendirmesiyle!


YouTube haber veya bilgi veya gerçek anlamda eğlendirme amaçlı da kullanılıyor, ancak sitenin geneli "Hiçbir şey hakkında her şey" mottosuyla işlemeyi sürdürüyor. Bunu sırf YouTube'a da biçemeyiz; sosyal medyanın tamamı bu slogan üzerine işliyor- sosyal medyayı "hiçbir şey" olarak kullanmayanlar tenzih edilir tabii. Sen! Evet sen, şu tarafa ayrıl. Sen de! Ve sen! E iyi tamam da adam kalmadı?... Çünkü herkes kendini "bir şey" kullanıyor sanıyor. Sosyal medyada kendin olabilmen için "hiçbir şey" yapmadığını da itiraf edebilmen gerekir, aynı Twitter'ın yaratıcısının belirttiği üzere.

Burada sosyal medyanın Türkiye üzerindeki etkisini gözlemlerken bir etkeni asla göz ardı edemeyiz: Biz, sokakta kamera görse “Nekkamerası bu? Neyi çekiyür?” şeklinde tepki verip kamera önünde poz verme, kamera sayesinde ‘meşhur’ olma ülkesiyiz. Ya da kısa bir deyişle, kolay yoldan şöhret olmaya çalışan bir ülkeyiz. Bunu gavurlar da yapıyor, ancak bizdeki dozaj had safhada. Evde eşiyle on beş dakika muhabbet edemeyip kahvehaneye çıkan amca, sokakta bir muhabir yolunu kesip “Zart hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorsa, sanki kendisine başbakanın kürsüsü verilmiş gibi konuşuyor da konuşuyor. Bir anda o ünlü, etrafındakiler de seyirci. Hâl böyle olunca, bunun sosyal medya üzerindeki etkisi de “tanınırlık”, “takip edilirlik” durumuna dönüşüyor; sosyal medyada ne kadar “takip ediliyor”, dedikleriniz ne kadar “paylaşılıyorsa” o kadar varsınız gibi bir şey. İşte sosyal medya olayı yavaş yavaş sosyal, ya da ‘asosyal’ kimliğe dönüşmek üzere.

Burada tek bir şey sizi siz yapar ve Facebook, Twitter be benzeri başka sosyal medya ürünlerinde etkin kılar: bilinç. Gerçi sahibi tarafından “Ben bunu maksat millet geyik yapsın diye açtım, tuvalete gidiyorum demek bile bence gereksiz de olsa bir şey” şeklinde açıklanan Twitter’da filan neyin bilincinden ne kadar söz etmek mümkün bilmiyorum, ancak ne kadar aforizmanız varsa o kadar Twitter’cısınız ve ne kadar çok “Beğen”iniz, arkadaşınız varsa o kadar Facebook’çusunuz demektir ve bilinçli olduğunuz sürece hiçbir problem yok.

Son olarak, dediğim gibi ‘sosyal’ ve ‘medya’ kavramlarını Türkiye gibi bir yerde, hatta hadi sırf Türkiye’yle sınırlandırmayalım, dünya üzerinde birleştirmeye kalkarsanız ortaya çok ilginç sonuçlar çıkıyor. Zaten medyanın, teknolojinin, internetin bu kadar geliştiği bir dünyada artık sosyallik ne kadar büyük bir etkendir burası tartışılacakken, bu sosyalliği medyaya uyarlamak ne kadar doğru veya yanlıştır, ona işte kullanıcıları karar verir. Ve sosyal medyanın esas anlamını her daim kullanan verir, kendisi “Ben iyiyim, beni kullan beni” demez. Bu noktada “Araç iletidir” ve sizin hangi siteyi kullandığınız, mesajınızın anlamını da değiştirir.

Sözlerimi, “Matrix”teki o meşhur sahneyle bitirmek istiyorum: Morpheus karşınızda oturmuş, size diyor ki; bir tarafta sosyal medya var, yazıyorsun çiziyorsun aforizmalar şakalar espriler vb. bir sürü takipçin oluyor, bu mavi hap. Bir de gerçek hayatta bir sen varsın ve sen, ne konuşuyorsan, nasıl gözüküyorsan osun, bu da kırmızı hap. Seç, diyor Morpheus, kırmızı hap mı, mavi hap mı? Sosyal medya senin için ne kadar gerçek?


2 yorum: