Askerlik...
Günlerden 1 Ağustos 2011.
Pazartesi günü, yani ayın 1’inde askerlik sınavına girmiştim. Sınav Ankara Zırhlı Birlikler’de idi ve kâbusun ayak sesleri daha o günden duyulmaya başlanmıştı benim için.
Millet sabahın 4’ünde 5’inde oraya gidip sınav için sıraya giriyormuş da benim haberim yokmuş; ben gittim saat 10’a doğru, nereden baksan 200-250 kişinin olduğu koca bir gazino. Benim gibi bir sürü ‘kurban’ kâh ayakta kâh oturmuş sırada bekliyor. Gazinonun ön tarafındaki genişçe bir kapının önünde sürekli girip çıkan iki görevli asker var. Tabii o vakitler, ortamın ilgi odağı kamuflajlı askerler olduğu için hâliyle herkes onları seyrediyor. Askerlerden biri, dışarıda gazinoya yarım saatte bir yaklaşan ufak servis aracına gidip geliyor, içerideki askere bilgi veriyor ve içerideki asker de, gazinonun ana giriş kapısının orada dışarıda, sınav için bekleyen sivil garibanlarla sohbet hâlinde olup arada sırada içeri giren askere bazı bilgiler veriyor. Henüz salonda ben dâhil kimse anlamasa da, aralarında bir şeyler konuşuyorlar –kodlaşıyorlar!- ve öylesine rahat, umursamaz bir tavırdalar ki... kim bilir kaç şafak sayıyorlar...
Millet sabahın 4’ünde 5’inde oraya gidip sınav için sıraya giriyormuş da benim haberim yokmuş; ben gittim saat 10’a doğru, nereden baksan 200-250 kişinin olduğu koca bir gazino. Benim gibi bir sürü ‘kurban’ kâh ayakta kâh oturmuş sırada bekliyor. Gazinonun ön tarafındaki genişçe bir kapının önünde sürekli girip çıkan iki görevli asker var. Tabii o vakitler, ortamın ilgi odağı kamuflajlı askerler olduğu için hâliyle herkes onları seyrediyor. Askerlerden biri, dışarıda gazinoya yarım saatte bir yaklaşan ufak servis aracına gidip geliyor, içerideki askere bilgi veriyor ve içerideki asker de, gazinonun ana giriş kapısının orada dışarıda, sınav için bekleyen sivil garibanlarla sohbet hâlinde olup arada sırada içeri giren askere bazı bilgiler veriyor. Henüz salonda ben dâhil kimse anlamasa da, aralarında bir şeyler konuşuyorlar –kodlaşıyorlar!- ve öylesine rahat, umursamaz bir tavırdalar ki... kim bilir kaç şafak sayıyorlar...
Bekle Allah bekle, bekle Allah bekle... Gazinodaki sınav adaylarının sayısı azaldıkça herkes ön taraftaki genişçe kapıya doğru ilerlemeye başlıyor. Askerin askerden başka dostu yoktur; içeri giren ve ne olup bittiğinden habersizler, içerideki bekleyenlerden birtakım bilgiler alıyorlar. Elemanlardan biri yanıma gelip şunu soruyor;
“Kardeş, adımızı sıraya bir şeye yazdırıyor muyuz?”
“Hayır,” diyorum. “Ben geldiğimde yazdırmadım, kimsenin de yazdırdığını görmedim. Öyle karışık olarak gidiyor.”
“Haa,” diyor arkadaş ve çok da aydınlanmamış biçimde yanımdan ayrılıyor.
En nihayetinde salonda 40 kişi filan kalıyoruz, sıra bize, daha doğrusu bana doğru gelmeye başlıyor. Bir grup daha servisle götürülüyor, sonra bir grup daha ve şansıma(!) ben en son grupla biniyorum servis aracına. Hava o kadar sıcak ki! Beklemek ayrı terletiyor, hareket hâlinde olmak ayrı, servis aracının içinde olmak ayrı.
Yapılacak şey çok basit; servis aracı bizi sınavın yapılacağı binaya bırakacak ve burada birtakım kayıt ve evrak işlerini hallederek sınava gireceğiz. Ancak o da ne? Askeriyedeki prosedürler daha yeni başlıyor! Önce öğlene kadar kaldığımız için yemekhaneye gidiyoruz ve orada alüminyum torbalar içinde yemeklerimizi alıyoruz. Buradan itibaren olan kısım bir nevi askerlik esas olarak başlamadan önceki demo gibi. Yemekhanede yerlerimize geçip yemeye başlıyoruz- tabii alüminyum torbaları açıp tabldotlara dökebilirsek! O sırada tabii askeriye psikolojisi, yediğim ekmekten içtiğim suya kadar her şey öyle sürreal ve öyle tatsız tuzsuz geliyor ki zaten yemeğimi bitiremeden doymuş oluyorum.
Sonra bizi başka bir binaya götürüyorlar. Burada bilgilerimiz bilgisayarlara kayıt edilecek. Görünürde dört adet bilgisayar var ve her bir bilgisayarın önünde on taneye yakın arka arkaya sıralanmış kolluklu sandalyeler. Burada kayıtları alacak olan görevliler 45 dakika(!) gelmedikleri için bayağı bir vakit öldürmemiz gerekiyor. Geniş odanın kapı önüne kek ve meyve suyu kolileri bırakılmış durumda, gelen oradan bir kek ve bir meyve suyu alıp tüketmeye başlıyor, bitince de kolilerin durduğu masanın altındaki geniş çöp torbasına atıyor. Çöp torbası doldukça bir asker gelip el mahkûm o koca çöp torbasını alıp götürüyor.
Nihayetinde bilgilerimizi bilgisayara işleyecek görevliler geliyor ve sırayla, teker teker herkesin bilgilerini işliyorlar. İşler ilerledikçe adaylar öne doğru sandalyelere oturarak geliyorlar. İşini bitiren odanın sonundaki kapıdan çıkıp bir görevli asker yardımıyla bekletiliyor ve parça parça gruplar hâlinde yukarıya çıkartılıyor. Yukarıya çıkarken de ayrı bir kalabalık ve bekleyiş var, çünkü üst katta yapılacak olan “geniş” işlem için herkese bir dosya numarası veriliyor.
Dosya numarası da alındıktan sonra, yemekhaneye benzer yine oldukça geniş bir odada sağlı sollu masalar yerleştirilmiş durumda. İki komutan, adayları emirlerle masalara yönlendiriyor. Herkes masalara oturduktan sonra iki komutan sırt sırta vermiş hâlde karşılarındaki masalarda oturmakta olan adaylara teker teker, tane tane konuşarak belli direktifler veriyorlar;
“Şimdi elinizde tuttuğunuz dosyaları açın, içinden şu küçük kâğıtlardan çıkacak. Herkes buldu mu küçük kâğıt?” Komutanlar bir de masalardaki adaylara tek tek bakıp herkesin çıkardığından emin olmaya çalışıyor. “Herkes çıkardı değil mi? Tamam. Şimdi o kâğıttan iki tane olacak; biri sizde kalacak, birini zarfın içine geri koyacaksınız. Kâğıtların bir tanesini alıp aynen şunları yazacaksınız...”
Komutan söylüyor biz yazıyoruz. Teker teker, kelime kelime. Yazdıklarımız bittikten sonra kimlik bilgisi kısmı var. Burası da özenle dolduruluyor, arada tabii yanlış dolduranlar veya eksik dolduranlar var, bu da sürecin biraz daha uzamasına neden oluyor. Hele bu küçük kâğıdın kurşun kalemle değil de tükenmez kalemle dolması gerektiğini bilmeyen iki aday sebebiyle yaklaşık bir on dakika daha bekliyoruz. Kâğıtta belirtilenler şunlar; kimlik bilgileri, askerlikle ilgili birtakım bilgiler ve ne zaman katılacağınıza dair bir teminat yazısıyla imzanız. Yazıda diyor ki, “10 Ağustos günü açıklanacak olan acemi birliğime 12 Ağustos günü katılacağım.” Altına da imzamı atıyorum, artık kaçarı yok!
Şimdi kâğıtlarla birlikte dosyalar toparlanıyor ve adaylar yine gruplar hâlinde bir üst kattaki sınav odalarına alınıyor. Arada benim de dahil olduğum 18-20 kişilik bir grup tuvalete gitmek istiyor ve bu, sınav stresine bir de heyecan ekliyor, çünkü 20 kişi olarak kuralları hiç bozmadan, görevli bir asker eşliğinde tuvalete gitmemiz gerekiyor ve bu gruba, bina içindeki başka hiçbir adayın karışmaması gerekiyor. “Nasıl karışabilir ki biri? Zaten hepi topu 20 kişiyiz,” diye düşünüyorum, fakat yolda iki kişi bizim gruptan olup olmadıklarını bile bilmeden bizim gruba karışacak gibi oluyor(!). En nihayetinde elemanların problemi çözülüyor ve biz tuvalete gidiyoruz. Süre 5 dakika civarı.
Tuvalet faslı da bittikten sonra, bizimle birlikte sınava girecek olan diğer grupların yanına varıp sınav odasına varıyoruz. Herkesin dosya numarasına göre oturacağı yer belli. Oturuyoruz, sınav başlıyor. Seneler önce bıraktığım ÖSS heyecanı ve stresi, o karmaşık his aynı şekilde sarıyor etrafımı. Kulağımda ise daha önce defalarca kez söylenen o iki cümle: “Sınav çok önemli, kazanacağın puana göre seni birliğine dağıtıyorlar,” ve, “Sınav hiçbir şey değil abi, formalite icabı.”
Sınav iyi kötü bir şekilde bitiyor. Salondaki görevli eleman, adaylardan öğretmen olanları belirliyor. Onlar, öğretmen oldukları için dağıtımları ona göre ayrıca belirlenecek. Onlarla ilgili gerekli işlemler de yapıldıktan sonra sınav salonundan çıkıyoruz ve başka genişçe bir odaya götürülüyoruz. Buradaki yapacağımız işlem çok basit; elimizdeki dosyanın içinden üniversite diplomamızın fotokopisi çıkartacağız ve bununla ilgili, görevli askerin belirttiği işlemleri yapacağız, ki bunlar da dosya numaramızla adımız soyadımız gibi bilgileri diplomanın arkasına yazmaktan ibaret. Ancak bu ufak işlem de öyle büyük bir probleme dönüşüyor ki, bir an bu binadan ve bu askerlik sürecinden hiç kurtulamayacakmışım gibi hissediyorum. Neyse en nihayetinde yapılacaklar yapılıyor, ayın 10’una kadar sürecek bekleme sürecinin başlamasıyla birlikte zırhlı birliklerden ayrılıyorum. Aklımda da hep şu düşünce; bir günü böyle sürüyorsa, 5.5 ayı nasıl sürecek?...
9 Ağustos 2011 gecesi.
Birkaç dakika sonra askeriyenin sitesinden, acemi ve usta birliklerimin neresi olduğunu öğreneceğim. Acayip bir heyecan var ve tansiyon yüksek. O güne kadar da hep şöyle muhabbetler dönüyor etrafımda;
- Eee ne zaman başvurdun?
+ Ağustos dönemi için işte, 1 Ağustos’ta sınavına girdim.
- Kütüğün nerede senin?
+ Erzincan.
- Hmmm... Batı’ya çıkma ihtimali yüksek. Adam Doğu’dan gelmiş, sürelim Batı’ya diye dağıtabilirler.
+ Bilmem ki, hiç belli olmaz.
- Olmaz tabii...
Ama bu diyalog o kadar çok dönüyor ki, kendimi en nihayetinde, Batı’ya düşeceğim gibi bir fikre inandırıyorum. Diyorum ki içimden, İnşallah... İnşallah Batı’ya düşerim. Çünkü soğuğu sevmiyorum, hatta zaman zaman nefret de ediyorum, diyorum ki Batı’da bir yere düşerim, zaten Ocak’ta terhis var, o zamana kadar az biraz soğuk olur yağmur yağar sonra evime dönerim. Ne kadar naif düşünceler...
Saat 12’yi geçiyor, tabii askeriyenin sonuç açıklama sayfası kilit! Binlerce asker adayı sonuca bakmak için siteye yüklenmiş durumda. Aynı zamanda da cep telefonum ardı ardına çalıyor, “Nereye çıktı?” soruları artık resmen kafamda çınlıyor. Bekle... bekle... bekle... derken sınav sonucu açıklanıyor:
“Sınıfı: Jandarma
Statüsü: Kısa Dönem Er
Acemi Birliği: 5. Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı / Kastamonu
Usta Birliği: Jandarma İl Merkez / Ardahan”
Kısa dönem... Evet güzel. Ama... Ardahan?!
Tu bi kontinyud... (Devam edeceeek, et!)
okuyorum anlatımın güzel
YanıtlaSilTeşekkürler.
YanıtlaSil