Günlük hayatın koşuşturması ve curcunası arasında en son ne
zaman gerçekten sessizliğe ulaştınız? Sessizliğe ulaşmak gerçek anlamda mümkün
mü? Sessizliğe ulaşmak ne kadar iyidir? Seslilik ve sessizlik neler anlatır?
İnsanoğlunun bir gün içinde sessizliği yakalayabildiği anlar
öyle az ki... Sabah kalktıktan sonraki 5-10 dakikayı sessizlikten sayabiliriz
belki, o da birkaç dakika sonrasında televizyonu açmakla veya bilgisayara
bakmakla bozulacak bir sessizlik. O vakitten sonra zaten sessizliği geri
yakalamak imkânsıza yakın. Dışarı çıkma, işe gitme gibi eylemlerin çoğunda ses
her türüyle etrafımızı sarıyor. İşe gitmeyen, dışarı çıkmayan biriyseniz bile
ev içinde yaptığınız işler yine sessizliği bozuyor. Bu sesli olma durumu
muhtemelen gece yatağa yatmadan öncesine kadar sürüyor - yani bütün gün. Üstünüzdekileri
çıkarıp (veya eve gelir gelmez üstünü değiştirenlerdensinizdir) yatağa
uzandığınız anda o sessizliğe yine ulaşıveriyorsunuz. Eğer müzik dinleyerek
veya bir şeyler izleyerek, veya bu ikisi dışında oda içinde ortam sesi olmadan
uyuyamayan biri değilseniz, uykuya dalmak için sessizliğe başvurmak zorundasınız. Zihni bir şey düşünmemeye
itmek, dinlendirmek için sessizlik şart, yoksa zaten uyuyamazsınız (istisnalar
haricinde).
Yukarıda saydığım, bir gün içinde başınızdan geçebilecek ve
sessizliğe ulaşmanıza engel olabilecek eylemler bütünü idi. Bunu, çalıştığınız
işyerinin sunduğu tatil imkânı dışında senenin 300 bilmem kaç günü yaşadığınızı
düşünün. İş sadece evden çıkıp işyerine gitmekle de bitmiyor; hafta sonu işe gitmiyorsanız
bile sessizlikten uzaklaşmış
oluyorsunuz. Şehir hayatı ve şehirli insanın en büyük problemlerinden biri ne
yazık ki sırf bu yüzden sessiz ve sakin kalamamak. Klasik deyişle “Bir hafta
sonu tatiliniz var zaten!”, onda da eş dost gelebiliyor ziyarete, veya onlarla
bir yere gidip vakit geçiriyorsunuz, ya da yolda oluyorsunuz (“veya” ve “ya da”
ile buraya bir sürü eylem getirilebilir)... Sonuçta eylem hâlinde oluyorsunuz
ve eyleminiz sessizliği mutlak kılmıyorsa, sessizlikten uzaktasınız demektir.
Bu yine sabah kalktıktan sonraki birkaç dakikalık sessizlikten, gece
yattığınızdaki sessizliğe kadar sürüyor.
Bu yüzdendir ki, insanlar tatile gitmek adına “Kafayı
dinlemek” tabirini kullanıyor - güya tatile gidildiğinde kafa gerçek anlamda dinleniyormuş gibi!
Bazılarımız için bu mümkün mü? Tabii ki hayır. Ama ben bazıları açısından
değil, hepimiz açısından değerlendireceğim. Kafayı dinlemek ile kastedilen
belki yaz için gidilen tatil beldesinde plaja gidip bir şezlonga uzanarak dalga
seslerini veya kuş seslerini dinleyip kitap okumak olabilir. Ama yine de farkındaysanız eğer, kafayı
dinlemiş olmuyorsunuz, yani sessizliğe mutlak biçimde ulaşmış olmuyorsunuz.
Dalga sesi olmasın, kuş sesi olmasın, elbet uzaktan bir yerlerden gelen bir
müzik sesi oluyor. Bunların hiçbiri olmayıp da gerçekten sessizliği
yakalıyorsanız gerçekten şanslı birisiniz demektir bence.
Sessizliğin bu kadar ulaşılamaz olduğundan bahsediyorum,
sessizliğe ulaşmak için arada ne kadar engel olabileceğine değiniyorum. Peki
sessizliğe en yalın hâliyle ulaşmak mümkün mü? Ya da, diyelim ki ulaştık, bundan memnun
kalacak mıyız?
Güney Minneapolis’teki Orfield Laboratuvarları’nda “yankısız
oda” adında bir oda yaratmışlar.
Guinness Rekorlar Kitabı’na da giren bu oda sesi %99.9
oranında yutuyor ve size kusursuza yakın
bir sessizlik sunuyor. Kusursuza yakın diyorum, çünkü bu oda tamamen sessiz
değil, yani daha da sessiz olabilme ihtimali var. 3.3 santim kalınlığında
fiberglas akustik takozlar sayesinde yaratılan bu odada, ısı yalıtımlı çelik ve
ayak kalınlığında çift beton duvarlarla ultra sessizliğin sağlandığı biliniyor
ve bu sessiz odada normal bir insanın kalma süresi 45 dakika. Odayla ilgili
şöyle bir haber de mevcut:
Bu süreç içinde kendi kalp atışınızı, vücudunuzdaki çeşitli
organların seslerini duyabiliyorsunuz. Bu süreden daha uzun süre kalmaya
başlarsanız halüsinasyon görmeye başlayabilirsiniz, veya klostrofobiniz varsa
bunun mücadelesine girebilirsiniz. (Konuyla ayrıntılı bilgiye şu adresten ulaşabilirsiniz.)
Esasında verdiğim örnek bir bakıma uç bir örnek. Şehrin
gürültülü yaşamından uzaklaşıp bu “yankısız oda”ya kendinizi kapatın demiyorum
elbette. Ancak yine de, tamamen sessiz, sesi yutan bir ortam da insan için
biraz fazla olabiliyor. Bizim için
galiba kitap okumaya müsaade edebilecek kadar sessizlik yeter.
İnsanlar gündelik hayatlarında sessizliğe o kadar zor
ulaşıyorlar ve bazıları için bu lüks sayılıyor ki, bunun için meditasyonlar,
seanslar gerçekleştiriliyor. Bu seanslar sayesinde de insanların sessizliğe
kavuşup bunu değerlendirmesi sağlanıyor. Ama o da belli bir süre için. Yine de
yetmez mi? Yeter, ama daha fazlası olsa hayır demeyiz.
Bir de sessizlikten kaçan
insanlar var hayatta. Onları da es geçemeyiz veya garipseyemeyiz. Kendini,
kendi iç sesini dinlemekten, kendini düşüncelerine yoğunlaştırmaktan korkan,
bunu sevmeyen, istemeyen insanlar da mevcut. Kendini hayatın karmaşasına o
kadar kaptırmış oluyor ki, sessizlik bir süre sonra ona çok uzak olduğu için
onu istememeye başlıyor. Düşünsenize, tamamen bir sessizlik; unutmuş olduğunuz
fikirlerin, düşüncelerin zihninize üşüşmesine imkân tanıyan bir ortam. Kaçımız
buna hazır ve razıyız?
Neticede her şeyin aksini, o şeyin kendisine fazlasıyla
maruz kalınca isteyiveriyoruz. Çok fazla sese maruz kalırsak, sessizlik bizim
için bir lütuf oluyor. Aynı şekilde, hayatımız çok monoton ve hareketsiz ise,
her ânımız sessizlik içinde geçiyorsa, bu sefer ses olması için dua eder hâle
geliyoruz.
Burada neden sesi ve sessizliği isteyebileceğimizle ilgili
şu çizgiyi çekebiliriz: yaratıcı bir evrede isek ses ve/veya müzik
isteyebiliyoruz; dinlenme evresinde isek sessizlik isteyebiliyoruz (sessiz bir
ortamda uyumak da işte bu yüzden). Spora gidiyorum ve 1,5 saatle 2 saat
arasında orada spor yapıp vakit geçiriyorum. Spor merkezinin içindeki insan
sesleri ve hoparlörlerden gelen müzik sesini bir kenara atacak olursak, kulaklık
takıp müzik dinlediğinizde sese, kulaklığı çıkardığınızda kısmen bir sessizliğe ulaşmış oluyorsunuz, yani en azından egzersiz
yaparken kendi sesinizi duyabilmiş oluyorsunuz. Fark ettiğim şöyle bir şey var
ki, sert, sıkı egzersiz yapanların pek çoğu kulaklıkla müzik dinleyerek bu
eylemi gerçekleştiriyor. Yani müzik dinlemek, spor yapan kişi için bir
motivasyon kaynağı olmuş oluyor. Zaten müzik dinlemenin spor ve benzer
aktivitelerde kişinin performansına olumlu etki ettiği bilinen bir gerçek.
Google’a girip müzik ve spor kelimelerini birlikte arattığınızda çıkan
sonuçların çoğu bunu kanıtlar nitelikte.
Müzik dinlemek yapılan sporu veya diğer aktiviteyi pozitif
anlamda bu kadar etkiliyorsa, sessizlik neden bu kadar önemli oluyor, sessiz
odalar hazırlanıyor?
Demek ki sessizliğin ayrı bir büyüsü, ayrı bir işlevi var ve
bizlerin de buna ihtiyacı var. Ben mesela sesli bir ortamda rahatlıkla kitap
okuyamam. Dikkati çok çabuk dağılan biriyim ve en ufak bir seste bile “O ses
nereden geliyor?” diye düşünüp sese kulak verir, ne anlattığını anlamaya
çalışırım. Sırf bir müzik olmasına da gerek yok, yan masamda oturup konuşan
birileri varsa yine dikkatim bir süre sonra onlara kayar. Kitap okumak (veya
sessiz bir ortamda yapılacak herhangi bir aktivite) için hakikaten pür
sessizliğe ihtiyacım var.
Kimin sessizliğe ne sebeple ne kadar ihtiyacı olursa olsun,
bence herkesin sessizliğe bir şekilde ihtiyacı var; kiminin daha az, kiminin
daha fazla. Ama mutlak bir ihtiyaç var sessizlikle ilgili. En azından
düşüncelerimizi, fikirlerimizi belli bir sıraya koyup onlar üzerinden
ilerleyebilmek için.
Görsel olarak da sessizlik ve sesle ilgili yapılan ayrımlarda
renkler kendini belli ediyor. Bu yazıyı yazarken bir yandan da Google
görsellerde sessizlik ve silence kelimelerini aratıp aklımdakine uygun bir
görsel yakalamaya çalışırken fark ettiğim şeyler oldu. Mesela sesli, gürültülü
bir ortamda kişinin zihninde belki bir sürü fikir, düşünce akıp gidebiliyor ve
bunların hepsi farklı tonlarda renkler anlamına geliyor. Ama sessizlik söz
konusu oldu mu renkler siyah ve beyaz, hatta gri. Google’a girip sessizlikle ilgili bir arama yaptığınızda,
karşınıza çıkan renk skalasının büyük ölçüde siyahtan, beyazdan ve griden
oluştuğunu görebilirsiniz. Fakat zevkler ve renkler birbirinden her daim
ayrılır, o yüzden aynı görsel aramasında siyah, beyaz ve gri dışında; mavi,
turuncu, sarı gibi renkleri de görebilirsiniz. Mavi (belki) gökyüzünü
çağrıştırdığı için olabilir; turuncu ve sarı da sıcak renkler olduklarından ötürü, sıcak, sessiz, sakin bir ortam
arayışında olanların aklından geçen renk olabilir. Yine aynı şekilde yeşil de
aramalarda karşınıza çıkabilecek bir renk. O da muhtemelen çimeni, bahçeyi,
ferahlığı çağrıştırdığı içindir - ki ferahlık vesilesiyle maviyle aynı işlevi
gördüğünü de söyleyebiliriz. Burada bahsettiğim şey, sessizlik dendiğinde
zihnin hemen ya çok soğuk, ya da çok sıcak ve sakin renkleri tercih etmesi.
Mor, pembe, eflatun gibi, veya yukarıda saydığım renklerin farklı tonları pek
tercih edilmiyor; mümkün oldukça zihni sakin tutan, yormayan renkler seçiliyor.
Bu sonuçların yanı sıra, bir de görsellerin kendisiyle
ilgili bir çıkarımım olacak ki, o da görüntü/imge olarak sessizlik deyince
kişinin aklına boş, sessiz bir arazide
bir adet sandalye görüntüsünün gelmesi. İllâ sandalye olmasına gerek yok,
ama boş, sessiz, ıssız bir yer olması, sessizlik için bir norm olarak görülüyor
galiba. Emin olmak için aynı yöntemi Google’da deneyebilirsiniz. Demek ki genel
olarak insanların sessizlikten anladığı, boş, ıssız, tenha bir yere gidip bir
bank/sandalye/artık her ne ise ona oturup durmak.
Not: Yazıya seçtiğim görselin aramalarda karşıma çıkan ilk
resimlerden biri olduğunu itiraf edebilirim. Ancak zihnimdeki görüntüye hemen
hemen uyan resim bu idi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder