8 Ağustos 2013 Perşembe

Genel ahlâk kimin ahlâkı?



Ülkenin bir tarafı ahlâk ve ahlâklı olmak konusunda büyük baskılara uğrarken, diğer tarafında ahlâksızlık had safhada olunca, kişinin şu soruyu sorması kaçınılmaz oluyor: Genel ahlâk kimin ahlâkı?

Cinsellik, cinsiyet, kadınlık, erkeklik, cinsel ilişki, öpüşmek, sevişmek ve benzeri terimler dünya çapında herkesin konuşmaktan en çok keyif aldığı seks kategorisinin içine girmektedir. “Sex sells” yani “Seks satar” gibi kanıtlanmış bir gerçek olduğu hâlde, insanların yine de gündelik hayatlarında seks ve seksüel mevzuları dizginlemesi gerekebiliyor -- ya da öyle olması bekleniyor diyebiliriz. Herkesin konuşmaktan, bahsetmekten büyük keyif aldığı, kiminin yüzünün kızardığı bu mevzu her ne kadar hoşa gitse de, bir tabu olarak da görülebiliyor kimi ülke ve toplumlarda.

...mesela bizim toplumumuzda! Ancak şöyle ilginç bir durum var ki; toplumun bir kesiminde metro içinde “Lütfen ahlâk kurallarına uygun hareket ediniz” şeklinde bir uyarı yapılıyorken, diğer kesiminde 14 yaşındaki bir kıza 11 kişi tecavüz edebiliyor ve bu konuda hukukun yaptırımları bozuk, caydırıcı değil, hatta tecavüzcüleri aklayan bir yapıya sahip!


CİNSEL AHLÂKIN TEMELİ, KADIN VE ERKEĞİN ROLLERİ

Bizde cinsellik erkek çocuğu için küçük yaşlarda, “Göster amcanlara pipini,” lafıyla başlar; yaş ilerledikçe bu cümle, “Mahallede kızları mı sıkıştırıyorsun lan kerata?” şeklinde evrilir; aile, arkadaşlar, çevredeki insanlar erkeğin ilk öpüşmesini yaşayıp yaşamadığını merak eder; erkeğin milli olması ondan çok onun arkadaşları tarafından büyük bir mesele hâline gelir; kaç kız arkadaşı olduğu bir skor işlevi görür ve hangi kızla evlendiği, kaç çocuk yaptığı bunların hepsi erkek kadar onun ailesi ve arkadaşları için de büyük önem taşır.

Kız çocuğu için ise cinsellik biraz daha kapalıdır, pek konuşulmaz. Kız çocuğunun hep edepli, ahlâklı olması beklenir; küçük yaşta müzik eşliğinde çok abartılı oynarsa annesinin ve babasının gözüne batar; ilişkisini illâ edepli yaşaması beklenir; yaşı ilerledikçe bekareti hem onun için, hem ilişkiye gireceği diğer erkek için önem taşır, bu sebeple korunma çok önemlidir vesaire.

Bu pek de eşit gözükmeyen tabloda çokça rol üstlenen mevzu, Türk toplumunun ataerkil olmasından kaynaklanmaktadır, yani erkek egemen bir düzen/sistem. Sosyoloji veya sosyal psikoloji okuyanlar bunu iyi bilir; nedir bir aile yapısında erkekle kadının görevi? Erkek eve ekmek getirmekle yükümlüdür, kadın da eve bakmakla. Evi dişi kuş yapar, erkek hep avlanır. Avlanmakla, ekmek parası kazanmakla, taşımakla yani sert işlerle ilgili görevler hep erkeğe devredilirken; evin düzenini kurma, evi temizleme, toplama, yemek pişirme gibi yumuşak ve hafif işler hep kadına yüklenir.

Bu her ne kadar dünya üzerinde işleyen genel aile ve kadın-erkek yapısı olsa da, modernizm ve çağdaşlıkla birlikte kadın ve erkeğin rolleri bugün daha eşittir, eşit olması beklenir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olmakla beraber, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasını da hayata geçirmiştir (1930 senesinde) ki bu, Türk milleti açısından önemli bir adımdır. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması, bir bağlamda kadınların erkeklerle eşit olması olarak da okunabilir. İlkel çağlara ve mitolojiye baktığımızda kadın hep seks ve üreme aracı olan bir et parçası olarak görülmüşken; bugün kimlik sahibi, “Ben kadınım!” diyen bireyler hâline gelmiştir.

Seks, cinsellik, cinsiyet konularında kadınla erkeğin arasındaki eşitsiz eşitlikten bu kadar bahsettikten sonra, gelelim ülkemizde bu cinsel yaşamın, dahası bireylerden beklenen ahlâkın devlet tarafından nasıl sağlandığına!


BU GENEL DEĞİL, ÖZEL AHLÂK

Önceki hükümetler zamanında durum nasıldı, kadın-erkek ilişkisi ne kadar iyiydi veya kötüydü bunu pek bilmiyorum ve kıyaslamaya yetecek kadar çok bilgim olduğunu da söyleyemem. Ancak şu anki hükümetle birlikte, kadının çağdaş konumunun yine ilkel konuma getirilmekte olduğunu üzülerek görmekteyim. Bu durumdan zarar gören bir tek kadınlar değil elbette; kadın-erkek ilişkileri de payına düşeni alıyor bu konumlandırmada. Düşünün ki metroda “Lütfen ahlâk kurallarına uygun hareket ediniz” uyarısı yapılan bir toplum hâline geldik ve insanlar bu anonsu protesto etmek için metro istasyonu önünde öpüşme eylemi yapmak istediklerinde, karşılarında tekbir getiren ve öpüşmeyi protesto eden, artık İslamcı mı diyeyim yoksa şeriatçı mı diyeyim, bir karşı grup var.




Yapılan eylem, dünyanın belki de en samimi, en saf, en şiddetsiz eylemi; öpüşme eylemi. Karşı çıkan grubun attığı sloganlar ne? "Allah-u ekber!", "Kanımız aksa da zafer İslam'dır!"... "Allah-u ekber" ne demektir? "Allah/Tanrı uludur/en büyüktür". İslam nedir? Müslümanların dininin adı. Şimdi benim anlamadığım mesele; Allah insanların öpüşmesini mi yasaklamış? Kur'an-ı Kerim'de bu yasak mı? Dahası İslam'da yasak mı? İslam'ın baskın bir güç olarak görüldüğü ülkelerde (İran, Arabistan gibi) bir erkeğe birden fazla kadın düşebiliyorken, bir erkekle bir kadının öpüşmesi mi sorun oluyor? Bunu anlamak güç... Bu şeriatçı olduğunu düşündüğüm grubun tam olarak neyi protesto ettiği bile belli değil bence -- arkadaşlar gaza gelmiş!

Sadece metro istasyonu önünde öpüşmeyle kalsa yine iyi! Otobüste öpüşen bir çift görünce, “Burası seks otobüsü değil!” diyen otobüs şoförlerimiz de var!

Şunu kabul edebiliriz: seks, sevişme, kadınla erkeğin cinsel ilişkisi gibi mevzular, birileri sorup hakkında bilgi almak istemediği müddetçe ulu orta konuşulmaya müsait değil. Ben demiyorum, genel ahlâk kuralları bunu gösteriyor. Yani sokak ortasında arkadaşınızla yürürken, “Dün gece ne seviştim ama!” diye yüksek sesle söyleyemezsiniz, çünkü ayıplanırsınız. Ancak seksin, yani sevişmenin öpüşmeye kadar indirgenmesi esas kötü olan durum. Siz karşı cinsten veya hemcinsinizden hoşlandığınız, derin duygular beslediğiniz arkadaşınızla öpüştünüz anda artık potansiyel sevişkensiniz, kaçarı yok!

Bunun tahmin edebildiğim kadarıyla iki sebebi var: birincisi; ahlâk ve ahlâksızlık konusundaki yaptırımlarımız dünya geneline baktığımızda bizim ülkemizde daha fazla. İkincisi; eğitimsizlik ve cehalet. Biraz üzücü bir gerçek ama hâlâ el ele tutuştuğu veya dudak dudağa öpüştüğü için cinsel açıdan zarar gördüğünü, başına bir şey gelebileceğini düşünen insanlar var.

Birinci neden, yani dünya genelinde uygulanan ahlâk kurallarının ülkemizde daha sıkı uygulanıyor olması, insanların kendini ahlâk bekçisi olarak görmesi veya o hâle gelmesiyle ilgili bir şey. Bu konuda erkek tarafı biraz daha serbest bırakılabiliyorken (yakası bağrı açık tişört giyip kaslarını gösteren bir erkek problem olmaz iken); kız tarafı biraz daha baskıya ve sansüre uğruyor, mini etek giyen, göğüs dekoltesi biraz fazla olan bir kadın hemen ahlâksız veya terbiyesiz etiketlerine maruz kalabiliyor. İşin ilginç yanı, çok sık seks, seksüellik, cinsellik düşünen bir toplum olduğumuz hâlde, böyle düşünmemiz bir diğer yandan ahlâksızlık, yani suç!

İkinci nedenimiz, yani eğitimsizlik ve cehalet daha vahim bir durum. Ülkenin Batı’sına doğru gidildikçe daha modern, daha çağdaş toplum, kadın-erkek ve aile yapısı görülebiliyorken, Doğu’suna doğru gidildikçe bunun hâlâ tam tersi olduğunu görmek kaçınılmaz. Senelerdir doktorlar, eğitmenler, bu konuda bilgili insanlar Doğu’ya gidip şehir şehir, ilçe ilçe gezerek cinsellikle ilgili konferanslar verip vatandaşı bilgilendirmeye çalışıyor, çünkü o kesimde kadın ve erkeğin cinselliği duygusal birliktelikten çok fabrikasyona dönmüş durumda -- hatta ‘dönmüş durumda’ demek yanlış kaçabilir, zaten uzun zamandır böyle. 10-15-20 çocuklu aileler, bir o kadar da torun, anne ve babanın artık çocuk isimlerini bilmemesi, hatırlamaması ciddi bir problem (bence). Çünkü bu bilinçsiz üreme ve aile yapısı, ülkenin ekonomi ve toplum yapısını da etkiliyor.


DOĞU-BATI AHLÂK HEP AYNI

Hadi diyelim Doğu’daki -kimi yerlerde- eksik eğitim ve bilgisizlik sebebiyle böyle bir abartılı doğum oranı var -- Batı’ya ne demeli?! Batı dediysem direkt olarak Ege bölgesini kastetmiyorum, Doğu’dan Batı’ya doğru gidildikçe ortaya çıkan absürtlükleri ve trajikomik meseleleri kastediyorum. “Fatmagül’ün Suçu Ne?” adlı televizyon dizisinin ilk bölümünde Fatmagül’e bir grup gencin tecavüz etme sahnesi, veya “Aşk-ı Memnu”da aile içinde yasak ilişki yaşayan iki karakterin cinselliği toplum tarafından tepki çekiyorken, aynı toplumdan bir tecavüzcü çıkıp, gelinlik giyerek dünya turuna çıkan İtalyan Sanatçı Pippa Bacca’yı tecavüz edip boğarak öldürebiliyor!

“Genel ahlâk” olarak belirtilen ahlâk kuralları çerçevesinde RTÜK, film ve dizilerdeki sevişme sahnelerine sansür uygulatıp, yetmeyip eski Türk filmindeki kadın karakterin göğüs çatalına bile sansür uygulatıp




Fox TV’deki bir dizide yer alan çıplak kadın motifli abajura da sansür uygulatıp




o da yetmeyip, tv8’de yayınlanan yabancı filmdeki yatak sahnesinde kadının geceliğine de sansür uygulatıp 




“Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisindeki öpüşme ve sevişme sahnelerine 489 bin lira ceza kesip (kaynak)




hatta bir dizideki, doğum günü hediyesi olarak öpüşmenin yaşandığı şu sahne “Genç kızın ‘doğum günü’ hediyesi olarak cinsellik mesajı vermesi ‘gençleri özendirip, eyleme geçirir nitelikte’ bulunabilir” bahanesiyle incelemeye alınıp (http://www.youtube.com/watch?v=OayoNwLYc7o),

bir diğer yandan memleketin diğer kesiminde 14 yaşındaki bir kıza 11 erkek toplaşıp tecavüz ettiklerinde (kaynak), 13 yaşındaki bir kıza 26 kişi tecavüz ettiğinde (kaynak), hatta 16 yaşındaki zihinsel engelli bir kıza bir eve kapatılarak 44 gün boyunca tecavüz edildiğinde (kaynak), şu soruyu sormamız gerekiyor galiba: Genel ahlâk kimin ahlâkı?


