26 Temmuz 2014 Cumartesi

Sessizlik



Günlük hayatın koşuşturması ve curcunası arasında en son ne zaman gerçekten sessizliğe ulaştınız? Sessizliğe ulaşmak gerçek anlamda mümkün mü? Sessizliğe ulaşmak ne kadar iyidir? Seslilik ve sessizlik neler anlatır?


İnsanoğlunun bir gün içinde sessizliği yakalayabildiği anlar öyle az ki... Sabah kalktıktan sonraki 5-10 dakikayı sessizlikten sayabiliriz belki, o da birkaç dakika sonrasında televizyonu açmakla veya bilgisayara bakmakla bozulacak bir sessizlik. O vakitten sonra zaten sessizliği geri yakalamak imkânsıza yakın. Dışarı çıkma, işe gitme gibi eylemlerin çoğunda ses her türüyle etrafımızı sarıyor. İşe gitmeyen, dışarı çıkmayan biriyseniz bile ev içinde yaptığınız işler yine sessizliği bozuyor. Bu sesli olma durumu muhtemelen gece yatağa yatmadan öncesine kadar sürüyor - yani bütün gün. Üstünüzdekileri çıkarıp (veya eve gelir gelmez üstünü değiştirenlerdensinizdir) yatağa uzandığınız anda o sessizliğe yine ulaşıveriyorsunuz. Eğer müzik dinleyerek veya bir şeyler izleyerek, veya bu ikisi dışında oda içinde ortam sesi olmadan uyuyamayan biri değilseniz, uykuya dalmak için sessizliğe başvurmak zorundasınız. Zihni bir şey düşünmemeye itmek, dinlendirmek için sessizlik şart, yoksa zaten uyuyamazsınız (istisnalar haricinde).

Yukarıda saydığım, bir gün içinde başınızdan geçebilecek ve sessizliğe ulaşmanıza engel olabilecek eylemler bütünü idi. Bunu, çalıştığınız işyerinin sunduğu tatil imkânı dışında senenin 300 bilmem kaç günü yaşadığınızı düşünün. İş sadece evden çıkıp işyerine gitmekle de bitmiyor; hafta sonu işe gitmiyorsanız bile sessizlikten uzaklaşmış oluyorsunuz. Şehir hayatı ve şehirli insanın en büyük problemlerinden biri ne yazık ki sırf bu yüzden sessiz ve sakin kalamamak. Klasik deyişle “Bir hafta sonu tatiliniz var zaten!”, onda da eş dost gelebiliyor ziyarete, veya onlarla bir yere gidip vakit geçiriyorsunuz, ya da yolda oluyorsunuz (“veya” ve “ya da” ile buraya bir sürü eylem getirilebilir)... Sonuçta eylem hâlinde oluyorsunuz ve eyleminiz sessizliği mutlak kılmıyorsa, sessizlikten uzaktasınız demektir. Bu yine sabah kalktıktan sonraki birkaç dakikalık sessizlikten, gece yattığınızdaki sessizliğe kadar sürüyor.

Bu yüzdendir ki, insanlar tatile gitmek adına “Kafayı dinlemek” tabirini kullanıyor - güya tatile gidildiğinde kafa gerçek anlamda dinleniyormuş gibi! Bazılarımız için bu mümkün mü? Tabii ki hayır. Ama ben bazıları açısından değil, hepimiz açısından değerlendireceğim. Kafayı dinlemek ile kastedilen belki yaz için gidilen tatil beldesinde plaja gidip bir şezlonga uzanarak dalga seslerini veya kuş seslerini dinleyip kitap okumak olabilir. Ama yine de farkındaysanız eğer, kafayı dinlemiş olmuyorsunuz, yani sessizliğe mutlak biçimde ulaşmış olmuyorsunuz. Dalga sesi olmasın, kuş sesi olmasın, elbet uzaktan bir yerlerden gelen bir müzik sesi oluyor. Bunların hiçbiri olmayıp da gerçekten sessizliği yakalıyorsanız gerçekten şanslı birisiniz demektir bence.

Sessizliğin bu kadar ulaşılamaz olduğundan bahsediyorum, sessizliğe ulaşmak için arada ne kadar engel olabileceğine değiniyorum. Peki sessizliğe en yalın hâliyle ulaşmak mümkün mü? Ya da, diyelim ki ulaştık, bundan memnun kalacak mıyız?

Güney Minneapolis’teki Orfield Laboratuvarları’nda “yankısız oda” adında bir oda yaratmışlar.




Guinness Rekorlar Kitabı’na da giren bu oda sesi %99.9 oranında yutuyor ve size kusursuza yakın bir sessizlik sunuyor. Kusursuza yakın diyorum, çünkü bu oda tamamen sessiz değil, yani daha da sessiz olabilme ihtimali var. 3.3 santim kalınlığında fiberglas akustik takozlar sayesinde yaratılan bu odada, ısı yalıtımlı çelik ve ayak kalınlığında çift beton duvarlarla ultra sessizliğin sağlandığı biliniyor ve bu sessiz odada normal bir insanın kalma süresi 45 dakika. Odayla ilgili şöyle bir haber de mevcut:




Bu süreç içinde kendi kalp atışınızı, vücudunuzdaki çeşitli organların seslerini duyabiliyorsunuz. Bu süreden daha uzun süre kalmaya başlarsanız halüsinasyon görmeye başlayabilirsiniz, veya klostrofobiniz varsa bunun mücadelesine girebilirsiniz. (Konuyla ayrıntılı bilgiye şu adresten ulaşabilirsiniz.)

Esasında verdiğim örnek bir bakıma uç bir örnek. Şehrin gürültülü yaşamından uzaklaşıp bu “yankısız oda”ya kendinizi kapatın demiyorum elbette. Ancak yine de, tamamen sessiz, sesi yutan bir ortam da insan için biraz fazla olabiliyor. Bizim için galiba kitap okumaya müsaade edebilecek kadar sessizlik yeter.

İnsanlar gündelik hayatlarında sessizliğe o kadar zor ulaşıyorlar ve bazıları için bu lüks sayılıyor ki, bunun için meditasyonlar, seanslar gerçekleştiriliyor. Bu seanslar sayesinde de insanların sessizliğe kavuşup bunu değerlendirmesi sağlanıyor. Ama o da belli bir süre için. Yine de yetmez mi? Yeter, ama daha fazlası olsa hayır demeyiz.

Bir de sessizlikten kaçan insanlar var hayatta. Onları da es geçemeyiz veya garipseyemeyiz. Kendini, kendi iç sesini dinlemekten, kendini düşüncelerine yoğunlaştırmaktan korkan, bunu sevmeyen, istemeyen insanlar da mevcut. Kendini hayatın karmaşasına o kadar kaptırmış oluyor ki, sessizlik bir süre sonra ona çok uzak olduğu için onu istememeye başlıyor. Düşünsenize, tamamen bir sessizlik; unutmuş olduğunuz fikirlerin, düşüncelerin zihninize üşüşmesine imkân tanıyan bir ortam. Kaçımız buna hazır ve razıyız?

Neticede her şeyin aksini, o şeyin kendisine fazlasıyla maruz kalınca isteyiveriyoruz. Çok fazla sese maruz kalırsak, sessizlik bizim için bir lütuf oluyor. Aynı şekilde, hayatımız çok monoton ve hareketsiz ise, her ânımız sessizlik içinde geçiyorsa, bu sefer ses olması için dua eder hâle geliyoruz.

Burada neden sesi ve sessizliği isteyebileceğimizle ilgili şu çizgiyi çekebiliriz: yaratıcı bir evrede isek ses ve/veya müzik isteyebiliyoruz; dinlenme evresinde isek sessizlik isteyebiliyoruz (sessiz bir ortamda uyumak da işte bu yüzden). Spora gidiyorum ve 1,5 saatle 2 saat arasında orada spor yapıp vakit geçiriyorum. Spor merkezinin içindeki insan sesleri ve hoparlörlerden gelen müzik sesini bir kenara atacak olursak, kulaklık takıp müzik dinlediğinizde sese, kulaklığı çıkardığınızda kısmen bir sessizliğe ulaşmış oluyorsunuz, yani en azından egzersiz yaparken kendi sesinizi duyabilmiş oluyorsunuz. Fark ettiğim şöyle bir şey var ki, sert, sıkı egzersiz yapanların pek çoğu kulaklıkla müzik dinleyerek bu eylemi gerçekleştiriyor. Yani müzik dinlemek, spor yapan kişi için bir motivasyon kaynağı olmuş oluyor. Zaten müzik dinlemenin spor ve benzer aktivitelerde kişinin performansına olumlu etki ettiği bilinen bir gerçek. Google’a girip müzik ve spor kelimelerini birlikte arattığınızda çıkan sonuçların çoğu bunu kanıtlar nitelikte.

Müzik dinlemek yapılan sporu veya diğer aktiviteyi pozitif anlamda bu kadar etkiliyorsa, sessizlik neden bu kadar önemli oluyor, sessiz odalar hazırlanıyor?

Demek ki sessizliğin ayrı bir büyüsü, ayrı bir işlevi var ve bizlerin de buna ihtiyacı var. Ben mesela sesli bir ortamda rahatlıkla kitap okuyamam. Dikkati çok çabuk dağılan biriyim ve en ufak bir seste bile “O ses nereden geliyor?” diye düşünüp sese kulak verir, ne anlattığını anlamaya çalışırım. Sırf bir müzik olmasına da gerek yok, yan masamda oturup konuşan birileri varsa yine dikkatim bir süre sonra onlara kayar. Kitap okumak (veya sessiz bir ortamda yapılacak herhangi bir aktivite) için hakikaten pür sessizliğe ihtiyacım var.

Kimin sessizliğe ne sebeple ne kadar ihtiyacı olursa olsun, bence herkesin sessizliğe bir şekilde ihtiyacı var; kiminin daha az, kiminin daha fazla. Ama mutlak bir ihtiyaç var sessizlikle ilgili. En azından düşüncelerimizi, fikirlerimizi belli bir sıraya koyup onlar üzerinden ilerleyebilmek için.

Görsel olarak da sessizlik ve sesle ilgili yapılan ayrımlarda renkler kendini belli ediyor. Bu yazıyı yazarken bir yandan da Google görsellerde sessizlik ve silence kelimelerini aratıp aklımdakine uygun bir görsel yakalamaya çalışırken fark ettiğim şeyler oldu. Mesela sesli, gürültülü bir ortamda kişinin zihninde belki bir sürü fikir, düşünce akıp gidebiliyor ve bunların hepsi farklı tonlarda renkler anlamına geliyor. Ama sessizlik söz konusu oldu mu renkler siyah ve beyaz, hatta gri. Google’a girip sessizlikle ilgili bir arama yaptığınızda, karşınıza çıkan renk skalasının büyük ölçüde siyahtan, beyazdan ve griden oluştuğunu görebilirsiniz. Fakat zevkler ve renkler birbirinden her daim ayrılır, o yüzden aynı görsel aramasında siyah, beyaz ve gri dışında; mavi, turuncu, sarı gibi renkleri de görebilirsiniz. Mavi (belki) gökyüzünü çağrıştırdığı için olabilir; turuncu ve sarı da sıcak renkler olduklarından ötürü, sıcak, sessiz, sakin bir ortam arayışında olanların aklından geçen renk olabilir. Yine aynı şekilde yeşil de aramalarda karşınıza çıkabilecek bir renk. O da muhtemelen çimeni, bahçeyi, ferahlığı çağrıştırdığı içindir - ki ferahlık vesilesiyle maviyle aynı işlevi gördüğünü de söyleyebiliriz. Burada bahsettiğim şey, sessizlik dendiğinde zihnin hemen ya çok soğuk, ya da çok sıcak ve sakin renkleri tercih etmesi. Mor, pembe, eflatun gibi, veya yukarıda saydığım renklerin farklı tonları pek tercih edilmiyor; mümkün oldukça zihni sakin tutan, yormayan renkler seçiliyor.

Bu sonuçların yanı sıra, bir de görsellerin kendisiyle ilgili bir çıkarımım olacak ki, o da görüntü/imge olarak sessizlik deyince kişinin aklına boş, sessiz bir arazide bir adet sandalye görüntüsünün gelmesi. İllâ sandalye olmasına gerek yok, ama boş, sessiz, ıssız bir yer olması, sessizlik için bir norm olarak görülüyor galiba. Emin olmak için aynı yöntemi Google’da deneyebilirsiniz. Demek ki genel olarak insanların sessizlikten anladığı, boş, ıssız, tenha bir yere gidip bir bank/sandalye/artık her ne ise ona oturup durmak.


Not: Yazıya seçtiğim görselin aramalarda karşıma çıkan ilk resimlerden biri olduğunu itiraf edebilirim. Ancak zihnimdeki görüntüye hemen hemen uyan resim bu idi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder