30 Aralık 2012 Pazar

İşte bunlar hep seks...




Film okumasını gerçek hayata uyarlama süresince bu sefer sırayı “Basic Instinct (Temel İçgüdü)” filmi alıyor. Başrollerinde Sharon Stone ve Michael Douglas’ın yer aldığı 1992 yapımı bu erotik soslu macera-gerilim filmi yayınlandığı dönemde cüretkâr sahnelerinden ötürü Sharon Stone’a büyük bir popülarite kazandırdığı gibi, kadın-erkek ilişkilerinde seksin ve cinselliğin nasıl etkili bir rol oynadığını da ustaca gösteriyor.

26 Aralık 2012 Çarşamba

24 Aralık 2012 Pazartesi

Ne iyi abimizdin sen Severus Snape...


“Harry Potter” serisini okumuş veya filmlerini izlemiş olan herkesin yakından tanıdığı bir isim Severus Snape; seri boyunca kötü kalpli, ruhsuz, gıcık, ters bir tip... ama özünde kedi gibi bir insan. Aslında biraz daha dikkatli bakarsanız, eski Türk filmlerindeki genelde kötü, ama özelde kendi sebepleri olan iyi karakterlerden hiçbir farkı yok...

22 Aralık 2012 Cumartesi

Çocuk olmak...


Her insanın içinden geçtiği, içinde bulunduğu evredir çocuk olmak; belli bir yaşa kadar çocuksundur veya çocuk olarak görülürsün. Dolayısıyla, çocuk olmanın insana hissettirdiği bazı duygular vardır, bazı eylemlerin, söylemlerin senin çocuk olmanı etkilediği duygular... Bunlar aslında hepimizin hayatının birer parçası.

14 Aralık 2012 Cuma

Gözünün üstünde kaşın var(!)



Türk toplumunun -ve belki de dünya genelinin- artık ne kadar eleştiriye kapalı, ancak (hunharca) eleştiri yapmaya açık olduğunun bilincindesinizdir. Değilseniz zaten çok geçmiş olsun… Peki nedir bu tahammülsüzlük? Neye tahammül edemiyoruz? Niye ‘bu kadar’ tahammül edemiyoruz?

2 Aralık 2012 Pazar

Bazen daha fazladır her şey...


Bazen daha fazladır her şey, bir eşikten atlar insan... Hayatta herkesin atladığı bir eşik, önemli bir nokta, bir milat vardır; benim için bu milat, annemin vefatı olan 1 Aralık 2006’dan itibaren başlıyor... Aslında bununla ilgili, o gün neler yaşadım, neler oldu neler bitti gibi bir yazı yazmayı düşünüyordum; bunu uzunca bir süre kafamda tarttım, fikirler gelip gitti ve en sonunda, kendi iç sesimle diyaloğumu anlatan, bu okuyacağınız monolog çıkıverdi...

28 Kasım 2012 Çarşamba

Bir Garip Tayyip



Yanlış duymadınız, yabancı olduğunuz birinden bahsetmiyorum; Türkiye Cumhuriyeti’nin son 10 senedir başbakanı olan Tayyip’ten, Tayyip Erdoğan’dan bahsediyorum. Kendisini nasıl seviyorum anlatamam(!), o yüzden bir samimiyet göstergesi olarak ‘Tayyip’ diyeceğim. O da sonuçta halktan biri, halkın insanı. Ve hepimiz onu çok, ama çok yanlış tanıyoruz...

29 Ekim 2012 Pazartesi

Bir başka 29 Ekim, bir başka Cumhuriyet Bayramı



Son 10 yıldır iktidarda olan AKP ve onun dikta rejimi ve sert müdahalesi sebebiyle milli bayramlarımız, Atatürk’ü anma günlerimiz ve benzeri coşkularımız baltalanmıyor değil. Ancak bu sert müdahale, bu sert tavır yine de Atatürkçü insanları yıldır(a)mıyor, bugün bayram yürüyüşüne gittiğimde onu gördüm.

28 Ekim 2012 Pazar

"Cloud Atlas": 6 bilinmeyenli uzun bir hikâye



“The Matrix” serisi ve beraberindeki “V For Vendetta” filmlerinden sonra kariyerlerinde inişli çıkışlı bir macera sürdürmekte olan Wachowski Kardeşler, uzun bir süredir ortalığı yıkacak, büyük ses getirecek bir proje peşindelerdi. Medyaya da yansıyan bu proje “Cloud Atlas (Bulut Atlas)” filmiydi ve gerek oyuncu kadrosu, gerek hikâyesi, gerek yayınlanan fragmanıyla büyük bir ilgi çekti. Fakat Wachowski Kardeşler, ne yazık ki bu son filmleriyle piyasada neden uzundur gözükmediklerinin -ve gözükmemeleri gerektiğinin- cevabını da veriyorlar. Yazının devamı filmin seyir zevkini kaçırabilecek satırlar içermektedir.

25 Ekim 2012 Perşembe

"Avrupa Yakası" vs "Yalan Dünya"


Ocak 2012’de başladığından beri bir “Avrupa Yakası mı, Yalan Dünya mı?” muhabbetidir sürüp gidiyor. Genel kanı, “Avrupa Yakası” dizisinden alınan tadın “Yalan Dünya”da olmaması. Tabii bu genel kanı. Benim düşüncemse, esas yapı sabit kaldı ve içerik değişti ve biraz daha güzelleşti. Niye mi? Söz açılmışken anlatayım…

5 Ekim 2012 Cuma

Akıllı telefonlar, aptal insanlar


Akıllı telefon piyasası gün geçtikçe kızışıyor, sektörün lider markaları her sene yeni bir akıllı telefon piyasaya çıkarıyor. Hâl böyle olunca birtakım kullanıcıda da "Acaba hangisi daha akıllı?" endişesi oluşuyor. Akıllı telefon seçmek artık iyice bir dert olmuş ve insanlar telefonun kendisinden çok markasını savunur ve eleştirir bir hâle gelmişken, bir de üstüne son 2-3 senedir (daha az veya daha fazla) akıllı telefonlara "işkence" testleri var ki telefon akıllı olsa bile kullanıcı ne kadar akıllı, bunun sorgulanması gerekiyor.

30 Eylül 2012 Pazar

Hayat bir oyun sahnesi ve bizler oyuncularız...



Çok iyi bir hayatınız, iyi bir eğitiminiz var; sürekli sizin için verilmiş olan bazı kararlar var ve bunlara itiraz edemiyorsunuz. Bir de yarın iş güç var erken kalkmanız gerek... Sevgilinizle de aranızı iyi yapmalısınız, malûm ebeveynler çocuk bekler. Bir de hep hayalini kurduğunuz yurt dışı seyahati yok mu?... Eğer bunların hepsine “Aa, aynı ben!” diyorsanız tebrikler: Muhteşem bir ‘oyuncusunuz’!

23 Eylül 2012 Pazar

Tuttuğun sayıyı biliyorum ve seni öldüreceğim...


Kurbanlarının tuttuğu sayıyı önceden bilen ve onları sıradışı bir yöntemle öldüren bir katille, onu kovalayan ve katilleri araştırma konusunu saplantı haline getirmiş emekli bir dedektifin gerilimli macerasını anlatan "Aklından Bir Sayı Tut" adlı roman, ilginç başlayıp çoğu yerde tekdüzeleşen anlatımı ve başarısız bulduğum diyaloglarıyla Koridor  Yayıncılık'tan çıkan bir kitap. Çevirisi ve düzeltisi konusunda da pek iyi bir şey diyemeyeceğim...

23 Ağustos 2012 Perşembe

Yönlendiriliyorsunuz...


Blog sayfamı ilk açarken kendime seçtiğim "taciturnn" takma adıyla uyumlu olsun diye blogspot adresimin başına da bu ismi eklemiştim ve "taciturnn.blogspot.com" orijinal adresimdi. Fakat hem "taciturnn" akılda kalıcı bir kelime olmadığı (sadece benim aklımda kalıyor), hem hecelemesi zor olduğu hem de "Taci" gibi kıl olduğum bir Türk ismine çağrışım yaptığı için sayfamın adresini değiştirmiş bulunmaktayım. Korkmayın, hiçbir sorun yok! Eğer "taciturnn.blogspot.com" adresine sahip bir yazının bağlantısına tıklayıp blogspot adresimin ana sayfasına yönlendirildiyseniz ve yazıyı bulmakta zorluk çekiyorsanız, sadece şunu yapın: Tıklamış olduğunuz adresteki uzantıyı "birgariphayatt.blogspot.com"un sonuna ekleyerek girin. Örn: "taciturnn.blogspot.com/2012/08/nobet-on-ikinci-bolum.html" adresinden siteye yönlendiniz ama yazıya ulaşamıyorsanız, baştaki kelimeyi "birgariphayatt.blogspot.com/2012/08/nobet-on-ikinci-bolum.html" şeklinde düzeltirseniz çok mutlu ve mesut olacağınızdan eminim. Üstelik "birgariphayatt" bitişik kelime grubu hem daha rahat telaffuz ediliyor, hem de yakınınıza ve arkadaş çevrenize söylerken "birgariphayatt - iki t ile - nokta blogspot nokta com" daha tatlı ve havalı olmuş oluyor. Öyle Taci'yle bilmemkimle falan uğraştırmayın beni! Hadi öperim! Yeni yazılara devam... :) (Bir de hızlı yazarken imla kurallarına dikkat edersem daha güzel olacak.)

Auster Geçmişini Kendine Anlatırsa...


Paul Auster’ın 2011 yılının kışında kaleme aldığı ve Can Yayınları’nın erken hazırlığı vesilesiyle dünyadan önce Türkiye’de Ocak 2012'de çıkan yeni kitabı “Kış Günlüğü”; artık belli bir yaşa gelmiş olan usta yazarın geçmişini onun gözünden, kendi kendine konuşur gibi kullandığı bir üslupla anlatıyor.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Nöbet - On İkinci Bölüm


Erkad o sabah ilginç biçimde rahatlamış olarak uyandı. Zihni öyle hafif, öyle rahatlamıştı ki, kendini yeniden doğmuş hissediyordu. Yatağında doğrulup yandaki pencereden dışarı, manzaraya baktığında, hayatın her zamanki gibi göründüğünü, hiçbir fark olmadığını gördü; fark, hayata nasıl baktığınla ilgiliydi çünkü.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Nöbet - On Birinci Bölüm


En ufak bir şeyle bir insanın hayatı gerçek anlamda yaşamaktan, nefes alıp vermekten; birtakım cihazların bip seslerine, kola takılan seruma, bir makinedeki hayat akışını gösteren yeşil çizgiye dönüşebiliyordu.

27 Temmuz 2012 Cuma

Kara Şövalye'nin Yükselişi




Ünlü ve usta yönetmen Christopher Nolan’ın 2005 yılında “Batman Begins” filmiyle başladığı ve 2008’deki ilk filmden daha meşhur olan ikinci filmin adını verdiği “The Dark Knight” serisi, son film “The Dark Knight Rises”ta daha güçlü, daha duygusal ve daha yoğun, aynı zamanda daha heyecanlı son halkayla ömrünü tamamlıyor. Nolan, seriyi ne kadar yukarılara taşıdığını son bir kez daha gösteriyor. NOT: Yazının devamı filmle ilgili kısmi spoiler içermektedir!

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Nöbet - Onuncu Bölüm


Büyük Gri, sanki söylemek istediklerini kendisinin yerine gerçekleştirdiğini düşünüyormuş gibi, video kaydını tekrar başa sara sara oynatmaya başladı, bakışları Mor’daydı.

“Söyledikleri çok manidar, öyle değil mi?” diye sordu. Mor’dan cevap gelmedi. “Önceki baktığım kayıtlarında da nöbet sırasında buna benzer bir şeyler söylemiş, ama biz bundan ancak Gözlem Odası’nı kayıt eden kameralar sayesinde haberdar oluyoruz.”

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Nöbet - Dokuzuncu Bölüm


Ölüm tek sıkımlık bir kurşundu, tek atışlık bir silah. Öyle bir patlardı ki çok geniş bir alanda yankılanır, insanın kulağını çınlatırdı. Lacivert o silahı eline almış ve tetiği çekmişti; bütün Skala çınlıyordu.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Nöbet - Sekizinci Bölüm


Skala iyiydi, Skala kötüydü. Skala güvenliydi, Skala tehlikeydi. Skala başlangıçtı, Skala bitişti. Skala neşeydi, Skala kederdi... nöbet sürdükçe “Skala” kavramı da aynı yaşayan bir insan gibi değişiyordu, dönüşüyordu; ama Yeşil, en son hangisinde karar kılması gerektiğini bilmiyordu. Şimdilik Skala karışıktı, karmakarışık...

6 Temmuz 2012 Cuma

Aziz Nesin ve yüz liralık deliler


Türkiye'nin sayılı mizah yazarlarından ve en önemlisi aydınlarından olan Aziz Nesin aramızdan ayrılalı 17 sene oluyor. Türk halkına "%60'ınız aptal" diyebilme cesaretini gösterebilmiş bu usta kalemi ve dahası onun çözdüğü Türk insan tipini anlamak için kitaplarını okumak yeterli.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Nöbet - Yedinci Bölüm




Beyaz boşluğun üzerinde kırmızı bir çizgi; zaman zaman hararetle, zaman zaman kıvrılarak ve eğlenceli biçimde ilerliyor... Sarı onun üzerine biniyor, kavga etmek ister gibi... Mavi ve mor apayrı bir noktada göğe doğru uzanan iki kardeş misali birbirlerine bitişik biçimde uzanıyorlar... Ve Turuncu; sanki hepsini sürükleyip götüren, beyazın içine batmalarına sebep olan dev bir dalga gibi üzerlerinden geçiyor... Ortadaki görüntü karışık, karmakarışık... Ama aralarında bir tek renk yok, henüz tek bir renk... Pembe...

27 Haziran 2012 Çarşamba

Nöbet - Altıncı Bölüm



Ayşe, terastaki sandalyede oturmuş, önündeki tabakta duran menemenden bir çatal daha alıp bir yandan batmakta olan güneşi izliyordu. Bu, hayatında vazgeçmeyi hiç istemeyeceği bir mutluluk ve huzurdu. Henüz Yeşil’e sebebini söyleyemese de, bu mutluluğa ihtiyacı vardı, her zamankinden daha çok.

25 Haziran 2012 Pazartesi

Enivicivokke! (Bir Michael Jackson Anısı)


"Abi Michael ne diyor bu şarkıda? Enibicibokke- enigicivokke- eniveciokke- anivacivoki- enigıcıokke- bokke mi vokke mi okke mi? Vokke tamam, ama başı ne? Dur bir daha çalıyorum o kısmı... Enigici- eniveci- enibici- bici değil galiba... Hah tamam buldum; enivicivokke diyor abi! Tamam tamam."

20 Haziran 2012 Çarşamba

Nöbet - Beşinci Bölüm




Kırmızı ve Sarı, Gri Üç’ün arkalarından takip etmesi eşliğinde, Pembe’yi Skala’nın içinde bodrum katına doğru indirmeye koyuldular. Pembe hâlâ yaşadığı şokun etkisiyle hareketsizdi ve henüz tek bir laf etmemişti.

13 Haziran 2012 Çarşamba

Nöbet - Dördüncü Bölüm



Yeşil, Ayşe’yle parkta oturmuş, baharın insanın içine işleyen o sıcacık ve serin havasını soluyordu. Çocuklarını oynatmak için, ya da köpeklerini gezdirmek için parka gelmiş olan bir sürü insan da etrafta geziniyordu. Çocukların eğlenceli çığlıkları her nedense Yeşil’e daha bir keyif veriyordu. Tepelerinden uçmakta olan martıların ötüşleri de bu mizanseni Yeşil için güçlü kılan etkenlerden biriydi.

6 Haziran 2012 Çarşamba

Nöbet - Üçüncü Bölüm



Herkes görev yerlerine yavaş yavaş dağılırken, Yeşil de isteksiz ancak kaderine mahkûm bir halde Skala’ya girdi. Ne çok büyük, ne de çok küçük bir yapıydı burası; Yeşil’in bildiği kadarıyla bilmemkaç senesinde inşa edilmiş ve o zamandan beri ufak tefek revizyonlar dışında genel anlamda pek bir değişikliğe uğramamıştı. Birçok demir parçasının birbirine perçinle monte edilmesinden meydana gelmiş olan bu yapı temel olarak renklerin içinde yaşaması, istirahat etmesi için inşa edilmişti. Boyu, çevresini saran Duvar’ın iki buçuk katı kadar bir şeydi, yani en üste çıkıldığında Skala’nın yer aldığı alan görülebiliyordu- ancak genelde de görülecek çok bir şey olmuyordu çünkü oldukça geniş bir alana yayılan pus ve sis hakimdi, bir de bu sis tabakasını bıçkın ve sert görünümlü ağaçlar yer yer kesip dağıtıyordu. İnsanın böyle bir alana bakınca içinin kararması pek bir mümkündü.

18 Mayıs 2012 Cuma

Bir ülke ne zaman kazanır, ne zaman kaybeder?


Yaklaşık son 10 senedir kaybetmenin eşiğinde olan Türkiye’de, bu kaybetme mevzusu son bir iki senedir kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Bir iktidar var ki hemen her şeye muhalif, bir seçmen var ki kendisinden başkasını düşünmüyor. Peki böyle bir ülke ne zaman kazanır, ne zaman kaybeder?

6 Mayıs 2012 Pazar

Nöbet - İkinci Bölüm




Yeşil, ani bir korkuyla titreyerek döndü, bunu yaparken omzuna asmış olduğu fener düşecek gibi olduğu için onu da anlık bir refleksle tuttu.

Büyük Gri’ninki kadar olmasa da sert bir çehreye sahip olan Gri Üç’ün kaşları çatıktı. Üzerine kalın bir palto giymişti ve bir elinde, Yeşil’inkinin benzeri, ancak sapı daha ufak olan, portatif bir fener tutuyordu. Sorguya gelen bir öğretmenin cetveli avucuna vurması gibi, Gri Üç de elindeki fenerin sapını boştaki avucuna vuruyordu. Sorduğu sorunun cevabını bekliyordu belli ki.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Mise-en-scène


Bir film izliyorsunuz; dramatik bir film ve en duygusal sahnesinde gözyaşlarına boğuluyorsunuz, ya da aksiyon dolu bir film ve bir patlama veya kovalamaca sahnesinde geriliyorsunuz, en olmadı bir bilimkurgu filmindeki sahneyi izlerken ağzınız açık kalıyorsunuz... Eğer bunlar oluyorsa, o filmin "mise-en-scène"i, yani mizanseni olmuş demektir. Peki ne demektir “mizansen”?

28 Nisan 2012 Cumartesi

Nöbet - Birinci Bölüm


Yeşil, teçhizat odasında hazırlığını sürdürüyordu, bir yandan da tutacağı nöbetle ilgili şimdiden birtakım düşüncelere kapılmaya başlamıştı; acaba bu seferki nöbette ne düşünecekti? Aslında ne ilk, ne de son olan bu nöbet macerasında pek düşünmemesi gerekiyordu, özellikle geçmişle ilgili, ancak kendini tutamayıp geçmişe kapılmadan da edemiyordu.

15 Nisan 2012 Pazar

Sosyal vs. Medya


Sosyal; (sıfat, toplum bilimi) Toplumsal. Medya; (isim) İletişim ortamı.

Bu ikisi bir araya geldi mi samanlık seyran olur, sosyal medya diye yepyeni bir medya alt kültürü ortaya çıkmış olur ve Marshall McLuhan’ın söylediği “Medium is the message/Araç iletidir” sözü kendini defalarca kanıtlar da kanıtlar.

13 Nisan 2012 Cuma

İnsan ikiyüzlü bir "yaratık"




Sezen Aksu, yazdığı “Kibir” adlı şarkıda şunları söylüyor; “İnsan tuhaf, ne hoyrat. Ne şaheser ve nasıl ilkel hayret.” Tamamen insanın ikiyüzlülüğünü, bir anda muhteşem bir varlıkken nasıl ilkel bir canlıya dönüşebildiğini gösteren bir cümle. Neticede insanın kendisi de bunu her gün kanıtlıyor.

10 Nisan 2012 Salı

Bir, iki, üç, atlıyoruz!


Babam eski paraşüt hocası, gençliği zamanında bol bol atlamışlığı var. Bana da hep derdi ki, “Şöyle büyü bir delikanlı ol, atayım seni.” Ben de hep derdim ki 17 yaşıma gireyim, yok 18’ime gireyim, tamam 19’uma gireyim, atlarım. En sonunda karar verdim ve ben 20 yaşıma, tam doğduğum gün ve saatte havada, paraşütle atlayarak girdim. Nasıl mı? Muhteşemdi!...

Not: Video eklenmiştir.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Son bir dilim "Amerikan Pastası" alır mıydınız?


1999'da liseli gençlik komedisi olarak ortaya çıkan "American Pie" serisi, bekaretlerini kaybetmek üzere çeşitli oyunlar oynayan ve olmadık yerde macera yaratan bir grup gencin edepsiz, ancak bir o kadar da komik maceralarını anlatıyordu. "American Pie 2" filmiyle birlikte geyiğin ve müstehcenliğin dozu biraz daha arttırılmıştı. Devamında "American Wedding" geldi ve ondan sonra serinin başka türevleri oldu ve en sonunda son dilimi orijinal ekip servis etmek istemiş olacak ki, karşımıza "American Reunion" filmi çıkıverdi.

Not: Yazının devamı filmin konusu hakkında bilgi içermektedir.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Yaylalar yaylalar... (12)


Şafak "doğan güneş" ama güneşin doğmadığı bir şafak...

20 günlük raporun üzerine bir 20 günlük daha rapor alamıyorum ve işler düşündüğüm gibi gitmediğinden ötürü, kalan 20 günü tamamlamak için tekrar yolum Ardahan’a, oradan da Damal’a düşüyor...

Bir garip "İhbarname"

Türkiye'de hukuk sistemi artık öyle gelişti, öyle değişti ki (!), hukuk okumadan veya bir hukukçuya danışmadan, veya bir avukat bile tutmadan kendinizi savunabilir, bunu dilekçede yazılı olarak belirtebilirsiniz. Nitekim bir avukat da aynı yola başvurarak, hukuka değil ama dine dayalı olarak bir ihbarname yazmış. Buyurun okuyun...

6 Nisan 2012 Cuma

İtalya'dan bir "Şahane Misafir"


Hayatım boyunca ilk defa bir Ferzan Özpetek filmi izledim, daha önce de herhangi bir filmiyle ilgili spesifik olarak hiçbir fikrim yoktu. Tek genel bilgim, filmlerinde genel olarak eşcinsel erkek karakterleri yansıtması. Aynısını "Şahane Misafir" filminde de gösteriyor yönetmen. Ancak bu filmi benim için özel kılan şey, hayranı olduğum komedyen, senarist ve oyuncu Cem Yılmaz'ın kendi yazmadığı üçüncü bir karakteri canlandırırkenki performansıydı. Nitekim, Özpetek'in başarıyla yazıp yönettiği filmde Yılmaz da kendi görevini hakkıyla yerine getiriyor.

5 Nisan 2012 Perşembe

Yaylalar yaylalar... (11)


Beyaz Yer ve sona doğru...

Yazının bu kısmı, sondan bir öncesi. Anılarla baymış olsam bile artık son iki kısmı da yayınladıktan sonra askerlik anısı, benim için, belli bir zamana kadar kapılarını kapatmış olacak.

3 Nisan 2012 Salı

Yaylalar yaylalar... (10)


Küçük insanların büyük olduğu yer...

Bu laf, benim için askerliği, özellikle usta birliğini tanımlayabilecek nitelikte. Buradan “Küçük insan derken insanları niye aşağılıyorsun? Kime göre neye göre küçük?” gibi bir anlam çıkartılabilir; maksat o değil tabii. “Hayallerini, beklentilerini, isteklerini küçük tutan ve mütevazı geçinmeye çalışan insanlar” için oldukça “büyük” bir yer askerlik.

1 Nisan 2012 Pazar

Yaylalar yaylalar... (9)


Usta birliği; Ardahan...

Bu vakitten sonra acemi birliği atlattık ve zaten bütün maceralar acemi birlikte geçtiği için, usta birliği kısmını daha kısa tutup daha üstünkörü gideceğim. Okurken de sıkılma ve dikkat dağınıklığı riski azalmış olur. Zaten koskoca Ardahan’la ilgili usta birliğinin en dikkat çekici iki özelliği: yalnızlık ve kar, başka bir şey değil...

31 Mart 2012 Cumartesi

"Amca, bizim niye 45 dakikalık dizilerimiz yok?"



Hani küçüklüğümüzde hep, aklımızı kurcalayan şeyleri annemize babamıza sorarız, onlardan aldığımız birtakım cevaplar bizi uzunca bir süre idare eder, ta ki gerçekleri tüm çıplaklığıyla öğrenene kadar...

Hah! Ben bu noktada bir babadan ziyade bir amca görevi üstlenip soruyu kendimce yorumlayacağım: Amerikalı 45 dakikalık dizilerle dünyaya şahaneler sunarken, biz niye en kısası 90 dakikalık dizileri izlerken fenalık geçiriyoruz?

30 Mart 2012 Cuma

Susarak intikam almak...

İki haftaya yakındır askerlik anısı yukarı askerlik anısı aşağı anlatıp duruyorum. Ancak son üç dört parçaya geçmeden önce, bir diziye, bir hikâyeye ayırmak istedim aradaki ufak boşluğu: "Suskunlar."

Yayınlanmaya başlayalı hemen hemen bir ay olmuş olacak, ben henüz yeni izleme fırsatı edindim- malumunuz, 1.5 saatlik Türk dizilerinde 'gerçekten' ilgi çekici bir hikâye ve sürükleyicilik olmadığı sürece fenalık geçirmek işten bile değil. Ancak şöyle bir şey var, "Suskunlar" sürüklediği gibi, aynı zamanda yüzüme de bir tokat gibi çarptı.

Not: Yazının devamı dizinin ilk bölümüyle ilgili detaylı anlatım içerir.

29 Mart 2012 Perşembe

Yaylalar yaylalar... (8)


Büyük Mutfak, yemek paylaştırma ve sporcu halleri...

Önceki yazılarda, posta sırasından bahsetmiştim. Postacılık, usta birliğinde değil ama acemilik birliğinde önemli bir süreç; o gün diğer askerlerin eğitimleri devam ederken, postadaki 20 asker, bir kısım koğuş temizliği, öteki –daha büyük- kısım yemekhane olmak üzere düzenin işlemesini sağlıyor, ‘çark’ oluyor yani bir nevi.

27 Mart 2012 Salı

Yaylalar yaylalar... (7)


“Bir ses böler geceyi” ve Mehtap sayarken...

Mehtap saymak, askerliğin acemilik döneminin bitişini beklemek anlamına geliyor. Yani bir nevi “yalancı şafak”.

Yemin töreni bitmiş, insanları ağlata ağlata, göğsümüzü gererek andımızı içmişiz ve bundan sonra yemin töreni yürüyüşü için prova filan yok. Artık eğitimler ve spor çalışmaları ağırlık kazanmış durumda. Ha tabii bir de kaytarmaya devam!

24 Mart 2012 Cumartesi

Yaylalar yaylalar... (6)


Ayak uydurma ve kaytarma...

Ayak uydurma, askerde iki anlamı olabilen bir terim;

1. (eylem)  Yürüyüşte adım atışını başkalarınınkine uydurmak.

2. (mecaz) Kendi gidiş ve davranışını başkasınınkine benzetmek.

Bu terime askerde iki türlü alışmış oluyorsunuz; hem ortama, insanlara, düzene ayak uydurmak, hem de yemin töreni ve provalarında ayak uydurmak.

22 Mart 2012 Perşembe

Yaylalar yaylalar... (5)


Günlerden 13 Ağustos, askerliğin “resmi” olarak ilk günü...

“Koğuş kalk!”

Bu laf, hiç şüphesiz asker olan her bünyede yıllarca sürecek bambaşka bir algının oluşmasına neden olan laftır. 5.5 ay boyunca (kısa dönemler için) her Allah’ın günü gerek bu şekilde, gerek başka versiyonlarla (“Hadi arkadaşlar saat 6, kalkıyoruz!”, “Hadi beyler kalkalım!”, “Günaydın arkadaşlar!”) sabahın bir körü duyulur ve askerlik boyunca er kişisinin bir numaralı geyik malzemesi olur.

15 Mart 2012 Perşembe

Yaylalar yaylalar... (4)


Askeri malzeme, koğuş, revir ve ilk içtima...

Askere ilk geldiğim 12 Ağustos 2011 günü devam ediyor. Sırada malzeme dağıtımı var. Bu arada havada bulutlar toplanıyor, yağmur yağacak belli.

Biz tek katlı, kulübe gibi ancak ondan daha büyük ve uzun bir yapıya götürülüyoruz. Herkesin elinde kayıt sırasında verilmiş olan birtakım kâğıtlar, belgeler. Yapıya varıyoruz ve içeri giriyoruz, burada komutan bizi bilgilendiriyor; birazdan askeri malzemelerimizi alacağız ve bunları, gösterdiği orta büyüklükte bir odada deneyeceğiz. Başımıza bir de, hâlinden bezmiş gibi görünen bir eri bırakıyor komutan, biz bu er arkadaşı takip ederek 3. bölük olduğumuzu bileceğiz.

11 Mart 2012 Pazar

Yaylalar yaylalar... (3)


Askerliğe doğru yolculuk...

Günlerden 12 Ağustos 2011.

Casio sponsorluğunda gerçekleştirilen ve yalnızca 3 numara saç tıraşlı olan askerliğe elverişli arkadaşların gerçekleştirebildikleri o muhteşem Metro Turizm yolculuğu başlıyor. Otobüste birbirini tanıyan asker adayları ya bir ya iki tane, diğerleri yerlerini almış otobüsün kalkmasını bekliyor. Yolculuğun nereye olduğu belli, ancak herkeste emin bir sessizlik var.

Yaylalar yaylalar... (2)


Asker alışverişi...

Günlerden 10 Ağustos 2011.

Kimlere sorduysam diyor ki, “Önce nereye çıkacağını öğren, ondan sonra alışveriş yaparsın. Şimdi Doğu’ya götüreceğinle Batı’ya götüreceğin malzeme bir değil.” Bir de tabii, “Hiçbir şey almana gerek yok, orada sana her şeyi veriyorlar,” diyen kitle de var ve bu iki ayrı taraf o kadar fazla taraftara sahip ki insan bir şey götürsün mü götürmesin mi bilemiyor. Haa tabii bir de, “Sen şunu şunu al, ama götürsen bile bir halta yaramaz çünkü alacaklar senden,” diyenler de var, yani iki arada bir derede kalmış olanlar.

Yaylalar yaylalar...


Askerlik...

Günlerden 1 Ağustos 2011.

Pazartesi günü, yani ayın 1’inde askerlik sınavına girmiştim. Sınav Ankara Zırhlı Birlikler’de idi ve kâbusun ayak sesleri daha o günden duyulmaya başlanmıştı benim için.