KIZLI ERKEKLİ AHLÂKSIZLIK(?)

Burada ahlâk kavramının devlet tarafından koruma altına alındığını, ancak bir yandan da devlet tarafından çarpıtıldığını görüyoruz. Mesela Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın katıldığı İTÜ balosunda sarf ettiği şu laf günlerce tartışılmıştı:

“Ya Boğaziçi Üniversitesi'ne ya da İstanbul Teknik Üniversitesi'ne girecektim. Önce Boğaziçi Üniversitesi'ni ziyaret ettim. Bir baktım farklı bir dünya. Değişik binalar, surlarla çevrilmiş alan. Sonra bahçesinde gençler kızlı, erkekli oturuyor. Ben çok şaşırdım. Burada yoldan çıkarım dedim. Benim okumam lazımdı. Ondan sonra teknik üniversiteyi seçtim. Okula girdikten sonra ikinci senede evlendim. Üçüncü sene çocuğum oldu. Dördüncü sene bir çocuk daha oldu.” (kaynak)




Yani Binali Yıldırım’a göre, üniversitenin bahçesinde kızlı erkekli oturmak, öğrencinin eğitimli olmasına engel oluyor. Ama Yıldırım’ın sözünün devamı da ilginç. “Üniversiteye girişimin ikinci senesinde evlendim, üçüncü sene çocuğum oldu, dördüncü sene bir çocuk daha oldu.

Burada benim düşündüğüm şey, devletin, bakanı vasıtasıyla aşıladığı şu fikir: kızlı erkekli gönül işi yapmayın, çocuk yapın. Yani aradaki bütün duygusal, hissiyata dair her şeyi bir kenara atıp ilişkiyi sadece yuva kurmakla ilgili yapın.

İkinci mesele de şu ki; kızlı erkekli sadece seks yapılabilir, bu yüzden kızlarla erkeklerin birbirlerinden ayrı tutulması lazım. Kızlarla erkeklerin aynı ortamda bulunması bile ayıp. Ben demiyorum, Trabzon Millî Eğitim İl Müdürü Tamer Kırbaç diyor:




“Bu okulda öğrencilerin bir kısmı yatılı olarak okulda kalıyor. Bu nedenle okulun bir yurt ihtiyacı vardır. Şimdiki binasında sınıfları kapattık yurt yaptık. Öğrenciler sınıftan bozma odalarda kalıyor. Bir de erkek öğrenciler ile kız öğrenciler aynı binada altlı üstlü kalıyor. Aynı merdiveni kullanarak istirahate çekiliyor. Aynı merdivenleri kullanarak uyumaya gitmeleri inanın beni iki yıldır rahatsız ediyor ve diken üstünde oturmama sebep oluyor.” (kaynak)

Yani Sayın Kırbaç diyor ki; kızlarla erkeklerin aynı ortamda altlı üstlü yaşıyor olmaları, aynı merdiveni kullanıyor olmaları ahlâkî açıdan yanlış. Çünkü aynı merdiveni kullanan bir kızla erkek yarın öbür gün aynı yatağa da girer, sevişir de, çocuk da yapar, aman Allah’ım! Kırbaç’ın dediğini şimdi daha iyi(?) anlıyorum...


ÖPÜŞME, SEVİŞME, AMA EN AZ ÜÇ ÇOCUK!

Peki devletin atadığı il milli eğitim müdürü, devlete bağlı bir bakan bu tür ahlâk uyarıları yaparken, devletin, başbakanın, “En az üç çocuk!” sloganı nasıl gerçek olacak? Bu politika nasıl sürdürülecek? “Kızlı erkekli olmayın, yan yana durmayın, öpüşmeyin, sevişmeyin, sevişiyorsanız da en az üç çocuk bitti gitti!” mi demek istiyorlar? Bu söylediğim fikir son derece mümkün tabii; ancak bu noktada gençliğin, ülke insanının bir robot hâline dönüştürülüyor olduğunu düşünen bir tek ben miyim? Bir erkek bir kıza yaklaşıp ondan hoşlandığını söylüyorsa ya edebiyle sevişip en az üç çocuk dünyaya getirecekler, ya da yapamıyorlarsa yakınlaşmayacaklar bile! Yani bir erkeğin bir kıza, veya bir kızın bir erkeğe duygusal açıdan yakın olması mümkün değil, ancak üreme amacıyla yakın olabilir, ötesi yok!

Böyle bir kısıtlama yapılıyorken, çeşitli şehirlerden gelen, küçük kızlara gerçekleştirilen tecavüz haberlerini ne yapacağız? Çünkü bir tarafta, “Edebinizle oturun, sevişmeyin!” diyen bir sistem varken, aynı sistemin içinden küçücük kızlara tecavüz edebilecek sapık beyinler de çıkabiliyor.


AHLÂK ÜZERİNDEN DİN MUHASEBESİ

Çok fazla taciz ve tecavüz olaylarına girmeden de (Google’da konuyla ilgili arattığınızda ağzınızı açık bırakacak pek çok habere rastlayabilirsiniz zaten), genel ahlâk konusunda yaşadığımız çelişkiyi inceleyebiliriz. Mesela dizi oyuncusu Nil Erkoçlar bir ameliyat geçirerek erkek olup ismini de Rüzgar Erkoçlar olarak değiştirmişti. Erkoçlar’ın bu değişimi ülke gündemi hâline gelip haftalarca konuşulmuş, olay ahlâkî bir boyut olarak değerlendirilmişti. Ancak, bir insanın erkek hissettiği hâlde kız olması, veya kız olduğu hâlde erkek hissetmesi ve bu sebeple bir ameliyat geçirerek en sonunda kendi olması neden ahlâksızlık olarak nitelendiriliyor? Konu hakkında Niğde İl Müftüsü Hasan Çınar şöyle demiş bakın:

“Bir bayanın erkek olması konusunda, insanların fizyolojik ve biyolojik bir durumu, duruşu vardır. Bayan olarak yaratılmış bir kimsenin erkek olma isteği tamamen psikolojik bir durumdur ve tedavi olmayı gerektirir ya da bir erkeğin böyle bir düşüncesi var ise tedavi olması gerekir. Bu geçici bir düşüncedir. Biz olaya öyle bakıyoruz. Allah insanı yaratırken bayan ve erkek olarak yaratmıştır ve diğer cinse geçme isteği düşüncesinde var ise bu tedavi ile geçecek bir konudur.” (kaynak)

Ben bu konuyla ilgili pek çok dinî bakış ve analiz yazısı okudum, ama aklıma takılan şöyle bir şey vardı: bir insanın cinsiyet değiştirmesi neden dinî açıdan değerlendirilir? Cinsiyet değiştiren biri de pekâlâ namazında niyazında biri olup dininin şartlarını yerine getirerek dört dörtlük bir mümin olabilir -- olamaz mı yani?! Kaldı ki bu tür meselelerin genel ahlâk çerçevesinde tartışılırken dine bağlanmasını yanlış buluyorum, çünkü bu eylem, bu tür bir karar vermiş kişi üzerinde psikolojik baskı yarattığı gibi, eleştiri oklarının hedefi hâline de getirebiliyor. Ben ileriki zamanlarda Rüzgar Erkoçlar’a dizi ve filmlerde rol alma hakkının tanınmayabileceğini bile düşünüyorum. Sebebi belli: RTÜK’e göre “gençler üzerinde olumsuz örnek oluşturabilir”, çok fena!

Genel ahlâk çerçevesinde, Huysuz Virjin gibi bir karakteri senelerde sahnede ve televizyonda canlandıran Seyfi Dursunoğlu’na da yasak geldi, bu yüzden Dursunoğlu son zamanlardaki bütün işlerini Huysuz Virjin gibi olmadan yapmak zorunda. Çünkü galiba RTÜK’e göre bir erkeğin kadın kılığında prime time’da yer alması çocukların zihinsel ve ruhsal gelişimine etki edebiliyor!

Benzer konuda ülkemizde genel ahlâk kuralları gereği eşcinseller ve eşcinsellik de büyük baskı altında. Mesela Osman Sınav’ın hikâyesini yazıp yönettiği “Kılıç Günü” adlı dizide de bir eşcinsel sahnesi yer almıştı. Eşcinsel sahnesi dediysem bir sevişme sahnesi değil, basit bir yatak sahnesi. Şu şekilde:




Bu sahne üzerine yine sosyal medyada kıyamet kopmuş, bu sahne ve ülkemizdeki eşcinselliğe bakış açısı günlerce, haftalarda tartışma konusu olmuştu. Osman Sınav nasıl böyle bir sahne yazardı, bu sahneyi nasıl çekerdi?! Osman Sınav’ın bu sahneyle ilgili açıklaması ise -bence- daha rezildi:

“Bu sahneleri provoke amaçlı kullanmadık. Böyle bir amacımız olsaydı daha önceden görselleri basına verirdik. Hikâyemizde Firavun’un sarayından bahsediyoruz. Firavun’un sarayında böyle şeyler vardır. Bunlar gerçektir. Karakter tanımlaması yapıyoruz. İyiliği, bütün güzelliğiyle gösterebilmek için karanlığı da bütün çıplaklığıyla göstermek lazım. Yoksa ‘iyi’ hissedilemez. Sığ kalır. Biz kimsenin cesaret edemediği şeyleri göstermeye çalışıyoruz. Ahlâksızlık propagandası yapmıyor, aksine o tip insanların profilini sergiliyoruz. Bu kişiler ve ahlâksızlıklarını gösterebilmek için ahlak sınırları dışına çıkmadan bir şeyler yapmak zorundayız.” (kaynak)

Sınav eşcinsel insanları o tip insanlar olarak nitelendirdiği gibi, ilişkilerini de ahlâksızlıkları olarak değerlendiriyordu. Evet, açıklamanın başında, “Böyle şeyler Firavun’un sarayında vardı,” gibi bir cümle de var; ancak o cümlenin doğrusunun, “Tarihte eşcinseller ve eşcinsellik zaten var,” olması gerekirdi bence. Eşcinsel olarak bilinen (ne kadar doğrudur ben bilemem) Türk Sanat Müziği sanatçısı ve duayen Zeki Müren var Türkiye’nin geçmişinde. Hatta çok daha eskilere götürüp Osmanlı İmparatorluğu’nda, daha öncesinde bile bu mesele gözlemlenebilir. Ama vatandaşımız, özellikle Neo Osmanlıcılık anlayışına sahip kişiler bunları kabul etmeyi pek istemez.


EŞCİNSELE TEDAVİ, AHLÂKSIZA BERAAT

Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın Mart 2010 tarihinde yaptığı bir röportajda, “Eşcinsellik hastalıktır” (kaynak) demesi de Türk milletinin konuya dair bakış açısını özetlemeye yeter. Amerikan Psikiyatri Derneği Yönetim Kurulu 1973 yılında eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkartma kararı almış olmasına rağmen (kaynak). Eşcinselliğe hastalık diyen Kavaf’ın, “Aşk-ı Memnu” dizisini rahatsız edici bulup, “Kurtlar Vadisi” gibi ataerkilliği ön plâna çıkaran diziden keyif alması da ayrı bir ironi olsa gerek!

İslam Hukuku Profesörü Cevat Akşit’in eşcinsellikle ilgili yaptığı şu açıklama da artık dananın kuyruğunun koptuğu nokta olabilir:




Akşit diyor ki; “Erkeğin homoseksüellik yapması lanet sebebidir... Memleketleri batırma sebebidir... Bunlara asla müsaade etmeyeceğiz. Devlet bunlara karşı tedbirini alacak, tedavi edecek.”

Yani genel ahlâkı dinle birleştirdiğimiz, bütünleştirdiğimiz zaman (ki bunun son derece yanlış olduğunu iddia etmiyorum) ortaya çok daha karmaşık, çok daha çarpıtılmış, çok daha yanlış bir tablo çıktığını belirtmekte beis görmüyorum. Birbiriyle cinsel ilişkiye giren heteroseksüel, homoseksüel insanlar memleket için büyük problem iken; dininin kendisine yasakladığını düşünen ve seksi iyice bilinçaltına iten insanların bu eylemlerinin en sonunda patlama noktasına gelip 13-14 yaşında kızlara, dahası engelli kızlara tecavüz etmesi memleket için nasıl büyük bir problem olmuyor, nasıl hafif cezalar alabiliyorlar, suç nasıl küçük kızların üzerine atılıyor (“Kendi rızası vardı,” gibi açıklamalar ilgili tecavüz haberlerinde mevcut) ben anlamış değilim...


AHLÂK AMAÇ YERİNE ARAÇ OLMAMALI

Bir kızla bir erkeğin, bir kızla bir kızın, bir erkekle bir erkeğin bakışması, öpüşmesi, birbirlerine duygusal ve seksüel olarak bir yakınlık hissetmeleri genel ahlâka ters olarak görülebiliyorken, sizce de “Ahlâk nedir?” sorusuna daha kapsamlı bir yanıt arayıp, tanım ve kavramların arasındaki çizgileri daha düzgün çizmemiz gerekmez mi? Ülkenin ahlâkı, “Öpüşmeyin, sevişmeyin, kızlı erkekli oturmayın!” derken, adaleti, “Küçücük kıza 28 kişi tecavüz etmiş, ama kızın rızası varmış adamları tahrik etmiş!” demesi akla ve mantığa ne kadar sığar? Bu durumda iktidar partisinin bir dizideki tecavüz sahnesini son derece ahlâksız bulması, RTÜK’ün bu durumda eski Türk filmindeki kadının göğsünü, başka bir dizideki çıplak kadın figürlü abajuru buzlaması genel ahlâkı korumaya ve kurtarmaya yeter mi? Peki başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Muhteşem Yüzyıl” dizisine yönelttiği, “Bizim böyle bir ecdadımız yok! Bizim padişahlarımız 30 yılı at sırtında geçirdi! Sarayda ne o öyle öpüşmeler sevişmeler?” eleştirisinden (kaynak), “Osmanlı padişahları hep savaşta idiyse, hangi ara seviştiler? Peki bizler Osmanlı dönemlerinden bugüne kadar öpüşmeden, sevişmeden nasıl geldik?” gibi bir fikir çıkarmamız mümkün müdür?

Ahlâkın bir amaç değil de araç olarak görülmesini yanlış buluyorum. Ahlâkın herkes tarafından kabul gören bazı değer yargılarının olması, belli kurallar bütünü olması lâzım. Birinin sırf karşısındakinin görünüşünden, tavrından, lafından rahatsız oldu diye onu ahlâksız olarak nitelendirmesi ve bu niteleme üzerinden ahlâk çerçevesi oluşturması, ahlâk denen kavramı bir araç olarak kullanmak gibi geliyor bana. Yanılıyor muyum?

Ama benim hâlâ umudum var, inanıyorum ki mevcut iktidarımız veya yakın ya da uzak gelecekteki Türk düşünürler, bilim adamları genel ahlâkın korunmasına yardımcı olmak amacıyla mitoz bölünmenin insanlar için uygun bir versiyonunu da bulmuş olacak ve böylece kızlı erkekli aynı ortamda bulunmamıza gerek kalmadan, belki de sadece birbirimize dokunarak bölünüp çoğalabileceğiz; bu sayede öpüşmek, sevişmek, bunların hepsi teferruat olarak nitelendirilip rafa kaldırılacak. Olur mu olur...

Sizlere son olarak çok ayıp bir şey göstereceğim ve bunu gösterirken sansürlemeye, buzlamaya, mozaiklemeye bile gerek görmüyorum. Azerbaycanlı iki dayının aynı asansörü kullanmaktan ötürü başlarına gelen bir talihsizlik... İbret alınmalı!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder